28 Ağustos 2023

ÖFG TV’den herkese merhaba. Her hafta Salı günü saat 21.00’da haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile size sunduğumuz programımıza bu akşam da başlıyoruz.

Bu akşam 2 ayrı konu ve konuklarımız olacak. İlk konuğumuz Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Sayın Nejla Kurul olacak. KHK’lı, Barış Akademisyenlerinin işe dönüşleri ile ilgili tam bir muamma var ortada. Kimisi dönebiliyor, kimisi dönemiyor. Bu konuda gerekçelerin nedenleri bize açıklayacak değerli hocamız.

İkinci bölümde de yine bir KHK mağduriyeti annesi babası cezaevinde olan Down Sendromlu Elif Sinem’in durumunu konuşacağız. Elif Sinem 11 yaşında ve engelli bir çocuk. Sıkıntıları var, oldukça önemli ve anne babası hapishanede. Oldukça önemli sıkıntılar yaşıyor ve aslında annesi “Yusuf Kerim Yasası’ndan” faydalanarak bir başvuru yapmıştı fakat bu başvuru çok gecikti, halen bu başvuru konusunda bir netice yok. Biz Elif Sinem’in ninesi ve dedesini alacağız çünkü anne ve babası hapishanede. Kendileri ile ben cezaevinde görüştüm ve Elif Sinem’in annesi Özlem Sarıçelik’in infaz erteleme alması için bir gündem oluşması gerekiyor. Bunun için gayret sarf etmemiz lazım.

İlk konuğumuz Nejla Kurul hocamız Eğitim Sen Genel Başkanı, hocamızı biz uzun yıllardır KHK mücadelesi içinde önemli mücadeleler veren bir akademisyen hocamız olarak tanıyoruz. Gayretli, iyi niyetli, azimli mücadelesinde dikkat çekiyor ve KHK ile üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra eğitim hayatından uzaklaşmadı, eğitimcilerin başına geçti. Eğitim Sen Genel Başkanı oldu ve bir mücadele yürütüyor. Bu arada hem kendisi hem de diğer KHK’lı Barış Akademisyenleri büyük mağduriyet yaşıyor. Yıllardır Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hala ihraç durumdalar ve OHAL Komisyonu’ndan ret aldılar, idare mahkemelerine gittiler, OHAL KHK’ları ilan edildikten sonra 7 yıla yakın bir süre geçti ve bilim insanları üniversitelerden mahrum, öğrencileri onlardan mahrum bir şekilde büyük bir mağduriyeti yaşıyorlar. Kendileri bilim üretmekten uzaklaştırılmaya çalışıldılar ve buna rağmen büyük bir gayretle büyük mücadele vererek akademilerine dönmeye çalışıyorlar. Son durum nedir? Barış Akademisyenleri iade edilmeye başlandı denildi ama hepsi iade edilemedi, aslında önemli bir Anayasa Mahkemesi kararı vardı önlerinde, Barış Bildirgesi’nin bir suç değil ifade özgürlüğü olduğuna dair Anayasa Mahkemesi kararı vardı. Yıllardır size yaşatılan zulmün aslında büyük bir haksızlık olduğunu apaçık ispat eden bir karardı bu ama buna rağmen iade edilmediniz ve sonra mahkeme süreçleri başladı ve son yaşanılan durum ortaya çıktı.

