9 Kasım 2021

ÖFG TV’de bu hafta Gürkan Özturan ve Av. Nalan Dilara Uğur konuğumuz oldu.

Herkese merhaba ÖFG TV’nin yeni bir programı ile karşınızdayız. Her hafta Salı günü saat 21.00’de sizlere haftanın önemli konu ve konukları ile beraber sunduğumuz ÖFG TV programına başlıyoruz. Bugün programımızda yine iki konuğumuz var, iki önemli konumuz var.

İlki sosyal medya düzenlemeleri ile ilgili değerli bir konuğumuz olacak. Gürkan bey ile biz sosyal medya yasası üzerine konuşacağız, dünya örnekleri ve sosyal medya yasasının neler getirip, götüreceği konusunda konuşacağız.

İkinci bölümde de şu anda Afyon Cezaevi’nde kalan eski Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a yönelik hak ihlalleri konusunda kızı Av. Nalan Dilara Uğur ile görüşeceğiz, kendisinin bize anlatacağı önemli şeyler var. Mahpusların cezaevinde uğradığı ağır hak ihlallerini yakından takip ediyoruz, bu konuda sözü Nalan hanıma bırakacağız, babasının yaşadıklarını anlatacak.

İlk olarak sosyal medya yasası ile ilgili konuğumuz Gürkan bey. Gürkan Özturan hoşgeldiniz.

Gürkan Özturan:Merhabalar hoşbuldum.

<: Sosyal medya yasası Meclis’e gelmek üzere ve Meclis’te konuşulacak, şu anda insanların en önemli özgürlük alanı sayılabilir sosyal medya çünkü demokratik olmayan ülkelerde, baskıcı ülkelerde maalesef ki medya üzerinde büyük baskılar var ve insanlar kendilerini ifade etmek için sosyal medya kanalından bir nefes alıyorlar ama Türkiye Cumhuriyeti iktidarı bunu da çok görüyor ve sosyal medya konusunda düzenlemeler yapmak istiyor. Bu da ifade özgürlüğünü tehdit eden bir durum. Zaten şu ana kadar hakaret içermeyen ifadelerden dolayı Cumhurbaşkanı’na hakaret denilerek çok kişi cezalandırıldı, cezaevlerine konuldu. Bunların daha ağırı olabilir. Medya özgürlüğü ihlal edilebilir. Bunları sizinle konuşalım. Sosyal medya düzenlemesi hedefi ne getirecek ne götürecek, sizden alalım.

