12 Eylül 2023

ÖFG TV’den herkese merhaba. Her hafta Salı günü saat 21.00’da haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile sizlere sunduğumuz programımıza yine başlıyoruz.

Değerli izleyenler bu hafta konumuz; Türkiye’nin yargısız infaz, fail-i meçhul tarihi ile ilgili karartılmaya çalışılıyor, bu üzücü tarih, bu suçlar. Diyarbakır Milletvekili Sn. Sezgin Tanrıkulu, Kulp ilçesinde yıllar önce işlenen kaçırılma, kaybedilme ve katletme olayının Kuşkonar köyünde yaşananları ve daha pek çok fail-i meçhulleri anmıştı ve bunun da önemli suçlar olduğunu söylemişti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birtakım fiillerinin olduğunu söylemişti ve yargısız infazlar, fail-i meşhuller ile ilgili beyanlarda bulunmuştu. Sn. Sezgin Tanrıkulu hakkında bir linç kampanyası estirildi, ardından soruşturma başlatıldı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Cumhurbaşkanı konuştu, kendisi partisi sahip çıkmadı. Tamam da bahsettiği olay yaşanmadı mı? Peki o zaman biz bunu sorgulayalım! Sn. Sezgin Tanrıkulu bir insan hakları savunucusudur, yıllardır beraber Meclis’teyiz, farklı partilerdeyiz ama insan hakları kulvarında birlikte yıllarca çalıştık. Birçok ihlale birlikte müdahale ettik ve kendisi de yaşadıklarını, bildiklerini söylüyor. Kimsenin dokunmaktan imtina ettiği, çekindiği hususlara dokundu ve önemli şeyler söyledi şimdiye kadar. Biz bu beyanları ile ilgili daha ayrıntılı ve hukuki bilgiler almak üzere fail-i meçhul olayları yargısız infazlar ve diğer suçlar ile ilgili nitelikli bir kalıcı hafıza çalışması yapan Hafıza Merkezi ile görüşmek istedik. Bu iddialar doğru mu? Devletin, iktidarın yalanladığı bu iddialar ne derece doğru? Yalanlamalar ne derece doğru? Bütün bunlar için bu davaları yakından takip eden Hafıza Merkezi’nden Av. Esra Kılıç hanımefendi ile görüşeceğiz. Siz bu davaları takip ediyorsunuz, üstü kapatılmaya, karartılmaya, zamanaşımına uğratılmaya çalışılan birtakım suçlar var, birtakım davalar var. Devletin vatandaşının hakkını hukukunu can ve mal güvenliğini koruması gerekirken birtakım vakalarda önemli suçların işlendiğini gördük. Aslında bu son zamanlarda bile kabul ediliyor, geçtiğimiz gün sorduğum bir soru önergesinde; askerlerin Suriye’den giren sığınmacılara yaptığı işkence iddialarını gündem ettiğimde, Milli Savunma Bakanlığı bunun doğru olduğunu ve bu askerler ile ilgili işlem yaptığını beyan etti, demek ki bu tür fiiller oluyor, inkar edilmeye çalışılsa da oluyor sadece 90’lı yıllarda değil bugünlerde bile üstü kapatılamayan birtakım ihlaller var. Peki biz size soralım; nedir? Neler yaşandı? Hiçbir şey olmamış gibi bir görüntü sunmaya çalışıyor iktidar ve yakın çevresi hatta Sn. Tanrıkulu’nun mensup olduğu CHP bile. Ne yaşandı sizce 90’lı yıllar başta olmak üzere, Türkiye tarihinde birçok katliam, iddiaları var. Neler yaşandı? Sizin takip ettiğiniz davalar var.

