14 Eylül 2021

Youtube

Herkese merhaba. ÖFG TV’den herkese iyi akşamlar. Her hafta Salı günü saat 21.00’de haftanın önemli konuları ve bu konularla ilgili konukları ile sizlerle beraber olduğumuz programa başlıyoruz.

Değerli izleyenler bu haftada yine ÖFG TV’de yine çok önemli iki konuğumuz olacak. İlki Ayten Öztürk hanımefendi. İkincisi de Can Candan hocamız Boğaziçi Üniversitesi’nden.

İlk misafirimiz neden konuğumuz? Ayten Öztürk daha öncesinde de adını çok andığımız bir işkence mağduru. Çok vahim ve ağır bir işkenceye uğramış. Gerçekten oldukça önemli anlatımları olan bir hanım ve bu arkadaşımız kaçırıldığını ve bu esnada ağır işkence gördüğünü ifade ediyor. Az sonra kendisiyle ayrıntılı bir şekilde konuşacağız. Bugün de aslında çok önemli bir olay oldu Türkiye’de. Bir kaçırılan insan bulundu. Hüseyin Galip Küçüközyiğit 29 Aralık 2020 günü Ankara’dan Kocaeli’ne; “Yılbaşını sizlerle beraber geçiririz.” Diyerek yola çıktığını söyledikten sonra kendisinden haber alınamadı. Apartman kamera görüntülerinde kendisini izleyen 3 kişi olduğu tespit edildi ve daha sonra 9 aydır kendisinden haber alınamadı. Biz son 5 yıldır kaçırılma, kayıp vakalarıyla çok uğraştık ve 1990’ların beyaz torosların bugünlerde siyah transporterlara döndüğünü, kendisini resmi devlet görevlisi polis olarak tanıtan kişilerce birtakım insanların bazı gerekçelerle kaçırıldığını bir yerde tutulduğunu ve işkence edildiğini gündem ettik. Neden gündem ettik? Çünkü bu insanlar ya serbest kaldıklarında ya cezaevine atıldıklarında ve diğer yollarla kendilerine bu uzun süreler içerisinde işkence yapıldığını mahkemelerde ve diğer şekillerde söylediler. Bu çok önemliydi. Çok çarpıcıydı bir insan hakları aktivisti çok çarpıcıydı bir insan hakları aktivisti olarak bizim hem siyaset öncesi hem siyaset zamanında takip ettiğimiz bir olaydı ve bununla ilgili bugün bahsettiğimiz gibi Hüseyin Galip Küçüközyiğit 29 Aralık’tan beri yoktu. Hiçbir şekilde Ankara’dan Kocaeli’ne yola çıkıyorum dedikten sonra bulunamamıştı ve dün akşam kendisinin annesi Sincan Cezaevi’nden arandı: “Oğlunuz burada.” Dendi. Yakınları onun hayatından ümidini kesmişti. Kaçırıldığını düşünüyorlardı, ulusal ve uluslararası her türlü mekanizmaya başvurmuşlardı hiçbir cevap alamamışlardı. Biz milletvekili olarak İçişleri Bakanlığı’na defalarca soru önergesi vermiştik. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sn. Fuat Oktay’a bu konuyu sormuştuk ve maalesef hiçbir cevap alamamıştık. Devlet insan kaçırma suçu gibi ağır bir suçu işlemez diye Sayın Fuat Oktay bana cevap vermişti ve hiçbir zaman da böyle bir suç işlememiştir demişti. Bu cümleleri beyaz toroslarla birlikte düşünmüştüm ve hiç unutamamıştım. Şu anda da birtakım insanların siyah transporterlara bindirildiğini bazı ele geçirilen kamera görüntüleri ki o görüntüler çoğunlukla bir şekilde yok ediliyor, imha ediliyor. Yok edilemeyen görüntülerinde, işyeri kameralarında bazı insanların derdest edilip siyah transporterlara bindirilip uzaklaştırıldğı ve hiçbir MOBESE kamerasının bu kişileri bulamadığını! Gördük. Hiçbir şekilde ulusal mekanizmalar harekete geçmedi, savcılar işlerini yapmadı. Birleşmiş Milletler ve AİHM maalesef ki Adalet Bakanlığı’na sorduğu sorulardan cevap alamıyor. Uzun bir safahatin öyküsü bu. Ben bu konularda çok şeyler anlatabilirim ama bugün söz mağdur olduğunu söyleyenlerden birisinde. Ayten Öztürk bugün konuğumuz. Ayten hanım hoşgeldiniz.

Ayten Öztürk:Hoşbulduk.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Ayten Öztürk’ün ismini yıllardır anıyorum çünkü Ayten Öztürk çıkarıldığı bir mahkemede çok önemli, çok çarpıcı ifadelerde, iddialarda bulunmuştu ve 6 ay boyunca kaçırıldığını, kendisine korkunç işkenceler yapıldığını belirmtişti mahkemede ve bu basına da yansımıştı ve biz bu konuyu Meclis’te de gündem etmiştik ve medyada da gündem etmiştik. Soru önergelerimiz ve diğer yetkililere bu konuları defalarca sormuştuk. Diğer siyasetçiler de, partimiz de gündem etmişti fakat ciddi bir açıklama görememiştik. Ayten Öztürk ilk önce kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Ayten Öztürk: Ben Devrimci Sosyalist düşüncelere sahip bir insanım. Uzun yıllardır hapiste yatmışlığım var. Defalarca gözaltına alınıp işkencelerden geçirilen bir insanım geçmişte. Süren davalar oldu hakkımda. Haksız yere açılan ve süren davalar. Yakınlarından bu sistemden dolayı kaybettiğim insanlar var. Tüm bunlardan dolayı uzun senelerdir yurtdışında yaşıyordum ve yurtdışındayken bu kaçırılma olayı yaşandı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Biz size başınıza gelen bu olayları anlatmanızı isteyeceğiz. Neler yaşadınız? Çok önemli iddialarınız var, anlatımlarınız var. Biz hep bunları mahkemeden medyaya yansyıan haberlerde izledik, şu anda canlı bir şekilde karşımızdasınız ve biz sizin bu ifadelerinizi çok çok önemli bulmuştuk. İzleyenlerimiz de merakla bekliyor. Ne oldu en baştan sonrasını anlatın. Söz sizde Ayten Hanım.