Gürkan Özturan: Öncelikle 2007 yılından itibaren ele almak gerekiyor konuyu. 2007 yılında 5651 sayılı kanun ilk ortaya atıldığında, aslında büyük bir destek bulmuştu çünkü dönemin gündeminde çocukların internet ortamında korunması denildi ki genellikle dünya çapında benzer bahaneler üretilerek internet üzerinde düzenlemeler öne çıkarılmıştı benzer yıllarda ancak çok hızlı bir şekilde Ne çocuklar ile ilgili ne korumaya yönelik oldu, daha doğrusu toplumun bireylerine yurttaşları korumaya yönelik olmadığını çok hızlı bir şekilde görmüştük, bu yasanın uygulamaya girmesi ile birlikte. Her ne hikmetse yasa ortaya çıkar çıkmaz iktidara dair eleştirel içerikler, basın yolu ile yapılan eleştiriler vs. Bunlar hedefe konulmuştu ancak yetmemiş olacak ki yıllar içerisinde 5651 sayılı kanunun kapsamı git gide genişledi, öncelikle içerik engelleme yetkileri daha geniş bir yetki alanına dahil edildi, bununla birlikte yeri geldiğinde mahkeme kararlarının gerekliliği artık lazım değildir denildi. Bunun yanı sıra yıllar içerisinde yayınlanmış raporlara bakacak olursak yüzbinlerce internet sitesi Türkiye’de erişime engellenmiş şekilde. Akabinde kanunun haricinde aslında bir yandan da Türkiye’de faaliyet gösteren dijital mecralara veri talebinde bulunuldu. Bu veri talebi aslında; sizin kaç kullanıcınız var, ne kadar reklam alıyorsunuz vs. Gibi veri talebi değil daha çok benimle ilgili bu içeriği paylaşan kişinin ev adresi, telefonu nedir? Benim ülkemde yüzbinlerce terörist olduğunu düşünüyorum bunların bütün sosyal medya dökümlerini istiyorum şeklinde taleplerle gittiler ve mecralar elbette kullanıcı sözleşmeleri ve küresel çaptaki itibarlarının da zedelenmemesi için bu talepleri olumlu karşılamadı, ancak istisnai durumlarda işbirliğine yöneldi ki bu istisnai durumlar İnterpol çerçevesinde belirlenen sınırlara dahildi. Bunun üzerine geçtiğimiz yıl aslında yepyeni bir düzenleme ile karşı karşıya geldik. Pandeminin hemen başında toplum için ekonomik destek paketi açıklanacağı zaman bu paketin içerisine sosyal medya kullanımına dair yeni bir düzenleme dahil edinmek istenmişti hatırlayacak olursanız. Bu ilk aşamada başarısız olurken ardından birkaç defa daha aslında Meclis’te gündeme gelmişti ve nihayet Temmuz ayında hiçbirimizin ne sizler milletvekilleri ne sivil toplum kuruluşları ne araştırmacılar ne bu konunun uzmanları ne sektör temsilcileri hiçbirimizin haberi olmadan, kapalı kapılar ardında hazırlanmış bir yasa tasarısı geldi, Meclis’te bir gece yarısı 03.00’da geçirildi ve önümüze artık bu bir kanundur, buna uymakla yükümlüsünüz diye konuldu. Bu geçirilen kanunda önceki yıllara kıyasla fark var, önceki yıllarda içeriğe erişim engelleme tedbirini öne sürüyordu kanun, ancak bu defa içeriği tümden internetten kaldırılmaya yönelik bir tedbir ortaya çıkarmış oldu. Geçtiğimiz yıl kullanıcılarla görüştüğümüzde kendilerinin söylemiş olduğu “Ben VPN’i kullanır girerim internete benim için sorun değil.” Gibi şeklinde yaklaşımlar görüyordum. Bu tıpkı “50 liralık benzin alıyorum.” Demek gibi. VPN kullanarak internete erişim sağlansa bile maalesef görülebilecek kaliteli içeriğe ulaşmak mümkün olmayacak. Geçtiğimiz yıl medya araştırmaları derneği olarak biz de bu yasanın medya özgürlüğüne etkilerini ölçtüğümüz bir rapor yayınladık ve bu rapora göre 7 aylık bir süreçte 350’nin üzerinde haberin engellenmiş olduğunu gördük. Günlük hesaba baktığımızda, günde 3 haberden fazlası engellenmekle de kalmamış, internet ortamından kazılmış. Bu haberlerin çoğunluğunun araştırmacı habercilik ve özellikle de yolsuzluk, usülsüzlük ile ilgili haberler olduğunu düşünürsek yasanın kapsamının koruduğu kişiler toplumun geneli, sivil yurttaşlar, internet kullanıcıları olmaktan üzere devlet görevlileri olmuştu keza şikayetlerin yapıldığı kaynaklara da baktığımızda en üst kısımlarda yoğunluklu bir biçimde iş insanları, bakanlar ve üst düzey bürokratları görüyoruz, bu 3 grubun şikayetleri neticesinde yolsuzluk ve üsulsüzlüğe dair haberlerin medya mecralarından kaldırılması istendi. Bu kaldırma emirleri gönderildi ve her zaman mahkeme kararı ile desteklenmedi bu emirler. Bazı durumlarda da doğrudan doğruya yetkililerin biz bu haberin kaldırılmasını istiyoruz şeklinde olduğunu gördük. Türkiye’de dijital hakların korunmasına yönelik bir yasa değildi. Bu yasanın düzeltilebilmesi için ne gerekirdi diye baktığımızda; geçtiğimiz yıl yayınlanan Freedom House raporuna örneğin gözattığımızda birçok ihlalle karşılaşıyoruz ve bu ihlallerin getirdiği noktada yalnızca medya özgürlüğüne değil toplumun geneline yayılmış bir ihlaller serisi görmek mümkün. İfade hürriyetini icra eden kişilerin paylaşmları ya da ifadeleri gerekçesiyle soruşturmaya tabi tutulduğu, ifadeye çağrıldığı, gözaltına alınıp tutuklandığı, hapsedildiği bir ortamda yaşıyoruz. Bunlardan absürt olanlardan bir tanesi sizin yaşamış olduğunuz vakaydı. RT nedeniyle vekilliğinizin düşürülmesine giden süreçte, CHP’nin İzmir Teşkilatı’ndan Banu Özdemir’in camide çav bella çalındığı şeklinde atmış olduğu tweet nedeniyle katılmak zorunda kaldığı mahkeme duruşmasıydı. Bu tür vakalara baktığımızda yalnızca siyasi kişiliklerin de değil aynı zamanda on binlerce sivil yurttaşında benzer şekilde hakaret suçlamasıyla mahkemelere gönderildiğini görmek mümkün. Bu neye sebep oluyor diye düşünecek olursakta; yalnızca hakların ve hürriyetlerin engellenmesine değil aslında tümden bir ekonominin kalkınamamasına sebep olabilecek bir açıdır bu. İnovatif bir hayal kurup, bu yolda adımlar atması gereken gençler “Susayım, başım yanmasın.” Çekincesiyle korkak bir hale yöneliyor ve bu tür yasaların getirdiği noktada insanlar bir gün geldiğinde aslında söz söylemeye çekinir hale geliyor ve bu gerçekten en tehlikeli açısı, bu yasa yarın hemen kaldırılsa bile yasanın ardıl etkileri bir süre devam edecek ve hürriyet ortamının sağlanamadığı bir memlekette aslında ne gelişmeden ne kalkınmadan bahsetmek mümkün olmayacak.