Nejla Kurul: Bu mücadelemize büyük destekler verdiniz, özellikle KHK’lar Platformları Birliği’nin oluşturulması bağlamında yan yanayı gelmeyi hiç düşünmeyen kesimlerin bir araya gelip ortak bir mücadele için çabalaması son derece önemliydi. Sizler bu kesişim noktalarını arttıran kişilerden birisi olarak çok değerlisiniz. Kanun Hükmünde Kararnameler gerçekten haksız, hukuksuz, keyfi ve 140 bini aşan kişinin ayrı ayrı belki benden sonraki konuklarımızda konuşacağınız acı dolu öykülere yol açan Türkiye açısından bir travma aynı zamanda çok büyük bir hukuksuzluk. Barış Akademisyenlerinin öyküsü; bu kitlesel KHK’lardan daha önce başlayan bir öykü. Hala bir bilmece olan bir muamma olan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden çok önce başlamış, Ocak ayı içerisinde sokağa çıkma yasakları döneminde gerçekten özellikle Kürtlerin yoğun olduğu illerde haksız ve hukuksuz bir biçimde gıdaya erişimde, suya erişimde çok sorunun olduğu bu dönemde barış isteyen, “İnsanlar ölmesin.” “Bu suça ortak olmayacağız.” Adlı bildirgeyi imzaladığımız için o dönemde ve açıkladığımız için en tepeden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef göstermesi ile yoğun bir nefretin öznesi haline geldik. Onun nefretinin bir anlamda hedefi haline getirildik. Değersizleştirildi bütün çalışmalarımız ve çabalarımız. Kurumlar, üniversiteler bu olaya belki sadece bir kınama, uyarma cezası bağlamında bakabilecekken ihraca gidebilecek bir sürecin önü açıldı fakat o dönemde 2016 yılını 2016 Darbe Girişimi ve 20 Temmuz Sivil Darbesi’nin ardından üniversitelerin bir kısmı aynı bildirgeye imza atmış akademisyenler hakkında hiçbir işlem yapmadı. Kanun Hükmünde Kararname listelerine koymadı, Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ, bunlardan birisi, halen direnen Boğaziçi Üniversitesi bunlardan biridir. Bu arkadaşlarımız üniversitelerinde unvanları verilmeyerek, kariyer basamaklarında ilerletilmeyerek, ötekileştirilerek farklı zorluklar, güçlükler yaşadılar ancak ihraç edilmediler. Dolayısıyla farklı uygulama buradan başladı. 2200’ü aşan akademisyenin özellikle bir kısmı halen üniversite olan bir kısmı hiçbir şekilde bu süreçten ihraç, KHK dosyalarına girmediler, listelere girmediler dolayısıyla bu şekilde farklı bir uygulama ile karşı karşıya kaldık. Bu üniversiteler değerliydi çünkü ifade özgürlüğüdür diyerek akademisyeni korumaya aldılar ki üniversiteler bu anlamda önemlidir. Siyasal iktidarın baskılarına karşı çeşitli toplumsal grupların baskılarına karşı akademisyenin özgürce araştırma yapması için onu koruma altına alır. Dolayısıyla az sayıda üniversite akademisyenleri korudu fakat özellikle en büyük kitlesel ihracın olduğu üniversite benim de içinde öğretim üyesi olduğum Ankara Üniversitesi’ydi, Gazi Üniversitesi hiç tereddüt etmedi, aynı zamanda bütün vakıf üniversiteleri de dahil diğer üniversiteler de Barış Akademisyenleri’ne mesafeli uzak durmaya başladılar. Aynı zamanda peyderpey de işlerini ellerinden almak üzere girişimlerde bulundular. Darbe girişimi ile ilişkisi olup da ihraç edilenler sanki darbe ile ilişkili miydi? Hayır! Bir bilmece var burada dolayısıyla bu bilmeceyi bizim çözmemiz ancak iktidar el değiştirdiği zaman görebileceğiz. Pek çok dönemin yasal meşru, yapıları içerisinde gözüken çalışmalar yürüten insanlar 140 bine yakın insan ve kamunun dışında da insanlar işlerinden oldular üniversitelerinden okullarından oldular bunu biliyoruz fakat Barış Akademisyenleri’nin özgür tarafı bu, darbe girişiminin çok öncesinde hedef haline getirildiler, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve 20 Temmuz Sivil Darbe Girişimi bir fırsata çevrildi, ağırlıklı olarak sol, sosyal demokrat, demokrat akademisyenler çok hızlı bir biçimde ihraç edildiler. Dolayısıyla aradan uzunca bir zaman geçti, kimse bu kadar uzayacağını tahmin etmiyordu çünkü bir anayasanın olduğun varsayıyorduk bizler. Bir Anayasa Mahkemesi karar aldığında bu kararın hayata geçeceğini sanıyorduk. Biz mahkemelerin bir şekilde daha tarafsız tavır içinde olabileceğini zannediyorduk ama darbe girişiminden sonra hemen hemen her kurumu öylesine baskı altına aldılar kamu emekçilerini öylesine korkuttular ki yasama, yürütme, yargı hemen hemen her cenahtan bir sessizlik, bir korku sarmalı, suskunluk sarmalı hayatı büyük ölçüde kuşatmaya aldı. Sizin de ifade ettiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi Füsun Üstel ve diğerlerinin başvurusu üzerine şunu söyledi; “Siz bu bildirgeyi benimsemeyebilirsiniz, hatta karşı çıkabilirsiniz ancak bu ifade özgürlüğüdür. Siz devlet organları olarak bu akademisyenlerin iddialarına karşı güçlüsünüz ve yanıt üretebilirsiniz. Onların savlarını benimsemiyorsanız tersine çevirecek kurumsal açıklamalar yapabilirsiniz ama siz alıp cezalandıramazsınız. Bu bir ifade özgürlüğüdür.” Diyen bir yaklaşım içinde yer alarak buna ifade özgürlüğüdür dediler ve hak ihlali ile karşı karşıya olduğumuzu ifade ettiler. Yaklaşık 700’e yakın barış akademisyeni ki sayısı 800 civarında ihraçlar düşündüğümüzde vakıf ve devlet üniversitelerinde bunların büyük bir kısmı teker teker ceza mahkemelerinden yani daha ağır olan ceza mahkemelerinden beraat etmeye başladılar ama biliyorsunuz OHAL Komisyonu ile birlikte retler yine geldi, Barış Akademisyenlerinin büyük kısmına OHAL Komisyonu ret dedi ve olağan hukuk süreci başladı Türkiye’de. Sıkça ifade etmemiz lazım; Türkiye’de anayasasız bir süreç var. Türkiye’de belirsiz öngörülemeyen yani yasal düzenlemelere bakıp benim geleceğim bundan sonra şunu yaparsam şu şekilde olacak diye önceden kestirilemeyen bir süreç ile karşı karşıyayız. Nitekim bölge idare mahkemelerinde retler çıktı aynı zamanda. Aynı zamanda da kuruma iadeler de çıktı. Bakın yine bir suç isnadı yüzlerce ceza ile karşı karşıya kaldık çünkü davamızı toplu olarak ele almadılar. Parçaladılar, tekil davalar haline getirdikleri için mahkemelerde kendi içlerinde farklı kararlar vermeye başladılar. Dolayısıyla bir taraftan ve iyi ki hiç ihraç edilmemiş akademisyenler aynı bildirgeye imza atan akademisyenler var ama bir süre sonra ceza almayan, mahkemelerden beraat eden akademisyenler var. İdare mahkemelerinden bu kez yine aynı zamanda hem ret alan hem iade alan akademisyenler var. Bölge idare mahkemesi de şimdi benzer bir biçimde aynı suç isnadına farklı kararlar almaya devam ediyor. Bunun gerekçesi nedir diye sorunuza yanıt gerekirse; bizim Eğitim Sen olarak düşüncemize göre yaklaşık 1.5-2 yıl önce arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yasal düzenlemesi yapıldı. Göreve yeni başlayanlar için yapılan bu uygulama şimdi Barış Akademisyenlerine de mahkeme kararına rağmen yeniden yapılamaya başlanıyor. Örneğin; Aysun Gezen’in önceki dönem KESK Eş Genel Başkanımıza aynı suç isnadı var barış bildirgesini imzalamak gibi ama bu kez onun dosyasında sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlarını göstererek kendilerince muhtemelen devlete sadakatli olan ya da siyasal iktidara AKP-MHP iktidar bloğuna sadakat gösterme ile göstermeyeceği varsayımı üzerinden hareket ederek bu kez yeniden suç üretilmeye çalışılıyor. Hali hazırdaki sosyal medya paylaşımlarımız bizim olaylara iktidar gibi bakmadığımızı net biçimde ortaya koyuyor. Emek diyen, demokrasi diyen, barış diyen pek çok paylaşımımız var, dolayısıyla bu paylaşımlar çerçevesinde de muhalif görüşlü diye düşünerek ki kamusal alan olan devlet alanında insanlar farklı siyasal partileri destekleyebilirler. Onları kamu görevini kötü yapacağı anlamına gelmez. Böyle bir süreç oldu, benim kendi durumum da; Ankara Üniversitesi’ne döndüm ben, 1 maaşımı aldım, arkasından bölümüme gittim, bölümümde arkadaşlarım odamı tutmuşlar, bir çiçek koymuşlar, beni son derece sıcak biçimde karşıladılar, hatta tez jürisinde bulunma önerisinde bulundular fakat bu karara rağmen YÖK’ten gelen dava kararına rağmen bir mekanizma devreye giriyor, herkes için yürütmeyi durdurma talep ediyorlar ama bazı kişiler için bunlardan birisi de benim; muhtemelen daha özel bir çalışma yürütülüyor. Sosyal medya hesapları ayrıca inceleniyor ve şu ana kadar bizi mahkemeler her yere sordular, bütün güvenlik birimlerinin tamamına soruldu, bir tek uzayda Mars’a sorulmamıştır fakat şimdi adeta daha yukarıdan bir kesimde “Bu süreçte suçlular da vardı.” Demek için aynı zamanda bir müdahale oluyor ve bu müdahale doğrultusunda ekranda gördüğümüz 9 arkadaşımız ve aralarında birisi de benim yeniden yürütmeyi durdurma kararı alınıyor, Aysun için esastan alındı, muhtemelen bizim için de böyle bir fikir düşünceleri var. Dolayısıyla böyle bir durum söz konusu olduğunda biz doğrudan Danıştay’a başvurumuzu bulunacağız ve bu süreç çerçevesinde çalışmaları yürüteceğiz. Üst mahkemeler de KHK’lar hakkında olumsuz kararlar vermeye başlayınca biz bir çalıştay yaptık. Bu çalıştay KHK ile ihraç edilenler ile ilgili ne yapabiliriz üzerine bir çalışmaydı Eğitim Sen bünyesinde. Bizim sendikal alan ile doğrudan ilgiliydi ancak biz KHK’lılar Platformları’ndan Münir Korkmaz ile yine buradan Nezih hocamızı davet ettik çünkü bugün benim yaşadığım durumu Barış Akademisyenleri’nin yaşadığı hukuksuz ve keyfi durumu tüm KHK ile ihraç edilmiş olanlar yaşıyorlar. En azından usul itibariyle haksız ve hukuksuz kurum kanaatleri ile birkaç yalancı tanığın ifadesi ile insanlar yıllardır zor durumda. Bu sorun hepimizin sorunu sadece bu kuşağın değil gelecekte demokratik bir cumhuriyet kurulabilirse şayet hiç kimsenin hangi mahalleden olursa olsun hangi siyasi görüşten olursa olsun bizim 7 yıldır yaşadığımız acıyı yaşamaması için mücadele gelecek boyutlu olarak sürdürmemiz gerekiyor. Biz de burada bu dönemde yeni bir çalışma başlatacağız. Okullar açılır açılmaz yeni dönem hem hukuki anlamda yasama faaliyetleri başlar başlamaz Meclis başta olmak üzere çeşitli görüşmeler yaparak TBMM’nin bunu gündemine taşımak birinci amacımız olacak. Medyayı her zaman daha sık kullanacağız, özellikle İLO nezdinde Uluslararası Emek Örgütü’nde Avrupa Parlamentosu Birleşmiş Milletler, Avrupa Eğitim ve Birim Sendikaları Konfederasyonu, AİHM zemininde bir dizi çalışmayı yeniden başlatmak istiyoruz çünkü tüm KHK’lılar çok uzun zaman bekletildiler. Adil bir yargılanma hakkı olmadı. Aynı zamanda gerçekten kendimizi savunacağımız hiçbir ortam yok. Mahkemeye çıkmadım şu ana kadar. Tüm arkadaşlarım çıkmadı, KHK’lıların pek çoğu bu mahkemelerden azade bir biçimde cezalandırıldılar ve bu hala devam ediyor. Dışarıda kalanlar var ve cezaevinde olanlar acının parçası olarak dışarıda kalmış canlarının bir kısmı çocukları, anneleri, babaları, kardeşleri bir taraftan da cezaevinde işkenceye dönüşen uygulamalar ile karşı karşıya kalanlar. Hepimiz insanlaşacaksak bu ülkede adaleti yeniden sorgulayarak adil bir Türkiye için vicdanlı bir Türkiye için birlikte mücadele etmemiz son derece önemli. O yüzden biz dayanışmayı çok ön plana çıkardık bu süreçte, yandaş sendikalarda iktidara yakın sendikalar KHK’lar ile ihraç edilenlerin yanlarına gitmediler, kapılarını kapattılar, hukuki hiçbir destek vermediler, mali destek zaten bunlar için söz konusu değildi. Biz Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak 1602 arkadaşımız ihraç edildi sendikamızın üyesi olarak her biri istediği takdirde mali dayanışmayı onlar ile sürdürüyoruz. Ayda 8 Bin TL bu arkadaşlarımıza vermeyi sürdürüyoruz ama yeterli değil kuşkusuz, ağır enflasyon var. İhraç edilenler büyük sorunlarla karşı karşıyalar. Birlikte mücadele, birlikte duygularımızı zihinlerimizi becerilerimizi yan yana getirerek uluslararası kurumlar ile bağı kurmaya çalışmak bir kez daha 7 yıl sonra bir adalet bu kadar gecikemez diyerek adalet geciktiğinde adalet sayılmaz diyerek mücadeleyi büyütmemiz gerekiyor. Dolayısıyla hem yasama yürütme nezdinde girişimleri belki parlamento daha çok yapabilir, sosyal psikolojik destek son derece önemli. Birbirimiz ile buluşmalı ve dayanışmanın yeni yollarını bulmalıyız.