Ayten Öztürk:  Yaşadıklarım 2018’de başlıyor. 2018 yılından bugüne kadar süren bir süreç. 2018’de ben Lübnan Havaalanı’ndan bir Avrupa ülkesine geçmek isterken pasaport sorunu yüzünden gözaltına alındım ve 6 gün Lübnan’da gözaltında kaldım. Orada gözaltı sırasında pasaport sorunu denilip serbest bırakılacağını düşündüm ancak öyle olmadı, 6. Günde Türk Elçiliğinden birisi geldi beni gördü, ardından Lübnan yetkilileri ile bir anlaşma olduğunu tahmin ediyorum çünkü aynı akşam benim gözlerimi kapatıp, ellerimi kelepçeleyerek bir arabayla havaalanına götürdüler ve bilmediğim şahıslara teslim ettiler. Hem Lübnan’lılar göz kapama şeklinde götürdüler, sonrasında havaalanında açıp başkaları gözlerimi kapatıp, ellerimi kelepçeleyip, kafama çuval geçirerek uçağa bindirdi ve uçakla Türkiye’ye getirildim. Uçakta bir kişinin konuşmasıyla Türkiye’ye getirildiğimi anladım. Getirilir getirilmez işkence başladı. Uçaktan indirilirken slogan atmaya çalıştım ağzımı bantladılar ve beni hızla bir yere soktular ve orada çırılçıplak soyup hücreye attılar. Sonrasında kendilerinin verdikleri erkek kıyafetlerini giymek zorunda kaldım. Sürekli o siyah kıyafetle kaldım. Ara ara değiştiriyorlardı. Aslında bu süreci ben kafamda dört bölüme ayırdım. İlki bu kaçırılma sürecim. İkincisi orada bulunduğum süre. İlk dönem sürekli psikolojik işkence yoğunluklu, sonrasında fiziksel işkence sonra beni bıraktılar ve tutukladılar. 3.5 sene hapiste yattım, sonra serbest bıraktılar şu anda 2 ağırlaştırılmış hapis cezası ile ev hapsindeyim. Böyle bölümlere ayırarak özetlemek istedim. İlk başlarda sadece ellerim arkadan kelepçeli gözlerim bağlı ve başımda çuval haldeyken bekletildim uzun bir süre. Bugün doktora gittim doktorun verdiği sonuçlara bakıtğımda kollarımda halen oradan kalma hasarlar olduğunu gördüm ve geriye dönüşü olmayan hasarlar olduğunu gördüm çünkü orada uzun süre arkadan kelepçeli olarak günlerce yaklaşık 1 ay boyunca o şekilde tutuldum sadece lavaboya götürüldüğümde bir anlık açılıyordu onun dışında açılmıyordu ve bunun dışında askıya sürekli alındım. Askıda duvardaki iki halkaya ellerini kelepçeleyerek yapılan askı biçimiydi, o sırada da sık sık elektroşok elektrik veriliyordu ve sürekli “Bizimle konuşacaksın, bizi devlet görevlendirdi, bize sınırsız yetki verildi. Burada bizden başka kimse yok, hakim, savcı, avukat yok sadece biz varız. Birkaç gün kalacağını düşünme, süre sınırı yok, uzun süre kalabilirsin burada dediler.” Sürekli bunu tekrarladılar. Edebilecek her türlü işkenceyi üzerimde denediler. Bir tabut kurup ayakta bekletiyorlardı, tabutlukta diklemesine ayakta duruyordum ve eğilmem oturmam mümkün değildi saatlerce o şekilde bekliyordum ve en sonunda bayıldığımda çıkarıyorlardı beni oradan. Çıkardıklarında da bazen şöyle seçenek sunuyorlardı “Nereye götürelim? Hücre mi işkencehane mi? Devam mı tamam mı?” bunu sürekli tekrarlıyorlardı onlara cevap vermedikçe onlar başka yöntemlerle o işkenceyi sürdürüyorlardı ta ki benim bedenim artık tahammül edemeyecek hale gelinceye kadar. Elektrik verdikleri oldu, parmaklarımdan verdiler. El serçe ve ayak baş parmağımdan. Bunlardan sonra da yine sürekli baygınlık geçirdiğim için su işkencesine götürdüler. Su işkencesine de tazyikli su veriyorlardı ve kafamdaki çuvalın içine su doldurup boğulacak hale gelmeme sebep oluyorlardı. Oradayken bir kere kapı açıldı, bir kişinin yüzünü gördüm. Onun dışında diğerleri hep maskeliydi, sadece gözleri görmüyordu. Su işkencesi sırasında bile elektroşok veriyorlardı sürekli. Bedenin her tarafında elektroşok, morartılar vardı. Hapishanede arkadaşlarım bedenimdeki yara izlerini saydılar, tedavi sürecinden sonraki haliydi saydıkları. 898 yara tespit edildi. Bu bedenimdeki yaralar, bedenimin çok fazla zayıflaması, 5 kilo kadar zayıfladım oradayken ve oradaki her türlü işkencenin sürekli ve sistemli bir şekilde yapılmasından dolayı ciddi sağlık sorunları da yaşadım. Şu anda 3.5 senelik bir tutsaklıktan sonra karşınızdayım, size bunları anlatabiliyorum ama ben daha öncesinde bunları her fırsatta anlatmaya çalıştım, suç duyurusunda bulundum ama kovuşturmaya gerek yoktur denildi. Hakim, savcı karşısına çıktım, hiç kafalarını kaldırıp bakmadılar oysaki durum çok ciddiydi. Buna avukatlarım, birçok yerden avukatlar geldi onlar da gördüler, şahitlerdir.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Doktor muayeneleri?

Ayten Öztürk:Doktor muayeneleri şu şekilde oldu. İşkence bittikten sonra emniyet beni bir yerde bulmuş gibi aldığında doktor muayenelerine götürdüğünde önce doktorla kendisi konuştu, polis önce doktorla konuştu her seferinde sonra beni doktorla görüştürdüler ve her seferinde nedeni belli olmayan yaralar, izler var denildi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bu işkencehane dediğiniz yerde ne kadar kaldığınızı tahmin ediyorsunuz?
Ayten Öztürk: Ben ilk günden itibaren günlerimi tek tek sayıyordum. Oradaki rutin hayatı da duyarak anlamıştım. O yüzden 6 ay kaldığımı anladım. 6 ay boyunca her gün, her şey çok sistemliydi. Onlar kendi aralarında şunu söylüyorlardı: “Biz profesyoneliz bu işte.” Bugüne kadar ben daha önce de işkence görmüştüm ama benim yaşadığım en farklı işkence biçimleriydi ve kendilerinin tabiri ile biraz daha profesyonelleşmiş ve gizli yürütülen bir işkence biçimiydi ama ben oradayken hücremin üst katında ayak sesleri duyuyordum rutin bir şekilde. Sürekli bir mesai saati, bir devlet dairesi izlenimi yarattı bende. Mesela tatil günlerinde, her gün ben günleri hesaplıyordum ve tatil günlerinde oradan ses gelmiyordu. Kendileri de bana şunu söylüyorlardı: “Bizi devlet görevlendirdi, bize her türlü yetki verildi ve biz sana istediğimizi yaparız.” Dediler. Benim sağlığım çok ciddi hale geldiğinde ben orada işkence ile ya da açlıktan dolayı ölme durumum vardı ama ona da izin vermiyorlardı. Şunu diyorlardı: “Biz seni burada öldürmeyeceğiz ama ölümden beter edeceğiz, bize yalvaracaksın, daha önce çok öldürdük ama artık yeter biz şimdi öldürmeyeceğiz ama çıktığında ölmekten beter olmuş olacaksın eğer çıkarsan.” Diyorlardı ama hiçbir zaman kesin çıkacakmışım gibi bir izlenim yaratmadılar. Şunu söylüyorlardı: “1. Aşama olacak, biz seni tedavi ederiz, gerekirse organ nakli yaparız, ayağa kaldırırız yine işkence ederiz ve bu böyle sürüp gider, ömrünün sonuna kadar buradasın.” Diyorlardı. Orada başkalarının olduğunu fark ettim seslerden ve o başkalarının bir kısmının çıktığını anladım, açılan kapanan kapı seslerinden zaman zaman azaldığını duyuyordum. Onun için ben çıkma ihtimalim olabileceğini de düşündüm ama olmama ihtimali de olabilir diye hesap ediyordum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Peki o kişiler de böyle bir işkenceye götürülüp getirilen insanlar herhalde. Kaç kişi seslerini duyuyor muydunuz? Bu iddiaların çok korkunç olduğunu söyleyeyim. Ayten hanım bu işkencehane diye tabir ettiğiniz yerde başka insanların da olduğunu söylüyorsunuz. Biz Türkiye’de son 5 yıl içinde en az 35 kişinin kaçırıldığını ve uzun süreli bir yerlerde tutulduğunu tespit ettik, bunları yakın izlemlerle tespit ettik, en sonda bugün bahsettiğimiz gibi 9 aydır ortalarda olmayan yakınlarının aradığı Hüseyin Galip Küçüközyiğit bulundu. Bu uzun süreli kayıplardan bir kısmı. Ortaya çıktıktan sonra Emniyet Müdürlüğünde genelde ortaya çıktılar, bir kısmı konuşmadı, sessizliğe gömüldüler, ondan sonraki hayatımıza bakalım eşlerine, çocuklarına. Bir kısmı özgür kaldı onlar da konuşmamayı tercih etti, bir kısmı uzun süreli bir yerde tutulduklarını, işkence gördüklerini söylediler. Onlardan ikisi net ifadelerle sizin gibi Yasin Ugan ve Gökhan Türkmen 6 ay bir işkencehanede kaldıklarını ve uzun süre bu tür işkencelere uğradıklarını söylediler, bulunduklarında 30 kilo kadar zayıflamıştı, ciltleri beyazlamıştı herhalde güneş ışığı görmemişlerdi ki bunları tabi ki eşleri söylüyor, gözaltıyken eşleri gördüklerinde kocalarının çok zayıfladıklarını ve cildinin beyazladığını ve biraz tuhaflaştıklarını söylüyorlardı. Siz bu bahsettiğimiz işkencehanede başka insanların da olduğunu söylediniz. Bu kişilerin seslerini duyuyor muydunuz? Ne oluyordu? O kişilerin de işkencede olduğunu düşünüyor musunuz?