Gürkan Özturan: Bu yasa geçti geçtiğimiz aylarda. Biz de çok önemli bir muhalefet sergilememize rağmen yasa geçti ve şu anda yeni bir düzenleme peşindeler. Bu yeni değişiklik olarak ne getiriyor?

<: Aslında yine geçen yıl olduğu gibi çok fazla bir detayından bahsetmek mümkün değil çünkü yine yasa yapım süreci oldukça karanlık bir şekilde sürdürülüyor, kapılı kapılar ardında tartışılan yasa var. İktidara yakın olan medyanın açıklamış olduğu küçük parçaları birleştirerek bunun üzerinden yasa tasarısına dair bilgi edinmeye ya da fikir üretmeye çalışıyoruz ancak çokta mümkün değil, belirtmiş olduğum gibi bununla birlikte geçen yıl bu yasa Meclis’e getirildiğinde ve kanunlaştığında ilk aşamada benim o zaman da spekülatif bir şekilde söylediğim şey bu yasanın en geç 1 yıl sonra güncellenme zorunda kalacağıydı çünkü yasanın içeriğine baktığımızda yeteri kadar zorlayıcı maddeler yer almıyordu dijital mecralara dair. Mecraları öncelikle Türkiye’ye getirmek ve Türkiye’de bir kurulu düzen oluşturmalarını sağlamak vardı ancak fiziksel olarak yerli bir temsilcinin getirilmemesi durumunda ne tür bir yaptırım olacağına dair, çokta büyük bir açıklık yoktu. Bunun yanısıra aynı şekilde içerik kaldırma emirlerinin karşısında ne gibi bir yaptırım olacağına dair yeterli açıklık yoktu. Şu an emirler gönderiliyor ancak emirlerin gönderilmesine dair süreç tam olarak açıklığa kavuşmuş değil. Yine ayrı bir yasa tasarısından da bahsediliyor, yalan haberle mücadele şeklinde tezahür eden bir yasa tasarısı. Yalan haberle kim olduğu kim nerede tartıştı belli değil. Bilgilerin teyidinin kim tarafından yapılacağı belli değil. Buna dair bir istihsas mahkemesi kurulacağı söyleniyor fakat şu anki mahkemelerde bile uzman olduğu söylenen kişiler yeterli bilgiye sahip mi bu oldukça şaibeli ve özellikle duruşmalara katılan kişilerin daha sonrasında belirtmiş oldukları ifadelerinde kendilerini açık ifade etmelerine rağmen anlaşılmadıklarını görüyoruz, bunun gibi gelişmelere önümüzdeki süreçlerde bu tür bir yasanın geçmesi durumunda çok daha sıklıkla görebileceğimizi düşünüyorum. Bu bir sorun. İnternet ortamında yalan haberin yayılması, manipülatif içeriğin trol orduları tarafından gündeme sokulmaya çalışılması bir sorun fakat bunu Türkiye’de çözmenin basit bir yolu var. Şu anki iktidarın hükmettiği büyük bir kesim var. Bunu kendi ifadelerinden de defalarca duyduk. Kendilerinin söylediğine göre trol ordusu değil 2 milyon kullanıcılık devasa bir grup ve bu grubun en başından itibaren şu yönden itibaren bir yayına çıkın, bu yönde bir algı oluşturun dendiğinde eğer bu grup kitle halinde bu yalan haberi alıp bunun üzerinden bir propagandaya başlıyorsa bunu durdurmanın yolu çok basit en başından itibaren iktidar eliyle gündeme sokulmaya çalışılan yanlış ve yanıltıcı bilgileri durdurursanız aslında böyle bir sorun kalmayacaktır. Kalmayacaktır demek biraz hayalcilik olabilir çünkü açıkçası hiçbir grubun masum olduğunu göremiyoruz, internet ortamında aşağı yukarı her kitlenin kendisine ait bir benzer kutuplaşmış grubu bulunuyor, internet ortamında ve bununla mücadele etmek için aslında en temelde gerekli olan şey; medya çoğulculuğudur. Yurttaşların medya okur yazarlığını arttırabilecek nitelikte faaliyetler yürüterek medya çoğulcuğunun sağlanabileceği bir ortamda ancak çözülebilir yalan haber belası ve bununla mücadele etmek uğruna bir yasa çıkarmak aslında çokta bir işe yaramayacaktır çünkü şu anki gördüğümüz kadarıyla bunun çok hızlı bir şekilde sansür mekanizmasına dönüşeceğini görmek mümkün ancak önceki yıllarda yapılan düzenlemelere bakacak olursak örneğin Rtük yasası ya da radyoların kapatılması, özel televizyonların baskı altına alınması, basılı yayının neredeyse tamamının kontrol altına alınması gibi uygulamaları gördüğümüzde şu anki strateji aslında geleneksel uygulamalardan çok farklı değil gibi görünüyor çünkü eğer ben tamamen kontrol altına alamazsam hiç kimsenin burada faaliyet göstermesine izin vermem şeklinde bir yaklaşıma benziyor bu ve bu yasal düzenlemeyle bu ortamın daha da iyileştirilebileceği, daha sağlıklı bir tartışma ortamı yaratabileceğini düşünmüyorum açıkçası.

