6 Kasım 2023

ÖFG TV’den herkese merhaba, her hafta Salı günü saat 21.00’da sizlere haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile sizlere sunduğumuz programımıza bu akşam da başlıyoruz.

Bu akşam iki önemli konuyu işleyeceğiz, ilk olarak biliyorsunuz yüzbinleri, milyonları ilgilendiren bir konu ve hatta Cumhurbaşkanı’nın Meclis açılışında gündeme getirip defans koyduğu bir mesele; AİHM’in Yüksel Yalçınkaya kararı çok tartışıldı, tartışılıyor, tartışılacak, çok konuşulacak, ne kadar konuşsak azdır çünkü çok önemli bir kesimi ilgilendiriyor ve hatta sadece bu meseleyi değil Türkiye’de irtibat, iltisak denilerek insanların kolayca “terörist” ilan edildiği bu ülkede daha farklı pek çok itham edilen kişiyi  de ilgilendirecek, böyle bir kapıyı açacak bir karar önemli. Bunu Sayın Avukatımız Gizay Dulkadir ile görüşeceğiz.

 İkinci yarıda ise Sincan 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Hüseyin Karaoğlan isimli bir mahpus var ve açlık grevinde. Kamuoyu belki yeterince duymuyor, bir insan canını ortaya koymuş, açlık grevine girmiş durumda bu çok önemli. Geçtiğimiz hafta bugün ben onu ziyaret ettim, daha öncesinde de bize başvurmuştu. Hüseyin Karaoğlan ile görüştüm ve neden açlık grevi yaptığını dinledim. İşte bütün bunların ayrıntısını da kardeşi Sn. Fatma Karaoğlan ve Avukatı Av. Ceren Yılmaz ile konuşacağız.

Öncelikle ilk konuğumuz Av. Gizay Dulkadir ile konuşacağız. Uzun yıllardır AİHM’in Yalçınkaya kararı konusu ile ilgili çok davalarınız, müvekkilleriniz, çok önemli uğraşlarınız ve itirazlarınız oldu bunu biliyoruz ve son 7 yıldır beklenen bir karar, AİHM’den sonunda çıktı. Yüksel Yalçınkaya kararı ismi ile her yerde konuşuluyor, her mahkemede konuşuluyor, yargı organlarında, yasamada konuşuluyor sanırım Cumhurbaşkanlığı makamında da çok konuşuluyor ki Cumhurbaşkanı da Meclis’in açıldığı en önemli günde 1 Ekim’de bu konuyu özellikle dile getirdi ve kendine göre tavır koydu, tüm bunların ortasında önemli bir tartışma var. Bu karar Türkiye’deki yargı kararlarını ne derece etkileyecek? Herkes bize, size, hukukçulara, siyasetçilere soruyor; Yalçınkaya kararı alındı Cumhurbaşkanı’nın bir tavrı ve biliyoruz ki Erdoğan yargı üzerinde önemli bir şekilde söz sahibi, istediği şekilde yönlendiriyor, yargı bağımsızlığı hak getire ülkemizde maalesef böyle bir ortamda ne olacak sorusu çok önemli bir şekilde gündemde. Sözü size bırakıyoruz. Önemli başlıklar ile izleyenlerimizi aydınlatmanızı istiyoruz çünkü bu konuda hala çok soru geliyor. Her gün bana sorular geliyor, size de mutlaka geliyordur. İnsanlar bekliyor, kafaları karışık, ne yapacaklarını bilemiyorlar.