Gergerlioğlu: İlginç bir durum var, Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen daha alt mahkeme olan idare mahkemeleri, bölge idare mahkemeleri Anayasa Mahkemesi’nin kararını çiğneyerek yeni yeni yollar bulmaya çalışıyor değil mi? Aynı durum aslında bende de mevzu bahis. Sizin gibi Anayasa Mahkemesi tarafından düşüncelerinden dolayı mahkum edilmeye çalışılan bir insan olarak Yargıtay kararından sonra hakkımdaki ceza kararından sonra Anayasa Mahkemesi’ne gittiğimde cezaya konu olan cümlelerimin bir ifade özgürlüğü olduğu beyan edildi fakat ardından başvurduğumuz ve yargı beklediğimiz idare mahkemesi benim ceza dosyamı isteyerek oradan cezaya konu olmamış delilleri araştırarak oradan irtibat ve iltisak bulmaya çalıştı. Dosya toplam bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nde ihlal almış ama idare mahkemesi ukalalık yaparak dosyayı tekrar ceza mahkemesinden istiyor, araştırıyor bakıyor ceza mahkemesinin bile cezaya müstahak görmediği birtakım savcının ileri sürdüğü delilleri alıp; “İşte bunlar irtibatı ve iltisakı gösterir. O halde ben idare mahkemesi olarak Anayasa Mahkemesi bu dosya hakkındaki bir ihlal kararı olmasına rağmen bu dosyanın içindeki 1-2 delili irtibat ve iltisak olarak görüp ret kararı veriyorum.” dedi! Böylesine ilginç bir dönemdeyiz, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ayaklar altına alan idare mahkemeleri dönemindeyiz. Siz de aynı akıbete uğradığınız. AYM’nin barış akademisyenleri için verdiği ifade özgürlüğü kararına rağmen idare mahkemeleri ne yapacağını şaşırdı. “Sosyal medya paylaşımında şu var.” diyerek başka yerden girmeye çalışıyor. İdare mahkemesi başka hangi taktiklere başvuruyor?

