30 Ekim 2020

YouTube

Öncelikle Kocaeli’yi ilgilendiren çok önemli ve hukuka aykırı bir yasa teklifini konuşmak isterim. Elektrik Piyasası Kanun Teklifi AK Parti’li milletvekillerinin oylarıyla Sanayi ve Tekonoloji Komisyonu’na getirildi. Bu teklif son derece tehlikeli bir teklif. Bu yasa teklifi iktidar ve şirketlerin beraber kafa kafaya verip, kurguladıkları bir yasa teklifi; bu çok belli. Kötüye giden ekonomiyi şirketler ile kafa kafaya vererek halkın malını, doğayı talan ederek, diriltmeye çalışan bir anlayış ile karşı karşıyayız. Bakın ne yapılmaya çalışılıyor? Biz milletimize buradan bu büyük tehlikeyi haber vermek istiyoruz bugün. Kocaeli, Düzce ve Erzincan’ı yakından ilgilendiren Elektrik Piyasası Kanun Teklifi’nde bir madde var, nedir bu madde? Orman atıklarının, lastiklerin, çöpün yakılması suretiyle elektrik elde edilmesi planlanıyor. Bu ne demek? Ayrıştırılmayan maddeler vasıtasıyla da üretilen elektriğin yanı sıra hava kirliliğinin ortaya çıkması demek. Yasa teklifi ile bu şekilde bir yakarak enerji elde etme girişimi biyokitle tanımı içerisine alınıyor. Son derece tehlikeli bir durum. Kocaeli’nde, Dilovası’nda son derece kötü bir hava kirliliği var, kanser oranları çok yüksek bir doktor olarak Kocaeli’nde ki kanser vakalarını yıllardır takip ettim ve bizi çok üzdü, çok yüksek oranda bir kansere yakalanma oranı var. Dilovası’nda yapılan bu konuda ciddi çalışmalar var ama bu çalışmaları yapan herkes cezalandırılıyor. Sanayi tesislerinin halkın sağlığını tehlikeye attığını, kanser ettiğini ortaya çıkaran tüm bilim insanları cezalandırılıyor. İşte onlardan birisi Bülent Şık; Sanayi tesislerinin Kocaeli’yi zehirlediğini, Tekirdağ, Edirne, Antalya Kumluca’yı zehirlediğini açıklayan bir raporu kamuoyuna bir makale ile bildirdiği için Devletin bu raporları gizlediğini bildirdiği için maalesef cezalandırıldı. Barış akademisyeniydi ve üstüne 1 yıl 3 ay ceza aldı. Onur Hamzaoğlu hoca yine bu konuda ciddi çalışmalar yaptı ve yine cezalandırıldı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi işte gelinen noktada lastik yakarak enerji elde etmeyi düşünüyorlar. Değerli arkadaşlar geçen gün Meclis Genel Kurul’da da bir konuşma yaptım Kocaeli’nin hava kirliliğinin son derece kötü bir yere geldiğini ve tamamen ihmal edilmiş bir kent haline geldiğini, terkedilmiş bir kent haline geldiğini, hava kirliliğinin her gün arttığını ve çare bulunamadığını söyledim, bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de 500 bin tane lastiği yakarak elektrik elde edeceklermiş ve buradan da şirketler para kazanacak, Kocaeli halkı ise zehir soluyacak işin özeti bu. Bakın Kartepe’de yapılması düşünülüyor bu eylemin. Kartepe’de ki bir fabrikada fakat bu fabrikada bir ayrıştırma ünitesi olmadığı için kauçuk, prolitik gibi maddeler ortaya çıkacak, zaten çimento fabrikaları lastik yakıyor, bunun oluşturduğu bir ortam var ve sonuçta da yeni lastikler yakılarak Kocaeli’nin havası kirletilmiş olacak. 550 bin ton ömrünü tamamlamış lastik var Türkiye’de ve bunun ne kadarının Kocaeli’de yakılacağı da belli değil. Bakın dehşet veren rakamlar bunlar. Şimdi lastikten enerji elde etme mevzusu hiçbir yerde uygulanmıyor. Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanmıyor. Türkiye’de de uygulanmıyor ama uygulanması için şu anda yasa çıkarıyorlar. Düşünün iktidar ekonomiyi o kadar berbat bir hale getirmiş, içinden çıkılamaz bir hale getirmiş, lastik yakarak şirketler ile beraber para kazanma yoluyla ekonomiyi diriltmeye çalışıyor ama bu arada da halkın sağlığını mahvedecek ve insanları kanser edecek. Avrupa Birliği’nin tümünde kullanılmış lastikler sadece geri kazanım amacıyla kullanılmaktadır. Bu fabrikalar nasıl ÇED raporları aldı, nasıl bunlar bir yasa teklifine dönüştü anlamak mümkün değil. Lastiklerin % 21.5’u karbon siyahı. Ayrıca yakıldıktan sonra kauçuğun içerisinde bulunan karbon siyahı da açığa çıkartıldığında ciddi miktarda bir karbon siyahı oluşacak Kocaeli’nde. Hangi illerimiz tehdit altında? Kocaeli, Düzce ve Erzincan. Ben Kocaeli milletvekiliyim Kocaeli’nin büyük tehlikesine dikkat çekiyorum kamuoyunu bu konuda bilgilendirmek istiyorum. Kocaeli halkımızı bilgilendirmek istiyorum. Son derece büyük bir tehlike var. Yasa teklifi sunuldu, komisyondan geçti ama biz genel kurulda bunun geçmemesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Buradan Kocaeli halkına mesajımdır. Biz bu tehlikenin farkındayız. Bu yaşadığınız kötü çevre kirliliği, kirli havanın farkındayız. Hep Birlikte yaşıyoruz ama bunun daha da artmaması için biz elimizden geleni yapacağız arkadaşlar. büyük bir rant kapısı açılmaya çalışılıyor, son derece tehlikeli bir durum. Tüm bilim insanları, çevre örgütleri, çevre mühendisleri odaları bu konuya dikkat çekiyor ama maalesef iktidar bunu dayatmaya çalışıyor. Biz şiddetle bu konunun karşısında olacağız.

