17 Ocak 2024

Gazete YenigünAv. Arif Ali Cangı

On dokuzuncu yüzyıl hukuk yapısının ünlü bir mimarı olan Von İhering, yaşadığı çağda Viyana Hukuk Cemiyeti’nde verdiği konferansların birinde; “Hukuk sırf bir nazariye değil, belki canlı bir kuvvettir. Bunun içindir ki adalet, bir elinde hukuku tartan bir teraziyi, öteki elinde bu hukuku müdafaa eden kılıcı tutuyor, Terazisiz kılıç bayağı bir kuvvet, kılıçsız terazi ise hukukun aczi demektir,” diyor. (1)

Yüz elli yıldan fazla zaman önce hukukun aczi bu şekilde tanımlanmış. Bu sözleri okuyunca, Can Atalay hakkında uygulanmayan Anayasa Mahkemesi kararları aklıma geldi. Gerçekten de adaletli karar verilse bile, onun uygulanmaması bir acizlik göstergesi değil mi?

Eğer bir de terazi çalışmazsa vay halimize. Bugün ülkemizde uygulan hukukun çoğunlukla terazisi yok. Kılıcı var ama o da hukukun değil, başkanın kılıcı. Olağanüstü Hal rejiminin kalıntısı olan Kanun Hükmünde Kararnameler ile hukukun ilişkisi de böyle bir ilişki.

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) bize  12 Mart 1971 muhtırası sonrası kurulan düzenden miras kaldı. KHK, hükümetin çıkardığı, maddi anlamda kanun gücüne sahip, parlamentonun tasdiki ile şekli ve organik anlamda kanun gücünü kazanan idari bir işlemdir. Amaç, yürütme organının etkin olmasını sağlamaktır. Parlamentonun onaylaması, denetleniyor izlenimi verse de aslında o denetim siyasi denetimle sınırlı kalıyor.

KHK’lerin hukuksal denetimi çok zordur. Hele hele hukuk aciz haldeyse hiç yoktur. 15  Temmuz 2016 darbe kalkışmasından sonra üç aylık ilan edilen ama iki yıl süren Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde ilan edilen KHK’lerin ortaya çıkardığı hukuka aykırılıklar karşısında hukuk tam bir acz halinde. “Allah’ın lütfu” olarak görülen darbe girişiminden sonra, Bakanlar Kurulu kararlarıyla çıkartılan KHK’lerle temel yasalarda değişikliğe gidildiği gibi, siyasi iktidarın kendine muhalif gördüğü kamu görevlileri, -var olan hukuk sistemi içinde olmayan- “kamudan ihraç”la cezalandırılma yoluna gidildi. Bu öyle bir  cezalandırmaydı ki; “ağaç kökü yemeye” mahkum edecek derece bir yoksunluk haliydi. O yüzden, “sivil ölüm” olarak adlandırıldı.

Hiç savunmaları alınmadan “sivil ölüm”e mahkum edilenlerin, başlangıçta nasıl itiraz edecekleri , nereye başvuru yapacakları belli değildi. Daha sonra 23  Ocak 2017 tarihinde yine bir KHK ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHAL Komisyonu) kuruldu. Çoğunluğu yürütme organı tarafından seçilen üyelerden oluşan; çalışma yöntemi ve görev süresi belirsiz, idari bir

kurum mu yoksa bir Mahkeme mi olduğu belli olmayan Komisyon, ne yazık ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından tanındı. Komisyona başvuru geçerli bir hukuk yolu olarak kabul edildi. Böylelikle KHK’ler karşısında acze düşen ilk yargı kurumu AİHM oldu .

OHAL Komisyonu, 5-6 yılı bulan incelemeler sonunda, somut delile dayanmayan, objektif bir ölçütü olmayan kararlar verdi. Büyük çoğunluğu da itirazın reddi, yani kamudan ihracın onaylanması şeklinde oldu. Komisyonun kendi yayınladığı rapora göre; 127.292 başvurunun 17.960’ı kabul edilmiş, 109.332’si ise reddedilmiş. (2)

OHAL Komisyonu’ndan ret yanıtını alan yüz bini aşkın sivil ölüm mahkûmu, mahkemelerin yolunu tutmuşsa da oradan terazisi bozuk kararlar çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Mahkemeden mahkemeye değişen, objektif bir ölçüsü olmayan ne idüğü belli olmayan, hukuk literatürüne 15 Temmuz’dan sonra giren “ terör örgütü ile iltisaklı” tespitleriyle adalet mahrumiyeti bu kez yargı eliyle devam ettiriliyor. Aktüel bilgileri dahi olmayan, partilerin adını dahi yanlış yazan karar vericiler, on yıllar önce dağılmış örgütleri canlandırarak istihbarat raporlarını kes/yapıştır yöntemiyle kararlara yazarak davaların reddine karar veriyorlar.

Yakınlarıyla birlikte milyonu bulan KHK‘zedeler adalet bekliyor. Hukuk, yargı ise acizliğini sürdürüyor. Sözüm, Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi bir avuç siyasetçi meclisinden dışarı, siyaset kurumu da sorunla sandıktan çıkacak oy sayısı kadar ilgileniyor. Oysa KHK sorunu bir demokrasi sorunu, daha da önemlisi hukuk güvenliği sorunudur. Bu sorunu aşamadığımız sürece, o aciz kararları veren yargıçlar da dahil olmak üzere hiç birimizin hukuksal güvenliği olamayacak.

Bu arada bütün Türkiye’ye yayılmış “KHK Platform”larını atlamamak gerekiyor. İyi ki varlar. Bu toplumsal sahiplenmelerle, yukarıda bahsettiğim acizlikleri aşabileceğimizi düşünüyorum. Onlara destek verin.

Yorumlar