Gizay Dulkadir: Öncelikle şunu mutlaka eklemek isterim; Yüksel Yalçınkaya kararının çıkmasında ya da 15 Temmuz’dan sonra yapılan bu hukuksuz yargılamaların aslında duyurulmasında sizin de çok önemli bir payınız var o yüzden Yüksel Yalçınkaya kararı aslında en basit tanımı ile savunmanın ve hak savunucularının bir zaferidir. 15 Temmuz’dan sonra gerek Bylock özelinde olsun gerekse de o soruşturma makamlarının “kriter” adı altında bize söylediği liste tipi yargılamaların neredeyse tamamı bakımından olsun çok ciddi bir hukuksuzluk süreci yaşandı ve yüzbinlerce insan da bu süreçten etkilendi. Bununla birlikte bu sürecin yaşanması aslında cemaat dediğimiz yargılamaların bir silahlı terör örgütü üyeliği kapsamında yapılıyor olması ve oraya bunun yansıması. Türkiye’deki tüm terör yargılamalarını etkiledi ve gelinen aşamada herkes çok kolay bir biçimde “terörist” ilan edilebilir ve buna da bir mahkeme kararı uydurulabilir hale geldi. Biz savunma olarak en başından beri buna itiraz ediyoruz, en başından beri aslında bunların hukuksuz olduğunu bu insanların suç işleme kastı olmadığını ve yargılama konusu eylemlerin aslında suç olmadığını söylüyoruz. Tüm bu mücadelenin sonunda AİHM Büyük Dairesi’nin vermiş olduğu Yüksel Yalçınkaya kararı ile birlikte aslında bizim haklı olduğumuz tescillenmiş oldu. Tescillenmiş oldu çünkü bizim hukuk sistemimizde alınabilecek en yüksek mahkemeden gereken karar alındı. Alınabilecek en kesin karar da alındı. Artık hiçbir itiraz yolu olmayan ve Türkiye’nin öyle ya da böyle uymak zorunda olduğu bir karar alındı. Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları var, evvelinde Adalet Bakanı’nın açıklamaları vardı, tüm bunları bekliyorduk. Şöyle bir gerçek var ki; 15 Temmuz sonrası yargılamaların savcısı iktidardır. Bu iddianameleri hazırlayanlar, sözde kriterlerini belirleyenler, hatta o absürt zaman skalasını, 17-25 Aralık skalasını belirleyenler ve hatta soruşturma makamlarının bahsettiği Fetö PDY isimli örgüte ismini verenler, “Örgüt bu isimle anılmalıdır.” Diyenler siyasi iktidarın kendisidir. Dolayısıyla onlar ne yazık ki bu soruşturmaların savcısı pozisyonundaydılar, bizler ise savunma pozisyonundaydık. Gelinen aşamada AİHM kararına karşılık iddialarını savunuyorlar ama bunun bir sonu yok. Bu direniş iç siyasete yönelik bir direniş, bir süre devam edecektir ki bunun birkaç ay olmasını öngörüyorum akabinde bu direniş kırılacaktır, kırılmak zorundadır çünkü Türkiye geldiğimiz aşamada hukuktan ne kadar uzaklaşmış olursa olsun, ekonomik bakımdan ne kadar çöküntü yaşıyor olursa olsun ki bu hukuktan uzaklaşmanın doğal bir sonucudur. En nihayetinde bizim ülkemiz okyanusun ortasındaki bir ada devleti değildir, dünyadan, Avrupa’dan ya da medeni toplumdan kafasına göre kopup gidemez dolayısıyla böyle bir AİHM kararını uygulamamak, AİHM’in önüne karar da belirtildiği gibi yüzbinlerce dosya gönderip hak ihlali kararı almayı göze almak Türkiye’nin yapabileceği türden bir şey değil. Peki biz ne yapmalıyız? Aslında burada savunma, hak savunucuları, bu sürecin mağdurları ne yapmalı? Bu sürecin olabildiğince kısalması için ısrarlı taleplerine devam etmeliler. Bu karar verildiği gün itibariyle o günden bugüne kadar hala yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurmamış insanlar olduğunu biliyoruz. Hala dosyasına bir beyanda bulunmamış ya da en azından bunu bir formülize etmemiş insanlar olduğunu biliyoruz. Yürüyen yargılamalar bakımından bir beyanda bulunmak noktasında bunlar aşama aşama bulunulur, duruşmada bulunulur ama bu yargılamanın yenilenmesi meselesi çok önemli. Hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı olan, bu kapsamda hala cezaevinde olan ya da cezasını tamamlayıp çıkmış olan insanlar mutlaka ve mutlaka yargılamanın yenilenmesini talep etmelidir. Burada sürecin şöyle olacağını öngörüyoruz; yargılamanın yenilenmesi talepleri yurttaşlarımızın ilk yargılandıkları, yerel mahkeme dediğimiz o mahkemelere yapılıyor. O mahkemelerden olumsuz bir cevap gelmesi halinde bir sonraki numaralı mahkemeye bir itiraz yapılıyor oradan olumsuz bir cevap gelmesi halinde bu talebe ilişkin ret kararı kesinleşmiş oluyor ve size Anayasa Mahkemesi yolu açılıyor. Burada aslında AİHM’in de söylediği oydu kararda, içtihat hak değişikliği yapılması lazım yüksek yargıda ve bu sorunun artık sistematik bir hale gelmiş hak ihlali meselesinin Türkiye’de çözülmesi lazım. Kararda da bu şekilde yazılıyordu. Bunun yolu da Anayasa Mahkemesi’nin veya Yargıtay’ın içtihat hak değişikliğine gitmesidir. Geçenlerde bir yayına çıktım Sevgili Öteki ekibi ile birlikte, o yayına gelen yorumlardan biri çok hoşuma gitti dedi ki: “Eğer Yüksel Yalçınkaya evinde oturup dua etseydi bunların hiçbiri konuşulmayacaktı.” Çok doğru bir şey, elbette ki inanmak, inançlı olmak, dileklerde bulunmak, temenni de bulunmak, dua da bulunmak bunlar çok önemli ama harekete geçmemiz ve mücadele etmemiz lazım. Maalesef ki aslında bizim haklarımız, Anayasa ile ve yıllar yıllar evvel tarafı olduğumuz AİHS ile koruma altında ama sözde koruma altında. Ne yazık ki biz bu hakların peşine düşmediğimiz müddetçe, biz hak ihlaline uğrayan insanlar için mücadele vermediğimiz müddetçe bu haklar fiiller yokmuş gibi davranılıyor. Dolayısıyla bizim bunun için bir mücadele vermemiz gerekiyor. Bu insanlar 15 Temmuz’dan bugüne kadar takribi 7-8 yıl geçti, oldukça yoruldular yıprandılar manevi, fiziksel, sağlık, ekonomik olarak inanılmaz bir yıpranma süreci geçirdiler. Özellikle kamu görevinden ihraçlar ile birlikte elbette bu insanların tüm hayatı dağıldı, bambaşka bir hayata güvencesiz, fişlenmiş bir hayata mahkum edildiler ama gelinen aşamada artık sonun başlangıcındayız. Böyle bir noktada mücadeleyi bırakmak ya da mücadeleyi devretmek birçok insanda gördüğümüz bir şey bu. “Birileri yapar zaten, bakalım duruma göre.” Şeklinde mücadeleyi devretmek, tevdi etmek gibi bir yaklaşım sergilemek doğru değil. Artık bu insanlar haklılar ve bu haklılığı birilerinin yüzüne vurmak zorundalar, “Ben haklıydım boşu boşuna yargılandım, boşu boşuna tutuklu kaldım, boşu boşuna bir silahlı terör örgütü üyesi ilan edildim.” İlan edildim diyorum çünkü bu insanlarımızın çok büyük bir kısmı KHK’lar ile ihraç edildi ve oralarda isimleri, sicil numaraları bazen T.C. Kimlik Numaraları açıkça yayınladı, gerçek anladığımız manada bir silahlı terör örgütü üyesi ilan edilme hali yaşadılar tüm toplum nazarında ve şu an hala biz bu listelere kolaylıkla ulaşabilir durumdayız çünkü bu listeler internette yayınlandı, tüm bunların haksız hukuksuz dayanaksız olduğu gerçeği ortaya çıkmışken bu insanların kalan son enerjileri, gücü ile bunu birilerinin yüzüne vurmaları gerekiyor. Öncelikle bu haksız hukuksuz kararları veren mahkemelerin yüzüne vuracaklar bunu, başvuruları ile ısrarlı talepleri ile onların yüzüne vuracaklar. İkinci tahlilde; bizim böyle bir karar çıktığını ve aslında yargılamaların tam manası ile çöktüğünü gördüğümüz, duyduğumuz, karşılaştığımız herkese söylüyor ve anlatabiliyor olmamız lazım.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Gizay Hanım siz gözlemliyorsunuzdur, şu anda mağdurlardan % kaçı mahkemelere başvurdu?