Ayten Öztürk: İlk başta söylediğim gibi ilk günler bana yönelik psikolojik işkenceyle geçti, o süre zarfıyla başkalarına yapılan işkenceleri özellikle duyuruyorlardı, ben onları duyuyordum. Yaklaşık 2Can Candan3 ay böyle geçti, onların işkenceleri söz konusuydu. Onları duyuyordum, çığlıkları, bazen ağlama seslerini duyuyordum. Hatta benim yan hücremde ben sesimi duyuramıyordum o da bana duyuramıyordu bir kişinin bacağını kırmışlardı, bunu kendileri söylüyorlardı ona hatıra bıraktık diye. Daha sonra tedavi ettiler, ettiklerini de seslerden öğrendim, dinleyerek ve aynı tedavi ettikleri ayağına vurarak işkencelerine devam ediyorlardı. Daha fazlasını almak için ya da konuşturmak için, buna Yakup diyorlardı bu kişiye, tam yan tarafımdaki bu kişiye, başka bir yerde de bir kişi daha vardı. Bir tanesine Zafer diyorlardı, bir iki tane daha vardı ama isimlerini hatırlamıyorum ama en çok bunları telafuz ettiklerini duydum. Çok kötüydü durumları bir tanesi hatta delirmiş gibiydi. Konuşmalarından onunla dalga geçmelerinden artık aklını yitirdiğini düşündüm. O şekilde her birinin çok çok ayrı sıkıntıları vardı, insanlık dışı bir ortamdı ve bu yaptıklarını çok çok meşru bir şekilde yapıyorlardı. “Arkamızda devlet var bize hiçbir şey olmaz.” Diyorlardı. “Bugüne kadar herkes buraya geldi ve herkes konuşarak çıktı.” Diyorlardı bana, işbirlikçilik teklif ediyorlardı, sürekli her işkence seansında tacizler, tecavüz girişimleri oluyordu. Bunları fiziksel işkence, elektrik vs. Yaptıktan sonra askıdan indirip yerde yapıyorlardı. “Bunu biz erkeklere yaptık ve hemen konuşmaya başladılar. Sana da yaparız.” Diye tehdit ediyorlardı. Akla gelebilecek her yöntemi denediler ancak ben onlarla konuşacak hiçbir şeyim yoktu ve bu süreçten sonra beni bir yere bıraktılar. “Artık buradaki süren doldu.” Dediler, ben ikinci aşamaya başlayacaklarını düşündüm, sıkı bir işkence sürecinden sonra, yaklaşık 20Can Candan25 günlük işkenceden sonra tedavi ettiler, tedaviden sonra tekrar ayağa kaldırıp işkence edeceklerini düşündüm; “Artık çıkacaksın.” Bana dediler. Kendi kıyafetlerimi 6 ay sonra gördüm. Bana giysilerimden verdiler ve bir araziye bıraktılar orada da TEM polisi bulmuş gibi beni aldı ve uydurma bir dosyayla beni tutukladı. Önceden aranmam olan bir dosya ile birleşti şimdi 2 kez ağırlaştırılmış hapis cezası ile yargılanıyorum oysaki şu anda birleşen dosyamda ben ilk mahkememde tahliye olmuştum ve beraat edebileceğim bir dosya. Şu andaki hukuki durumumum sebebi işkencenin örtbas edilmesi içindir çünkü normalde ben çoktan ilk mahkemeye çıktığım gün serbest bırakılacaktım ve bu 3.5 sene önceydi ancak ben mahkemeye çıkıp işkenceyi anlattıktan sonra durum değişti ve 2 ağırlaştırılmış hapis cezası verildi, şimdi ev hapsindeyim, tedavi oluyorum, tedavi sırasında denetimli serbestlik memurlarının izin aldığım halde kapıma gelip hakkımda tutanak tuttular evde yoktur diye. Sonuçta mahkemeye bildirdik, mahkeme ihlal yoktur diye karar verdi ama 6 aylık bir işkence süreci, 3.5 yıllık haksız hukuksuz bir yargılama, yine olmaması gereken bir ev hapsi ve bu ev hapsinde bile her an gözetlenir durumdayım. Her an ne yapacaksam karşımda onları bulacakmışım gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar, bunların hepsi hukuksuz. İşkenceyi gizlemek için yapılıyor bunlar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Siz mahkemede bu olayları anlattığınız için müebbet hapis cezasına çarptırıldığınızı söylüyorsunuz.

Ayten Öztürk: Çünkü benim dosyamı avukatlarım ve birçok avukat takip ediyor çünkü 19 sanıklı bir dosya. 19 sanıklı bir dosyada yaklaşık 13 senelik bir yargılama süreci var bu dosyada herkesin bu süre zarfında benden hemen hemen hiç bahsedilmemiş bile dosya içerisinde. Olayın içerisinde doğru düzgün yokum sadece bir iftiracının polisi yönlendirmesi ile benim ismimden bahsetmesi söz konusu olmuş, gördüm bir yerde demiş o. Ancak olayla bir bağlantım, bir delil yok. Hukuki anlamda elle tutulacak hiçbir şey olmamasına rağmen böyle bir ceza verildi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Kimdir bu şahıslar? Bu kadar pervasız fütursuz, bu anlattığınız işkenceler ki 5Can Candan10 dk da bu işkenceleri anlatıyorsunuz ama 6 ay yaşadınız bunu. Çok ağır bir durum. 6 ay ve 24 saat geceniz gündüzünüz belli değil, zaman mefhumu yok, tabutluklarda kalıyorsunuz, askılarda çırılçıplak bir kadın olarak özel günleriniz olabiliyor belki bunlar da da çok büyük sıkıntılar yaşandı ve taciz, tecavüzler olduğunu söylüyorsunuz. Korkunç anlattıklarınız. Biz bunları okuduğumuzda da tüylerimiz diken diken olmuştu, peki kimdir bunlar? Bu kadar pervasızlık, fütursuzluk nasıl oluyor? Ne diyorsunuz bu konularda?