<: Önceki yasada sosyal mecra odakları Twitter, Facebook gibi mecraların Türkiye’ye girişi ile ilgili tartışmalar vardı. “Dediklerimize uymazsa cezalar vereceğiz.” denildi. Daha önceki sosyal medya yasasında Twitter, Facebook, İnstagram gibi sosyal mecraların Türkiye’ye girişinde uyması gereken kurallar ile ilgili çok önemli tartışmalar yaşanmıştı. Bunlar nasıl seyretti? Sosyal mecraların aslında çok önemli bir hale geldiğini görüyoruz ve bunların engellenmesinin de halkın haber alma özgürlüğünün önemli bir şekilde kısıtlanması anlamına geleceğini görüyoruz. Mesela Twitter şu anda devlet adamlarının bile kullandığı özel bir haberleşme ağı mecrası. Bunların uluslararası etkinliği var ve ulusal düzeyde birtakım yasalarla sınırlandırılmaya çalışıldı bu yasada. Bu konuda gelişmeler ne oldu?

Gürkan Özturan: Geçtiğimiz yıl geçen yasanın akabinde dijital mecralara ültimatom verildi. Geçtiğimiz yıl yaz aylarında Microsoft Ortadoğu, Kafkaslar, Kuzey Afrika genişletilmiş bölgesi için veri merkezi açmak istedi, Türkiye’nin de civarında bulunan bölgede ve nihai olarak Yunanistan’a taşıma kararı aldı. Aslında Türkiye çok daha uygun bir ortam olabilirdi ancak Türkiye’deki iktidara yasaların uygulanışına, uygulamadaki keyfiyete bağlı olarak böyle bir riski almak istemediler çünkü Telefonica’nın Venezuela’da yaşamış olduğu gibi el koyulması, verilerin aslında ihlal edilmesi gibi bir şeyle karşılaşmak istememelerinden kaynaklı olarak Yunanistan’a gittiler. Türkiye’de o dönemde hatırladığım üzere bir tepki oluşmuştu, özellikle dijital mecra odaklı çalışan kişiler arasında ancak Türkiye’nin atmış olduğu adımlar neticesinde Türkiye’de faaliyet gösteren ve günlük erişim hacmi 1 milyonun üzerinde olan mecraların Türkiye’de bir yerleşik temsilcilik açma zorunluluğu getirilmişti, bu zorunluluk kapsamında da bir ofis tutulması, yasal temsilcilik oluşturulması, kişilerin atanması vs. Gibi yükümlülükler bulunuyordu, bunun olmaması durumunda öncelikle 3 defa para cezaları daha sonrasında reklam yasaklaması ve en nihayetinde de aslında bant genişliğinin daraltılması ve fiili bir sansür demekti bu. Mecralar buna direneceklerini açıkladılar, ilk aşamada verilen para cezaları oldu. Bir kısmı daha sonrasında kademeli olarak bunu kabul edeceğini fakat koşullara şerh koyduklarını açıkladılar, bunu şu şekilde yaptılar. İlk büyük temsilcilik Youtube’undu. Youtube bildiğimiz üzere çok yüksek oranda kullanılan, Türkiye’de piyasaya fazlaca dahil olan bir mecra çünkü Youtube üzerinde yayın yapan yayıncılık ile yaşamını sürdüren ve buradan geçimini sağlayan çok sayıda kişi bulunuyor ve bu içeriklerin oluşturulması ile ilgili Youtube’un bir açıklaması vardı. “Ben bir temsilcilik açmayı kabul ediyorum, vergi düzenlemesine dahil olmayı kabul ediyorum ancak içeriğimin yönetimine dair bir müdahaleyi kabul edemem, içerik idaresi bende kalır.” Bu önemli bir açıklamaydı, her ne kadar Youtube’un bu açıklamasının akabinde halen o dönem içerisinde KHK TV’nin kapalı olmasına rağmen önemli bir açıklamaydı. Daha sonrasında Facebook ve Twitter için de bir ön ayak oldu. Facebook daha sonra geçtiğimiz yıl hatırlayacak olursanız, Whatsapp’a da Whatsapp’da gelecek olan bir güncellemenin yoğun bir şekilde gündemde kalması ile ilgili Facebook da bir açıklama yaptı ve “İçeriğine müdahaleyi kabul etmeyeceğini fakat ülke temsilciği açacağını” beyan etti. En son Twitter benzer bir şey yaptı ve bu şirketlerin aslında Türkiye’ye bir gölge temsilcilik açtığını herkes biliyordu. Açılan temsilcilikler kent merkezlerinin meydanlarında teknokentlerde değil boş bir binada bodrum katında bir ofis niteliğindeydi ve atanan temsilcilerin de aslında Türkiye’ye gelmediğini görüyoruz son 1 yılda. Geçen yılki uygulama bu yöndeydi. Microsoft’un neden Türkiye’yi seçmediğini düşünürsek bu 3 firmanın Türkiye’ye zorunlu olarak bir yatırım yapmak zorunda bırakılması ile Türkiye’ye gelmelerini düşünürsek aslında çok da fazla inovatif bir gelecek olmadığını görmek mümkün. Kalkınma adına açıklanan sanayileşme planları arasında teknolojik devinimin dijitalleşmenin, dijital kalkınmanın sağlanacağına dair çokta fazla ifade yok ancak bu tür uygulamalarla bu tür zorlayıcı uygulamalar ile bunu sağlamak mümkün değil. Veri merkezinden bir şirketinin bir milyar €’ya yakın bir yatırım yapmasını beklenirken çok daha büyük bir yatırımın çok daha fazla bir imkan sağlayacak iş birliklerinin zorlama aracılığı ile yapılmasının engellendiğini söylemek mümkün.

