5 Ekim 2022

Anayasa.gov.tr

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 7/4/2022 tarihinde, Leyla Güven (B. No: 2018/26689) başvurusunda, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının milletvekili seçilmesi sonrasında verilen ikinci tutuklama kararı yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvuru tarihinde milletvekili olan başvurucu, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan Cumhuriyet başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ve 4. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun bahsi geçen suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun müdafii tutuklama kararına itiraz etmiş, 5. Sulh Ceza Hâkimliği itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.

Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Ağır ceza mahkemesi iddianamenin kabulüne ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Öte yandan başsavcılıkça yürütülen diğer bir soruşturma sonucunda hazırlanan iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle yine aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ayrıca başvurucu hakkında daha önceden açılmış bir kısım davalarda birleştirilmiştir.

Başvurucu 24/6/2018 tarihinde yapılan 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde milletvekili seçilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, müdafii aracılığıyla milletvekilliği nedeniyle yasama dokunulmazlığının bulunduğunu belirterek tahliyesine karar verilmesini talep etmiş; mahkemece başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Anılan karara başsavcılık tarafından itiraz edilmiş ve 10. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu hakkında çıkarılan yakalama emri üzerine tutuklama kararı verilmiştir.

Mahkeme 25/1/2019 tarihinde, başvurucunun tahliye edilmesine karar vermiştir. Başvurucunun daha önce yargılandığı başka bir davada Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen ve kesinleşen 6 yıl 3 ay hapis cezası şeklindeki mahkûmiyet hükmünün 4/6/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunda okunmasıyla milletvekilliği sıfatı sona ermiştir.

Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu yönünden tutuksuz olarak sürdürdüğü yargılamanın sonunda 21/12/2020 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından mahkûmiyet, atılı diğer suçlardan ise beraatine ve hükmen tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerine karşı yaptığı istinaf başvurusu bölge adliye mahkemesince esastan reddedilmiştir. Anılan hükümlere karşı temyiz yoluna başvurulmuş olup başvurucunun hükmen tutukluluğunun devam ettiği dava Yargıtay aşamasında derdesttir.

İddialar

Başvurucu; yakalama, gözaltı ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

1. İlk Tutuklama Kararı Yönünden

Anayasa Mahkemesi daha önce verdiği birçok kararda, başvurucunun konuşma ve paylaşımlarında yer alan ifadelerle büyük ölçüde benzeşen sözlerin söylenmesini veya paylaşımlarda bulunulmasını, özellikle güvenlik güçlerinin PKK terör örgütü mensuplarıyla silahlı çatışma hâlinde olduğu veya terör saldırılarının yoğunlaştığı dönemde terörle bağlantılı suçlar bakımından tutuklamanın hukukiliği bağlamında yaptığı incelemelerde kuvvetli suç belirtisi olarak kabul etmiştir. Buna göre Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) konumuna dair değinilen Yargıtay kararında yer alan tespit ve değerlendirmeler ile başvurucunun hendek olayları sırasında bu oluşumun eş başkanı olarak yaptığı konuşmada PKK terör örgütünün eylem ve saldırılarını sahiplenmesi birlikte dikkate alındığında bunların terörle bağlantılı bir suç bakımından kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz olduğunu söylemek mümkün değildir.

Diğer taraftan başvurucunun Türkiye tarafından Suriye’nin kuzeyinde belirli bölgelerde konuşlanmış olan ve PKK terör örgütünün Suriye kolu olduğu bilinen YPG’den ve bu örgütün saldırılarından kaynaklan ülke güvenliği üzerindeki riskin engellenmesine dair alınan önlemleri ve yapılan sınır ötesi harekâtları hedef alan bazı ifadeler kullandığı görülmektedir. Başvurucunun anılan paylaşım ve konuşmada kullandığı ifadelerin Türkiye tarafından düzenlenen sınır ötesi harekâtı eleştirmenin ötesinde anlamlar içerdiği gözardı edilmemelidir. Bu bağlamda başvurucunun sınır ötesi harekâta ilişkin olarak Türkiye’ye yönelik iç savaş tehdidini çağrıştıran bir üslup kullandığı görülmektedir. Başvurucunun Zeytin Dalı Harekâtı sırasında yaptığı paylaşım ve konuşmaların da terörle bağlantılı bir suç bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.

Başvurucu hakkında verilen ilk tutuklama kararında açıklanan ve özellikle kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Ölçülülüğe ilişkin olarak somut olayın belirtilen özellikleri dikkate alındığında Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğince isnat edilen suçlar için öngörülen yaptırımın ağırlığını ve işin niteliğini de gözönünde tutarak tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ilk tutuklama kararı yönünden ihlal edilmediğine karar vermiştir.

2. Başvurucunun Milletvekili Seçilmesi Sonrasında Verilen İkinci Tutuklama Kararı Yönünden

Anayasa’nın 83. maddesinde hükme bağlanmış olan yasama dokunulmazlığı, parlamento üyelerinin zamansız ceza kovuşturmaları ile yasama çalışmalarından alıkonulmasının önüne geçmeyi amaçlayan ve milletvekilliğinin sona ermesi ile birlikte kendiliğinden yitirilen geçici bir güvence olarak kabul edilmiştir.