Gizay Dulkadir: Oran vermem çok mümkün değil ama şunu görüyorum; halihazırda özellikle yargılamanın yenilenmesi talebi ile infazı devam eden, tutukluluk, hükümlülük hali devam eden cezaevinde olan insanların aileleri çok daha acele davranıyorlar çünkü orada bir hükümlülük hali var ancak cezasını, infazını bitirmiş olanlar bakımından biraz daha yavaş davranma hali var. Dosyalara beyan sunmak bakımından zaten bunlar aşama aşama sunuluyor. İlk aşamada istinafa yerel mahkeme ya da Yargıtay’a sunuluyor aslında daha hızlı çözüm yargılamanın yenilenmesi talebi yapıp Anayasa Mahkemesi’ni sıkıştırmak. Mahkemeler de biraz yavaş karar verme eğilimindeler. Onlar da ellerini yavaş tutuyorlar ama bizim Anayasa Mahkemesi’nin kilitlenmesi gerekiyor dediğimiz o noktaya henüz gelemedik. Bir Anayasa Mahkemesi başvurusu yapmak kolay değil, beyan hazırlamak gibi değil ama bu konuda herkes ısrarcı olursa takribi 2-2.5 ay sonra o Anayasa Mahkemesi’nin başvurular ile kilitlenip mecburen hukuka dönmek zorunda kalacağı kararı verme noktasına erişebiliriz dolayısıyla şu an herkesin başvurularını yapması lazım, infazı tamamlananlar bakımından lütfen başvurularını yapsınlar, süreci işletsinler.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Siz iktidardakilerin bu söylemlerine bakmayın, yoğun bir şekilde anayasa 90’daki hakkımız olan bu karar için mahkemelere başvurun diyorsunuz. Anayasa Mahkemesi Başkanı’na AİHM kararı soruldu, müspet bir cevap vermedi. Bu tavır için ne dersiniz?