Esra Kılıç: Hafıza Merkezi’nden söz ederek başlayım; 2011 yılında kuruluyor Hafıza Merkezi ve kurulduğu günden bu yana özellikle 90’lı yıllardaki OHAL bölgesi olarak adlandırılan Kürt illerinde meydana gelen ağır insan hakları ihlalleri ile ilgili bir hafızalaştırma, yargısal süreçlerin analizi, takibi, belgeleme, raporlama çalışmaları yürütüyor. Bu çalışmalardan birisi de; söz edeceğim dava izleme çalışması. Biz bunun faili belli isimli web sitemizde dijital arşiv olarak yapıyoruz, isteyenler oradan inceleyebilirler. 2016’dan bu yana, daha sistemli yapmaya başladı. Burada ilk olarak 90’lı yıllarda OHAL Bölgesi’nde gerçekleşen ağır insan hakları ihlalleri, aslında kamuoyunda fail-i meçhul cinayetler olarak bilinen zorla kaybetme ve keyfi hukuk dışı infazları kapsayan güçlerin soruşturması ve kovuşturması ile ilgili süreçleri izlemeye başladık ve bizim gördüğümüz kadarıyla bazı analizlerimiz var. Öncelikle AİHM kararlarından söz etmek istiyorum; bizim Hafıza Merkezi’nin derlediği verilere göre bu dönemki suçlara dair zorla kaybetme ve keyfi hukuk dışı suçlara dair başvurucular tarafından 148 zorla kaybedilen kişi ile ilgili 73 başvuru yapılmış AİHM’e ve bu başvurulardan 54’ü ihlal kararıyla sonuçlanmış yani AİHM bu 148 kişi ile ilgili yaşam hakkının ihlal edildiğini ya da işkence yasağının ihlal edildiğine hükmetmiş Türkiye’nin aleyhine. 7 tanesi ile ilgili de dostane çözüm yoluna anlaşma yoluna gitmiş, 12’sinde kabul edilemezlik kararı vermiş. Bunlardan bir kısmında devletin AİHM’e yapılan başvurular sonucunda iddiaları reddetmesinden dolayı bir kısmında Türkiye’de olgu tespit duruşmaları düzenlendi. Bu duruşmalarda onlarca tanık dinlendi, bu tanıkların içinde askerler, kamu görevlileri de var ve bu araştırmalar sonucunda bu kararlar verildi. Bu kararlar verildikten sonra tabii ki devlet en azından bir kısım hükümlülüğünü yerine getirdi bazı tazminatlar ödendi ve ayrıca davalar açıldı. 12 dava açıldı, bunu tespit edebildik ve 12 davanın tamamını izledik, bunların bir kısmı birleşmişti. Öncelikle Sezgin beyin kendi açıklamasında yer verdiği ve atıf yaptığı Kulp Davası’ndan başlayabiliriz. Kulp Davası; Diyarbakır’ın Kulp İlçesinin dağlık mezralarının bir kısmında Bolu Komanda Tugayı General Yavuz Ertürk komutasında bir dizi operasyon sonucu, 11 kişinin gözaltına alınması ve bir daha kendilerinden haber alınamaması ile ilgili açılmış bir davaydı ve bu dava aslında az önce bahsettiği gibi AİHM’de görülen Akdeniz ve diğerleri başvurusunun ihlal kararı verilmesi neticesinde ve devamındaki gelişmeler ile birlikte açılmıştı. Ne yazık ki bu davada beraat kararı verildi. Birazdan bu davalar ile ilgili sonuçlara da yer vermek istiyorum çünkü bu davaların arka planları benzer, aynı dönemde aynı suç işleme kararı çerçevesinde aynı örgütlü yapılanmanın etkisi ile açılmış davalar bunlar, işlenmiş suçlar ve devamında açılmış davalar. Bu davalar açılmadan önce bir dönem TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu da mağdurları dinledi, araştırmalar yaptı, bölgeye gitti, insanlar ile görüştü ve tabii ki davalar açılmadan önce çeşitli başka davalardaki tanıklıklar bazı gerçekleri ortaya çıkarttı. Ergenekon, 12 Eylül davası gibi buradaki tanıklıklar bazı Devlet suçlardan söz ediyordu, JİTEM yapılanmasından söz ediyordu ve bu davaların iddianamesinde de JİTEM yapılanmasına dair çok kapsamlı bilgilere yer veriliyordu ve bu bilgiler doğrultusunda 12 davanın büyük bir kısmının açılmasına sebep oldu. Sezgin Bey’in atıf yaptığı Kulp Davası 11 köylünün Bolu Komanda Tugayı’nın yaptığı operasyon ile gözaltına alınması sonrası kendilerinden bir daha haber alınamaması ile ilgili bir dava. Köylüler yıllar sonra yaptıkları bir kazıda kemiklere ulaşıp savcıya haber veriyorlar ve bu kemiklerin kendileri ile DNA analizinin eşleşmesiyle bu 11 kişiye ait olduğu ortaya çıkıyor. Kulp Davası bahsettiğim gibi böyle. Bunun dışında Mardin’de gerçekleşen suçlar ile ilgili açılan 2 dava var. 1’i Dargeçit Davası; Dargeçit Davası’nda da bir uzman çavuş 3 çocuk olmak üzere 8 kişinin zorla kaybedildiği iddianamede yer alıyor. Bu dava ile ilgili bir yargılama söz konusu oldu fakat burada da beraat kararı verildi. Kızıltepe ilçesinde gerçekleşen 22 kişinin zorla kaybedilmesi ile ilgili bir dava var. Bu davada yine beraat ile sonuçlandı. Bunların hepsi 92, 93, 94, 95 yıllarında gerçekleşene davalar. Bazıların sanıkları aynı, devamında Mardin’in Derik ilçesinde 13 kişinin zorla kaybedilmesi veya yasadışı keyfi infaz edilmesi ile ilgili açılan Musa Çetin Davası olarak bilinir kamuoyunda; böyle bir dava vardı. Bu da 2002 yılında açılmıştı bu da beraat ile sonuçlandı hatta Musa Çetin Jandarma Genel Komutanlığı’na terfi ettirildi 2017 yılında. Görümlü Davası var, Mete Sayar Davası olarak bilinir kamuoyunda; Şırnak’ın Görümlü ilçesinde 6 kişinin zorla kaybedilme davası. O dönemin Jandarma Tugay Komutanı Mete Sayar’ın ve başka kişilerin yargılandığı davaydı burada beraat verilmişti. Cizre Davası, Cemal