<: Biz de dünya sosyal medya düzenlemeleri ile ilgili dünya örnekleri var, bunları da biraz incelemeye çalıştık. Dünyadaki örneklere baktığımız zaman sosyal medya düzenlemelerinin çoğunlukla nefret söylemi olduğunu görüyoruz. İfade özgürlüğünü kısıtlamaktan ziyade nefret söylemini durdurmaya yönelik çabalar olduğunu görüyoruz. Dünyada nasıl uygulanıyor Gürkan bey? Sınırsız mı? Yoksa kontrol altına alınıyor, ifade özgürlüğünü kısıtlıyor mu dünya örneklerindeki durum nedir?

Gürkan Özturan:Dünyanın da çok masum olduğunu söylemek mümkün değil! Elbette Türkiye’deki kadar kötü bir uygulama batı dünyasında ya da yerleşik demokrasilerde çok görülmüş şey değil. Türkiye’de sıklıkla örnek gösterilen ülkelere baktığımız zaman oradaki uygulamaların Türkiye’dekinden çokça fazla olduğunu görüyoruz. Çok sık bir şekilde Almanya örneği gösteriliyor Türkiye’de parmakla. Özellikle iktidara yakın medyanın sürekli bir Almanya referansı bulunuyor. Almanya’da bir yasa var ve bu yasa kapsamındaki uygulamalara baktığınız zaman nefret söylemi, nazilerin internet ortamında yapmış olduğu propaganda ya da İşid’in internet ortamındaki propaganda, belirli gruplara yönelik hakaret ya da şiddet çağrısı içeren paylaşımları hedef aldığını görüyoruz. Türkiye’deki uygulama bununla kıyaslanabilir bir seviyede değil. Türkiye’de tehdit hakaret hedef gösterme gibi kategoriler bu yasa kapsamında değerlendiriliyor ancak bir gruba yönelik bir koruma sağlıyor bu yasa. Türkiye’de yalnızca iktidara yönelik olarak sağlanan bir kalkan vazifesi görüyor bu yasa fakat uygulamasının dışında baktığımız zaman Almanya’daki yasaya belirli ölçüde küçük benzerlikler sergiliyor ama Almanya’daki yasa zaten mükemmel bir yasa değil ya da Almanya dijital haklar ve hürriyetlerin en tepesinde yer alan bir ülke değil. Ben neden bir yurttaş olarak en iyi olmayanı kendime layık göreyim ki? Neden dijital alanda hakları ve hürriyetleri en geniş ölçüde uygulayan İzlanda’yı örnek almıyor bu yasaları yapanlar? Neden Estonya gibi dijital devrimini tamamlamış bir ülkeyi örnek almıyoruz? Onun haricinde neden Finlandiya ve İrlanda gibi dijital alanda büyük atılımlar yapmış ülkeleri örnek almıyoruz da Almanya’daki uygulamayı ya da Fransa’daki kısıtlayıcı uygulamaları ya da Brezilya ve Hindistan’daki baskıcı uygulamaları örnek gösteriyoruz? Bir ülkenin yurttaşları neden kendilerine bunu reva görsünler? Ben bir yurttaş olarak elbette olabilecek en geniş özgürlük alanını isterim maalesef şu an 5651 sayılı kanunda herhangi bir şekilde böyle bir umudum yok olabilecek en güzel şey geçtiğimiz yıl yayınladığımız Medar raporunun nihai sonuçlarında yer aldığı üzere bu yasanın rafa kaldırılması ve dijital haklar ve hürriyetler kanun tasarısı olurdu fakat maalesef buna dair beklentilerim henüz somut bir emare göstermiyor, herhangi bir şekilde bu alanda atılmış bir adım görmüyorum. Ancak benim açımdan baktığımda ülke için en faydalı olacak olan dijital düzenleme bu açıdan haklar hürriyetler temelinde oluşturulan bir yasa olurdu?