Ayten Öztürk: Elbetteki elimde somut olarak şudur diyecek bir açıkça adres verebileceğim bir yer yok ancak tam o süreçte benim kaçırıldığım süreçte benzer olayların MİT tarafından yapıldığını ben basından takip ettim, MİT yurtdışından birilerini getiriyor ve medya bunu çok büyük başarılarmış gibi sürekli reklamını yapıyordu. Benim olayımında çok farklı olduğunu düşünmüyorum, biçim olarak aynı. Farklı ülkelerden birileri getiriyor, bunun MİT olduğu söyleniyor, hatta bazılarının durumuna baktım nasıl zayıfladıkları, nasıl getirildiklerine bunun yine aynı kurum tarafından yapılmış olabileceğini düşünüyorum. Ardından birçok olay da oldu.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Peki bu işkenceleri siz mahkemede anlattınız, ne yaptı mahkeme?

Ayten Öztürk: Mahkeme bir kere bile bu olayla ilgili bir soru sormadı. 3.5 sene yargılandım, 3.5 sene boyunca bu işkenceleri anlattım ama bir şaşkınlık ifadesi bile olmadı. Genellikle hakim ve savcı kafalarını eğerek dinlediler. “Konumuz bu değil.” Deyip kapatmak istediler, oysaki benim sağlığım yaşadıklarım ortadaydı hepsi görmezden gelinmeye çalışıldı. Ortada 6 ay var ve yaşananlar var. Bizzat benim yaşadıklarım var ve bunlara herkes gözünü kapattı, kulaklarını kapattı. Kayıtlara bile geçilmek istenmedi ama ben savunmamda bunları ifade ettim. Bunun hukuk mücadelesini sürdüreceğimi de ifade ettim ama şu ana kadar bununla ilgili herhangi bir girişim soru vs. Olmadı. Beni Ankara’da bulduklarını söylüyorlar aniden ama şunu hiç soruşturmuyor hakim. “Sen Ankara’da o noktaya nasıl niye geldin?” Madem ki hakkımda ihbar var, oradan beni alıyorlar beni kaçıranlar oraya bırakmıştı, bunun arkası nedir? Bugün her konunun arkasındaki kamera görüntüleri, takipler, teknik takipler ortaya çıkabiliyor benim için bu sorunların hiçbiri sorulmadı. Ben gökten zenbille mi indim? Hakimler bunları sadece dinlediler ve kapattılar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Birleşmiş Milletler ve AİHM’e başvuru yolu var, başvuru yaptınız mı? Ne dedi Adalet Bakanlığı?

Ayten Öztürk: Ben başvuruları yapmaya başladım ama henüz AİHM’e kadar gitmedi, şu anda Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na gidiyorum sonrasında gideceğim tabi. Adalet Bakanlığı’na dilekçe yazdım ama bu konu ile ilgili bir cevap verilmedi. Göz önüne alınan Ankara Emniyeti ve orada işkence yapıldığına dair delil yoktur diye işkence yoktur deniliyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Türkiye İnsan Hakları Vakfı gözetiminde bir tedavi süreci var. Sağlığınız nasıl? Ne yapılıyor?

Ayten Öztürk:Şu anda bugün tahlil sonuçlarımı götürdüm ve bütün film vs. Sonuçları götürdüm. Kollarımda geriye dönüşü olmayan  bir kopukluk oluşmuş. Bunu da ters kelepçe ve askıdan olabileceğini söylediler. Ben eskisi gibi ağır bir şey taşıyamıyorum, tutamıyorum. Onun dışında kan değerlerim çok düşük. Farklı testler var onların hepsi çıkmadı ama genel olarak özellikle ciğerlerimdeki sorunlar var, dar alanda tutulmamdan dolayı uzun süre. Onu da bir sonraki hafta tekrar tespit edeceğiz ama genel olarak kalıcı şeyler var hala.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Biz konuyu gündeme getirdik. Öncesinde de gündeme getirmiştik, konunun takipçisi olmaya devam edeceğiz. Hiçbir şekilde bu yaşadıklarınız kabul edilemez. Normal bir hukuk devletinde bir kişi bir suç isnadı varsa kolluk tarafından yakalanıp adli makamlara getirilmişse gözaltı süreçleri belli günlerdir ve bu kişiler suçlu bile olsa kesinlikle gözaltında da başka şekilde de işkence göremezler çünkü işkence bir insanlık suçudur ve işkenceciler için bir zaman aşımı da yoktur. O yüzden kesinlikle işkenceye bizim tahammülümüz yoktur hele ki böyle 6 ay boyunca inanılmaz korkunç işkenceler, 25 kilo zayıflama ve kalıcı sağlık hasarları ile dolu bir süreci anlatıyorsunuz. Korkunç bir olay. Normal bir ülke olsa o ülkede bakanların istifa etmesi gerekir çünkü izahı kabil olaylar değil bunlar. Siz bunları anlatıyorsunuz, anlatımlarınızın arkasındasınız gördüğüm kadarıyla hem mahkemede hem şimdi anlatıyorsunuz çünkü oldukça uzun belki zaman olsa çok çok uzun olsa anlatacağımız şeyler olacak ama genel olarak biz durumu anladık. Size çok teşekkür ediyoruz, çok geçmiş olsun diyoruz. Son olarak eklemek istediniz husus var mı?

Ayten Öztürk: Bu olaylar benimle başlamadı öncesinde de vardı sadece bu sürecin bir politikası olduğunu gördüm. Kaçırma, kaybetme uzun süre gözaltında tutup işkencelerden geçirme bu uzun sürede halkı sindirme, susturma, korkutma amaçlı uygulanan bir politika. Bunu yaparak insanların sineceğini, hak arama mücadelesini bırakacağını düşünüyor olabilirler. Fiziksel acılar bir yerden sonra bitiyor, onların yaptıkları ahlaksızlıklar, insanlık dışı uygulamalar unutulmaz. Halkın hafızası çok güçlüdür. İşkencenin devam etmemesi için, böyle olaylar yaşanmaması için ben herkese direnmekten asla vazgeçmeyin diyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Çok geçmiş olsun, teşekkür ediyoruz programımıza katıldığınız için iyi akşamlar diliyoruz.

Değerli izleyenler Ayten Öztürk’ün anlatımları çok vahim. Normal bir demokratik hukuk devletinde kesinlikle olamayacak şeyler. Bu kadar rahatlık ve devlet adına bu işlerin yapıldığının söylenmesi, bu iddialar karşısında birilerinin cevap vermesi lazım. Bu ülkede İçişleri Bakanı var, Adalet Bakanı var. Mahkemelerde bu işkencelerin anlatımı sırasında hiçbir işlem yapılmadığı söyleniyor. Bu işkencenin insanlık suçu olması hasebiyle çok çok dikkatle üstünde durulması gerekiyordu. CPT raporları 2017Can Candan2019’da Türkiye’de gözaltı merkezlerinde ve cezaevlerinde işkencelerin olduğunu gösteriyordu zaten ve son 5 yılın OHAL dönem karnesi Türkiye açısından oldukça kötü. Bunu biz yıllardır söylüyoruz ve onlardan birisinin canlı şahidi çok ağır işkence iddialarını gündeme getiriyor Ayten Öztürk ve onu konuk ettik. Bu konuyu biz gündemimizde değerlendirmeye devam edeceğiz.