Temizöz’ün yargılandığı davaydı yanında Cizre Belediye Başkanları ve başka kişilerin de yargılandığı davaydı, 21 kişinin zorla kaybedilmesi ile ilgili aynı dönem, aynı arka plan, aynı yapılanmanın etkisiyle yapılıyor bu suçlar ne yazık ki. Ankara Jitem davası Susurluk Kazası’ndan sonra gelişen bir dizi olay sonrasında Ankara ve çevresinde zorla kaybedilen 19 kişiye ilişkin bir davaydı. Bu da Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin’in yargılandığı bir davaydı, geçtiğimiz aylarda beraat kararı verildi daha sonra açıkçası 2019’da beraat kararı verilmişti İstinaf bozdu, tekrar yargılanmaya karar verildi inceleme yapılmadan tekrar beraat kararı verildi. Kızılağaç Davası var, Naim Kurt’un yargılandığı dava, 60’a yakın köylünün Muş Kızılağaç köyünde 93 yılında gözaltına alınması sonra bir kısmının bırakılması bir kısmının zorla kaybedilmesi ile ilgili bir davaydı. Bu davada da beraat kararı verildi. Yüksekova Davası var, burada çobanlık yapan 101 kişinin 95 yılında zorla kaybedilmesi ile ilgili bir dava beraat kararı verildi, AYM ihlal kararı verdi geçen sene, yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verildi bu nedenle bu dava yeniden açıldı, şu anda devam ediyor Eskişehir’de. Vartinis Katliamı Davası var. Muş’ta Vartinis beldesinde 93 yılında 9 kişilik bir ailenin yakılarak öldürülmesi ile ilgili açılan bir dava, bu da şu anda yargılaması devam ediyor Yargıtay bozdu geri geldi beraat kararını önümüzdeki ay 30 yılı dolacak ve bir zamanaşımı kararı bekliyoruz. Lice Davası da 2 askerin yargılandığı Tünay Yanardağ ve Eşref Hatipoğlu, burada ne yazık ki 2 sanığın da yaşamını yitirmesi nedeniyle düşme kararı verildi. Son olarak JİTEM ana dava var, Diyarbakır’da işlenen yine aynı arka planda aynı suç işleme kararı çerçevesinde işlenen suçlar ile ilgili açılan bir davaydı. Daha sonra Musa Anter’in 1992 yılında öldürülmesi ile ilgili dava ile birleştirildi 2019’da Ayten Öztürk’ün öldürülmesi ile ilgili açılan dava ile birleştirildi. Ne yazık ki geçtiğimiz sene Musa Anter cinayeti ile ilgili dava düştü zamanaşımı nedeniyle 30 yıllık Ayten Öztürk ile ilgili olan da düştü 30 yılları doldu çünkü Jitem Ana dava devam ediyor bu iki dava düştükten sonra. Bu davaların çok ayrıntıları var, iddianamelerde çok çarpıcı bilgiler var. Web sitemizden ulaşabilir dileyen iddianamelere, Jitem olgusundan nasıl söz edildiğine tanıklıklara, Meclis Araştırma Komisyonu raporlarına, hatta bu olaylar ile ilgili yapılan haberlere. Bu davaların geçmişten suçların ilk işlendiği günden bugüne gelişen sürecin bir zaman çizelgesi olarak anlattığımız bölüm de var aynı zamanda davaların duruşmalarını izlediğimiz duruşma izleme raporlarımızda var. buradan detaylı bilgiye ulaşılabilir biz bunların hukuki analizini yaptık. Nasıl açıldı? Hangi arka planda hangi dönem açıldı? Ne etkiledi bu davaların açılmasını ve sonra neden hepsi beraat ya da zamanaşımı kararları ile sonuçlandı? Bunun bazı sebepleri vardı; Türkiye’de ne yazık ki zorla kaybetme suçu ceza kanunlarında bir suç olarak tanımlanmıyor ve bunun da bazı sonuçları oluyor örneğin zamanaşımı gibi. Diğer davaların da zamanaşımı var sonuçlanmasını bekliyoruz. Sanıklar duruşmalara katılmadı, bunlara bir zırh sanki tesis edildi, birtakım kovuşturma soruşturma izinleri alınmaya çalışıldı bazı davalarda bu nedenle davalar çok uzadı. Davaların neredeyse tamamı işlendiği yerden başka şehirlere nakledildi, Ankara’ya İzmir’e Eskişehir’e nakledildi, mağdurlar duruşmalara katılmakta çok zorlandı, basın takip etmekte çok zorlandı, sanıklar zaten duruşmalara gelmiyordu. Davaların aynı örgütlenme, yapılanma tarafından işlenmesine rağmen davalar arasında irtibat kurulamadı, duruşma savcıları ilgilenmedi, AİHM karaları da davalarda tartışılmadı başka sebeplerden dolayı yargının isteksizliği nedeniyle bu davalar beraat ve zamanaşımı kararları sonuçlandı ya da sonuçlanıyor fakat nihayetinde bu yargılamalar yapıldı. Bazıları yapılmaya devam ediyor bazıları kesinleşmedi bu iddianameler bu araştırmalar bu tanıklıklar hepsi ortada bu suçların işlendiğine dair tabii ki biz mahkeme değiliz, hüküm vermiyoruz fakat bu araştırmalar bu yapılan çalışmaları ortaya koymak, belgelemek, insanların erişimine açmak da bizim yapmaya çalıştığımız şeyler arasında.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Yerel mahkemelerde çok bariz bir savsaklama olayı gördük, görüyoruz. AYM veya AİHM olmasa sanırım bunların hepsi yerel mahkemelerde kapatılacak. Siz bu kadar açık gerçekliğe rağmen böylesine bir inkarı nasıl yorumluyorsunuz? 1-2 vaka değil ki bir sürü vaka belki sayamadıklarınız var. Aslında zamanında Dersim bile dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından özür dilenmesi gereken bir katliam olarak görüldü ve bu fail-i meçhul olayları zaman zaman da iktidar mensupları tarafından anıldı ama şu anda nasıl olmuşsa geldiğimiz noktada böyle bir inkar hali var. İnkar bu gerçekliği, bu mağdurların yaşadıklarını değiştirebilir mi sizce?