Değerli arkadaşlar ülkede durum her geçen gün kötüye gidiyor. İnanın ki adı konulmamış bir devalüasyon yaşıyoruz. Bakın Dolar daha belki dün denilecek günlerde 7 civarlarındaydı, şu anda 8.31 TL olmuş. Bugün itibariyle 8.31 TL. Bu ne demek halkın cebinden parasının alınması demek. Artık bundan sonra üretimin daha fazla maliyetli olması ve üreticinin de zor duruma düşmesi malını daha fazla pahalıya satması, tüketicinin de bunu daha fazla pahalıya alması anlamına geliyor. Her şey pahalanacak anlamına geliyor. Bütün hayatımız Dolar’a Euro’ya bağlı endeksli çünkü doğru dürüst bir üretim oluşturamadı, doğru dürüst bir sanayi oluşturamadı bu iktidar 18 yıllık iktidarı hikayeler ile geçti. Köprüleri satmakla geçti. Yeni köprüler yaparken; Osmangazi Köprüsü gibi şirketlere bu köprüleri anlaşma ile yaparak büyük bir zarar ile yapmış oldu. Şehir hastanelerini şirketlere yaptırdı ve buradan da güya bir görüntü oluştu hastaneler, köprüler, otoyollar oluşuyor diye ama maliyeti tüm halkın sırtına bindirildi. Büyük bir maliyet bindirildi, şirketlere büyük paralar aktarıldı, büyük bir rant kapısı açıldı ve sonuçta ne oldu? Devlet zarar etti, Osmangazi Köprüsü her dakika zarar ediyor, şehir hastaneleri her dakika zarar ediyor. Devletin üstüne yüklenmiş bir yük olarak duruyor. Geçen haftalarda da söyledik; bu yılın ilk 8 ayında şehir hastanelerinin şirketlerine ödenen para ile devlet kendisi 17 tane 500 yataklı devlet hastanesi yapabilirdi ve bu hastanelerde kendi malı olabilirdi. Düşünün 8 aylık kira ve karşısında 17 yataklı 500 tane hastane binası. Hangisi karlı diye size sormak isterim? Tabi ki kasadaki parayı yağma ile talan ile bitirirseniz sonuçta ne olacak? Para bittiği için halkın da gözünü boyamak gerektiğini düşündüğünüz için köprüler, yollar, hanlar, hamamlar yaparsınız ama bunlar sırf zarar ile gider. Ekonominin durumu son derece kötü ve esnaf son derece zor durumda ve bu durumdayken maalesef bakıyorsunuz; iktidar gayet rahat! Ekmek bulamıyoruz diyen vatandaşa Sayın Cumhurbaşkanı: ‘ Ekmek bulamıyorsan git keyif çayı iç.’ Diyor, son derece rahat bir şekilde diyor, son derece kendine güvenen bir şekilde söylüyor ve ne oluyorsa medyanında vasıtasıyla vatandaşların sesi kesiliyor böylece, askıda ekmek sözleri çıkıyor, Sayın Erdoğan askıda ekmeğe bile ihtiyaç olmadığını söylüyor, hiç kimsenin fakir olmadığını, kimsenin ekmek bulamaz bir halde olmadığını söylüyor, vatandaşın halinden haberleri yok ve kendilerine göre böyle bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.

Önceki gün de yine kamuoyuna yansıyan önemli bir haber oldu. Malum Fransa ile yaşadığımız bir gerginlik var, Sayın Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan’ın çantası bir gündem oldu Hermes çanta kullanan Cumhurbaşkanı eşi bir tarafta duruyor ama öbür tarafta Fransa’ya ateş püsküren Cumhurbaşkanı var. Tüm giysileri, eşyaları Fransız malı ama bir taraftan da Fransa’ya ateş püskürüyor. Boykot ilanları yapıyor ve daha sonra da öğreniyoruz ki Emine Erdoğan açıklama yapıyor bugün bir yazar vasıtasıyla öğrendik; Emine Erdoğan demek istiyor ki: “ Hermes çantası değil, ben bunu çakma bir pazardan aldım.” Yani ‘Hermesten değil kermesten almış!!!’ Emine Erdoğan. Bu artık bir komediye giriyor. Bu da bir suç! Sonuçta hani çakma malların satışı, zabıta tarafından takip edilir ama Emine Erdoğan kamuoyu baskısından kendini böyle kurtarmaya çalışıyor, bu laf da doğru mu bilemiyoruz!!! ‘Hermesten değil kermesten aldım.’ Demek isteyerek kendini kurtarmaya çalışıyor ama sözleri ile fiillerinin birbirine uymadığı ve bu uyumsuzluk halinin bir trajikomediye döndüğü de apaçık ortada değerli arkadaşlar.

Biz bu ekonominin kötü hali, iktidarın yalan beyanları ve vatandaşın iflasları karşısında ağlasak mı gülsek mi şaşırdık ama maalesef Covid pandemisi dolayısıyla  çok üzücü günler yaşıyoruz. Çok sıkıntılı günler yaşıyoruz. Bakın pandemiyi iyi yönetemediler. Gereken tedbirleri zamanında alamadılar. Vaka sayılarını gizlediler, vaka- hasta tanımında çok komik açıklamalar yaptılar. Testi müsbet olup belirti göstermeyeni kaale almadıklarını, açıklamadıklarını kendi ağızları ile ifade ettiler, baştan itibaren yalan yanlış açıklamalar yaptıkları apaçık ortadaydı daha sonra da kendi ağızları ile bunu itiraf ettiler ve bu arada doktorlar büyük bir tehlike altındaydı. Sağlık çalışanları büyük bir tehlike altındaydı. Covid’in bir meslek hastalığı olması gerektiğini biz açıkça söyledik, Covid’e yakalananlar, Covid’den ölenlerin meslek hastalığı muamelesinden dolayı bir takım sağlık çalışanları için haklar edinmesi gerektiğini söyledik ama bütün bunlar dinlenmedi. Tabipler Birliği açıklamalar yaptı, durumun vehametine dair açıklamalar yaptı, sağlık çalışanlarının iyi bir ortamda olmadığını tehlikenin yüksek olduğunu söyledi, vakaların hızla arttığını hep birlikte söyledik, en baştan itibaren söyledik ve düşünün sağlık çalışanları Covid oluyor izne ayrılıyor ve siz o izinde ücretini kesiyorsunuz sağlık çalışanının. Ya kendi isteği ile mi izne ayrılmış. Hasta olduğu için ayrılmış ve bundan dolayı siz cezalandırıyorsunuz. Sağlık çalışanı bir taraftan risk altında, binlerce Covid hastası ile karşı karşıya sıkıntılı bir ortamda çalışıyor, bir de siz bunun cebindeki parayı almaya çalışıyorsunuz. Bir de ona hak ettiği bir takım hakları vermemeye çalışıyorsunuz. Bununla da kalmıyorsunuz; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Tabipler Birliği’ne hakaret üstüne hakaret yağdırdı. Bu gerçekleri açıkladıkları için onları tehdit etti ve bir takım şeyler yapacağını söyledi, önemli tehditler havalarda uçtu.

İşte bütün bunlardan sonra maalesef gerçekler apaçık ortaya çıkmaya devam ediyor. Bakın son 4 günde hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının isimlerini ve nerede çalıştıklarını size okuyacağım, bu insanlar tüm kamuoyunun hayatı için, sağlığı için çalışan insanlardı ama iktidarın önemsemez tavrı, hafifseyen tavrı, aşağılayan tavrı, hakaret eden tavrından dolayı bu sağlık çalışanları hastalığa yakalandı ve hayatlarını kaybetti. Kim onlar?

Manisa Şehir Hastanesi çalışanı Ahmet ERKUŞ COVID-19 nedeniyle kaybettik.

Eskişehir Acıbadem Hastanesi’nde Diş Hekimi olarak çalışan Dr. Dt. Burhan YÜRÜTÜCÜ’yü COVİD nedeniyle kaybettik.

Sakarya ili Akyazı ilçesinde çalışan Dr. Hasan TEPEÇINAR’ı COVİD-19 nedeniyle kaybettik.

İstanbul Medicalpark Bahçelievler Hastanesi Başhekim yardımcısı Dr. Engin TÜRKMEN’i COVİD-19 nedeniyle kaybettik.

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde hemşire olarak çalışan Leyla ÇİÇEK’İ COVID-19 nedeniyle kaybettik.