Programımızın ikinci konuğu Boğaziçi Üniversitesi’nden çok değerli öğretim üyesi, bilim insanı, hocamız Can Candan. Kendisi misafirimiz olacak. Hocam hoşgeldiniz.

Can Candan:Hoşbulduk teşekkür ederim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hocam uzun süredir Boğaziçi Üniversitesi’nde önemli bir direniş, haksız rektör ataması Melih Bulu 6 ay sürer geçer dedi ama 6 ay sonra kendisini görevden aldılar ve Naci İnci’yi atadılar. Birçok hocamız mağdur edildi, birisi de sizsiniz. Kendinizi tanıtır mısınız hocam?

Can Candan:Çok teşekkür ederim davetiniz için. Öncelikle bir önceki konuğumuz Ayten Öztürk’e karşı işlenmiş insanlık suçunu ben de şiddetle kınıyorum ve kendisine geçmiş olsun diyorum. Bunları herkesin duyması gerekiyor bu ülkede onun için de size bir kez daha teşekkür ederim bu fırsatı tanıdığınız için. Boğaziçi’ne dönersek ben 2007 yılında Boğaziçi’nde çalışmaya başladım akademisyen olarak. 14 yıl Boğaziçi’nde çalıştım aynı zamanda belgesel sinemacıyım, alanımda film çalışmaları. 2007’den önce 7 yıl boyunca Türkiye’de önce Bilgi Üniversitesi’nde sonra da Sabancı Üniversitesi’nde çalıştım. Dolayısıyla Türkiye’den önce de ABD’de bir süre akademisyenlik yaptım. Yaklaşık 26 senelik akademisyenim. Son 14 yılını Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirdim. 16 Temmuz 2021 tarihinde o zaman vekaleten rektörlük yapan Naci İnci’nin bana yolladığı tuhaf bir yazı ile haksız ve hukuksuz bir şekilde görevime son verildiği bildirildi ama sizin de belirttiğiniz gibi Ocak 2021’den beri Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, öğrencileri, mezunları ve çalışanları müthiş bir direniş sergiliyorlar. Dolayısıyla benim işten alınmamın da kabul edilmediğini de rahatlıkla ifade edebilirim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Değerli hocam Boğaziçi Üniversitesi’ni yıllardır Türkiye’nin en nitelikli üniversitelerinden birisi olarak tanırız ve gerçekten de ben yıllardır kendimi bildim bileli özgürlüklerin en geniş bir şekilde uygulandığı, her farklı kesimden insanların birbirini en geniş bir şekilde tahammül edebildiği çok nitelikli özgürlükçü bir üniversitemizdir. Birçok yasaklar uygulanırken Boğaziçi Üniversitesi’nde bu yasakların uygulanmadığı, Boğaziçi Üniversitesi anlayışının bu yasakçı anlayışları kabul etmediğini biliriz. Hatta başörtüsü yasakları döneminde Boğaziçi Üniversitesi bunu uygulamazdı ‘Bize yakışmaz’ gibi bir tavır vardı ve çok dikkat çekiyordu. Aynı zamanda Türkiye’de en yüksek puanla girilebilen üniversitelerden birisi. Çok nadide hocalarımızın olduğu üniversite. Maalesef ki böyle bir bilim üreten üniversitemiz şu anda siyasetle anılıyor. Çok üzücü hadiselerle anılıyor. Öğretim üyelerimiz, öğrencilerimiz maalesef ki bilimden yoksun bırakılmaya çalışılıyor ve oldukça mağduriyetler yaşıyorlar. Ben de bu direnişlerden en başların birinde bulunmuştum oldukça geniş polis tertibatının alındığı bir gün vekil arkadaşlarla üniversite önündeydik. O kadar polis bir tertibatı ve rektörün talimatıyla üniversiteye girememiştik. Ülkeye yakışmayacak hadiseler ve görüntülerdi. Bir Avrupa ülkesinde olamaz. Üniversitenin çevresi polis panzerleri ve binlerce polisle çevrilmiş, ara sokaklar polisle dolmuş görüntüler kabul edilemez. Boğaziçi Üniversitesi’nde Ocak ayından beri bu görüntüler neden yaşanıyor? İzleyenlerimize ayrıntısıyla anlatır mısınız?

Can Candan: Bu görüntüler neden yaşanıyor? Çünkü 2 Ocak’ta sosyal medya üzerinden Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu isimli bir şahsın rektör olarak atandığını öğrendik, daha sonra baktığımızda resmi gazetede bir Cumhurbaşkanı kararı olarak bu yer alıyordu. Türkiye’de 2016 yılında bir KHK ile üniversitelerin kendi rektörlerini seçme hakları elinden alınmıştı ve bu Cumhurbaşkanı’nın tasarrufuna verilmişti. Bundan dolayı zaten 2016’dan bu yana yaşanan Anayasa’ya aykırı olduğunu düşündüğümüz bir durumla karşı karşıyaydık. Anayasa’ya aykırı olmasının altını çizmek istiyorum zaten bu konuda bizim Danıştay’da bir davamız var, onun sonucunu bekliyoruz. Anayasa’ya aykırı olmasına dair Cumhurbaşkanı tarafından rektörün atanmasının çünkü üniversiteler özerk olmalıdır, bu da Anayasa’da açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. 2 Ocak’ta Melih Bulu’nun bizim dahil olmadığımız süreç sonucunda haberimiz bile olmayan bir şekilde bize rektör olarak atanması bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildi. Daha öncede OHAL Dönemi’nde 2016’da Boğaziçi Üniversitesi’ne yine bir rektör atanmıştı fakat bu rektör bizim tanıdığımız Boğaziçi Üniversitesi içinden bir profesördü ve OHAL Dönemi’nin olağanüstü koşulları altında, KHK’lar ile üniversitelerden akademisyenlerin tasfiye edildiği ortamda bu atamayı Boğaziçi kamuoyu mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı ve 2016’da başlayan ve 2020’nin sonunda sona eren böyle bir atanmış rektör dönemimiz vardı fakat dediğim gibi bir şekilde bu ilk atama kabul görmüştü fakat bu ikinci atama Melih Bulu dönemi kabul edilebilir bir şey değildi çünkü hiçbir şekilde güvenoyu söz konusu değildi, hiçbir şekilde bunun tartışılması söz konusu değildi Melih Bulu’yu kimse tanımıyordu.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Boğaziçi Üniversitesi ile bir alakası yoktu yani.