Esra Kılıç:Değiştirmez, yaşananlar ortada. Bizim sorduğumuz bir soru vardı; Cemal Temizöz’ün yargılandığı Cizre Davası beraat ile sonuçlandığında, bu kişiler beraat etti, o zaman bu 21 kişiyi kim öldürdü? Bu 21 kişinin ölüm gerçeği ortadan kalktı mı? Kalkmadı! Şimdi de aynı soruyu zamanaşımı üzerinden soruyoruz. 30 yıl doldu ve bu suçlar işlenmemiş mi oldu? Bu insanlar öldürülmemiş mi oldu? Bu acılar çekilmemiş mi oldu? Tabii ki hukuki süreçleri takip ediyoruz, önemsiyoruz oradan talebimiz beklentimiz var fakat bunun dışında biz kendi yaptığımız çalışmalar ile toplumsal hafızada bu yaşananları unutturmamaya çalışıyoruz. Bu yaşananları bir şekilde belgeleyerek farklı kesimlerin de yaptığı çalışmalar ile birlikte hatırlatarak bir şekilde bu yaşananları unutturmamaya çalışıyoruz tabii ki inkar edilecek. Kolay değil yüzleşmek geçmiş suçlarla yüzleşmek, bir dönem böyle bir irade gösterildi, bu davalar o dönemde açıldı. Herkeste de bir umut doğurdu geçmiş ile yüzleşileceğine dair özellikle mağdurlarda tabii ki ama ne yazık ki şimdilik mümkün görünmüyor hukuki olarak fakat bizim her zaman olduğu gibi çalışmaya devam edeceğiz, dayanışmaya devam edeceğiz. Toplumun talep etmesi gerekiyor bunu da Sezgin Bey gibi sizin gibi hatırlatarak bu davaları bu yaşananları bu suçları hatırlatarak unutturmayarak bu talebi de tekrar dillendirmek gerekiyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Sadece 90’larda kalmadı fail-i meçhuller, yargısız infazlar, zorla kaçırılma, kaybedilmeler OHAL ilanı ile son zamanlarda da bu tür vakalar yaşandı. Bizim tespit ettiğimiz raporladığımız en az 35 zorla kaçırılma kaybedilme vakası son 8 yıl içinde OHAL döneminde yaşandı. İnsanlar 6 ay 9 ay veya 1.5 sene bazı gizli merkezlerde kendisini devlet görevlisi olarak tanıtan kişilerce korkunç işkencelere maruz kaldı. Onlardan birisi Ayten Öztürk, bir başkası Yasin Ugan, Gökhan Türkmen gibi isimler ve daha sayamayacağım pek çok isim uzun süre kaçırılıp korkunç işkencelere maruz kaldıklarını ve bunun devlet görevlileri tarafından yapıldığını belirtiyor. Sadece 90’lı yıllarda değil son zamanlarda da bu olaylar maalesef yaşanmaya devam ediliyor. Avrupa Birliği Uyum Yasaları süreçleri derken bu olayların bittiğini düşünürken maalesef bir şeyler değişmemiş ve OHAL döneminde devletin çok daha güçlendiği hukukun zayıfladığı bir ortamda bu tür vakalar tekrar ortaya çıktı. Yüzlerce kişi 1-2 günlük zorla kaçırılıp sorgulanıp bırakıldı, ajanlaştırma çalışmaları yapıldı vb. birçok vakaya da son yıllarda rastladık. Hiçbir şeyin üstü kapatılamıyor, tarihe mal oluyor. Bu vakaları takip ederek ulusal ve uluslararası anlamda ne derece bu sesi duyurabildiniz? Bastırılmaya gizlenmeye çalışılan bu sesi ne kadar duyurabildiniz? Zaman zaman AİHM yetkilileri Türkiye’ye de gelerek sorgulamalar yaptı, buralarda da ortaya çıkan apaçık gerçekler var ama bizim bildiğimiz büyük bir inkar dalgası esiyor. Zamanında kabul edilenler konjonktür değişti denilerek şimdi reddedilebiliyor. Bunu ne kadar duyurabildiniz? Duyurmak için neler yapmak gerekir?