Nejla Kurul: Bu konuları yargı düzeyinde nasıl bir akıl işliyor? Ne tür gerekçeler neden söyleniyor? Kimlerle irtibat halindeler? Bu konuya dair çok fazla bilgimiz yok. Onların düşünme biçimlerine ilişkin bir durum yok genelde bir oy birliği ile karar almaya çalışıyorlar muhtemelen birbirlerini ikna etmeye çalışıyorlar bu süreçte ve yargıçların milliyetçi muhafazakar refleksleri, devlet karşısında ya da yurttaşlar karşısında hangisinin yanında yer alacağını bilememe ve doğrudan devletin bekası kavramı ve devlete sadakat üzerinden yaklaşan yargıçlar diyoruz oysa bu iktidar, iktidara geldiğinde şunu söylüyordu; Devlet yurttaşlar içindir. Yurttaşların refahı içinde mutlu, onurlu bir yaşam sürdürmesi için devlet kurumları aygıtları vardır. O yüzden şu anda yasama ve özellikle yargı kurumsal kurumlarla bağ kuruyor. Kurumlardan kimi kişiler muhtemelen, farklı bilgiler aktarıyorlar yine, bir paralel temas var. Dosyalar üzerinden giden süreç olduğunu düşünmüyorum çünkü bizim dosyalarımız savunmalarımız birbirine o kadar çok benziyor ki çünkü bizim avukatlarımız birbiri ile dayanışma içerisinde birbirlerinin dosyalarını paylaştılar. Eğitim Sen dosyalarını KHK, gerekçelerini veya savunmaları diğer KHK’lılar ile paylaştı. Adeta biz kamusal toplumsal bir savunma yaptık şu ana kadar. Dolayısıyla birbirinden farklılığı çok az olan bu dava dosyalarında yargıçların farklı kararlar vermeleri bir yandan onların çok siyasi yapılar haline geldiklerini bir yandan hukukun dışında daha paralel ilişkilerin buralarda süre geldiğini, saray düzeyinde iletişim teknoloji başkanlığı üzerinden de kimi yaklaşımların müdahaleleri söz konusu olabileceğini tahmin ediyoruz. İddialarımız var bu konuda ama somut ve net bir çerçeve çizmek zor çünkü yazı her zaman soğuk ama gerçekten ne oluyor sorusunu anlamak için de mimse yaklaşamıyor. Eskiden bir nebze Adalet Bakanı ile görüşme olanakları doğuyordu. Daha ciddi bir duvar ve bir tür diploması yürütecek ya da evrensel hukuk açısından yanlış yapıyorsunuz diyecek insanların önüne de engeller konulduğu için görüşmeler de yapılamıyor. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bu bir hak ihlalidir demesine rağmen ceza mahkemelerinden bile beraat etmesine rağmen idare mahkemelerine gelince kafalar karışıyor, İstinaf’ta aldığı son kararlar ile yine farklı karara bağlama biçiminde dosyaları sonuçlandırıyor. Danıştay’ın ne yapacağı önemli, Danıştay Başkanı ya da bir şekilde yargının tecelli etmesi için adaletin hayata geçmesi için tüm KHK’lar ile ilgili veya kimi zaman somut birkaç olay üzerinden buralar ile görüşmek gerekiyor. Bunu artık siyasi kurumlar bir yandan partiler, milletvekilleri üzerinden bunu yapabilirler, bizler tabandan emek meslek örgütleri olarak bunun yollarını deneyeceğiz çalıştayımızın da bize verdiği görev çerçevesinde dolayısıyla bu dönemde ifade özgürlüğü bir akademisyenin yurttaşlarımızın dahi temel hakkıdır. Vicdan özgürlüğü de buradan gelir ifade özgürlüğü örgütlenme özgürlüğü kendini ifade etmediği için patlayacak düzeye geldi bu toplum ki barış akademisyenleri o yakıcı dönemde gerçekten büyük bir tehdit ve risk altında imzaladılar ve bunu kamuoyu ile paylaştılar, bu süreç içerisinde geri adım da atmadılar çünkü çok kıymetli akademisyenler bunlar ve ne yaptıklarını bilen kişiler, barış dışında bir şey talep etmediler o süreçte aksine şiddet dursun dediler ama iktidardan yana olmadıkları için de cezalandırılmaya hala devam ediyorlar. Dönenler açısından problemler devam ediyor.