<: Umarım bu konuda özgürlük alanı olur. Son olarak 1-2 dakika içinde kamuoyuna nasıl bir öneriniz var Gürkan bey? Kamuoyu ne yapmalı? Sosyal medya yasasına karşı tepkilerini nasıl ortaya koymalı? Bu konuda da görüşlerinizi alalım. Dünyada neler oldu böyle yasalar getirildiğinde ve Türkiye’de ne olması gerekir?

Gürkan Özturan:Önceki yıllara baktığımızda 2009’da, 2010’daki güncellemelerde kitlesel eylemler görmek mümkündü fakat son 5-6 yıldaki gelişmeler ışığında baktığımızda bunların ne çok fazla faydası olduğunu ne de etkili bir biçimde benzer bir sokak muhalefeti olduğunu görmek mümkündür ancak en azından bir sonraki döneme dair yapılması gerekenler arasında kesinlikle şu var; böyle bir karanlık dönemden geçerken kişilerin kendilerine yatırım yapmalarını, kendilerini geliştirmelerini bu alanda daha fazla bilgi birikimi edinmelerini öneririm açıkçası ve bunu yaparken dünyadaki örnekleri öğrenerek bunlar arasında kıyaslamalar yaparak az önce bahsetmiş olduğum gibi dijital haklar ve hürriyetler kanun tasarısının ön adımlarını atmalarını bekliyorum. Toplumdan ya da sivil toplumdan beklentim şudur; en azından bu konuyu tartışma olarak öne getirmek ve bu düzlemde başlatılacak bir tartışmanın neticesinde bizim ihtiyacımız nedir? Haklar ve hürriyetler diyoruz fakat bu aslında neyi kapsıyor? Koruma altında olması gereken gruplar kimlerdir? Kimlere karşı yapılan tehditleri ne şekilde değerlendirmek gerekir? Ya da bunların tamamının haricinde bakacak olursak önümüzde bir türlü tartışamadığımız dijital miras meselesi ne olacak? Bunun gibi konuları şimdiden tartışmaları gerekiyor aslında yurttaşların ve maalesef bildiğimz üzere parmak üzere yasa geçirmeye meyilli bir iktidarımız bulunuyor buna karşı yapılabilecek çok fazla bir şey yok ancak toplumsal farkındalığın arttırılması ve bu düzlemde yeni tartışmaların başlatılması bu sayede de bir sonraki dönemin medya özgürlüğü temellerinin sağlam bir biçimde atılabilmesi, medya çoğulculuğunun kesinlikle sağlanması ve aynı zamanda dijital farkındalığın artması gerekiyor. Dijital okur yazarlık yalnızca mecralara nasıl erişim, sansürü nasıl aşarım ile kalmamalı aynı zamanda doğru bilgiye erişim teyit mekanizmaları ve aynı buna ek olarakta hususi verilerin saklanabilmesi hususi verilen güvenliğinin sağlanabilmesinde kapsamalı. Bugün maalesef Türkiye’de hususi veriler yeteri kadar iyi bir algı ile korunmuyor yurttaşlar tarafından sıklıkla duyuyoruz, İnstagram, Twitter hesapları hacklenenler, kendi paylaşımlarından başı derde girenlerden tüm bunların değerlendirilmesi için geniş tabanda bu tartışmanın başlaması gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde toplumsal bilişim derneği tarafından güzel bir rapor yayınlandı. Onların yayınladığı dijital şiddet raporunda çok güzel bulgular yer alıyordu. Bu tür rapoların artması ümidi ile toplumda bir tartışma başlamasını bekliyorum.

<: Gürkan Özturan ile sosyal medya yasasının getireceklerini ve götüreceklerini konuştuk, çok önemli bilgiler verdi. Biz sosyal medya ile size ulaşıyoruz tek nefes kalanımız bu ve bu da elimizden alınırsa kısıtlamalar getirilirse toplumun ifade özgürlüğü çok önemli bir şekilde kısıtlanmış olacak bu konuda tavsiyelerini dinledik ve yasa teklifi eğer ki Meclis’e gelirse de etkin bir şekilde bu yasaya karşı direneceğiz. Özgürlükçü olması için önemli bir gayret sarf edeeğiz.