Esra Kılıç:Zorla kaybetme olgusu gerçekten ispatı zor ve üzerinde hukuki müdahale yapılması da zor bir suç. Hukuki olarakta tanımlanmıyor ceza kanunlarında.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Ayhan Oran’ın 2016’da kaçırılması, Önder Aslan’ın 2016’da kaçırılması sonrası AYM zorla kaçırılmaları kabul etti ve Ayhan Oran’ın ailesine 90 Bin TL tazminat ödenmesine, Önder Aslan’da da benzer bir karar çıktı. Bazı vakalarda AİHM eksik evraklı başvurular veya karartılan bazı durumlardan dolayı ihlal yok kararı verebildi ama verdiği kararlar var.

Esra Kılıç: Zorla kaybetme değil, 2015 çözüm sürecinin bitmesi ile birlikte aynı bölgede yaşanan başka yaşam hakkı ihlalleri ya da ağır insan hakları ihlalleri de var. Bunlara dair de AİHM ya da AYM nezdinde yapılan başvurular ya da bazı raporlamalar, belgelemeler, uluslararası raporlar var, bizim de bir kısmına dahil olmaya çalıştığımız kadarıyla. Özetle; 90’lı yıllara dair bir yüzleşme gerçekleşmedikçe bu suçlar devam edecek. Belki şekil değiştirecek belki aynı şekilde zorla kaybetme yöntemiyle. Zırhlı araçların çocuklar üzerinde bizim takip ettiğimiz kadarıyla şehirlerin içinde gezmesi ve çocukların yaşam hakkının ihlal edilmesi, bir sürü çocuk ölüyor özellikle Kürt illerinde. Kapalı alanlarda toplantı gösteri yürüyüşlerinde bir sürü farklı şekillerde yine yaygın olarak yaşam hakkı ihlal edildiğini görüyoruz. Az önce söylediğim gibi yüzleşilmedikçe cezasız bırakıldıkça o cezasızlık zırhından güç alan kamu görevlisi suç işlemeye devam ediyor çünkü hiçbir bedelini ödememiş oluyor ama cezasızlık ile mücadele etmekte uzun ve yorucu bir uğraş olsa da biz hepimiz burada bütün bunları hatırlatmaya ve üzerine gitmeye devam edeceğiz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:  Zor ve erdemli bir çaba, güçlü bir mekanizmanın suçlarını ortaya çıkartmaya çalışmak kolay bir iş değil. Toplumun vicdanı aslında nelerin yaşandığını çok iyi biliyor. 90’lı yıllardaki Kürt illerindeki vatandaşlardan hala yaşayanlar varsa neler yaşandığını çok iyi biliyor gözleri ile gördüler, kulakları ile duydular ve neler yaşandığını çok iyi biliyorlar, inkarlar ile hiçbir şey bir şekilde karartılamaz. Detaylı, yoğun çalışmaların olduğunuzu biliyoruz. Kısa bir özet yaptınız, sanırım programımız uzun olsaydı çok çarpıcı ayrıntılar verebilirdiniz çünkü çok önemli ihlaller ve vicdan sızlatan olaylar var. Acımasızlık var, merhametsizlik var, vicdansızlık var ve bu olayların üstünü örtme, inkar var. İnkar kar etmez, Hafıza Merkezleri bu çalışmaları yapar ve kimse hafızasından bunu çıkartamaz diye düşünüyorum.