Gergerlioğlu: Umarım en kısa sürede bu olumsuz siyasi tavır biter ve Anayasa Mahkemesi’nin de belirttiği ifade özgürlüğü olduğu kararı ile tüm Barış Akademisyenleri, KHK’lılar işlerine döner. KHK’lar da iptal edilir diyoruz. Teşekkür ediyoruz.

Hüseyin-Saime Sarıçelik konuklarımız. Bu iki yaşlı kişiyi biz niye konu aldık? Geçtiğimiz hafta Hüseyin Sarıçelik amcayı ben Eskişehir Tıp Fakültesi’nde hastanede bir odada ziyaret ettim. Kendisi oldukça önemli sıkıntılar yaşadıktan sonra bir kalp rahatsızlığı geçirdi ve 3 aydır hastanelerde dolaşıyor. Şimdi kısa bir süreliğine taburcu olmuş umarım bu taburculuk uzun sürer herhangi bir rahatsızlık yaşamaz ama oldukça sıkıntılı günler yaşadı, ölümlerden döndü Allah korusun. Allah şifa versin diyoruz kendisine. Hastanede kendisini böyle ziyaret etmiştik. Şimdi Hüseyin Sarıçelik ve Saime Sarıçelik neden bu sıkıntıyı yaşadılar? Uzun bir hikayesi var. İlk önce bunları anlatalım daha sonra Hüseyin Bey’e sözü bırakacağız. Zekeriya Sarıçelik ve Özlem Sarıçiçek, bir aile oluşturmuş durumdalar uzun yıllar önce evlenmişler ikisi de eğitimci insanlar ve iki de çocukları olmuş. Çocukları ile birlikte mutlu bir hayat yaşarken maalesef OHAL ve KHK mağduriyetlerine uğradılar ve mağdur edildiler. İlk önce Zekeriya Sarıçelik ardından Özlem Sarıçelik cezaevine girdi. Tabi, anne baba tutukluluk çok zor. Annenin babanın aynı zamanda cezaevinde olması çok zor bir olay biz bunun için mecliste önemli gündemler oluşturduk ve hatta annenin cezasının 15 yaşına kadar çocuğu olan annelerin cezasının baba dışarı çıktıktan sonra infaz edilmesi ile ilgili bir yasa teklifimiz Meclis’e geldi fakat AK Parti iktidarı bu Meclis’e gelen yasa teklifini kendisi iptal ederek bu anne baba tutukluklardaki zulmün devam etmesini sağladı. Büyük bir günah ve suça ortaklık etti AK Parti- MHP Cumhur Zulüm İttifakı ve bu anne babalar çocuklarından ayrı büyük bir çile yaşamaya başladılar. Şu anda 3 yıldır Zekeriya ve Özlem Sarıçelik çifti iki çocukları ile bir araya gelebilmiş değiller. Bir an bile bu aile bir anda 4 kişi bir araya gelip oturabilmiş değil. Düşünebiliyor musunuz? Bir ailesiniz, karı koca ve iki çocuğunuzla 3 yıldır hep birlikte dört kişi beraber oturamamışsınız. Böyle bir birliktelik sağlayamamışsınız. Büyük bir sıkıntı yaşanıyor ve bu sıkıntıya bir de ailenin büyük kızı Elif Sinem’in Down Sendromlu olması sıkıntısı eşlik ediyor. Elif Sinem isimli büyük kızımız Down Sendromlu, bu kızımız oldukça önemli sağlık sorunları yaşadı doğduktan sonra 3.5 yaşına kadar 7 ameliyat geçirdi çünkü anal atrezi ile doğmuştu. Yani büyük abdestini yapacağı anüs kanalı kapalı doğmuştu kanalın açılması için ameliyatlar yapıldı. Ardından oldukça bakım gerektiren bir hayat yaşamaya başladı, annesi büyük fedekarlıklarla baktı. Büyük abdestini kaçırma noktasında da sıkıntılar yaşamaya başladı. Altının bezlenmesi ve büyük abdest alışkanlığı noktasında oldukça önemli sıkıntılar yaşandı. Bu sıkıntılar yaşarken ailenin ikinci çocuğu da doğdu anne Özlem Sarıçelik bebeğiyle meşgul olurken Zekeriya bey kızıyla meşgul oluyordu çoğunlukla ve kızı da babasına çok bağlıydı ve bu arada Zekeriya Bey cezaevine girdi ve tabii Elif Sinem bundan çok etkilendi. Ben cezaevinde Zekeriya Beyi ve Özlem Sarıçelik’i ziyaret ettim ve Zekeriya Bey bana dedi ki: Ben cezaevine girdikten sonra bana çok bağımlı olan kızım cezaevine geldiğinde adeta bana küsmüştü. Elleriyle yüzünü kapatarak masanın altına girerek “Sana küstüm konuşmuyorum. Niye beni terk ettin?” diyerek bana bir sürü sitem etti. Küçücük bir çocuğa ben bunu nasıl açıklayabilirdim.” diye büyük bir acıyla büyük bir üzüntüyle bana anlattı. Anne Özlem Sarıçelik ise ilk önce ziyaret ettiğimde görüştüğümüzde gülen bir yüzü olmasına rağmen yaşadıklarını anlattıkça adeta üzerine bir dağın çökmüş olduğunu, içinde büyük bir acının olduğunu büyük bir hasretin olduğunu gördüm ve kızına kavuşma konusunda çok büyük bir beklenti ve istek içinde olduğunu gördüm. Gözyaşları içinde bana kızının yaşadıklarını, beklentilerini, uğradıkları aile dramını ve kendi eşiyle birlikte cezaevine girdikten sonra Elif Sinem ve küçük oğlunun Hüseyin Sarıçelik’in evinde yetiştirildiğini. Dede ve ninenin bu konuda büyük bir fedakarlık gösterdiğini anlattı. Yaşanılan adaletsizliklerden, sıkıntılardan sonra Dede Hüseyin Sarıçelik artık sonunda pes etti ve bir kalp sıkıntısı yaşadı. Ortada büyük bir dram var ve ardından anne Özlem Sarıçelik kamuoyunun baskısıyla çıkartılan, hepimizin gayretiyle çıkartılan “Yusuf Kerim Yasası” gereğince hasta çocuğuna ulaşmak istedi. Biliyorsunuz “Yusuf Kerim Yasası” çocuğu ağır hasta olan anne mahpuslara infaz erteleme verilmesini gerektiriyor. Anne de bu şartlara haiz, çocuğu ağır hasta %90’ın üstünde engelli olan bir Down Sendrom hastası. Yusuf Kerim’de olduğu gibi annenin Down Sendromlu kızının bakımını sürdürebilmek için infaz erteleme alması lazım ancak işte burada büyük sıkıntı var. İşte biz programı bunun için yapıyoruz, 6 aydır anne halen bu infaz ertelemeyi alabilmiş değil aslında 5 dakikada bu infaz ertelemeyi almış olması lazım çok kısa bir sürede bu yasa gereğince dışarı çıkıp kızıyla kavuşması gerekiyor fakat bu süre çok uzadı ve halen anne cezaevinde kızı dışarıda birbirlerine hasretler ve Elif Sinem annesinin bakımına muhtaç. Bu arada dede hastalanınca nine hastanede ona bakmak zorunda kalınca iki çocuğu olan teyzemiz de bir başka ilden gelerek Elif Sinem ve kardeşine bakmak zorunda kaldı. Burada birçok aileyi ilgilendiren sadece Zekeriya ve Özlem Hanım’ı ilgilendirmeyen başka birçok aileyi de ilgilendiren bir büyük sülale çapında bir dram ortaya çıkmış durumda. İşte bütün bunları böyle özetledikten sonra ben sözü Hüseyin Sarıçelik’e bırakıyorum. Bu özet çerçevesinde önemli bir aile dramının olduğunu anlattım. Neler diyorsunuz? Neler çekiyorsunuz? Annesini bekleyen Down Sendromlu Elif Sinem’in dedesi olarak çektiğiniz sıkıntıları buyurun anlatın kamuoyu sizi duysun!