Programımızın ikinci konuğu Bir KHK ile ihraç edilmiş, hakimin, hukukçunun kızı Nalan Dilara Uğur ile babası hakkında konuşacağız. Babası Hüsamettin Uğur eski Yargıtay üyesi 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden hemen sonra gözaltına alındı ve birkaç gün önce birlikte aynı servislerde yolculuk yaptığı kişilerle birlikte olmasına rağmen aniden sanki büyük bir terörist olarak ilan edildi yüzbinlerce kişi gibi ve ardından cezaevine atıldı, KHK ile ihraç edildi, her türlü mağduriyeti yaşadı, bunun üstüne bir de Keskin Cezaevi’nde çok ağır hak ihlalleri yaşadı, biz Keskin Cezaevi’nde yaşadığı hak ihlallerini Meclis’te andık, Genel Kurul’da ve soru önergelerimiz ile Adalet Bakanlığı’na sorduk, bu konuda bazı olumlu gelişmeler yaşandı ve görmezlikten gelme durdu en azından. Afyon Cezaevi’ne nakledildi. Afyon Cezaevi’nde de aynı ihlaller maalesef devam ediyor. Hüsamettin Uğur bir hukukçu. Hakkını, hukukunu biliyor. Kendisine yapılan ihlallere karşı hukuk düzeninde de bir mücadele veriyor. Kamuoyuna gönderdiği bir açık mektup var ve sesini duyurmak istiyor. Biz de kızı Av. Nalan Dilara Uğur aracılığıyla sesini o zindanlardan o kuyuların dibinden yükseltmeye çalıştığı sesini Nalan hanım aracılığı ile duyuralım istedik. Nalan hanım konuğumuz.

<: Babanız hakkında kısa bir bilgi verdim. Yaşanılan ihlalleri yakından takip ediyorsunuz, babanız yıllardır cezaevinde farklı cezaevlerinde ağır hak ihllaleri yaşadığını beyan ediyor. Önemli bir mücadele veriyor ve kısıtlı imkanlara rağmen kamuoyuna sesini duyurmaya çalışıyor, o bir hukukçu, siz de bir hukukçusunuz ve bu konuda önemli bir mücadele veriyorsunuz hem bir hukukçu hem kızı olarak. Sözü size bırakalım. Hüsamettin Uğur neler yaşadı? En baştan alırsak. Kimdi? Ne oldu? Hüsamettin Uğur aniden nasıl bir büyük değişim yaşadı sizden dinleyelim.

+:Babam sizin anlattığınız gibi 2011 yılında seçilerek Yargıtay üyesi olmuştu. 1999’dan beri hukukçu. 1999’dan beri Ankara’dayız. 1999’dan beri Yargıtay’da, 2011 yılında Yargıtay üyesi seçildi. 15 Temmuz’dan sonra sizin de dediğiniz gibi babamın da mektubunda dile getirdiği gibi; kendi lojmanımızda otururken gözaltına alındı, hala daha helikopterler havadayken gözaltı kararı çıktı, darbe bastırılmamışken babam hakkında gözaltı kararı çıktı, 18 Temmuz’da gözaltına alındı. Çok büyük bir bölümünü 4.5 yılını Keskin Cezaevi’nde geçirdi. Keskin Cezaevi’nde de Afyon Cezaevi’nde yaşadığımız gibi sadece hakkını savunuyor diye, hakkını savunması, dilekçeler yazması, suç duyurusunda bulunması cezaevi tarafından tehdit olarak algılanıyordu, bu yüzden 5 gardiyan tarafından babam Keskin Cezaevi’nde darp edildi, 6 ay boyunca hiçbir soruşturma açılmadı, babamın suç duyuruları dışarı çıkarılmadı, çıkarılsa da işleme konulmadı. Ta ki siz Adalet Bakanlığı’na soru önergesi verene kadar. Soru önergesi verdikten sonra işlem başlatmak zorunda kaldılar, işlem başlatıldı, takipsizlik verildi. Şu anda Anayasa Mahkemesi’nde o dosyamız. Bunun ardından işkencenin ardından 1 sene sonra Afyon Cezaevi’ne nakledildi ve babam Afyon Cezaevi’ne nakledilmeyi talep etmemişti, talebinde sadece Sincan Cezaevi’ne gitmek istiyorum vardı ve eğer “Sincan’a gönderilmiyorsam başka bir cezaevine gitmek istemiyorum.” Diyordu buna rağmen Afyon Cezaevi’ne nakledildi. Afyon Cezaevi’nde de Keskin Cezaevi’nde yaşadığımız süreci çok daha hızlı bir şekilde yaşadık. Keskin Cezaevi’nde 4.5 senede gelinen noktaya babam Afyon’da ilk 3 ayda gelmişti. Alındığında Afyon Cezaevi’ne şubat ayıydı ve babama montu teslim edilmedi. Senelerdir cezaevinde kullanmış olduğu montu kanuna aykırı denilerek babama verilmedi. İlk infaz hakimine başvurusu sanırım bu yüzdendi. İnfaz hakiminden hatta montunun babama tesliminine dair karar çıkmasına rağmen memur babama gelip: “Bu karar yanlış, ben bu kararı iptal ettireceğim, bu bizim yönetmeliğimize aykırı, sana bu montu vermem.” Dedi.