Esra Kılıç:Bizim çalışmalarımızda takip ettiğimiz davalara ilişkin yayınlarımıza ve diğer hafızalaştırma çalışmalarımıza ulaştırma için Hafıza Merkezi’nin web sitesinden de inceleyebilirler, failibelli.org üzerinden de takip ettiğimiz davalara dair detayları görebilir isteyenler.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Bugün de Hafıza Merkezi’nden Esra Kılıç ile görüştük. Programımızın ikinci bölümünde adli yılın açılışı dolayısıyla hukukçu arkadaşımız Av. Çiğdem Koç ile görüşeceğiz. Adli yıl açıldı, binlerce avukat tekrar adalet saraylarında yargının 3 sac ayağından birisi olarak bir mücadele sergileyecekler. Yargıçlar, savcılar, avukatlar bir de davalılar, davacılar. Son durum nedir? Adli yıl açıldı, tüm bu camia özellikle yargı camiası ne durumda?

Çiğdem Koç: Bir dokun bin ah işit durumundayız. Son birkaç gündür Sezgin Tanrıkulu’na yapılanlar ile ilgili, ben bu ahmaklığı anlayamıyorum. Biz iktidarın birçok politikasını eleştirirken kendine muhalif diyenler, hele ki kendi partisinden bazı isimlerin bu manasız linç kampanyasına alet olmalarını hayretle izliyorum. Sezgin Tanrıkulu bir insan hakları savunucusudur, bahsettiği konu bir mahkeme kararı ile ilgilidir. Devleti ve devletin kurumlarını bu kadar kutsayarak muhalif de demokratta olunmaz. Sezgin Tanrıkulu’nun yolundan dönmeyeceğini biliyorum. Sezgin Bey’in yanındayız.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Programımızın ilk bölümünde Av. Esra Kılıç ile görüştük, Hafıza Merkezi’nden kendisi ile takip ettikleri birçok vaka üzerinden görüştüğümüzde güneş balçıkla sıvanmaz hepimiz net bir şekilde gördük. Sezgin Tanrıkulu devletin de bildiği herkesin de tüm mağdurların da çok iyi bildiği vakalar gerekçe gösterilerek güya devletin varlığı birliğine saldırı gibi abuk sabuk gerekçelerle linç edilmeye çalışılıyor. Kabul etmiyoruz, hukukun yanındayız.

Çiğdem Koç: Sezgin Tanrıkulu uzun yıllar avukatlık yapmış, Baro Başkanlığı yapmış birisi. Savunanlar ne durumda diye sordunuz, bir kısmı hapiste hala. Bir avukatın adil yargılanmak için kendini ölüme yatırmak zorunda kaldığı bir ülkede adli yıl kapatıp açıyoruz, adli tatile gidip geliyoruz. Hukuku konuşmak için hukuksuzluğun en çok olduğu yerde ve zamanda konuşmak gerekiyor. Adli yıl başladı, birçok dava Yargıtay’da, bazı davaların tebliğnamesi geldi, Gezi Davası, ÇHD Davası gibi bazı davaların tebliğnameleri geldi. Tebliğnameleri okuyunca hukuk ile ilgili hiçbir şeyin olmadığını tebliğnameler ile insanlar için ağırlaştırılmış müebbetler, onlarca yıl hapisler istenebiliyor. Adliyelerde giremediğimiz koridorlar, görüşemediğimiz savcılar ve hakimler var. Avukatlar ekonomik olarak çok zor durumdalar. Avukatlık mesleği ile ilgili vergi oranları arttırıldı, zaten çok fazla avukat var, ekonominin durumu belli, intihar eden meslektaşlarımız var, ekonomik kriz yakın zamanda çözülecek gibi görünmüyor. Avukatlar, tutuklamalar, saldırılar, ekonomik baskılar, psikolojik sorunlar içinde mücadele etmeye çalışıyorlar ama bir yandan da değişmeyen bir şey var. Hukuk mücadelesini verirken bu kadar çok hukuksuzluk yaşandı. İnsanlar kendi başlarına gelince farklı bakmayı öğrenmişlerdir diye ama yok. Yeni adli yıldan da önümüzdeki birkaç adli yıldan da adalet beklemiyorum. Sn. Selahattin Demirtaş ve HDP’li siyasetçilerin yargılandığı duruşmalar devam ediyor, meslektaşlarımız adli tatilde ara vermediler, her gün o duruşmalara katıldılar. Şaka gibi bir dosya, ortada AİHM kararı var. Tutuklamayı bırak yargılayamazsın bile buna rağmen maraton gibi bir yere yetişir gibi koşan bir dava var. Sn. Demirtaş’ın ve orada yargılanan siyasetçilerin yaşadığı hukuksuzluğun yanısıra meslektaşlarımızın omuzlarında yükler var. İnsanlar birbirinin yaşadığı hukuksuzluğu görmüyorlar. Adnan Oktar dosyası ile ilgili hukuksuzluktan bahsetsem tepki gösteriyorlar. O dosyayı bilseler nasıl bir yargılama yapıldığını bilseler. Keşke sevmedikleri insanın da hukuksuzluğa uğramasına ses çıkartabilseler. İnsanların kimliğine bakmadan vermemiz gereken hak mücadelesinin öncülüğünü yapıyorsunuz. Bir avukatın en büyük çaresizliğidir; hasta müvekkilini hapishane koşullarından alamamak. Bir sürü ağır hasta var hapishanelerde. İnsanların cezaevlerinde kalmasına kanun engel. Buna rağmen o hasta insanların nasıl bir duygu ile salıverilmemesini anlamıyorum. Denetimli serbestlik hakları gelmiş müvekkillerimiz var. Bir zamanlar suç olmayan eylemler nedeniyle bir sabah “terörist” olarak uyanmış, cezasını yatmış ama tuhaf gerekçelerle gözlem raporu dediğimiz uygulama ile aileler onu dışarıda beklerken onları kavuşturamadığımız insanlar var. Koşullu salıverme hakları gasp edilen insanlar var. Meslektaşımız ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD’li meslektaşlarımızın 7 yıllık bir tutsaklık süreci var. ÖHD’li avukat arkadaşlarımız hapiste. Silivri’de Selçuk Kozağaçlı ile görüşürken Bekir Kaya, Gülhan Kaya avukatları ile görüşüyordu, o avukatlar ÖHD’li meslektaşlarımızın sorgusuna yetişmek için çıkmak zorundalardı, koridorun ucunda Can Atalay’a avukat gelmişti, savunanlar bu durumda. Elazığ’daki Turan Canpolat var.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Geçtiğimiz gün ziyaret ettim.