Bununla birlikte Anayasa’da, yasama dokunulmazlıkları mutlak olarak düzenlenmemiş; Anayasa’nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içinde seçimden önce veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Öte yandan ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunması durumu yasama dokunulmazlığının istisnalarından biridir. Son olarak seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar da dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Bu durumda seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında yer alan suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Başvurucu hakkındaki davada mahkeme tutuklama tedbirine de konu olan terör örgütü yöneticiliği suçunun Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında olduğunu değerlendirerek başvurucunun yasama dokunulmazlığından dolayı yargılamanın durdurulması talebini kabul etmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilen terör örgütü yöneticiliği suçunun Anayasa’nın 14. maddesinin kapsamında olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

Anayasa’da -veya ilgili kanunlarda- Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında olup bu itibarla -seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması kaydıyla- yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturan suçların neler olduğuna yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiş; yalnızca maddenin son fıkrasında, ilk iki fıkrada yer alan hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyidelerin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 83. maddesinde milletvekilleri hakkında yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencelere yer verilmiş, bu çerçevede yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturan hâller belirtilirken Anayasa’nın 14. maddesine atıf yapılarak bu maddedeki durumların -seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması kaydıyla- istisna kapsamında olduğu ifade edilmiştir.

Buna karşılık anayasa koyucu Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresi kapsamındaki suçların neler olduğunu açıkça belirlememiş, kanun koyucu da söz konusu suçları belirleyen bir kanuni düzenleme yapma yoluna gitmemiştir. Bu nedenle de derece mahkemeleri yargılamaya konu edilen suçun Anayasa’nın 14. maddesi kapsamına giren bir suç olup olmadığını kanun koyucu tarafından çıkarılmış bulunan bir kanun metnini yorumlayıp uygulayarak değil doğrudan Anayasa hükmünü yorumlayıp uygulayarak belirlemektedir. O hâlde derece mahkemelerinin Anayasa’nın 14. maddesine ilişkin olarak yaptığı yorumun öngörülebilirliği ve belirliliği ifade eden kanunilik ölçütüne uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir.

Anayasa’nın 14. maddesinin üçüncü fıkrasında “Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir. Kanun koyucu ceza kanunlarında birçok suç tipini düzenlemiş olmasına karşın bu suç tiplerinden hangilerinin Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında olduğu TBMM iradesinin ürünü olan bir kanun ile belirlenmiş değildir. Ceza kanunlarındaki suçlardan hangilerinin 14. madde kapsamına dâhil edileceği ve dolayısıyla yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında tutulacağı Anayasa’nın 14. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının genel ifadelerine verilebilecek yukarıda açıklanan muhtemel yorumlardan hangisinin uygulayıcılar tarafından tercih edileceğine bağlıdır.

Anayasa Mahkemesi Ömer Faruk Gergerlioğlu kararında; Anayasa’nın 14. maddesinin birinci fıkrasının metninin Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresini, dolayısıyla da Anayasa’nın 14. maddesinin birinci fıkrası kapsamına girmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığı dışında bırakılan suçları salt yargı organlarının kararlarıyla anlamlı bir şekilde belirlemeye ve böylece belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli olmadığını ifade etmiştir. Bu itibarla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumların kapsamını ortaya koyan yasama dokunulmazlığının güvencelerini sağlayacak öngörülebilirlikte anayasal veya kanuni kuralların bulunmaması karşısında Anayasa’nın 14. maddesinin üçüncü fıkrasından ve Anayasa’nın seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen 67. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinden hareketle Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin kapsamına hangi suçların girdiği konusunda kanun koyucunun düzenlemesi dışında yargı organlarınca yapılan yorumlarla belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Anılan kararda gerek yasama dokunulmazlığını koruma altına alan Anayasa’nın 83. maddesinin gerekse temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını yasaklayan Anayasa’nın 14. maddesinin ancak demokrasinin korunması bağlamında ve hak eksenli yorumlandıkları takdirde işlevlerini tam olarak yerine getirebileceği, mahkemelerin söz konusu anayasal hükümleri özgürlükler lehine yorumlamadıkları gibi onları böyle bir yorum yapmaya sevk edecek esasa ve usule ilişkin güvencelerin bulunduğu bir yasal sistemin de (temel güvencelere sahip, belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayan anayasal veya yasal bir düzenlemenin) bulunmadığı değerlendirilmiştir. Netice olarak milletvekili seçilmesinden ve genel olarak yasama dokunulmazlığına sahip olmasından sonra tahliye edilen başvurucunun önünde doğrudan Anayasa’dan kaynaklanan bir engel olmasına rağmen yeniden tutuklanarak hürriyetinden yoksun bırakılması yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa’nın 83. maddesiyle bağdaşmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının milletvekili seçilmesi sonrasında verilen ikinci tutuklama kararı yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir.

Yorumlar