Can Candan: Onbinlerce mezunumuzdan biri olduğunu düşündük daha sonra. Ondan önce kendisinin Boğaziçi’nde herhangi bir akademisyenlik görevi ya da mesaisi yoktu daha sonradan öğrendik ki kendisi Haliç Üniversitesi rektörlüğü yapmış birisiydi ve bizim tanımadığımız birisi, irademiz dışında, seçim olmadan, herhangi bir güvenoyu olmadan rektör olarak atandı. Bu ciddi bir kırmızı çizgiydi bizim için, bu bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildi, tamamen irademiz dışında gerçekleşen bir uygulamaydı, bu yüzden tüm bileşenler, öğrenciler başta olmak üzere daha sonra akademisyenler, mezunlarımız ve çalışanlar, bunu kabul etmeyeceğimizi ve üniversitemizin ilkelerinden vazgeçmeyeceğimizi net bir şekilde ifade etmeye başladık zaten kıyamet ondan sonra koptu. Sizin de tanık olduğunuz polislerle çevrili bir kampüs, basının içeri alınmaması, zaman zaman kampüsün kapılarının kilitlenmesi, kapısına kelepçe vurulması daha sonra demir parmaklıklar konulması, onların yükseltilmesi ve bu şekilde kampüse girenin çıkanın kontrol edilmesi ki burası bir kamu üniversitesi ve kamu üniversitesi de tanımı itibariyle kamuya ait bir kurumdur ve sizin de belirtiğiniz gibi kamuya hizmet etmekle yükümlü bir kurumdur. Biz bunu kabul etmeyeceğimizi ve ilkelerimizden vazgeçmeyeceğimizi Ocak ayının başından itibaren ifade etmeye başladık. İlkelerimiz; üniversite senatomuzun 2012 yılında yazılı olarakta ortaya sunduğu bir dizi ilkelerimiz var. Bunlardan en önemlilerinden birkaçı: Boğaziçi Üniversitesi özerk olmalıdır. Boğaziçi Üniversitesi akademik özgürlüklerin hayata geçirildiği yerler olmalıdırlar. Aynı zamanda demokratik işleyişlerin, şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin olduğu yüksek kalitede kamuya eğitim hizmeti veren kurumlar olmaları gerekiyor. Bizim ilkelerimiz de bunu söylüyor. Biz bu ilkelerimizi zaten korumakla yükümlüyüz çünkü senatonun da dediğim gibi ortaya koyduğu bu ilkeler bizim anayasamız gibidir dolayısıyla bizler de akademisyenler olarak görev tanımımızda da bu vardır. İlkelerimizi korumakla yükümlüyüz, dolayısıyla biz bunları söylemeye başladığımız zaman itirazımızı dillendirmeye başladığımız zaman, böyle bir rektör atamasını kabul etmediğimizi usulen yanlış olması ve bir kamu zararının ortaya çıkması söz konusu olduğu için şimdi 9 aydır biz bunu kabul etmediğimizi ifade ettik ve bu yüzden de sizin de belirttiğiniz gibi polis ablukası öğrencilerin gözaltına alınması, birkaç öğrencimizin tutuklu kalması, şu anda sürmekte olan bir yargılama süreci, öğrencilerin adli kontrol tedbirleri ile cezalandırılmaya devam edilmesi, yurt dışına çıkış yasakları olan bazı öğrencilerimiz var ve bu yüzden de yurtdışından aldıkları bursları değerlendirip yüksek lisans ve doktora çalışmalarına orada devam edemeyen durumda olan öğrenciler var, bir de benim durumumda olduğu gibi bazı akademisyenlerin ders vermelerinin çeşitli yollarla engellenmesi. Yarı zamanlı hocalarımızın derslerinin açılacak olan derslerinin kendi bölümleri ve fakülteleri tarafından onaylanmış olan derslerinin, yaz okulunda açılmaması, daha sonra benim görevime son verildiğinin söylenmesi ve birtakım emekli hocalarımızın veya başka yarı zamanlı hocalarımızın ders vermelerinin engellenmesi gibi çeşitli engellerle karşılaştık. Önce Melih Bulu döneminde daha sonra Naci İnci döneminde Boğaziçi Üniversitesi’nin yönetilmemesi sorunu ile karşı karşıyayız. Yönetilememesi sorunu ile karşı karşıyayız. Bunu da çok ciddi bir kamu zararı anlamına geliyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin işini yapamamasına sebep oluyor bu zararlar. Biz de akademisyenler olarak buna itirazımızı dillendirmeye devam ediyoruz. Bir yandan da işimizi doğru düzgün yapmaya devam etmeye çalışıyoruz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hocam neden bu kadar ağır bir şekilde bir iktidar bir bilim yuvasına müdahale eder? Amaç nedir? Neden rahatsız olunuyor? Onu da kamuoyuna açıklarsanız memnun oluruz.

Can Candan: İktidarın kafasında neler var; ne yapmaya çalışıyorlar; onları ancak tahmin edebiliyoruz ya da fikir yürütebiliyoruz bunlara dair. Yoksa onlara sormak lazım ne yapmaya çalışıyorlar diye ama üniversiteler tanımları gereği eleştirel kurumlar olmaları gerekir. Türkiye’deki bu rejimde de eleştiriye tahammül yok bildiğiniz gibi. Dolayısıyla gazetecilerin uğradıkları baskı, medya kuruluşlarının uğradıkları baskı,  bütün bunlara baktığımız zaman eleştiriye tahammülü olmayan bir yönetim altındayız şu anda, rejim altındayız. Üniversiteler de dolayısıyla sanırım üniversiteleri kendilerine bir tehdit, iktidarlarına bir tehdit olarak görüyorlar. Boğaziçi Üniversitesi özellikle 2016 sonrası, YÖK’e kadar gidebiliriz 1980 sonrası kurulan YÖK’e kadar gidebiliriz ama 2016’daki değişiklikler sonrası adına üniversite diyebileceğimiz birkaç kurum kalmıştı Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi de onlardan biriydi. Boğaziçi Üniversitesi sürekli tanımı gereği yanlış gördüğü şeylere, yanlış demeye devam ediyordu. Çeşitli insan hakları ihlalleri gerçekleştiği zaman buna itiraz eden kurumlardan biri. O kurum içinden itirazlar yükseliyordu, kurum kendi başına bir kurumsal itiraz olamıyordu, olmuyordu ama Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri öğrencileri bu tür itirazlarını dillendiriyordu, eleştirilerini kamusal alanda dillendiriyorlardı ve bu da sanırım iktidarın hoşuna gitmeyen bir durumdu. Özellikle 2016’dan sonra birçok rektör birtakım listeler sundular. Bunlar muhalif akademisyenlerdir ve bunların üniversitemizle ilişkilerinin kesilmesini istiyoruz şeklinde birtakım listeler sundular ve bunun sonucunda da herkesin bildiği gibi yüzlerce akademisyen Türkiye üniversitelerinden ihraç edildi, pasaportlarına el konuldu, yurtdışına gidemeyenler oldu, yurtdışından geri dönemeyenler oldu. İşlerinden, aşlarından, bütün haklarından mahrum bırakılanlar oldu, bütün bunlar olabiliyorken bunların olmadığı sayılı kurumlardan biri Boğaziçi’ydi çünkü Boğaziçi Üniversitesi o dönemde YÖK’e bu tür listeleri göndermeyen kurumlardan biriydi dolayısıyla 2021 yılının başına kadar bu böyle devam etti. Boğaziçi Üniversitesi 157 yıllık o dönemde bir kurum olarak, 2020’nin sonunda 157 yıllık bir kurumda şimdi 158 yıllık bir eğitim kurumu kendi akademisyenlerini koruyabildi bir ölçüde ve bir ölçüde diyorum çünkü Boğaziçi’nden uzaklaştırılan tarih bölümünden Noémi Levy hocamız maalesef o dönemde işini kaybetti ve Boğaziçi Üniversitesi’nden uzaklaştırıldı onun için kısmi olarak demeye çalıştım ama sonuçta 2021’e kadar bu atamaya kadar biz bir şekilde kurumumuzu bir ölçüde ilkelerimizi ve bir ölçüde akademisyenlerimizi ve öğrencilerimizi elimizden geldiğince korumaya çalıştık ve sanırım yapılan müdahale ve saldırı bunun devam etmemesine yönelik bir saldırıydı ve temelde de eleştiriye tahammülü olmayan bir iktidarın saldırısı olarak belki bunu okumak mümkün aynı zamanda sizin de çok güzel ifade ettiğiniz gibi Boğaziçi Üniversitesi çok güzel bir model sunuyor aslında Türkiye için yani farklı görüşlerin, farklı değerlerin birlikte, birbirini dinleyerek, birbirini anlamaya çalışarak barışçıl bir şekilde konuşarak tartışarak bir arada durabildiği bir model sunuyor Türkiye’ye ve bu da tabi otoriter rejimlerin hoşuna gitmeyen bir model. Dolayısıyla herhalde onu da ortadan kaldırarak biat eden, tartışmayan eleştirmeyen, kabul eden ve iktidarın rahatlıkla kontrol edebildiği, özgür olmayan bir kurum, bir devlet dairesi gibi yönetmeye çalışması söz konusu. Sanırım yapılan saldırılar da bununla ilgili diye düşünüyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Değerli hocam Prof. Dr. Can Candan sizin durumunuza gelelim. Siz de Temmuz ayından itibaren önemli bir mağduriyete uğradınız, biraz daha bu konuyu açar mısınız? Neler yaşadınız? Neler yaşanıyor? Mücadeleniz hangi aşamada?

