17 Temmuz 2023

Gazete YenigünAV. ARİF ALİ CANGI

Arif Ali Cangı’nın 17 Temmuz 2023 tarihli Yenigün Gazetesi’ndeki köşe yazısıdır.

Genellikle birinci ad kullanılmaz, o yüzden olsa gerek, kimi arkadaşlarımızın birinci adlarını milletvekili olunca öğreniyoruz. Sevgili Can’ın bir de Şerafettin adı olduğunu milletvekili olunca öğrenenlerdenim. Can “Şerafettin” adını, ilk Türkiye İşçi Partisi (TİP) Amasya İl Başkanıyken 27 Ocak 1971’de evinin önünde siyasi bir suikastle öldürülen amcası ‘Şerafettin Atalay’dan almış. Kaderin cilvesi mi demeli bilmiyorum, 42 yıl sonra, onun adını alan Can da  yeni TİP’in milletvekili ve tutuklu.

Can Atalay, meslektaşım, mücadele arkadaşım, demokrasi mücadelesinde, çevre ekoloji mücadelesinde hep yollarımız kesişti. En son Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu’nda birlikteydik. Siyasi iktidar tarafından Lefkoşe Büyükelçiliği ile ödüllendirilen, geçen dönem TBB başkanı olan Metin Feyzioğlu’nun dağıttığı komisyondan söz ediyorum (https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/10/25/24-cevreci-avukatin-tasfiyesi-noyan-ozkanin-hatirasina-saygisizlik).

detail-photo-fancybox-0

Can, 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan 28. Dönem TBMM Seçimlerinde Hatay Milletvekili olarak seçildi ve mazbatasını aldı. Siyasi iktidarın kumpas davalarından birisi olan Gezi davasında karar duruşmasında tutuklanan Can’ın milletvekili seçilmesiyle derhal serbest bırakılması gerekirdi, ama öyle olmadı. Yürütülen kampanyalar da fayda etmedi. Davanın yargılamasını yapan yargı organı neden karar vermiyor sorusuna, Yargıtay 3. Ceza Dairesi 13 Temmuz tarihli kararıyla yanıt verdi. Mahkûmiyet kararının temyiz incelemesini yapan Ceza Dairesi; Adalet Bakanının “Gezi Davası’nın Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki dokunulmazlık kapsamındaki dosyalardan” olduğu beyanına uygun bir karar verdi.

***

“…Sanığın üzerine atılı ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun Anayasa’nın 14. Maddesi kapsamında yer alması ve soruşturmasına seçimden önce başlanmış olması dikkate alındığında; Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca yasama dokunulmazlığından faydalanmayacağı kanaatine varılmakla yargılamanın genel usul hükümlerine göre devam etmesi gerektiği sonucuna ulaşılmış ve aşağıdaki karar verilmiştir:…”

***

Daire kararında, daha önce milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu ile Leyla Güven’in tahliyesini sağlayan Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları da eleştiriliyor. Yargılamalarda yaşanan hak ihlallerinin tespit ve giderimi için çok önemli olan AYM’ye bireysel başvuru yolu “tali” olarak nitelendiriliyor ve “Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı yorumlama yetkisinin olmadığı” değerlendirmesi yapılıyor. Yargıtay 3. Ceza Dairesi; AYM’nin anayasal yargılama yapan bir üst mahkeme olarak asıl görevinin anayasayı yorumlamak olduğunu “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” diyen Anayasanın 153/son maddesini unutmuş gözüküyor.

Ortada bir hukuksal gerçeklik var; AYM Ömer Faruk Gergerlioğlu (2019/10634) ve Leyla Güven (2018/26689) kararında “Anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin kapsamına hangi suçların girdiği konusunda belirlilik ve öngörülebilirlik bulunmadığı değerlendirmesini yapmış ve Anayasa madde 14’e dayanarak sürdürülen tutukluluk tedbirlerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna karar vermiştir.

AYM’nin bu kararları Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni de bağlar ama orası “beni bağlamaz” dedi. Şimdi ne olacak? Karara itiraz edildi, Yargıtay 4. Ceza Dairesi de bir karar verecek. Umarım sorun o aşamada çözülür, yoksa dosya AYM’ye gider ve AYM’nin kararıyla Can tahliye olur.