Gizay Dulkadir:Anayasa Mahkemesi Başkanı: “Karara katılmıyoruz.” gibi bir şey söyledi. Bir insan nasıl AİHM’den karar alır? Anayasa Mahkemesi hakkınızda bir hak ihlali olmadığına karar verirse karar alırsınız dolayısıyla zaten onlar AİHM’in vermiş olduğu kararı vermedikleri için AİHM Büyük Dairesi Yüksel Yalçınkaya kararını verdi. Aslında ben bunu çok önemsemiyorum, mesele bir hususta gelmişti Bylcok kullanma, Bank Asya’ya para yatırmak ya da sendika üyeliği vs. hususlarındaki görüşünü bildirmesi ise Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı’nın ya da üyelerinin, biz bu görüşü zaten biliyorduk çünkü bize geliyordu o ret kararları. Dolayısıyla biz onların bu eylemlerinin bir silahlı terör örgütü üyeliğine karşılık geldiği yönündeki muhteşem hukuki bakış açılarını zaten biliyorduk. Burada şaşırtıcı olan bir şey yok, burada mesele şu; bir AİHM kararı var, katılırsınız, katılmazsınız, beğenirsiniz, beğenmezsiniz bunu uygulamak zorundasınız. Buradaki tartışma artık esasa ilişkin bir tartışma değil. Dosyalarda iki tip tartışma vardır; birincisi usule ilişkin tartışmalardır, ikincisi esasa ilişkin. Dosyanın içeriği eylemin atılı suça vücut verip vermeyeceği gibi esas ilişkin tartışmalar. Bu tartışmayı Anayasa Mahkemesi yaptı dedi ki: “Bunlar silahlı terör örgütü üyeliğine delildir.” Dedi dolayısıyla Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bu konuda merak edilen bir görüşü yok özü itibariyle. Zaten onun görüşünü biz biliyorduk. Burada artık usule ilişkin tartışma var, siz bu kararı almak zorundasınız, Anayasa 90 çok açık, Anayasa Mahkemesi’nin iç tüzüğündeki maddeler çok açık ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki içtihatları çok açık. Geçmiş dönemde vermiş olduğu kararları çok açık. İbrahim Er kararında da dediği gibi “Benzer durumdaki herkes bakımından lehe kararlar uygulanır.” Uygulanmak zorunda çünkü Anayasa Mahkemesi ya da AİHM gibi mahkemelerin varlık nedeni insanların temel hak ve hürriyetlerini korumaktır. Buralar yüksek temyiz mercii değildir dolayısıyla buralardan çıkan kararlara herkes tek tek gitsin karar alsın gözüyle bakılmaz, buradan çıkan kararlar ülkelerde gerekirse mevzuat değişikliğine gerekirse içtihat değişikliğine gitmelidir ki insanların temel hak ve hürriyetleri korunabilsin. Kaldı ki artık burada bence böyle bir tartışma yapacak bir durum da yok çünkü dediğim gibi biz AİHS’ye taraf bir ülkeyiz ve mahkemede de bir hakim temsilcisi olan bir ülkeyiz ve kararda diyor ki: “İçtihadınızı değiştirin.” Artık Türkiye’nin buna uymama şansı yok. Hatta kararda başka şeyler de söylüyor, diyor ki: “Tüm terör mevzuatınızı, teröre bakış açınızı değiştirin.” Diyor. Bunu daha önce Selahattin Demirtaş kararında da söylemişti aslında AİHM ve demişti ki o kararda o gün: “Bizim önümüzde Türkiye’den gelen on binlerce başvuru var. Bunların ekseriyeti silahlı terör örgütü üyeliği kapsamında geliyor ve biz bu başvurulara baktığımızda bu insanların hiçbir silahlı eylemleri olmamasına rağmen silahlı terör örgütü üyeliğinden yargılandığını görüyoruz. Bu çok büyük bir sorundur.” Demişti! Aslında Türkiye o gün o noktada akıllı davransaydı, burada bahsedilen başvuruların önemli bir kısmının 15 Temmuz sonrası cemaat konulu yargılamalara ilişkin olduğunu biliyordu o gün itibariyle hem Demirtaş kararını uygulardı hem de buradaki içtihatlarında değişiklik yapma yoluna giderdi. Ne yazık ki böyle davranmadılar, son ana kadar 7. Madde ihlali gibi ağır bir ihlal kararının gelmesini beklediler ve maalesef ki Türkiye hukuk tarihine geçecek bir kararın verilmesine neden oldular. Artık bu noktadan sonra direnmenin hiç kimseye bir faydası olmadığı kanaatindeyim. Bu arada ürkekte olsa karara yönelik bazı uygulama eylemleri var. Öyle ki bazı yerel mahkemeler artık Bylock kullanım iddiası bakımından beraat kararları vermeye başladılar. Neden ürkek diyorum? Kararlara baktığımızda asla AİHM kararından hiç bahsetmiyorlar. Hiçbir şekilde kararın künyesini vermiyorlar ama aslında o karardaki esaslara göre beraat kararları veriyorlar. Olsun, elbette ben hakimlerin cesur olmasını isterim bir avukat olarak ama yine de demek ki böyle bir iradeleri var. En azından bir AİHM kararı varsa uygulamalıyız yönünde bir irade ortaya koymuşlar ve bunu kendilerince bir şekilde uygulamaya çalışıyorlar. Yavaş yavaş aslında bu inat noktasındaki çözülme başladı ve başlamakta zorunda. Bilmiyorum bu yayınları hakim savcılar izler mi? Savcılar kesin izliyordur ama hakimler izler mi bilmiyorum ama şunu söylemek lazım; günün sonunda herkes altına imza attığı şeyden sorumludur. Günün sonunda “Vay efendim Cumhurbaşkanı böyle dedi, Adalet Bakanı bunu dedi. Anayasa Mahkemesi bunu dedi.” Değil günün sonunda siz bir hakim olarak AİHM kararını uygulamazsanız bundan sorumlu olursunuz yarın ve bu söylediğimiz şeylerin hiçbiri kabul edilebilir bir izahat olamaz çünkü tüm hakimler bir AİHM kararının uygulanmasını biliyorlar. Aldıkları eğitim bu konuda yeterli dolayısıyla altına imza attıkları her şeyden de sorumlular. Siyasi iktidarın hırslarına kendi hukukçu kimliklerini ve kariyerlerini lütfen heba etmesinler.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Burada büyük bir vebal de gündeme geliyor. Biz az sonra ikinci bölümde S ve Y Tipi Cezaevlerindeki ağır tecritleri konuşacağız. Geçtiğimiz gün Sincan 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi ve diğer Sincan’daki pek çok cezaevini ziyaret ettiğimde çok üzücü tablolar gördüm. Mahpuslardan ikisi, karı kocaydı Zehra ve Mesut Bukan çifti, Bank Asya, Bylock gibi ithamlardan dolayı uzun yıllardır hapisteydiler ve iki çocuklarını doğru düzgün görebilmiş durumda değildi baba. Çocuklar babayı gördükleri zaman amca demişlerdi, bunun gibi böyle büyük dramlar yaşanıyor cezaevlerinde. Bir de bakıyorsunuz ki aslında tahliyesi gelmiş bu kişilerin mesela görüştüğüm Mesut Bukan 18 aydır denetimli serbestliği ve şartlı tahliyesi verilmeyen bir kişi. Düşünün böyle bir aile dramı yaşamanıza rağmen 18 aydır hiçbir disiplin cezası olmadığı halde soyut gerekçelerle tahliye edilmiyorsunuz ve üzerine 1 No’lu Yüksek Güvenlikli cezaevinin çok ağır şartlarında 3 katlı zindan gibi bir yerin 1. Katında günde 15-20 dakika ancak koğuşun içinin güneş gördüğü bir yerde yöneticilerin kaprisleri yüzünden bir de 18 ay fazladan yatıyorsunuz, bir aile dramı yaşanıyor. Bu kişiler bu çileleri çekiyor ancak bir de bakıyorsunuz ki bu yargılandıkları hapse mahkum edildikleri konular AİHM tarafından kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi çerçevesinde 7. Madde çerçevesinde boşa çıkarılmış durumda. Bu uçurumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada yargının bu olumsuz tavrı, yargıçların yürütmeden çekinmesi, korkması, karşılığında neler oluyor? Neler görüyorsunuz şahsi deneyimlerinizden müvekkillerinizden mutlaka görüyorsunuz. Buradaki hatırlatmalarınız neler olacak?