Değerli arkadaşlar bunlar sadece 4 günün rakamları. Sağlık çalışanları arasında Covid çok yüksek oranda seyrediyor ve maalesef şu anda pandemi nedeniyle mücadele edemeyen bir Sağlık Bakanlığı’nı görüyoruz, ne yapacağını bilemez bir halde, gereken önlemler alınmıyor ve her geçen dakika maalesef sağlık çalışanları hastalığa yakalanmaya devam ediyor. Biz bunların olmaması için neler yapılması gerektiğine dair Türk Tabipler Birliği’nin önerilerini burada önceki basın toplantılarımızda defalarca hatırlattık değerli arkadaşlar. Defalarca hangi önlemlerin alınması gerektiğini, Tabipler Birliği’nin madde madde açıkladığı öneri maddelerini açıkladık ama bütün bunların karşılığında maalesef Devlet Bahçeli’nin, iktidarın hakaretleri maalesef havada uçuştu, bunları net bir şekilde gördük maalesef.

Değerli arkadaşlar bugün 30 Ekim 2020. Dün 29 Ekim 2020’ydi Cumhuriyetimizin 97. Yılını kutladık. 100. Yıla yaklaşıyoruz ama kutladığımız Cumhuriyet’in içinde demokrasi yok! Maalesef tek parti iktidarları, darbeler, muhtıralar devlet ile milletin ayrıştığı yılları yaşayan bir ülke olarak maalesef Cumhuriyet Bayramlarında çok büyük bir demokrasi eksikliğini hissediyoruz. Evet Cumhuriyet bir saltanat rejimini değiştirmekle, egemenliğin millete ait olduğunu göstermekle, halkın çoğunluğunun kararının geçerli olduğunu göstermesi ile iradenin millet de olduğunu göstermesi ile önemli bir rejimdir. Benimsenmesi gereken bir rejimdir ama biz bu rejimde maalesef demokrasiyi göremedik! Demokrasi isteyenler büyük zulümler gördüler. Onlara devlet katından had bildirildi. Devlet millete hizmet etmesi gerekirken, millet devlete hizmetkar edildi. Bakın işin özeti budur!!! Biz bunu geçtiğimiz günlerde bütçe komisyonlarında da tartıştık. Habire devletin ali menfaatleri diyen AK Parti zihniyeti milletin sorunları gündeme getirildiğinde yüzünü buruşturuyor! Bu Türkiye Büyük Millet Meclisi kim için kuruldu? Millet için kuruldu, milletin sorunlarını Millet Meclisi Başkanlığı’na getiriyorsunuz, işkence iddialarını Meclis Başkanlığı’na getiriyorsunuz; “Efendim işte devletimizin ali çıkarlarını sarsar, kaba ve yaralayıcı ifadeler.” Gibi ifadeler ile reddediliyor. Yani birilerinin ayıbı ortaya çıkarılmasın diye millet feda ediliyor. Olacak iş mi bu? Devlete herhangi bir leke düşmesin diye milletin uğradığı sıkıntılar gözden ırak tutulmaya çalışılıyor. Olacak iş mi bu? Bu Cumhuriyet millet için değil mi? Biz bu devleti millete hizmet etsin diye kurmadık mı? Burası bir hukuk devleti olmalı değil mi? Ama bırakın hukuk devletini şu anda devlet bile ortada yok! Devlet ortada yok arkadaşlar. Devletten adaleti çıkarırsanız çeteden başka bir şey kalmaz! Bunu herkes de çok iyi bir şekilde biliyor. Şu anda insan kaçırmalar, işkenceler, kötü muameleler gırla gidiyor! Hani millet için Cumhuriyeti kurmuştuk! Demokrasi olmazsa Cumhuriyet eksik kalır ve sonuçta da insanlar mutsuz olur! Kendilerini dışlanmış hissederler, bu ülkede evet Cumhuriyetimizin 97. Yılını kutluyoruz ama yıllardan beri en az 100 yıldır kendisini dışlanmış hisseden Kürtler var, Aleviler var, azınlıklar var, Ermeni’ler, Rumlar, Yahudi azınlıklar var. Yine Sünni Müslümanlar var, dinini yaşamaya çalıştığı için bir dönem çok ağır bir şekilde zulme maruz kaldılar, baş örtüsü yasakları, imam hatiplere yönelik ayrımcılıklar yoğun bir şekilde yaşatıldı. Bu ülkede herkes ayrımcılığı yaşadı, dışlanmayı yaşadı, biz diyoruz ki gelin demokratik bir cumhuriyet kuralım. Böyle bir kesimin bir kişinin imtisalında olan bir cumhuriyet ile bu işler yürümez. Sadece adınız cumhuriyet olur. İnsanlar mutsuz olur. Farklı her kesim, farklı zamanlarda mutsuzluğu tadar. Bu ülkede Kürdü’de, Ermeni’yi de, solcuyu da, Alevi’yi de, Sünni dindarı’da, KHK’lıyı da mutlu edecek bir cumhuriyet kurmak zorundayız. Ayrımsız, insan haklarına dayalı bir demokratik cumhuriyet kurmak zorundayız değerli arkadaşlar, bu işin başka bir çaresi yoktur!

Bakın biz bunları söylüyoruz ama ülkede işkenceler vahim haller almış başını gidiyor. Size bazı örnekler ile bu durumu yansıtmaya çalışacağım.

Önümüze gelen bir haber Mesut Yılmaz Eski Başbakanlardan ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz hayatını kaybetmiş. Allah rahmet eylesin, Allah taksiratını affetsin. Biz onun uygulamalarını hayatında eleştirmiş bir insanız ama kişinin ölümünden sonra artık cevap veremeyeceği hususlar için söz söylemeye çok gerek yok. Allah taksiratını affetsin, Allah rahmet eylesin diyelim.

Evet değerli arkadaşlar cezaevlerinde durumlar çok kötü. Tekrar söylüyorum, her zaman söylüyorum İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu görevini yapmadığı için bu ülkede insan hakları ihlalleri yaşandığı için ben  her hafta basın toplantısı düzenleyerek, ülkedeki insan hakları ihlallerini en etkili bir şekilde duyurmaya çalışıyorum. Duyurulmayan, sümenaltı edilmeye çalışılan insan hakları ihlallerini; İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu istediği kadar duyurmamaya çalışsın, biz burada bunları kamuoyuna duyuruyoruz, duyurmaya devam edeceğiz, herkes de buna yardımcı olsun. Bu sesin yükselmesine yardımcı olsun çünkü mağdurların, mazlumların sesini devlet, iktidar, Cumhur İttifakı kesmeye, kısmaya çalışıyor arkadaşlar. Tüm imkanlarımız ile mağdurların, mazlumların seslerini yükseltmemiz lazım, ben sadece bunun için her hafta basın toplantısı düzenleyerek binlerce ihlali size anlatmaya çalışıyorum burada. Bakın binlerce ihlal var, yetişemiyoruz onlara ve en azından biz yaptığımız bu çalışmalar ile sosyal medyadan olsun, ana akım medyadan olsun, farklı kesim medyalardan olsun Türkiye’ye ve dünyaya zulmün yaşandığını duyurmaya çalışıyoruz. İstedikleri kadar sümenaltı etsinler, biz bu zulmü duyuracağız değerli arkadaşlar.