Çiğdem Koç: Ben de daha önce ziyaret ettim. Dosyasını da biliyorum meslektaşımızın denetimli serbestliği geçeli çok oldu. Yanılmıyorsam geçen Mart’ta çıkması gerekiyordu ama bir biçimde ve şöyle bir gerekçe ile onun avukatlığını yapan biri olarak çaresizliğimizi düşünün. Tutuklandığı günden beri tek başına bir koğuşta kalıyor. Diyorlar ki: “Tarafsız koğuşa geçmedin.” Düşmanlık ile mücadele edebilirsin, baskı rejimi ile mücadele edebilirsin ama bununla mücadele edemiyorsun. Mehmet Baransu dosyası zehirli pirinç haberi yaptığı için yıllardır hapiste Baransu ve bazı sağlık sorunları ile uğraşıyor. Bir haber yapmış gazeteci hapiste ama açık cezaevine girip 3 gün tatil yapıp 5 gün dönen başka gazeteciler için koparılan fırtına Mehmet Baranu için koparılmıyor. Hidayet Karaca’ya öyle cezalar verildi ki akıl alır gibi değil. Ağırlaştırılmış müebbetler, binlerce yıllık cezalar. Ne yapmış bu adam? 1 milyon kişiyi katletmeniz lazım o cezaları alabilmeniz için. Benim Hidayet Karaca ile aynı siyasi düşüncede olmama gerek yok, Hidayet Karaca ile dışarıda tanışaydık kavga da edebilirdik ama bu ona yapılan haksızlığı görmeme engel olmamalı. Can Atalay milletvekili şu anda. Avukat olmasını geçtim, Gezi Davası’nda işlenmiş tek bir suç olmamasını, Can Atalay milletvekili. Bir milletvekili nasıl hapiste olur? Herkes bir diğerinin yaşadığı hukuksuzluğa o kadar çok gözünü kapadı ki birileri de onları görmek istemiyor. Herkes birbirinden hem hukuku ele geçirdiğinde gücü ele geçirdiğinde onun intikamını alıyor hem de herkes mağdurken mağdurlar birbirlerinden intikam alıyorlar. Biz avukatız, biz kişileri değil, eylemleri değil onların adil yargılanma hakkını savunuruz. Biz ilkeleri savunuruz. Konu insanların adil yargılanıp yargılanmadığı. Bunu yerleştiremediğimizde gerçek bir yargıya sahip olamıyoruz. 4 ayaklı minareyi savunan Baro Başkanı Tahir Elçi öldürüldü gündüz vakti. Bir ülkede avukatların durumuna baktığınızda anlayabilirsiniz ülkenin yargı sisteminin nasıl olduğunu. Bazen diyorum ki; ben bunu taşa anlatsam taşta iz bırakırdım. Yargı sistemi bu kadar çürümemeli. Yargı sistemi bu kadar bir yerlere ait olmamalı. Bir avukata dönüp; “Sen niye onun avukatlığını yapıyorsun?” diyen avukatlar da aynı şeyi yapıyorlar. Baroyu siyasetin merkezi olarak koşullandıranlar da aynı hatayı yapıyorlar. Yaşananlar hep vardı ama devleti kutsamaktan devletin kurumlarını kutsamaktan yapılanlar ile yüzleşmekten kaçmaktan hukuku yerle bir ettik, yargı yoktu son 7 yıldır yaşananlara bu iktidar da katkısını fazlasıyla sundu.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Her gün hukuksuzluklar, çifte standartları gören bir insanın dolu olmaması mümkün değil. Peki spesifik örneklere girecek olursak; sizin vicdanınızı sızlatan, çok üzen yargı örnekleri ile vurgular yapmak ister misiniz?