Gizay Dulkadir: 7. Maddeden ihlal kararı almak, bu memlekette hukuk okuyan herkesin canını yakan bir şey olması lazım. 7. Madde “Kanunsuz ceza olmaz ilkesi” sizin çok basit bir şekilde bir kabile devletinden farklı bir devlet olduğunuz, dünyada adı sanı bilinen uluslararası organizasyonları davet edilmeye değer görülen, okyanusun ortasındaki bir ada veya kabile devleti değil, normal bir devlet olmanızın bir gereğidir kanunsuz ceza olmaz ilkesi! Sizin kanununuzda hangi eylemin suç olacağının belli ve öngörülebilir olmasıdır. Kanunsuz ceza olmaz ilkesinden hak ihlali kararı alıyorsunuz ve kararda diyor ki: “Biz bu kararı veriyoruz, sizin ülkenizdeki ihlal sistematik bir hale gelmiş. Sen bunu 1-2 kişiye yapmamışsın, on binlerce, yüzbinlerce insana 7. Madde bakımından ihlal yapmışsın.” Diyor, bu ülkede hukuk fakültesi okuyan, bitiren herkesin çok canını sıkması gereken bir şey ama en çok da kararlara imza atan hakimlerin canını sıkması gereken bir şey. Artık bu noktada mesleki gururun, korkunun önüne geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Sizin verdiğiniz karar 7. Madde ihlaline neden oluyorsa artık iktidar korkusu değil de mesleki gururunuz, bir noktada daha ne çıkmalı ve hakimler bakımından şunu düşünmelerini istiyorum; bu karara 1-2 hakim imza atmadı! Yüz binlerce insan, binlerce hakim, savcı tarafından yargılandı. Dolayısıyla hepimiz hukuka dönme yönünde bir eğilim gösterirseniz size bir şeyler yapamazlar çünkü binlerce kişi durumundasınız ama birinizin cesaret göstermesini beklerseniz iktidar o hakim, savcıya zarar verebilir. Dolayısıyla herkes doğru olanı yaparsa bir arada durursanız hiçbir şey olmaz diye düşünüyorum. Artık bu işin otokontrol noktası haline geldiğine inanıyorum. Çok ciddi bir iktidar baskısı var yargının üzerinde, bilhassa bu siyasi suçlar bakımından ama biraz hakim, savcılar da çoğu zaman otokontrol ile hareket ediyorlar. Verilen bazı kararlar; anne baba tutuklu, hükümlülük yok, tutuklu, çocuk hasta tahliye edilmiyor anne. Sen o anneyi tahliye etsen, kimsenin umurunda olmayacak aslında ya da kimse o anne için özel bir talimat vermiş değil kendi halinde iktidar için hiçbir önemi olmayan sıradan insanlar. Mesela Osman Kavala değil bu insanlar ama öyle bir otokontrol geliştirmişler ki o noktada bile tahliye kararı vermekte direniyorlar. Artık bunu yapmayın! Bu artık bir kendinizi korku imparatorluğuna hapsetmektir. Yan mahkemeye gitse belki o hakim tahliye edecek kimse de dönüp sorup bakmayacak bile. Böyle bir noktaya geldi yargıçlar ve dediğim gibi mesleki onurun artık korkunun önüne geçmesi gereken bir noktadayız. AİHM kararındaki Kayseri A.C.M. de verilmiş bir karar üzerine yapılmış başvuru. İlk yerel mahkemedeki hakimleri merak ediyorum. Ne düşündüler acaba okurken bu kararı? Ne hissettiler? Artık bu mesleki onurun korkunun önüne geçmesi gerektiğini düşünüyorum ve bu noktada da insanların ısrarcı olması gerektiğini düşünüyorum, talep ve başvurularında.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Çok teşekkür ederiz, biz özetle tüm mağdurların yoğun bir şekilde başvurması gerektiğini anlıyoruz, görüyoruz. Bu ortamlarda esen karamsarlık, kötümserlik duygusunu yıkıyor, kırıyor Gizay Hanım ve gayet olumlu iyimser cümleler sarf ediyor. Tabii ki şu gerçek; bu zulmü 7 yıldır yapanlar bu zulme karşı çıkan bir karardan hoşlanmayacak ve naralar atacaklar, tehditler savuracaklar ve bu kararı tanımadığını ilan edecekler çok garip bir durum değil. Erdoğan’ın da “kabul ettim” demesini çok beklemiyordum fakat bir dünya var, bir hukuk düzeni var en azından böyle olduğunu iddia ediyorsunuz ve dünyada bir arayış içindesiniz. İnsan hakları açısından Türkiye’nin felaket durumda olduğunu görüyoruz ve AİHM kararı karşısında neler olabileceğini anlıyoruz ve görüyoruz. Av. Gizay Dulkadir’e çok teşekkür ediyoruz.