Hüseyin Sarıçelik: Bizim sıkıntımız; annesi bir an önce gelse çocuğuna kavuşsa. Ben ve hanım hastayız. Torunlar arada kalıyor.

Saime Sarıçelik: Günün 24 saati 7/24 saat Elif’in annesinin mecburiyeti vardır bakmına, Elif annesiz hiç olmuyor. Beyim hasta yine gideceğiz bir operasyon daha yapılacak şimdi bir ay daha orada yatacağız. Lazerle taşları kırılacak ben yine gideceğim okullar geliyor sıkıntımız çok büyük. Bu çocuklar annesiz ne yapacak? Elif okula kayıt edilemedi, özel eğitim okullara gidecek vakit geçmiş, bir an önce annesi gelse de bu çocuklara sahip çıksa. Bize anne lazım. Hem oğlum hem gelinim içeride hiç kimse yok.

Gergerlioğlu: Ben kısaca yaşadıklarınızı anlattım, sizde izleyenler ne olduğunu anladı fakat sizde yaşadıklarınızı anlatır mısınız? Zekeriya bey tutuklandı hapse koydu ve o sırada ne yaşadınız? Daha sonra Özlem Hanım cezaevine konulunca neler yaşadınız? İki çocuk size kaldı, çektiğiniz maddi manevi sıkıntılar, çocukların anne ve babası ile ilgili duyguları, düşünceleri, istekleri, beklentileri neler yaşadınız?

Saime Sarıçelik: “Zekeriya oğlum içeri girdi, çocuklar anneye sarılıyordu bir güven istiyorlar anneler yine bir destek oluyordu çocuklarına akşamları anlatıyordu. “Babanız çalışıyor başka yerde.” Biz zaten çok yıkıldık onları duyunca ikimiz de yıkıldı. Biz Rize’deydik gece duyduk Zekeriya tutuklandı dediler, geldik o an o gece Özlem’i de almıştı. İki çocuk, arkadaşlarında kaldı sesleri arşa çıktı. Ne anne ne baba var. Hiçbirisi yok, 24 saat sonra buraya geldik. Oğlum karakoldaydı çıkacak diye bekliyorduk ama çıkamadı, oğlumu içeri aldılar Özlem tek başına kaldı iki çocuğuyla hasta çocuğu ile tekrar Elif bir ameliyat geçirdi Osmangazi’de. Elif zaten 7-8 Ameliyat geçirdi Özlem Zekeriya birlikte yaptık ama bu cezaevi anne tutuklandıktan sonra biz yıkıldık dedeyle baş başa kaldık. Her akşam Yahya ile Elif diyordu ki: “Babamız hangi saat gelecek?” diye bekliyorlardı. Buna hangi yürek dayanır? Yahya durup durup: “Annem gelmedi babam gelmedi. Babaanne ben sana mı anne diyeceğim?” diye sarılıyordu her akşam bizim yatağımızda ağlıyordu ama Elif’in durumuna gelince gerçekten Elif’in durumu için 7/24 anne gerekli. Elif’i bekliyordum sabah saat 8’de götürüyordum alıyordum. Elif’i bebek gibi taşıyoruz ama ben şu anda 3 aydır hocam rahatsız. Sizde gördünüz hastanelerden bu çocuklar teyzeye kaldı 4 çocuk teyzenin üstüne kaldı. İki onun iki de benim, Elif’in gidecek okulları kaydettiremedim beni istiyorlar ben hastayım vasisi olduğum için illa benim gitmem gerekiyor. Ben de hastaneden ayrılamıyorum sizden ricam annesi gelsin bir an önce bu çocuklar anne şefkatiyle okullara gitsin çünkü anne lazım Elif’e annesiz olmuyor Elif. Ben de yapamıyorum 21 gün sonra tekrar Osmangazi Hastanesi’ne yatış yapak Hüseyin’i ameliyat edecekler tekrar ne olacağımızı bilmiyorum. Bu çocuklar kalmış kendi başına okullar geldi 11 gün sonra okul açılacak. Elif servis ile mi gidecek? Kim yanında duracak Elif’in? Elif körpe çocuk gibidir ona adam lazım anne lazım. 6 aydır yasa çıktı ama biz ulaşamadık, Özlem ulaşamadı. Ben kaç defa gittim Cumhuriyet Başsavcısı’na da sordum; “Bizim bu işimiz olacak mı? Kocam rahatsız yoğun bakımda Elif kaldı başına.” hakim bana: “Tamam.” dedi ama 3 aydır hastanelerdeyim bir haber gelmedi. Her oturduğumda kalktığımda Özlem’in haberini bekliyorum çünkü yükümüz çok ağır iki çocuk ortada. Dede hasta, kimsem yok Allah’tan başka.