Bakın her gün vakalar yaşanıyor. Daha dün Suna Aras Ağrı’da tutuklandı. Eşi bize yazmış; 9 aylık bebeği varken anneyi tutuklamışlar. Siyasi suç nedeniyle 9 aylık bebekli anne tutuklandı. Adli mahpus olsa 18 aya kadar beklenmesi gerekiyordu ama sadece siyasi mahpus olduğu için bu dışta tutuluyor. Sanki siyasi mahpusun anneliği annelik değil! Bebeği bebek değil! Ya bu nasıl insafsız bir yasadır! Bu insafsız yasayı Nisan ayında meclisten geçirdiler, şu anda bu yasa Anayasa Mahkemesi’nde. Anneler arasında, bebekler arasında ayrım yapan insafsız bir yasa var. Bırakın bunu siyaseten konuşmayı, insan olarak gelin bunu bir mercek altında tutalım arkadaşlar. olacak bir iş mi? Adli bir suçtan bir çocuklu anne cezaevine girse 18 aya kadar cezaevine girmeyecek, çocuk 18 aylık olana kadar, siyasi suçtan girdiği zaman öyle 18 ay beklenme yok! Hemen, anında zindana atılıver!!! Hangi vicdan bunu kabul eder ? Bebeğin suçu nedir Allah aşkına? Bu nasıl bir insafsızlıktır? Bu iktidar bebeklerden de intikam almaya çalışan bir iktidardır arkadaşlar, işte açık net! İddia değil bu çok net bir şekilde kendi yasaları ile bunu getirdiler. Bebeklerden kendi muhalifinin bebeği diye intikam almaya çalışan bir iktidar ile karşı karşıyayız, o yüzden bu iktidar gitmeli. O yüzden bu iktidar adam olmaz! Bu iktidar iflah olmaz, ıslah olmaz, düzelmez.

Bakın yine bir başka görüntü; Hülya Bayden Bakırköy Cezaevi’nden bana mektup yazmış. Bu da sesini duyuramayanlardan biz onun sesini duyuracağız. Diyor ki Hülya Bayden bana: “’10 aydır 3 yaşındaki kızına sarılamamış, sadece geçen hafta kapalı görüşte camın arkasından görmüş bir anne olarak yazıyorum. Kızım onu almak istemediğimi sanıyor, konuşmadı bana küsmüş, çocuğa salgını nasıl anlatsam ki?” diyor. Bakın bu anne, bu da bebeği. Görüyor musunuz? Çocuk ne anlasın bebeğin cezaevine giremeyeceğini, salgını, kuralları, kaideleri çocuk ne anlasın? Elindeki bebeği ile bir tane 3 yaşında bebek var karşımızda ve 10 aydır da bu bebeğine hasret bir anne var. Bakın 10 aydır bu anne bebeğini yanına alamıyor! Cezaevinde pandemi dolayısıyla sıkıntı var, çok ağır aşırı tedbirler var, anne içerde ağlıyor bebek dışarda ağlıyor. Anne mektup yazarak bu sıkıntıyı bize iletiyor. Bunun çaresi nedir? Çocuklu annelerin tutuksuz yargılanmasıdır. Biz yasa görüşmelerinde de söyledik, ev hapsi verin, adli kontrol verin ama bu anneleri böyle zulmen tutuklu olarak yargılamayın, bu hiçbir vicdana sığmaz, hiçbir insafa sığmaz diyoruz ve bakın bu insafsızlığın mutlaka karşılığını bu zalimler ödeyecektir, bunu da net olarak söylüyoruz. Bizim vicdanımız bunları kaldırmıyor arkadaşlar. Hiçbir insanın vicdanı bunu kaldırmaz, bu nedir ya, sizin çocuğunuz yok mmu? Siz anne, baba değil misiniz? Bebeğiniz yok mu sizin? Bu zulmü bir insana niye yaşatıyorsunuz? İşkence olsun diye mi yapıyorsunuz bunu?

Bakın yine bir başka vahim vaka. Arzu Alkış Manisa Cezaevi’nden yazmış. Yine bebekli anne, yine hemen hemen aynı sorun. Bana diyor ki Arzu Hanım: “ 3 yaşında kızım olmasına rağmen tutuklu yargılanıyorum.” Yani anadolunun her yerinden feryatlar yükseliyor arkadaşlar, biraz evvel Bakırköy Cezaevi’ndeydi şimdi Manisa Cezaevi’ndeydi, biraz sonra belki Patnos Cezaevi’nden bir vakadan bahsedeceğiz. Anadolunun her yerinden feryatların yükseldiği bir ülkede yaşıyoruz. Diyor ki Arzu Hanım: “10 kişilik koğuşta 15 kişiyiz, yerde yatanlar var, ortam dar, bunalıyoruz. Kızımın psikolojisi hiç iyi değil, yanıma alamıyorum hastalık var, görüşe gelmek istemiyor. Çocuğuma hasretim.” Düşünün bu hanım da aylardır çocuğundan ayrı ve bize bir şiir göndermiş, cezaevinden bebeğine bir şiir yazmış, ben kuyuların dibinden yazılan bu şiiri burada kamuoyuna da aktarmak isterim bunları çok önemsiyorum, bir annenin hasret dolu bir annenin kızına yazdığı bir şiir, insanları ne hale sokuyorsunuz, ne hale koyuyorsunuz, bunları herkesin görmesi lazım. Arzu Alkış’ın şiirinin başlığı Kızım.

İlk göz ağrımsın benim

Dünyada yok eşin benzerin

Siyah saçların minik ellerin

Göremesem de hep hayalimdesin.

Anne diye seslenişin hep kulağımda

Cevap veriyorum sesim ulaşmıyor sana

Mesfaler çok aramızda

Kalbin hep senin kalbinin yanında

Yaptığın yaramazlıklar geliyor aklıma

Bir gülümseme geliyor suratıma

Keşke daha fazla imkan verseydim sana

Oynasaydın yanımda doya doya

Biraz zaman geçsin anlatacağım sana her şeyi

Annen ve baban hiç bırakmak istemedi seni

Canımdan can gitti yanımdan gideli

Kim anlasın bizim derdimizi

Kaderimiz böyleymiş Rehan Senam

Böyle olsun istemezdim inan

Babanla benim duamızdasın her an

Temiz dünyana düşmesin hiç yalan

Akşam oldu yatma vaktin geldi

Derdin ya hep “Anne beni salla hadi.”

Keşke yanımda olsan uyutsam seni

Gece boyu izlesem uyuyan güzelimi

Yanında olamadığım her gün dert oluyor bana

Büyüdüğünü göremiyorum burada

Hasta olsan, ağlasan, düşsen yokum yanında

Elimden hiçbir şey gelmiyor dua etmekten başka

Kara gözlüm elma yanaklım

Bir gün bitecek bu imtihanım

İsmi güzel kendi güzel kızım

Çıkayım buradan ne istersen yapacağım

Annesinin prensesi babasının her şeyi

Gelelim yanına baban gezdirecek İzmir’i

Sen yaramazlık yap gizli gizli

Bizde gülelim sana çekinelim bir selfie

Sabır annesinin bir tanesi

Bir çocuğa sabret nasıl denir ki

Az kaldı desem anlar mı beni

Bitecek çile geride kalacak hepsi

Evet bir annenin şiirini okumak istedim bu çok önemliydi çünkü bakın bu şiirler, bu sözler, bu feryatlar, bu hisler her şeyden önemlidir değerli arkadaşlar. Bizim sarfettiğimiz her cümleden, her kelimden önemlidir. Bu milletin bir ferdinin feryadı, kızına yazdığı hasret dolu bir şiir, söylenen her cümleden üstündür bizim nazarımızda. Biz acıları, mazlum insanların acılarını en önemli olaylar olarak görüyoruz. O yüzden bu örtülmek istenen sesleri, bastırılmak istenen feryatları buradan size duyurmak istiyoruz. Bu ülkede büyük zulümler yaşatılıyor, sırf muhalif diye insanların çocukları ile görüşmeleri engelleniyor. Temasları engelleniyor.