Gizay Dulkadir: Tüm mücadelelerinize öncü olduğunuz için teşekkür ediyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Katıldığınız için teşekkür ederiz. Değerli izleyenler 2. Konumuz ve konuğumuza geçelim. Az evvel bahsetmiştim, Türkiye cezaevlerinde yoğun bir tecrit var, artarak devam ediyor ve bu bilerek ve bilinçli bir şekilde yapılan bir tecrit, bir dayatma, biliyorsunuz F Tipleri vardı, onlara karşı bir direniş sergilendi ve ardından bu da yetmedi S Tipleri, Y Tipleri, alfabenin her harfini kullanan şekilde yeni cezaevleri yapıldı ve tecrit arttırıldı insanlar çok kötü yerlerde tutuluyor. Ben S, T, E, F, Y tiplerinde mahpusları ziyaret ediyorum, görüyorum koşullar oldukça kötü ama S ve Y Tipi cezaevlerinde çok daha kötü ve hatta bu cezaevlerine ağırlaştırılmış müebbet mahpusu olmayan mahpuslar da getiriliyor, bilinçli bir şekilde cezalandırılıyor. Oralarda tutuluyor, bu cezaevlerini eğer görecek olursanız dehşete düşeceksiniz çünkü tamamen gayri insani, insan haklarına tamamen aykırı, tecrit mantığına dayalı kişiliksizleştirmek, gayri insanileştirmek, robotlaştırmak, ruhsuzlaştırmak, bitirmek üzere kurulmuş olan cezaevleri. Oralarda insanlar yaşıyorsa bir umudu olduğu için yaşıyor, direniyor, “Bir gün buradan çıkarım bana bu dayattıkları karşısında boyun eğmeyim ve ruhen ve fiziken ölmeyeyim.” Diyor, kimi mahpusta “Buradaki şartları kabul edersem belki fiziken yaşayabilirim ama ruhen ölürüm.” Diyor işte onlardan birisi, bana bu cümleyi kuranlardan birisi; Hüseyin Karaoğlan ile geçtiğimiz hafta Sincan 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde görüştüm. Kendisi 13 yıl hapis cezası ile mahpus ve sürüldüğü Sincan 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki şartlara karşı bir açlık grevinde. 58. Gününde, sonuna kadar devam edeceğini söylüyor, bu durumda son derece önemli bir durum çünkü bir insan ölüme doğru Allah korusun gideceğini söylüyor ve bu şartları kesinlikle kabul etmeyeceğini söylüyor. Çok önemli bir kriz var aslında. Sözü çok uzatmayalım, biz bu konuda bize daha ayrıntılı bilgi verecek olan kız kardeşi Sn. Fatma Karaoğlan ile görüşelim ardından avukatı ile görüşeceğiz. Geçtiğimiz hafta pazartesi günü Hüseyin Karaoğlan’ı ziyaret ettim. Kendisini dinledim ve neden bir açlık grevinde olduğunu da bana anlattı. Biz daha özgür bir ortamda tüm kamuoyuna Hüseyin Karaoğlan’ın sesi olmanız için sizi programımıza aldık. O zindanlardan yükseltemediği sesini siz Fatma Karaoğlan kardeşi olarak buyurun yükseltin.

Fatma Karaoğlan: Daha önce de Meclis’te gündeme getirmiştiniz, yazdığı mektubu okumuştunuz, sesimizi duyuramıyoruz neredeyse bir tek sahip çıkan siz oldunuz, bu anlamda teşekkür ederiz emeğinize. Hüseyin şu anda bugün 58. Gününde açlık grevinin. Hüseyin Mart ayından bu yana 8 aydır tek kişilik bir hücrede kalıyor, çok ağır koşullarda artık tecrit işkencesi altında tutulduğu için yapacak hiçbir şey kalmadığı noktada açlık grevine başladı. Öncesinde dilekçeler verdi, başvurular yaptık, avukat yaptı ama hiçbir dönüş olmadı, cevap alamadık sorun çözülmedi. İlk görüşe gittiğimizde tüylerimiz diken diken oldu biz 20 yılı aşkın hapishanelere gideriz ama ilk defa böyle bir ortam ile karşılaştık. Görüş yerinde 1 saat duramıyorum, nefes alamıyorum o insan aylarca, yıllarca nasıl kalacak? Bulunduğu koşullar; 2 kolunu açtığında ya ranzaya ya duvara çarptığını söylüyor, hareket alanı yok, güneş görmüyor, adım atamıyor. Çamaşır kurutamıyor, çamaşır asacak yeri yok, hava girmiyor hücreye, konuşacak biri yok yanında, sesini duyurabilecek kimse yok. O koşullarda yapacağı açlık grevi vardı, açlık grevi ile zaten zamana yayıp “Beni yaşayan ölü haline getirmek istiyorlar ben de onların isteğini kabul etmeyeceğim, bu koşullarda belki fiziken yıllara yayılacaktı ama ölüm şeklimi kendim belirleyip ya taleplerim kabul edilir ya da sonu ölüm de olsa açlık grevini devam ettireceğim.” Diyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bu direnişine karşı cezaevi ve bakanlığın tavrı nedir? Neden şu ana kadar herhangi bir adım atılmadı? Sincan 2 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde de Nedim Öztürk bir açlık grevindeydi ve onunla ilgili bir adım atıldı, oldukça zayıflamış ve bitkin halde ben onu görmüştüm ve daha sonra bakanlık yapması gerekeni yaptı ve onu o cezaevinden başka bir cezaevine nakletti. Peki Hüseyin Karaoğlan için neden böyle bir adım atılmıyor?