Can Candan: 15 Temmuz’da Melih Bulu görevinden alındı, bu kendisi için de sürpriz oldu ve daha sonra da Boğaziçi Üniversitesi içinden Melih Bulu’nun yardımcılığını kabul eden 3 akademisyenden biri olan Naci İnci vekaleten o pozisyona atandı. 16 Temmuz’da da bana yollanan bir yazı ile görevden alındığım bildirildi. Orada 3 gerekçe sunulmuştu. Bir tanesi benim kadromun yenilenme süresinin gelmiş olması ama benim bunun için bir başvuru yapmamış olmam verildi. 14 yıldır boğaziçinde çalışıyorum herhangi bir başvuru şimdiye kadar benden talep edilmemişti. Yani kadromun süresi zaten otomatik olarak yenileniyordu. Dolayısıyla benim kadromun süresinin yenilenmesi zaten bağlı olduğum bölümün ve fakültenin onayı ile otomatik olarak gerçekleşiyordu yoksa 14 yıl içinde eğer öyle bir prosedür olsaydı benim belirli aralıklarla bir başvuruda bulunmam gerekiyordu dolayısıyla bu gerekçenin geçerliliği hukuken de yok. İkincisi ben haftada belli sayıda saat ders vermem gerekiyormuş ve ben o kadar ders vermiyormuşum dolayısıyla bu bir gerekçe olarak gösterildi. Yine burada da Boğaziçi Üniversitesi’nde hangi hocanın hangi dersleri kaç saat ders vereceği bütün bunlar zaten o derslerin açıldığı bölümlerin verdiği kararlardır. Bölümün kararı daha sonra Fakülte tarafından onaylanır, fakülte tarafından onaylanan bu karar yani bir öğretim elemanının kaç saat ders vereceği meselesi fakülte kararından sonra rektörlük tarafından sadece uygulanır çünkü rektörlük yöneten değil kolaylaştıran bir makamdır aslında. Boğaziçi Üniversitesi’nde bölümler ve fakülteler aslında gerçek anlamda üniversiteyi yönetir rektörlük ise kolaylaştırıcı bir makamdır. Dolayısıyla benim kaç saat ders verip vermeyeceğim bölüm ve fakültenin kararları. Ben 14 senedir aynı şekilde ders veriyorum, son dönemde azaltılmış bir ders yükü gibi bir durum da yok. Onun da aslında bir bahane olduğu ortada. Diğer üçüncü gerekçe 10 Temmuz da rektörlüğün oluru ile hakkımda soruşturma açıldığı yazılıyor yazıda. Deniliyor ki amirlerine paylaşımları ile hakaret etmiştir deniliyor. Paylaşım dediğimiz şeyin ben sosyal medya paylaşımları olduğunu tahmin ediyorum, amirlerine hakaret lafı Boğaziçi’nde çok garip bir laf çünkü bizim kültürümüzde, Boğaziçi kültüründe amir, memur ilişkisi diye bir şey yoktur akademisyenler arasında hiç yoktur. Rektör bizim aramızdan seçilen bir arkadaşımzdır. Bugün o yarın ben öbür gün başkası ve rektörler her zaman içinden çıktığı akademisyen arkadaşlarına hesap verirler. Dolayısıyla böyle bir hiyerarşik bir ilişki yoktur, devlet dairesi değil üniversite burası. Birlikte çalışır, birlikte yönetiriz. Amirine hakaret etmiştir gibi bir laf zaten çok yakışıksız bir laf ve Boğaziçi’nde olmayan bir söylem. İkincisi şu ana kadar bunun üzerinden 10 Temmuz’da rektörlüğün oluru ile açılan bir soruşturmadan bahsediliyor. Geldik bugün 14 Eylül 2 aydır kime hakaret etmişim, nasıl, ne zaman, nerede hakaret etmişim bununla ilgili herhangi bir bildirim yok. Bu da çok garip bir durum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Somut bir bildirim yok.

Can Candan:Elimde sadece 16 Temmuz tarihli yazı var, o yazıda da birkaç kelime de bu ifade edilmiş. 10 Temmuzda hakkınızda soruşturma açıldı, paylaşımlarınızda amirlerinize hakaret etmiştir diye soruşturma açılmıştır deniliyor. Hadi diyelim açıldı böyle bir soruşturma. Bir soruşturma açıldığı zaman adı üzerinde bir soruşturmadır, bir süreçtir, bu süreçte size dair iddialarda bulunurlar siz de buna karşı savunma verirsiniz buna karşı üniversitenin yetkili kurulları bir karar verir. Böyle bir süreç bitmeden, işlemeden, başlamış diyorlar sadece, sonuçlanmadan bir hüküm vererek beni görevden almaları bu da zaten çok vahim ve hukuksuz bir durum. Sonuçta ben masum olabilirim ve benim masum olmadığımı kanıtlamakla yükümlüdürler.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Yargısız infaz var.