Bakın yine bir başka kişinin sözü diyor ki: “Eşim cezaevine girdiğinde 7 aylık hamileydim şimdi 4 yaşını dolduracak oğlum. Babasını ne kadar anlatsamda tanımıyor maalesef. Eşim günü dolduğu halde Niğde Cezaevi Yönetimi tarafından denetime bırakılmıyor, 4 aydır fazladan yatıyor bu durumda 50’den fazla mahkum var. Hukuk devleti mi burası? Vatandaştan nasıl intikam alınır, ocaklar nasıl söndürülür kurumu mu?” Evet açıkça söylüyoruz, bakın baba cezaevine girerken anne 7 aylık hamileymiş, çocuk 4 yaşına gelmiş hala baba dışarı çıkmamış, çocuk baba nedir bilmiyor, denetimli serbestlik süresi gelmiş ama cezaevi gözlem kurulunun abuk subuk gerekçeleri ile kişi dışarı çıkamıyor ve anne dışarda feryat ediyor, baba içerde ağlıyor. Böyle bir manzara, burası bir hukuk devleti mi arkadaşlar? Zulmen insanları süresi bile dolduğu halde, çeşitli gerekçelerle cezaevinde tutmaya çalışmak bir de bunu hastalık ortamında yapmak kadar bir zalimlik olabilir mi? Vatandaştan intikam almaya çalışan bir anlayış ile karşı karşıyayız, biz kimseden intikam almayacağız, biz insan hakları diyoruz, vicdan diyoruz, adalet diyoruz, özgürlük diyoruz. Bizim kalbimizde kin, nefret intikam hisleri yok, kim olursa olsun yine herkese vicdan ile hukuk ile yaklaşacağız ama bu zalimler de bilsinler ki bir gün mutlaka bu saltanatları bitecek!!!

Yine bir başka bakın feryat küçücük bir çocuk. 40 günlükken cezaevine girmişti biliyorum, 3 yaşına geldi hala cezaevinde; Asım Sencer. Çocuğun hayatı cezaevinde geçiyor. Siyasi mahpus olduğu için her zulüm mübahtır anlayışı ile yaklaşılıyor. Şimdi babası diyor ki: “Bildiğiniz gibi Asım Sencer’i pandemi sırasında aldık, cezaevine veremiyoruz.” Bir başka bebeğine böyle kavuşamayan annenin dramı anlatılıyor baba tarafından. Pandemi öncesi çocuğu aldık diyor, şu anda dışarda kaldı çocuk, anne içerde veremiyoruz cezaevine böyle binlerce çocuk var şu anda değerli arkadaşlar. Bakın kimisi evlat hasretinden oturup şiir yazıyor, kimisi ağlıyor yani insanlar büyük acılar çekiyorlar. Biz infaz indirim yasası görüşülürken de söyledik bunu, riskli gruplar, öncelikli gruplar ön planda olmak üzere insanları tahliye edin dedik, tutuklu yargılamayın dedik ama insanlara bu acıları çektirmeye devam ettiler, zalimce bir yasa çıkardılar.

 Bir başka feryadı okuyacağım size, Gökhan Açıkkolu’yu bilirsiniz. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceler sonucu hayatını kaybeden, diyabet hastası bir tarih öğretmeni. KHK ile ihraç edilmişti ve suçsuz günahsız ihraç edilmişti, suçsuz günahsız ona emniyette işkence edildi ve o sırada hayatını kaybetti kalp krizi geçirdi, kameralar bunu tespit etti, dosyadan kamera görüntüleri çıktı, kamuoyu büyük tepki gösterdi ama o öte dünyaya gitti ailesi çile çekmeye, işkence çekmeye devam ediyor. Bakın anne ne demiş Gökhan Açıkkollu’nun eşi Tülay Hanım: “Kızım bu saatte hala uyuyamadı. Sebebini sordum. Bugün arkadaşındaydı. Arkadaşı babasını biraz üzmüş. Kızım da: “Bu fırsat bende olsa babamı asla üzmezdim.” Diyor. “Keşke babasının kıymetini bilse.”diyor. Bunu ağlayarak anlattı. Hayat işte böyle devam ediyor, bitmeyen bir acı ve özlemle. Baba hasreti! Zulmen katledilen Gökhan Açıkkollu’nun kızının baba hasreti bu. O geri gelmeyecek maalesef ve bu hasret bitmeyecek ama zulmedenlerden hukuk önünde hesap sorma hakkımız var ve inşallah da bu hakkı alacağız, hukuk önünde hesap soracağız.

Bakın Keskin Cezaevi çok sıkıntılı! Bütün bunları İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu söylemesi lazım ama ben söylüyorum, niye? İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Cumhur İttifakı’nın yönetimi altında. İnsanlar cezaevinde darp görüyorlar, tek kişilik koğuşlarda ölüyorlar, Covid oluyorlar, ne bakanlık bir açıklama yapıyor ne İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, kimsenin umrunda değil.

 Bakın Keskin Cezaevi; cezaevi açıklama yapmamakta direniyor ama onlarca Covid hastası var cezaevinde. Keskin Cezaevi’nin 3 gündür telefonundan kaçışından belli. Telefon açıyoruz, telefondan kaçmaya çalışıyorlar, cevap vermemeye çalışıyorlar. Bir kişi bize yollamış, diyor ki: “ Nasılsınız, bizler pek iyi değiliz! Az önce aldığım haber ile yıkıldım, Keskin Cezaevi’nde olan, günü bittiği halde cezası onanmadığı için hala orada tutulan Dursun Saray tüm koğuş arkadaşlarıyla birlikte Covid olmuş.”

“Şırnak Cezaevi; koğuşlar hastalıktan kırılıyor, uzun zamandır karantina koğuşları ve diğer koğuşlar aynı koridorda. İnfaz Koruma Memurları 15 gün kuralına uymuyorlar, 2 günde değişiyorlar. Test yapılmıyor, doktor bakmıyor. Eşim çok hasta Alerjik astımı var.” Diyen birisi bize Covid testi müsbetliğini gönderiyor. Mahpus yakınları Covid testi müsbetliğini cezaevinden öğrenmiyor arkadaşlar, Sağlık Bakanlığı’nın gönderdiği mesajlardan öğreniyorlar, cezaevini arıyorlar cezaevi telefonlarını açmıyorlar. “ Ne oldu bizim yakınımız hastaymış.” Bilgi verilmiyor. Böyle bir yönetim tarzı olabilir mi Allah aşkına? Hani Adalet Bakanlığı cezaveleri olmasa şu Adalet Bakanlığı’nı nasıl güzel yönetiriz diye düşünüyor herhalde, kafa bu!!! İnsanların derdine derman olmayan sorularına cevap vermeyen bir anlayış ile karşı karşıyayız.