Gergerlioğlu: Peki Elif Sinem de burada. Elif Sinem merhaba nasılsın? Neler yapıyorsun bakalım?

Elif Sinem: İyiyim oturuyorum.

Gergerlioğlu: Oyun mu oynuyor kardeşiyle? Saime Hanım Elif Sinem’in şu anda sağlık durumu yaşadıkları ile ilgili biraz bilgi verin. Elif Sinem nasıl bir hayat yaşıyor? Neden annesine ihtiyacı var?

Saime Sarıçelik: Elif her kapıyı açınca “Annem geldi.” Diye her dakika konuşuyor çünkü anne özlemi var, annesini görmek istiyor, cezaevine gittiği zaman anne babasına küsüyor, başını eğiyor bekliyor. Elif’e gece gündüz anne lazım 4. sınıfı bitirdi ama öyle. Her kapıyı açınca “Annem geldi.” Diyor.

Gergerlioğlu: 6 aydır bir süreç yaşıyorsunuz, Hüseyin Bey size soralım. Siz ne diyorsunuz Hüseyin Bey? Bir yasa çıkmış fakat bu yasa yanınızdaki Down sendromlu çocuk da annesini babasını bekliyor.

Saime Sarıçelik: Elif Sinem için gelsin. Bu kızın hakkıdır. Biz çocukların geleceği, bu çocuklar toplum içinde nasıl yaşayacak? Annesiz olmuyor bu çocuklar. Anne lazım çünkü bu çocuklar okula gidecek gelecek. Yarın yine hastaneye gittiğim zaman geri dönemiyorum. Bunları kim yedirecek kim yedirecek Kim götürecek?

Gergerlioğlu: Peki anne baba cezaevine girdikten sonra Elif Sinem’in sağlık durumu gelişimi nasıl seyretti? Yani bir olumsuzluk oldu mu?

Saime Sarıçelik: Olumsuzluk çok oldu. Elif Sinem anne baba yanında olsaydı daha iyi olurdu. Ben yaşlıyım Elif’in her yere gitme hakkı var çünkü annesi olsa annesi eğitimli bir kadındır her yere çocuğunu yetiştirirdi götürürdü ama biz o imkanları buna veremiyoruz. Anne lazım, benim gibi 65 yaşındaki kadın nereye götürsün? Bir okulun yolunu biliyorum gidip getiriyorum ama anne yanında olduğu sürece her yere götürür her eğitimine. Ben burada Eskişehir’de iki okul gösterdiler arkadaşlar olmasa okula bile götüremiyorum. Arkadaşlara yalvarıyorum beni okula götürün ki kaydedeyim ama annesi olsa bu imkanları kendi yapar ama ben bu imkanları yapamıyorum. Bir komşuya yalvarıyorum adres verin diye. Götürdüm geç kalmışım okullar dolmuş sınıflar dolmuş. Ben hastanedeydim bensiz olmuyor yetişemiyorum hiçbir yere. Beyim hasta çünkü onunla uğraşıyorum. İki kolum vardı ikisini de buradan aldılar. Anne yok baba yok.

Gergerlioğlu: İkisinin de birlikte hapiste olması çocukları çok etkiledi hem de sizi çok etkiledi değil mi?

Saime Sarıçelik: Çok etkiledi. Elif babasını çok seviyordu, babası gittikten sonra Elif dünyaya küstü, babası ile büyüdü. Elif babasının kucağında ameliyat masasına yatmış, babasını çok severdi ama babası da gittikten sonra Elif daha geriledi.

Gergerlioğlu: Babası gittikten sonra daha geriledi ve annesiz kaldı ardından. Biz cezaevinde hem baba hem annenin ne kadar üzüldüğünü de gördük. Bir başvuru yaptınız fakat bu başvuru da 6 aydır sonuçlanmadı. Adli Tıp Kurumu belli ki olumlu bir sonuç verdi fakat hala güvenlik soruşturmaları geçmedi, hala bir karar verilmedi. Elif Sinem annesine halen kavuşamadı hala prosedür aşılmıyor ve Elif Sinem annesine kavuşamıyor. Adli tıp aslında çocuğun ileri derecede bir engeli olduğunu gördü ve annesine kavuşması gerektiğini söyledi fakat halen birtakım prosedürler tamamlanmadı. Savcılık hala bir karar vermedi ve halen iş böyle beklemeye alınmış durumda. Buna ne diyorsunuz? Bu 6 aylık süre sizi nasıl etkiledi? Bir umut içinde bekliyordunuz, ben cezaevinde Özlem Hanım’a konuyu sorduğumda 6 aydır koğuşun her kapısı çalındığında Elif Sinem hakkında bir haber mi geldi diye kapıya koşturduğunu bana söyledi. 6 aydır her an her dakika kızıyla ilgili haber almaya çalışan, bir beklenti içinde olan bir anne vardı o cezaevinde fakat bu konu çok fazla uzadı.

