27.08.2021

Gazete Davul – Av. Çiğdem Koç

Acıları öncelik sırasına koymak zorunda kaldığımız günlerden geçiyoruz, ki sanırım en büyük acı da bu…

Pandemide giderek tırmanan ölü sayıları, felaketlerin ardından enkaza dönen hayatlar, içimizde yanan ormanlar, hayvanlar, yoksulluk…

Bir sokak köpeğinin başına kaynar su döken o canavara benziyor hayat bazen.

Tabii bir hukukçunun önceliği dönüp dolaşıp aynı şey oluyor: HUKUKSUZLUK
Çünkü, hukuk alanında yaşananların yarattığı acı sadece bireysel hayatları darmadağın eden bir hukuksuzluk kasırgası değil, malum kasırga geldiğinde nereyi dağıtacağına bakmaz, aynı zamanda toplumsal bir çöküşün de en büyük nedeni.

Hep söylüyorum, hep söyleyeceğim; hukuk yoksa hiçbir şey yok!

Dün, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu KHK’lılarla ilgili umut verici cümleler kurdu. “O kanun hükmünde kararnamelerle görevden alınan, işine son verilen, ekmeği elinden alınan herkesi görevine iade edeceğim. Yeter ki teröre bulaşmasın”

KHK’ların açık bir hukuk zulmü olduğunu en başından beri savunan bir avuç insan için şimdi bunun siyasetin yetkili kişileri tarafından dile getirilmesi önemli elbette.

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve bir kaç siyasetçi daha, kimsenin KHK demeye cesaret edemediği zamanlarda bu hukuksuzlukları tek tek dile getiriyorlardı. KHK’lılar platformu, Yüksel eylemlerinin yılmaz direnişçileri az bedel ödemediler ekmekleri adına. Prof. Dr. Haluk Savaş’ı ve mücadelesini de analım yeri gelmişken, ve bedel ödemeyi göze alan herkesi.

Şimdi, her ne sebeple olursa olsun, siyasetçilerden KHK zulmüne dair çözüm önerileri duyunca mutlu oluyoruz sonuçta.

On binlerce insanı işsiz ve aşsız bırakan, aileleri ile birlikte çaresiz bir selin insafına terk edilmiş bu insanları yaşarken öldüren, sadece hayatlarıyla değil itibarlarıyla, onurlarıyla oynayan KHK’lar hukuk tarihimizin en büyük kıyımlarından ve utançlarından biridir. Buna çözüm bulmaya çalışan herkesi de desteklerim kendi adıma.

Ancak, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir cümlesi çok önemli bir detay. “ Yeter ki teröre bulaşmamış olsunlar.” diyor. Bu noktada bir uyarı yapmayı borç saydım kendime.

Terör bir istisna halinin dayanağı, istisna halini belirleyenin de egemen güç olduğunu zamanında Nazi Döneminin ünlü hukukçusu Carl Schmitt söylemişti. Yani her iktidar kendi devamı için bir terör kavramı ve bir terörist grubu yaratabilir, bu anlamda “teröre bulaşmak” demek de “muhalif olmak” demek anlamına gelebilir. Büyük tehlike de bu.

Bir siyasi kavganın ortasında kalan, bir zamanlar suç teşkil etmeyen eylemler ya da durumlar nedeniyle “terörist “ilan edilen insanların bu kimliğini kim belirledi örneğin? Kavgadan önce yasal ve hatta teşvik edilen okullarda okumak, öğretmenlik yapmak, gazetelerde çalışmak, törenle açılmış bankaya para yatırmak, bir cemaatin üyesi ya da sempatizanı olmasa da sırf muhalif olduğu için “ irtibat-iltisak-yardım v.s.” gibi hukukla alakası olmayan nedenlerle örgütsel faaliyette bulunmakla suçlanan, ellerine silah almamış, bomba patlatmamış, hiçbir şiddet eyleminde bulunmamış onca insanı “terörist” ilan eden işte bu istisna halini belirleme gücü değil mi?

“FETÖ ile mücadele” denen şeyin, “terörle mücadele” diye genişletilip, her siyasi kesimden insana aynı hukuksuzluk dayatılırken, bir gün bir benzerinin başkalarına yapılmayacağının garantisi var mı?

Terörizmin uluslararası bir tanımı var, bunu yerli ve milli kriterler içinde kullanmaya kalktığımızda, kim yaparsa ve kime yapılırsa bu hukuksuzluk döngüsünden çıkamayız.

Yani diyeceğim; bize umut veren cümlelerin içinde saklanmış bir egemen güç hayalini kimse kurmasın. Kılıçdaroğlu’nun açık söylemi umut vericidir ama zamanın bize öğrettiği şey artık hukuk adına her şeyin açıkça konuşulması gereğidir.

Acılardan bahsettim ya, adil yargılanma hakkı için ölüm orucu yapmak zorunda kalan ve tam bir yıl önce kaybettiğimiz meslektaşım Ebru Timtik’i anarak bitireyim bu yazıyı, adalet uğruna ölüme yürüyen bir avukatın ağır gölgesini hissetmeden yola devam edemeyeceğimizi de hatırlatarak.

Yorumlar