Kayseri Bünyan Cezaevi’nde 3 kişi Covid’den yoğun bakıma kaldırıldı geçtiğimiz günlerde. Yakınlarının durumunu öğrenmek için cezaevine giden kadın gerginlik ve üzüntü içinde kendisine bilgi vermeyen yöneticilere: ‘Ne yapalım kedimizi yakalım mı?” deyince müdür: ” Yak kardeşim kendini.” Demiş, düşünün bir kamu yöneticisi vatandaşa böyle muamele ediyor. Hal bu!

Sincan Cezaevi çok sıkıntılı, bize bir ileti gönderen kişi diyor ki: “Hocam eşim Sincan Cezaevi’nde 10.günün sonunda yapılan testte çok şükür negatif geldi ama önceden negatif çıkanlar şimdi pozitif çıktı ve yine aynı koğuştalar. Bu nasıl bir sistem anlamış değilim? Pozitif olandan takrar bulaşma riski de var.” Negatifler, pozitifler bir arada. Doğru dürüst bir yönetim olmayınca, şeffaflık olmayınca, bilgi vermemeye endeksli bir yönetim olunca olacaklar bunlar!

Antalya Cezaevi kaç aydır bize uyuz vakaları ile yansıyor. İnsanlar o kadar demek ki sorunları var ki, yıkanma, temizlik, hijyen sorunları var ki insanlar uyuz oluyor. Şimdi uyuzdan sonra Covid vakaları da başlamış. Antalya L Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda doğalgaz döşeme çalışmalarından dolayı ortalama 1 aydır sıcak su yok! Daha kötüsü C-10 koğuşunda önce yazın ortasında uyuz, şimdi de tüm koğuş hasta çünkü 2 Korona vakası çıkmış, cezaevi Korona’yı gizliyor.

Değerli arkadaşlar maalesef geçtiğimiz gün Antalya Elmalı Cezaevi’nden ulaşan mahpuslar da bize kötü hali yansıttı. Vakaların olduğunu, mahpuslara kötü muamelede bulunulduğunu, cezaevinde farelerin dolaştığını, yemeklerin kötü olduğunu belirttiler ve angarya işlerin çok yaptırıldığını söyleyerek şikayette bulundular, biz de buradan kamuoyuna Elmalı Cezaevi’nin durumunu iletmiş olalım.

Ahmet Kaplan İskenderun Ceza İnfaz Kurumu’nda yatıyor. Hızlı ilerleyen Mezotelyoma hastalığı var. Bir doktor olarak benim uzmanlık alanının hastalığıdır, Mezotelyoma, hızlı ilerleyen bir kanserdir, kısa sürede insanı götürür. Mahkum koğuşu olmadığı için hastaneden cezaevine gönderilmiş bu insan. Düşünün ağır ileri derecede kanser hastalığınız var; ‘ Yok kardeşim mahkum koğuşu güle güle.’ Cezaaevine yollanıyorsunuz. Adana Şehir Hastanesi’nde mahkum koğuşu var,oraya da yollanmıyor. Kötüleşen bir hasta ve maaelsef hala cezaevinde. Hasta mahpuslara şifa ve özgürlüğün yolu ne zaman açılacak diye tekrar soruyorum?

Kaçıncı ölüm vakası skandal vaka olarak sonradan ortaya çıkacak diye soruyorum?

Geçtiğimiz günlerde Mustafa Kabakçıoğlu vakası vardı. Adalet Bakanlığı neredeyse 20 gün oldu, 2 tane müfettiş yolladı, kamuoyunun gazını almak için 2 tane müfettiş Gümüşhane Cezaevi’ne gitti. Skandal ölümü araştırmak için. Peki kamuoyuna bir açıklama yapıldı mı? Hayır. Her zaman olduğu gibi; ‘Efendim müfettiş gönderiyoruz, araştıracağız, bakacağız, edeceğiz.’ Sonuç: Fıs! Hiçbir açıklama yok. Kamuoyunun gazı alınsın, ondan sonra da olay kapatılsın, dertleri bu. Sen mahpusa zulmet, mahpus yakınlarına zulmet, ondan sonra insanlar ölsünler ve sonra dosyaları kapat , ne güzel iş!!!

Bakın Kütahya Cezaevi’nde de çok sıkıntılar var. Diyor ki bize gelen ileti de: “Kütahya E Tipi Cezaevi C-2 koğuşlarında ki mahkumların Covid testleri pozitif çıkmış. C-1 de kardeşim var, onları bugün test yapmışlar. Belirti taşıyanlar var, onlar da pozitif büyük bir ihtimalle.” Evet her yerden Covid haberleri geliyor, her yerden ihmal haberleri geliyor.

Bursa H Tipi Cezaevi’nden yine bu sabah aldığımız haberlerde; hastaların birbirine karıştırılmış olduğu, bilgi verilmediği yönünde önemli şikayetler var maalesef. Covid vakaları cezaevlerini sarmış durumda, ne yapacağını bilemez bir Adalet Bakanlığı var, haziran ayından beri açıklama yapmıyor, açıklama yapmadan “ Efendim cezaevleri olmasa şu bakanlığı yönetirdik.” Diyen bir bakanlık ile karşı karşıyayız, maşallah diyoruz ama hastalanan, ölen kişiler maalesef acı içinde kıvranıyorlar. Çok üzücü biz buradan elimizden gelen her türlü baskı ile bu ihlalleri durdurmaya çalışacağız ama milletvekili olarak soru önergeleri ile soruyorum. İnsan hakları komisyonuna dilekçelerim ile baskı yapıyorum. Kamuoyuna bütün bu vakaları sosyal medyadan ve basın toplantılarımda bildiriyorum. Üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorum, bizim vicdanımız sızlıyor, biz tahammül edemiyoruz bunlara. Cezaevlerinden mektup gönderen annelere, çocuklara, kızına, oğluna şiirler yazan annelere biz tahammül edemiyoruz, vicdanımız müsade etmiyor, birileri bütün bunları keyif içinde kahkaha atarak belki izleyebilir ama biz bunlara tahammül edemiyoruz, sonuna kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz, sonuna kadar da hak, adalet, hukuk demeye devam edeceğiz.

Kırıkkale Keskin Cezaevi’nde yine memurların hiçbir tedbir almadan arama yaptıkları ve sonrasında Covid vakalarının çıktığı bildiriliyor. İşte boşuna çıkmıyor, hijyene, temasa dikkat etmezseniz böyle oluyor.

Silivri 1 No’lu dan bir haber geldi. 26 kişilik koğuşlar, düşünün bu koğuşlar çok daha az kişiye göre yapılmış koğuşlar, 26 kişiye çıkarılmış bu koğuşların sayısı ama yetmemiş, dün itibariyle 45’e çıkarılmış sayı. Bazı koğuşlarda 55’e çıkmış durumda, düşünün 7-8 kişilik koğuşlar 55 kişi kalıyor. Maalesef hal bu, sıkış, tepiş doldurulmuş insanlar ve Covid ortamında ne sosyal mesafesi, ancak yaşamaya çalışan insanlar var karşımızda.

Yine Antalya C-10 koğuşunda virüs tespiti var, 1 aydır sıcak su yok. Antalya’dan çok şikayet var, koğuşlarda soğuk su ile yıkanmaktan insanlar hasta oluyor.

Kayseri Bünyan Cezaevi bizim açımızdan sabıkalı bir cezaevi. Doğru konuşmayan, yalan bilgiler veren, hastalıkları örtmeye çalışan bir cezaevi. Durumu ağırlaşmayana kadar mahpuslar hastaneye gönderilmiyor, hastalanan değil hastalanmayanlar karantinaya alınacak kadar yaygınlık var, karantina hücreleri yetersiz maalesef.