Fatma Karaoğlan: Hüseyin’in talepleri çok kabul edilemeyecek, kanun dışı yasa dışı bir talepleri yok. Talepleri çok insani ve kabul edilebilir aslında. Aynı kampüsün içinde F, 2 No’lu var, kendi arkadaşlarının yanına gitmek istiyor, disiplin cezaları durdurulsun, uygulanmasın diyor çünkü Hüseyin’in aslında şu anda hükümlü değil ama infazı yandı, içerideki disiplin cezaları var, Edirne’den ve daha önceki hapishanelerden aldığı disiplin cezaları uygulanmaya geçiyor. 11 gün, 11 gün hücre cezası veriliyor. Demek ki bulunduğu koşullar hücredeki hücre cezası verildiğinde bile başka bir hücreye götürülmüyor kendi bulunduğu yerde sadece televizyonu alıyorlar, “Sen kal burada hücre cezanı çek.” diyorlar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Fatma Hanım bu dediğiniz ilginç, çarpıcı. Neden? Çünkü ben cezaevi müdürleri ile görüştüğüm zaman niye bu kadar ağır şartlarda hücrede tutuyorsunuz bu mahpusları dediğim zaman bana “Orası hücre değil ki? Orası oda, koğuş.” Diye cevap veriyorlar.

Fatma Karaoğlan:Hücre cezası verdiklerinde başka yere götürmüyorlar, adı hücre cezası aynı yerde kalıyor bu bir hücre, kendi uygulamaları öyle. Hapishane idaresi ile görüşüyoruz diyorlar ki: “Buradaki bütün odalar tek kişilik.” Hücre cezasını orada çektiği için hücredir aslında hücre demiyorlar ama hücre. “Bütün odalar böyle Hüseyin için yapabileceğimiz bir şey yok, Hüseyin’e bireysel kinimiz yok, burada bulunduğu için bu koşullarda kalacak. Adalet Bakanlığı’na başvuru yaparsınız, Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne başvuru yaparsınız sevk kararını onlar veriyor. Oradan çıkıyoruz Adalet Bakanlığı’na gidiyoruz diyoruz ki: “Hapishane idaresi ile görüştük sevk istiyoruz, sevki ile ilgili onlar onay veremiyormuş karar mercii sizmişsiniz ne yapabiliriz?” diyoruz. Adalet Bakanlığı diyor ki: “ Bizim yapabileceğimiz bir şey değil, cezaevine başvurun.” Diyor. Ceza Tevkifevleri’ne gidiyoruz aynı dilekçeyi oraya veriyoruz onlar cevap veriyor: “Bizimle ilgisi yok hapishane idaresi ile görüşün.” Herkes topu birbirine atıyor. Aslında cezaevi idaresi istese sevkini yapabilir, Adalet Bakanı istese sevkini yapabilir, Ceza Tevkifevleri yapabilir kaldı ki Edirne’de kalırken oraya sürgün giderken bize mi sordular Hüseyin’e mi sordular Avukatına mı sordular? Bir gece yarısı apar topar kaldırıp oraya kadar götürebiliyorlarsa oradan da aynı kampüsün içinde, biz İstanbul’da yaşıyoruz Cuma günü görüşü vardı, açlık grevinde merak ediyoruz evde uyuyamıyoruz ama yol uzun, maddi manevi imkanımız yok gidemiyoruz her hafta görüşe ve şu anda meraktayız. Bu Cuma görüşe gideceğiz yaşıyor mu ölü mü bilmiyoruz. Bunu öğrenmek için hapishane idaresini arıyorduk her gün, şöyle bir yöntem geliştirmişler; 1 haftadan sonra tüm ailenin numaralarını engellemişler, farklı bir numaradan arayınca açıyorlar ama ben aradığımda açmıyorlar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Özel bir muamele var ve cevapsızlık var.

Fatma Karaoğlan: Orada açlık grevindeyken 58. Gün, insan 3 gün yemek yemediğinde ne duruma geliyor, 58. Gün! Bizim evde yemek pişmiyor, biz o kaşığı, çorbayı, tabağı masaya koyamıyoruz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hüseyin Bey’in sağlık durumunu siz izleyenlerimize anlatın.