Çiğdem Koç: O kadar çok ki; mesela sedye ile cezaevine götürülen beyefendinin durumu, hamile olduğu halde tutuklanan ve bebeği tehlikede olan kadın bütün hikayenin içinde hapislerden salıverilenleri de gördük. insan bunları görünce canı yanıyor. O bebeğe bir şey olsa kim verebilir bunun hesabını. Sedye ile bir insanın cezaevine götürüldüğü bir yerde hiçbirimiz güvencede olamayız. Kendi müvekkillerim ile ilgili derdim var. Adnan Oktar, Baransu dosyasında yapılan hukuksuzluklar, Selçuk Kozağaçlı ÇHD’li dostlarıma, Demirtaş’a, Kavala’ya, Can Atalay’a saymakla bitmez. Bunlar toplumda bilinen işler. Herkes Demirtaş’tan Kavala’dan bahsediyor ama Adnan Oktar’a dokunduğun zaman kimse doğru mu yalan mı olduğunu sorgulamıyor. Baransu gazeteci. Yaptığı bir habere yalan diyememiş kimse toplum için yaptığı bir haber nedeniyle ve yalan, iftira ile kumpas ile cezaevinde yıllardır. Annesi babası tutuklu çocuklar var. Prof. Özgür Demirtaş paylaşım yapmış. 16 yaşında bir çocuk heykele sprey ile boyamış çocuğu tutuklamışlar. Tutuklayanlara teşekkür ederim diyor. Ülkenin aydın ismidir, iyi bir ekonomisttir ama Atatürk heykeline boya attı diye 16 yaşında bir çocuğun tutuklanmasını alkışlamayı benim vicdanım kabul etmiyor. Benim müvekkillerim 15-16 yaşında 2015 yılında hendek meselesi sırasında Mardin’de tutuklanan Kadri Sancar, Ferhat Turan ben onları cezaevinde gördüğüm zaman unutamıyorum. Bu çocuklara 22’şer yıl ceza verilmiş ve görmeliydiniz. Korku ile ne yapacağını şaşırmış Kürt çocuklar, Meriç’ten geçerken Meriç sularına kapılıp ölen çocuklar. Buzdolabında buzlukta cesedi bekletilen Cemile. Bunların hepsi hukuksuzluk ile ilgili, cezasızlık ile ilgili bunların hepsi olmayan bir yargı sistemi ile ilgili.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Yargıç ve savcıların tavırları ile karşı karşıyasınız, yerine göre avukatlar azarlanıyor, hakim, savcıların odasına giremiyor, nedir bu hal? Bu statü ile ilgili tavırlar veyahut da bu hakim savcıların yürütmeden yoğun bir şekilde etkilenmeleri nedir?

Çiğdem Koç: Hakimler ve savcılar aynı binada çalışıyorlar. Yan yana oturuyorlar, aynı kurula bağlılar, HSK’ya. Yanlışlık buradan başlıyor. Savcının benden bir avukat olarak, üstünlüğü yok yargılama aşamasında. Savcılar adliyelerde olmamalılar, savcılar ayrı bir yerde çalışmalılar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Cumhuriyet savcısı diyorlar.

Çiğdem Koç: Savcının oturduğu yer problem.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Cumhuriyet savcısı var da cumhuriyet avukatı yok mu? “Ben devletim, devletin savcısıdır.” Gibi anlam var.

Çiğdem Koç:  Savcı devlete bağlı ve devletin iddia makamı. Hakimin savcının coğrafi güvencesi yok. Bu insanlar milyonlar almıyorlar. Severek isteyerek hukuksuzluklara ortak olanlar var. Bu hukuksuzluklara severek alet olanlar var. Nazi döneminde hakim ve savcıların bir kısmı yargılandı bir kısmı görevlerine devam ettiler. Yargılananların tarihine yazılan kitaplara belgesellere bütün hukukçuların bakmasını isterim. Başınıza neyin gelip gelmediğinin önemi yok. Hukukçuların bir araya gelerek bu sorunları yüreklice tartışarak bir şeyler yapmaları lazım. İktidara mensup biri de haksızlığa uğradığında canım yanar. Genç meslektaşlarım; ben bu ağırlıktan kaçmanın yolunu edebiyat ile okumak ile buldum. Herkes kendine bir kaçma yeri bulsun.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:  Adli yıl sorunlarla açıldı, vicdanı sızlayan hukukçular, savunanlar eleştiriyor umarım duyması gerekenler bunu duyar. Programımızın sonuna geldik haftaya Salı günü saat 21.00’da sizlerle birlikte olacağız hepinize hayırlı akşamlar.

Yorumlar