Gebze Cezaevi’nde de sular çok kısıtlı veriliyor ve yetmiyor. Sebebi sorulduğunda; “Belediye ile alakalı.” Deniliyor ama Gebze’de sular akıyor, cezaevinde sular akmıyor. Bu ne demek belediye ile alakalı değil cezaevinin bir uygulaması.

Yine cezaevlerinde Kürtçe mektup yasağı devam ediyor! Yani Kürt ve Kürtçe ile bu devletin ve iktidarın kavgası devam ediyor arkadaşlar. Mecliste Kürtçe konuşmanız yasak, cezaevlerinde Kürtçe mektup göndermeniz yasak ve sosyal hayatta Kürtçeye yönelik baskılar devam ediyor. Bakın ne yaşanıyor: Cezaevlerinde ana dilinde mektup yazarsan, mektup gitmiyor. Çeviri istesen çok pahalı, 12 Eylül döneminden değişen ne var? Analar, Türkçe bilmediği için sadece çocuklarına bakarlardı görüşlerde 12 Eylül’de şimdi de, Kürtçe mektuplar gitmiyor! Çeviri yaparak gönderelim diyorlarmış, bir sayfanın çevirisi 400 lira. İşine gelirse. Kürtçe mektubunu çevirtelim, 400 lira alırız deniliyormuş, zaten bu insanlar hani cezaevinde, bir şey kazandıkları yok! Sen bu insana bir Kürtçe mektubunun çevirisi için 400 lira istiyorsun, yok mu bir Kürtçe çeviri yapacak memurun? Alırsın Meclis’e 3-5 tane memur, milletvekillerinin Kürtçe konuşmalarını çevirirsin, alırsın 3-5 memur cezaevine Kürtçe mektupları okur, bunlar zor şeyler değil ama yapmak istemiyorsun.

HDP Kocaeli Eski İl Başkanımız Mehmet Alçınkaya, bomboş bir dosya ile 11 aydır tutuklu! Ama bu yetmedi arkadaşlar, kızı Elif Alçınkaya 5 aydır tutuklu. Geçtiğimiz günlerde de diğer kızı Ezgi Alçınkaya tutuklandı, anne Gönül Alçınkaya ailenin bu 3 ferdinin cezaevinde olmasından dolayı çok büyük üzüntü yaşadı, tansiyonu yükseldiği için her gün acillerde, her gün doktorlarda. Bir aile nasıl böyle yıkılır, perişan edilir, nasıl o aileye saldırılır bunu anlatmaya çalışıyor bu iktidar!!! Düşünün bir ailenin 3 ferdi zulmen cezaevlerinde, sırf siyasi görüşlerinden dolayı, anne ise üzüntüsünden tansiyon krizleri geçiriyor, burun kanamaları yaşıyor, her gün hastanelerde acillerde, devlet vatandaşına bu zulmü yapmak için mi var arkadaşlar, size sorarım yani. Millete hizmet için mi var, vatandaşına zulmetmek için mi var?

Bakın devletin kendi elleri ile oluşturduğu Kürt meselesi, insan haklarına, demokrasiye riayet edilerek çözülür diyoruz bu hala anlaşılmıyor. Kürtçeyi inkar ettiğiniz yerde 50 defa gidin HDP Diyarbakır İl Binası’nı basın ne anlamı var? Biri bana bunu anlatsın. Neyi çözebileceksiniz? Bir tarafta Kürtçeyi her yerde yasakla, Kürtçe mektubun gitmesini engelle öbür tarafta git parti il binasını bas ve Kürt meselesini hallettiğini san.

Bakın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tarım yasası konuşuldu ve maalesef bu yasa kabul edildi. 18 yılda tarımda sadece ve sadece kayıp var. Tarım alanları % 12.3 azalmış durumda, 7.5 milyon kişi istihdamından 4 milyona düşürülmüş. Tarımdaki 7.5 milyonluk istihdam 4 milyona düşmüş durumda. Artık insanlar tarım yapmak istemiyor, köyden kente gidiyor. Azalan çiftçi oranı ise % 48. Düşünün çiftçilerin % 48’i çiftçilikten vazgeçmiş. Çiftçi sesimizi duyurun diyor. “Kendi imkanlarımız ile yer altından su çıkartıp, 150 dönem buğday ve 150 dönüm mısır suladık. Geçen yıl aldığım Daban Gübresi fiyati kilosu 220 TL idi bu sene kilo 300 TL.Bu da yetmezmiş gibi İthal Mısır’da Gümrüğü sıfırladılar.” Hani zaten maliyetler çok artmış, bir de ithal Mısır’da gümrüğü sıfırlıyorsunuz, ondan sonra da çiftçiden üretim bekliyorsun, kim üretim yapar? Maliyetler çok fazla, mazot çok fazla, gübre pahalı ve çiftçiye niye sen tarım yapmıyorsun diyorsun?

Öldürülen Derik Kaymakamı Muhammed Fatih Safitürk’ün ağabeyi Ali Haydar Safitürk, tehdit edildiğini açıklıyor. Eğer Emniyet Müdüründen şikayetçi olmaya devam edersen şehidinizin şehitliğini kaldırırım demişler ona ve hala Şerif Mesutoğlu, müebbet cezasıyla hapiste!!! Haydar Safitürk bu olayda bir şaibe olduğunu söylüyor, açıklanmayan noktalar olduğunu söylüyor ama kendisine tehdit geliyor. “ Bak abinizin şehitlik hakkını kaldırırız.” Tehditleri geliyor. Bugün de haber aldık Şerif Mesutoğlu’nun babası gözaltına alınarak götürülmüş. Mesele nedir bilmiyorum ama 70 yaşındaki bir insan ne yaptı ne etti ne dedi de gözaltına alınıp götürülür bunları anlamak mümkün değil. Mesutoğlu ailesi büyük bir çile çekiyor, yıllardır ve Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlış kararı bozmasını bekliyoruz.

Cinsel yönelim meselesi çok önemli. İnsanların cinsel tercihleri, yönelimleri nedeniyle dışlandığı, işkence gördüğü bir ülkede yaşıyoruz ve LGBTİ bireyler yaşadıkları büyük acıları anlatıyorlar. Toplumun büyük bir kesimi bunları duymuyor, dışlıyor, etiketliyor ve mahkum ediyor ama onlar yaşadıklarını anlattığı zaman vicdanlar sızlıyor. Biz de bunun için diyoruz ki hiç kimse cinsel yönelimi nedeniyle dışlanmamalı ve acılar yaşamamalı. LGBTİ bireylerin uğradığı haksızlığı anlamamız ve dillendirmemiz için cinsel tercihimizi değiştirmeye gerek yok, empati yapabiliriz. Bırakın tartışmayı çok kişiye yanlış gelebilir ama hak çiğnenmemelidir diyoruz. Neden? Çünkü bir LGBTİ bireyin medyaya yansıyan bir ifadesini görüyoruz. “ Cinsel tercihim nedeniyle toplum ve devletten dışlandım, işsiz kaldım, şiddete uğradım, sex işçisi olmamak için çok direndim.” LGBT’li ve insan hakları aktivisti Yağmur Arıcan KHK TV’ye bunları anlatmış.