Fatma Karaoğlan: Hüseyin 8 ay öncesine göre kesinlikle yürümesinde sorun var, sohbetinde, konuşmasında o eski heyecanı, eski merakı yok. 6 yıldır tutsak ama 20 yıla yakın tutsaklığı olarak hiçbir dönem böyle olmadı fiziki anlamda değişmiş. Sağlık sorunları başladı, açlık grevine başlayınca hızla kilo verdi. 10 gün şeker verilmemişti, şekeri verilmediği süre içerisinde 10 günde 5-6 kilo verdi. B1 vitamini verilmedi, baskı oluşturunca telefonla arayınca onu vermeye başladılar. Geçen hafta gitmedik, 10 gün önce görüşmüştük, çok zayıflamış, halsiz, üşüyordu. Hava o gün 25 dereceydi, biz kısa kollu tişört giymiştik, o titriyordu, eli buz gibiydi. Hapishane idaresi sürekli rahatsız ediyormuş, gürültü çıkarıyormuş, ışığı yakıyormuş. Gece de gündüz de yapıldığını söyledi. “İlgileniyoruz” havası yaratmak için ışığı yakıyorlarmış, rahatsız ediyorlarmış, uyandırıyorlarmış tekrar uykuya dalamıyormuş. Uykusunu alamayınca dinlenmiş olmuyor, açlık grevinin etkileri daha da hızlı. Yapması gereken ihtiyaçları yapamıyor. 100. Günlerde olabileceği durumda şu anda 58. Günlerde.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Siz de büyük bir stres ile konuyu takip ediyorsunuz ve büyük bir üzüntü yaşıyorsunuz. Siz de neredeyse evde açlık grevindesiniz.

Fatma Karaoğlan: Geçen hafta annem ve ben destek için 3 gün açlık grevi yaptık.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: En azından manevi bir destek olarak böyle bir girişimde bulundunuz.

Fatma Karaoğlan: Annem 78 yaşında, gerekirse “Ben de oğlumla beraber açlık grevi yapacağım. Ya oğlumun talepleri kabul edilir kendi arkadaşlarının yanına gider.” Çok bir şey istemiyor. Nedim Öztürk’te oldu, arkadaşlarının yanına gitti, havalandırması olan bir yere gitti. Havalandırma yok, günün 22.5 saati kuyu gibi bir yerde. Kafasını kaldırdığında gökyüzünü görebiliyor. Yanında insan yok sohbet edebileceği kimse yok. Canlı canlı mezarda şu anda.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Kuyuların dibinden sesler diyoruz oralardan aldığımız mektuplarda, ben de o koğuşları gördüm, çok ağır şartlarda havalandırma olmayan insanların ruhen tahammül edemeyeceği, fiziken hiç uygun olmayan son derece daraltıcı yerler. Fatma Hanım biz şimdilik sizin ile konuşmayı durdurup, avukatınıza geçelim. Avukat Ceren Yılmaz yargısal boyutundan bahsedecek bizlere. Programımızın başından beri hukuk, yargı fiilleri ile ilgili konuları konuşuyoruz ve bu ülkede anlaşılan daha çok konuşacağız bunları çünkü yargıyı kendi boyunduruğunda tutan ve bağımsızlığına izin vermeyen bir yürütme var ve maalesef tüm sorunlar da bundan kaynaklanıyor. İnsanlar adil yargılanmıyor ve cezaevlerinde de zorbalık ile tutulmaya ve açlık grevleri yapmaya adeta zorlanıyor çünkü insanların son haddine kadar tahammüllerini zorlayan bir sistem var ortada. Hüseyin Karaoğlan ve diğer S ve Y tipi cezaevleri çok önemli konular, bu konuları takip eden sizden bilgiler alalım.

Ceren Yılmaz: Öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Hem asaleten uğradığımız hem de vekaleten uğradığımız adaletsizlikler konusunda hep yanımızda oluyorsunuz, bugün de aynı şekilde o yüzden ben de teşekkür etmek istiyorum. Ben hem Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi bir avukat olarak, Derneğin Hapishane Komisyonu aracılığı ile hem baroda hem de mesleki faaliyetlerim nedeniyle çokça hapishanedeki sorunları takip ediyorum. Hüseyin Bey’in de tutulduğu yüksek güvenlikli cezaevleri Y hapishaneleri nasıl bu noktaya geldiğini anlatmak isterim. Bugün ciddi bir karışıklığa yol açıyor şu durum. Örneğin Sincan YGC 1 diye geçen yüksek güvenlikli cezaevi bilinen 2 tip hapishane var Sincan’da, birçok yerde var ama aslında 2016 yılından önce de Türkiye’de yüksek güvenlikli cezaevi olarak geçen hapishaneler vardı. Örneğin Silivri öyledir. Silivri Kapalı Hapishanesi diye geçen birçok toplumda duyulan tutuklu olan kişilerin kaldığı hapishane yüksek güvenlikli olarak bilinir. Van F Tipi Hapishanesi yüksek güvenlikli olarak bilinir ama bu hapishanelerin yapısı F tipi şeklindedir. Yani havalandırması olan 3 kişinin kalabildiği, 2 katlı olan hapishanelerdir. Bu hapishanelerde özel olarak ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerine ayrılan tek kişilik hücreler bulunur. Bu hapishaneler yüksek güvenlikli ama bugün iktidarın yeni hapishane politikası ile aslında Y Tipi olarak tasarlanan, Y Tipi diye bilinen hapishanelerin ismini değiştirerek YGC yaptığını görüyoruz. Bugün Türkiye’de Y Tipi Hapishane olarak yapılan hapishaneler ile son dönemde yapılan yüksek güvenlikli cezaevi olarak YGC olarak kısaltılan hapishanelerin mimarisi birebir aynı. Bu hapishaneler özellikle tek kişilik olarak tasarlanmış, havalandırması olmayan, güneş almayan, genel olarak basında kuyu tipi duyulan hapishaneler ama şöyle bir yanıltmaya gidildiğini görüyoruz. Birçok yerde hem Y Tipinin yapıldığı hem YGC tiplerinin yapıldığı sanki bunlar farklı hapishanelermiş

Yorumlar