Önünde sonunda Can dışarı çıkar, geriye ne kalır? Bir süre daha siyasi rehin tutulmaktan eminim ki Can hiç yüksünmez. Ama yargının zaten yerlerde olan saygınlığı iyice yok olur, siyasi iktidarın sopası haline geldiği kanaati iyice pekişir.

Yargı kararları “Türk Milleti Adına” başlığı ile başlar, Can’ı tahliye etmeyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının başlığı da öyle. Hatay, TBMM’nin oybirliği ile aldığı kararla 84 yıl önce Türkiye’ye katılmamış mıydı? Şimdi, Can’ı seçen Hataylılar “biz Milletten değil miyiz?” diye sorsalar, onlara kim, ne cevap verecek?

detail-photo-fancybox-1

‘GEZİ’DE NE OLMUŞTU?

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür, yani unutkanlık insanlık halidir, 10 yıl önce Gezi’de ne olmuştu, anımsayalım; eylemler 2013 yılı Haziran’ında, bir grup gencin, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması çalışmaları kapsamında ağaçları kesmeye gelen dozerlere karşı, kendilerini ağaçlara zincirlemeleri, ağaçların nöbetini tutmaları şeklinde başladı. O günlerde Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs İşçi Bayramına kapatan, İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan eden Hükümetin antidemokratik icraatları, alkol kullanımının sınırlandırılması, kürtaj yasağı gibi yaşam tarzına ve bireysel özgürlüklere müdahale olarak nitelendirilebilecek konulardaki yasa çalışmaları, Yargının adil olmayan uygulamaları, toplumda ciddi gerilimlerin oluşmasına yol açmıştı. Bunun üstüne Gezi Parkındaki pasif eyleme yönelik, polisin yersiz, orantısız aşırı şiddeti, gerilimi daha da artırdı. Hükümetten gelen rest çeken tavır, görev ve yetkisini aşan Kolluğun durdurulmaması, aksine ödüllendirilmesi, eylemlerin yayılmasına yol açtı. Gezi’nin en belirleyici yanı; kentin ortak yaşama alanına sahip çıkma amacı, karar süreçlerine katılma isteği ve eylemlerde şiddete başvurulmamasıydı. Gezi’de çoğulculuk egemendi, eylemlere katılanların kökenleri, inançları, yönelimleri, görüşleri, siyasal yaklaşımları da talepleri gibi farklı farklıydı. Eylemlere katılanların her birinin tepkisi ve talebi farklı da olsa istenilen daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik, daha fazla demokrasi ve yaşam alanlarının korunmasıydı.

Gezi eylemleri demokratik protesto hakkının kullanılmasının tipik örnekleriydi, buna başka anlamlar yüklenmesinin akılla, mantıkla, vicdanla açılanabilir bir yanı olmaz. O sürecin en önemli kazanımı, ekolojinin, kent yaşamına dair politikalarda ön sıraya geçmesi, ekoloji mücadelesinin aynı zamanda demokrasi mücadelesi olduğunun herkesçe görülmesiydi. Bu eylemlere ilişkin tespit ve değerlendirmeler, Gezi’ye nasıl bakıldığı ile yakından ilgili. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve Hükümetine göre “Gezi faiz lobisinin işiydi, bir darbe girişimiydi.” Bu bakış açısının doğal sonucu olarak, Gezi, güvenlikçi politikaların derinleştirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilerek, özgürlük alanlarını daraltan daha fazla polisiye tedbirlere hız verildi, aradan geçen 10 yıldan sonra geldiğimiz nokta bunun doğal sonucudur. Siyasi iktidardakiler aynı olunca Gezi Davasından mahkûmiyet kararı çıktı, Mehmet Osman Kavala,  Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Milletvekili Şerafettin Can Atalay haksız yere halen tutuklular.

Not: Aliağa’ya Dikkat! Serisine bu hafta “Can” için ara verdim, önümüzdeki hafta “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kapattığı cüruf alanı yeniden açılıyor mu?” sorusuyla devam edeceğim.

Yorumlar