Bakın bir de insanların hakkını hukukunu anlatıyoruz ama bir de hayvanların çiğnenen hakları var. Gaziantep’de geçtiğimiz günlerde 12-13 tane kedinin cesedi ile karşılaştık. Kimi tarafından öldürüldüğü bilinmiyordu ama kedilerin cesetleri maalesef her yerde görünüyordu, bunlar Gaziantep’de ki kedi katliamından fotoğraflar. Kimi kediler de kurtarılmıştı ve veterinerde son anda serumlar takılarak hayata döndürülmüştü, bu katliam neden yaşanmıştı? Kimliği meçhul kişiler kedilerin mamalarının üzerine zehir dökmüştü ve ilk gün 12-13 kedi öldü daha sonra ki gün de 9 kedi öldü, biz bunu kamuoyuna duyurduk ve Vali bey de bir açıklama yaptı ‘Konuyu araştıracağız.’ Ama halen bir açıklama yok. Biz bütün bu cinayetlerin, vahşiliklerin nedeni olarak bir hayvan hakları yasası çıkmamasını görüyoruz. En az 1 yıldır bu mecliste hayvan hakları yasası çıkaracağız diyen bir iktidar var, evet çıkaracaksan yardımcı oluruz diyen bir muhalefet var ama iktidarın çok daha önemli rant işleri var. Rant ile ilgili yasalar ön planda o yüzden hayvan hakları yasası arka planda kalıyor. Ekim ayında çıkacak dendi, işte bugün ekimi bitiriyoruz bakın, hayvan katliamı devam ediyor, katliamı yapanlar cezasız kalıyor ve yasa çıkmıyor. İşin özeti bu. Ben bir milletvekili olarak hayvan bakım evlerinde tetkik ettim, Sayın Ekrem İmamoğlu bu konuda istekte bulunduk ve İstanbul’da ki kedi ve köpeklerin durumu ile ilgili ayrıntılı bir inceleme yaptık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne de hatırlatıyoruz. İstanbul’da da çok sıkıntılı, kedi ve köpek ölümleri vardı, hak ihlalleri vardı, bunların radikal tedbirlerle giderilmesi konusunda adımlar atılması gerekiyor. Hani göstermelik işler yapılmaması adımlar atılması gerektiğini tekrar söylemiş olalım.

Bakın bu hafta biz maden şirketlerine borcu yoktur yazısı getirme zorunluluğunu ortadan kaldıran bir yasa teklifini görüşeceğiz. Az evvel Kocaeli için bahsettiğim Enerji Piyasası ile ilgili yasanın içinde bu var maalesef. Düşünün değerli arkadaşlar bir araba alacaksınız, bir şeyler alacaksınız, sizden ne istenir? Borcu yoktur yazısı, arabanın borcu yoktur yazısı istenir değil mi? Herkes gider, Maliye’den alır getirir, böylece satın alma işlemleri yapılır ama maden şirketlerine borcu yoktur yazısı getirme zorunluluğu ortadan kaldırılıyor, bu yasa ile. Komisyondan böyle geçti, biz komisyondaydık şimdi genel kurula geliyor, koca maden şirketine kolaylık tanınsın, patronlar daha çok kar etsin, işleri aksamasın, daha güzel karlar elde etsinler diye borcu yoktur kağıdı getirme zorunluluğu kaldırılıyor bu yasa ile. Biz buna karşı da direneceğiz değerli arkadaşlar.

Bakın inanılmaz bir hırsızlık ve yolsuzluk var. 190 kez değiştirilen Kamu İhale Kanunu yine değiştirilmek isteniyor ve Avrupa 1 Metreküp doğalgaza 120 dolar öderken biz 280 Dolar ödüyoruz Türkiye’de. Güya doğalgaz bulundu ama %34 doğalgaza zam yapıldı. Bir de doğalgaz ithalatını kamu denetiminden çıkarmaya çalışıyorlar. Olacak işler değil. Bu kadar kötü bir ortamda maalesef yapılanlar bunlar!!!

Bakın size bir doktor beyin fotoğrafını göstereyim. Öğrenciliğinde evlerde kalmış diye Fetö suçlaması ile bir pandemi ile mücadele eden Kocaeli Üniversitesi’nden Erkan Tufan geçtiğimiz günlerde tutuklandı. Arkadaşlar doktoların istifa etmesini engelleyen bir takım yasalar, emirler çıkarmaya çalışıyorsunuz. Sağlık Bakanı biraz evvel de işledik; izinleri iptal etti, istifaları iptal etti. Sırf Covid ile mücadele eden sağlık çalışanı azalmasın diye ama öbür tarafta Kocaeli Üniversitesi’nde Covid ile mücadele eden Dr. Erkan Tufan’ı abuk subuk gerekçelerle tutukladılar daha 3-4 gün önce. Böylesine siyasi konulara gelince çıldıran kin ve nefret içinde dolan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bir taraftan Covid’i yöneteme, öbür taraftan istifa ve emeklilikleri engelle, öbür taraftan da Covid ile mücadele eden doktoru tutukla abuk subuk gerekçelerle. İşte bu iktidarın bundan dolayı gitmesi lazım!!!

Son olarak bir haber vermek istiyorum. Avrupa Adalet İnsiyatifi kuruldu. Mağdurlar tarafından KHK’lı mağdurlar tarafından Avrupa Adalet İnsiyatifi, Avrupa’nın dört ilinde yedi merkezinde Türkiye Cezaevleri’nde ölen Mustafa Kabakçıoğlu’nun beyaz plastik sandalyede skandal bir şekilde ki ölümünü protesto ettiler. Çeşitli etkinlikler düzenlediler Avrupa’nın dört bir tarafında. Bunlar önemliydi, bunları da gündem etmek isterim değerli arkadaşlar.

Yine son olarak Selçuk Kozağaçlı’yı hatırlatmak isterim. Sırf avukatlık yapıldığı için tutuklanan çok değerli bir avukat, hukukçu, ÇHD Başkanı. Savunmaya özgürlük diyoruz!!!

Şerif Mesutoğlu’nu tekrar hatırlatıyorum. Şerif Mesutoğlu’nu Anayasa Mahkemesi’nden özgürlük alması lazım!

Bahtiyar Fırat 26 gündür kaçırıldı İstanbul Havaalanı’nda hala bir açıklama yapılmıyor. Esrarengiz bir şekilde kaçırıldı, Yüksekova’lı. Bir açıklama yok.

İsa Varol hakkında bir açıklama yok hala bulunamıyor.

Yusuf Bilge Tunç maalesef hala 450 günü geçti kaçırıldı ve hiçbir açıklama yapılmıyor.

Hürmüz Diril maalesef açıklama yapılmayan kaçırılanlardan birisi.

Gülistan Doku yine halen bulunamayan kişilerden birisi.

 Mehmet Bal Batman’lı İstanbul’da kaçırıldı halen kendisinden haber alınamıyor.

Ankara 36. Ağır Ceza Mahkemesi’nde işkence gördüğünü beyan eden kişilerin mahkemeleri kapalı olarak yapılıyor. Gökhan Türkmen ve Yasin Ugan’ın mahkemelerine hiç kimse alınmıyor. Bu nedendir? Bunu sormak isteriz, evet böyle bir hakkı vardır hakimin ama belli ki bir şeylerin üstü örtülmeye çalışılıyor, bunu da kamuoyuna duyurmak istiyorum.

Bugün basın toplantımız bu kadar hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum değerli arkadaşlar.

Yorumlar