Can Candan: Yargısız infaz. Bunların hepsini yan yana koyduğumuz zaman Ocak ayından beri Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişi belgeselci olduğum için fotoğraf ve videolarımla belgeleyerek bir kurumsal bellek oluşturmaya çalışıyorum ve bir nevi direnişin görsellerini kamusal alanda paylaşıyorum. Neden bunu yapıyorum? Çünkü burası bir kamu üniversitesi kamunun da kamu üniversitesinde ne olup ne bittiğini bilmesi ve görmesi gerekiyor. Aynı zamanda da bir belgesel sinemacı olduğum için böyle toplumsal bir olayı belgelemek ve bunu da paylaşmakla o anlamda da görevlerimden aslında bir tanesi çünkü şimdiye kadar yaptığım işlerde de böyle. Yaptığım belgesel filmlerde de kendi açımdan önemli bulduğum meselelerle ilgili belgesel filmler yapıyorum. Bunu ben kamuyla paylaşıyorum ve 1989’dan bu yana da filmlerimle de birtakım kamusal meselelere, toplumsal meselelere dikkat çekmeye çalışıyorum. Dolayısıyla doğal olarak bu fotoğraflarımla ve videolarımla da Boğaziçi Direnişini de paylaşmaya çalışıyorum. Bunu yapan ben değilim birçok insan bunu yapıyor. Bu teknolojilere herkesin erişimi olduğu için başta öğrencilerimiz olduğu için onlar da yaşadıklarını ve Boğaziçi’ndeki direnişi çektikleri fotoğraflarla ve videolarla herkese paylaşıyorlar zaten. Bunu yapan tek ben değilim ama anlaşılan hedefe konan kişilerden biri ben olmuşum. Onlardan başka bir kişi de Feyzi Yalçın hoca da kendisi de hem avukat olduğu için ve aynı zamanda da Boğaziçi Üniversitesi’nde film müziği üzerine dersler verdiği için ayrıca bir uzmanlık dalı da o kendisinin ve öğrencileri de tüm bu yargılanma süreçlerinde ve hak ihlalleri sürecinde yalnız bırakmadığı için ve o da hedefe kondu. Dolayısıyla ilk yapılan şeylerden biri Feyzi hocamızın bölüm ve fakülte kararına rağmen yaz okulunda açılması planlanan derslerinin atanmış yönetim tarafından engellenmesiydi. Daha sonra benim görevime son verilmesiydi daha sonra da Feyzi hocanın bundan sonra Boğaziçi’nde ders vermemesine dair karar çıktı. Aynı zamanda akademik bir konu değil gibi görünebilir ama bizim 2012 yılında kurduğumuz cinsel tacizi önleme komisyonumuz var. Fakat en önemli ayaklarından biri bu komisyonun bu konuda uzman bir kişinin komisyonla birlikte çalışan cinsel tercihi önleme komisyonu ofisinde çalışan bir uzman arkadaşımız vardı, atanmış yönetimin yaptığı şeylerden bir tanesi de bu arkadaşımızın işine de son vermek oldu. Yani Türkiye’ye örnek olan bir cinsel tacizi önleme komisyonu ve ofisinin işlevsiz hale getirilmesi yine bu yönetimin yaptığı başka bir şeydi. Burada da çok ciddi bir hasar ortaya çıktı çünkü malumunuz cinsel taciz meselesi üniversitelerde maalesef sıkça yaşadığımız bir durum ve Boğaziçi Üniversitesi’nin komisyonu ve ofisi de Türkiye’deki ümit veren doğru örneklerden bir tanesiydi. Bu yönetim onu da ortadan kaldırdı. Benim durumuma dönersek daha öncede bahsettiğim gibi Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ve bileşenleri benim görevden alınmamı kabul etmiyorlar, bu benim için önemli bir şey. Daha önce KHK’lar ile üniversiteden atılan arkadaşların maalesef yanında güçlü bir dayanışma oluşturulamadı ya da oluşmadı. Benim için böyle bir şey söz konusu değil. Beni işimden atan, görevimden alan bir kişi benim yanımda arkamda duran binlerce kişi, dolayısıyla o anlamda hiç yalnız hissetmiyorum kendimi. İşin bir de bu boyutu var. Sendikam da tabi ki yanımda EğitimCan CandanSen üyesi olduğum sendika. Bunun yanında tabi ki hukuki bir süreci başlattık, avukatlarımla birlikte bir yürütmenin durdurulması ve işe iadeye yönelik bir dava açtık, şu anda o davanın ilerlemesini bekliyoruz. Şu anda mahkeme Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nden yapılan işleme dair bir savunma talep etti. Onun da belli bir yasal süresi var, o sürenin içindeyiz şu anda. Benim ümidim en kısa zamanda mahkemenin bu yapılan işlemdeki hukuksuzluğu görerek daha fazla hem kişisel anlamda mağduriyet yaratmamak için hem de ortaya çıkan kamu zararının devam etmemesi için özellikle kurumumum ve öğrencilerimin mağdur olmaması için yürütmenin durdurulması kararını vermesini bekliyorum. 6 Ekim’de Güz Dönemi dersleri başlıyor, ümidim Güz Dönemi derslerinin planlandığı gibi bölümümümde onayladığı gibi verebilmeyi tabi ki ümit ediyorum ama öyle ya da böyle ben derslerimi vermeye devam edeceğim çünkü benim işim bu.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Umarız 6 Ekim’de üniversitede amfilerde sizi görürüz hocam umudumuz dileğimiz bu yönde. Bugün programımıza katıldınız, bizi kırmadınız teşekkür ederiz. Bizim size desteğimiz sonuna kadar devam edecek. Ben de KHK’lı bir uzman doktorum ve KHK zulmünü yakinen biliyorum, hem üniversite hem öğretim üyeleri hem öğrenciler maalesef bir şekilde rektör atama KHK’sı ile mağdur edilmiş durumda. Anayasal rejimden ayrılmış bir KHK rejimine uğramış durumdayız, hepimiz birlikte dayanışma ile bugünleri atlatacağız. Çok teşekkür ediyorum sizlere ve son olarak ifade etmek istedikleriniz varsa onu alarak programımızı bitirelim.

Can Candan: Çok teşekkür ederim davet ettiğiniz için ve bu konuyu paylaştığım için. Eğitim hakkı bizim için çok önemli ve kutsaldır akademisyenler olarak çünkü bir çoğumuz aslında yurtdışında kalabilecekken çok daha maddi anlamda rahat koşullarda yaşayabilecekken Türkiye’ye dönmeyi tercih etmiş olan ve gerçekten de kamu hizmetine inanmış olan akademisyenleriz, Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleriyiz, Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan bu saldırı gerçekten Türkiye’ye zarar veriyor dolayısıyla bu meselenin artık bitmesi gerekiyor, düzelmesi gerekiyor. Bizim Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiğimiz mücadele sadece Boğaziçi Üniversitesi’nde kendimizi kurtarmak için ya da kurumu kurtarmak için verdiğimiz bir mücadele değil, bizim verdiğimiz mücadele Türkiye’deki bütün üniversitelerin en az Boğaziçi kadar yüksek kalitede eğitim veren özel akademik özgürlüklere sahip şeffaf, demokratik hesap verilebilir kamu üniversiteleri olması için verdiğimiz bir mücadele bu. Dolayısıyla bu mücadele herkesi ilgilendiren bir mücadele, Türkiye’nin geleceğine dair bir mücadele bu ve bu umudu yaşatmak, yeşertmek ve devam ettirmek hepimizin görevi olduğunu düşünüyorum tekrar çok teşekkür ederim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Sağ olun biz de teşekkür ederiz, bu dayanışmayı hep birlikte yükselteceğiz, devam ettireceğiz. Çok teşekkür ediyorum hocam. Değerli izleyenler bu hafta da bu kadar. Programımızda iki önemli çok değerli konuğumuz vardı, ilki maalesef ki Türkiye’de insan kaçırmalar ve işkencelerle ilgili oldu, uluslararası raporları da bunları gösteriyor. Canlı tanığı olan Ayten Öztürk konuğumuzdu, anlattıkları dehşet verici ifadelerdi. Bunları biz kamuoyuna da deklare edeceğiz, daha sonrasında Prof. Dr. Can Candan hocamız hem de kendisinin uğradığı mağduriyeti iktidarın niye Boğaziçi Üniversitesi’ne müdahil olduğunu gerçekten 1 yıla yaklaşan dönemde nasıl büyük mağduriyetler yaşadıklarının nedenlerini anlattı çok teşekkür ediyoruz her ikisine de. Haftaya tekrar inşallah Salı günü saat 21.00’de sizlerle birlikte olacağız, haftaya Salı günü saat 21.00’de birlikte olana kadar hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Hoşçakalın.

Yorumlar