Saime Sarıçelik:Biz eğitimi veremiyoruz çünkü çocukların sorunları var, dersleri ile de ilgilenemiyoruz.

Gergerlioğlu: Büyük bir aile dramı yaşanıyor, Eskişehir’de. Anne baba mahpuslar anne babama mahpusluk zaten çok zor iki tane çocuk dede ve nineye kalmış dede de rahatsızlanınca çocuklar teyzeye kalmış. Teyze ne kadar süre bakabilecek? Çünkü o da başka bir ilden gelip kendisinde iki çocuk olmasına rağmen bu kardeşinin iki çocuğunun bakımını üstlenmiş. Dede hastaneden kısa bir süreliğine taburcu oldu ama tekrar yatacak, babaanne anneden sonra Elif Sinem’i en iyi tanıyan bir kadın ve Elif Sinem’e bakmaya çalışıyor fakat o da Elif Sinem’in yanından ayrılıyor. 3 aydır hastanede eşinin yanındaydı, eşi oldukça ağır hastaydı çok önemli sıkıntılar geçirdi ve bütün bu sıkıntıların ortasında 6 aydır adli tıp başvurusunun sonucu bekleniyor. Bürokrasiyi anlamak mümkün değil değerli arkadaşlar. Bu kadar büyük bir dramını geçin sülale dramı var. kadınlar, erkekler, çocuklar, dedeler, nineler, amcalar, teyzeler herkes büyük bir sıkıntı yaşarken 6 aydır adli tıp sonucu bir nihayete ermiyor. Bu ailenin büyük sıkıntısını giderecek bir sonuca ulaşmıyor hakları olduğu halde “Yusuf Kerim Yasası’ndan” faydalanabilecekleri halde halen bu konu sürüncemede yani el insaf diyoruz. Yetkilileri göreve çağırıytoruz. Karar vermek için neredesiniz? İlk önce Eskişehir Hastanesi’nden bir rapor alındı. O rapor Adli Tıp Kurumu’na gitti, o rapor  çok uzun süre adli tıpta bekledi çok uzun gecikmeler oldu ardından adli tıptan bir sonuç çıktı olumlu bir sonuç çıktı çünkü çocuğumuz hasta fakat haftalardır savcılık daha karar verecek! Biz Eskişehir Savcılığı’na çağrı yapıyoruz neredesiniz? Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç’a çağrı yapıyorum; ortada bir yasa var bu ailenin bir hakkı var ve halen 6 aydır bu hak geciktiriliyor! Anne Özlem Sarıçelik 6 aydır cezaevinden çıkamıyor aslında çok kısa bir sürede bitirilebilecek bir iş 6 aydır bitirilmiyor. 7. aya doğru ilerliyor ve aile büyük bir sıkıntı çekiyor. Saime Hanım büyük bir üzüntüyle durumu anlatıyor. Yanında Elif Sinem Down sendromlu bakıma muhtaç bir çocuk annesini yıllardır bekliyor babasını yıllardır bekliyor ve maalesef hala Elif Sinem’i bekletiyorlar. Elif Sinem’e seslenelim; Elif Sinem tatlı kız bizi duyuyor musun? Bak inşallah anne gelecek, anne en kısa sürede gelecek bakalım. Onun son işlemleri oluyor biz de bu süreci hızlandırmak istiyoruz. Anneyi çok mu özledin?

Elif Sinem Sarıçelik: Evet.

Gergerlioğlu: Anne için ne diyorsun? Duyalım seni.

Elif Sinem Sarıçelik: Annemi istiyorum.

Gergerlioğlu: Elif Sinem annene mesajın var mı?

Yahya Sarıçelik: Ben de annemi babamı istiyorum.

Gergerlioğlu:Yahya da orada biz Yahya’yı unutuyoruz. Bir de küçük kardeşi var Yahya. Sen ne diyorsun bakalım? Annen baban yanında yok ne diyorsun? Kaça gidiyorsun?

Yahya Sarıçelik: Sizden annemin ve babamın gelmesini istiyorum.

Gergerlioğlu: Hem Elif Sinem hem Yahya anne ve babalarını bekliyorlar. Annenin çıkma ihtimali var, çocukların hem hem eğitimi aksıyor anneleri babaları yanlarında olsa eğitimleri çok daha iyi gidebilirdi. Elif Sinem yıllardır yanında anne babası olmadığı için hastalıkla ilgili durumlarında olumlu gelişimler maalesef yeterli düzeyde olmadı. Anne babası başında olsaydı çocuk daha iyi bir gelişim gösterebilecekti ve hala bu konunu gecikmiş durumda.

Çok teşekkür ederiz, umarız ki kamuoyu da bir duyarlılık gösterir tüm kamuoyu Elif Sinem’in annesi Özlem Sarıçelik’e kavuşması için yüksek bir duyarlılık göstermeli, sesini çıkarmalı. Bu gecikme bitmeli diyoruz. Size çok teşekkür ediyoruz yanınızda torunlarımız Yahya ve Elif Sinem Allah yardımcınız olsun diyoruz.

En kısa sürede Eskişehir Savcılığı kararını versin, çok geciktiler. Adli Tıp Kurumunun sonucu ortada, bir an evvel bu güvenlikle ilgili meseleler halledilsin ve Özlem Hanım kızı Elif Sinem’e ve oğlu Yahya’ya ulaşsın, bu haberi en kısa sürede bekliyoruz.

Haftaya buluşmak üzere hepinize hayırlı akşamlar

Yorumlar