<: Hakime rağmen!

+:Evet hakime rağmen. Ardından artık kiminle görüştüğünü bilmiyoruz ama montu ve kararı alıp gidip sonrasında akşamında gelip “Ben sana bu montu insanlığımdan veriyorum, bana dua et.” Diye bir tavırla bu montu teslim etti. Ayrıca cezaevinde aynı suçtan hüküm giydiği insanlarla aynı koridorda olması gerekirken zaten hücrede kalıyor ama aynı koridorda dahi başka suçtan hüküm giyen mahkum bulunmaması gerekirken babamın sağında, solundaki hücrelerdeki insanlar ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri, cinayetten yatan insanlar. Babamın avluya çıktığı insanlar ki ilk 2 ay yalnız başına avluya çıkarıldı, ondan sonrasında avluya çıktığı insanlar cinayet hükümlüleri. Babam bunu da aynı şekilde infaz hakimliğine şikayet etti ve dilekçelerinin gönderilmeyeceğini söyledikleri için babama böyle bir tavır olduğu için bu dilekçeleri verirken önce kameraya sallayarak ardından teslim ediyor ve bunu yaptığında da memurdan şu cevabı alıyor: “İstediğin kadar kameraya salla biz boş kağıt verdi.” Deriz. Bu ya savcının aklıyla dalga geçmek, boş kağıdı neden veriyor? Buna inanacak bir savcı olduğunu da düşünmüyoruz, ya da kendi memurlarının aklı ile dalga geçiyorlar. Boş kağıdı neden alıyor o zaman her seferinde? Bu şekilde dilekçelerinin ulaştırılmadığını düşünüyorduk, dışarıdan babam adına başvuruda bulunuyordum. Ancak şu zamana kadar hiçbir başvurum, hiçbir suç duyurum babamın tehdit edildiğine dair suç duyurularımda hiçbir işleme konulmadı. Bunlar ile başladı, ardından babam cezaevi müdürü ile görüşmek istediğinde müdürün odasında başmemur babamı tehdit etti. “Boş işlerle uğraşıyorsun, bunların sana dönüşü olacak.” Şeklinde babamı tehdit etti. Hatta babam bunların bana dönüşü nasıl olacak diye sorduğunda. “İnfazını yakarız, infaz erteleme vermeyiz.” Denilmiş. Babam da: “Zaten kimseye vermiyorsunuz, ben hakkımı savunmaya devam edeceğim. Haklarımı biliyorum ve bunu yapıyorum. Ben bu zamana kadar hep bunu söyledim. 25 yıllık hukukçuydum, insanların hakkı için mücadele ediyordum, şimdi cezaevine girmişken kendi hakkımı savunmaktan aciz kalamam.” Diyor, bu düşünceyle babamın inatlaşıyor diye gördükleri tehdit diye gördükleri şey aslında bu zamana kadar hep böyle bildiği için bunu yapıyor. Babamın tehdit edilmesinin ardınadan ben yine dışarıdan suç duyurusunda bulundum Afyon Savcılığı’na ama hiçbir işlem başlatılmadı. Aksine sadece yargıya başvuracağımı söylediğim tweetim sebebi ile cezaevi müdürü beni Afyon Savcılığı’na şikayet etmiş ve benim hakkımda işlem başlatıldı tehditten dolayı. Babamın içeride yargıya başvurmasını tehdit olarak algılıyorlar, benim de dışarıda “Benim dilekçelerimi engelleyemezsiniz, babamınkini engelliyorsunuz ama ben dışarıdan suç duyurusunda bulunacağım.” Tweetimi tehdit olarak algılayıp şikayet ediyorlar ve ben ifadeye çağrılıyorum Afyon Savcılığı tarafından. Bu zamana kadar dışarıdan yaptığım tüm başvurularda babamın da isteği bu inatla şunu belirtiyorum: “Babamın yüz yüze dinlenilmesini talep ediyoruz.” Biz cezaevi savcısını babam bunca zamandır görmedi. Cezaevinde kaldığı 5.5 senede bir kere dahi görmedi. Bir kere dahi cezaevi savcısının bu kadar şikayette bulunan bir insanı dinlememesi bize korkunç geliyor. Cezaevi müdürü de aynı şekilde tweetlerimi okuduysa, bu tweetlerde memurlar hakkında babamı tehdit ettiklerine dair, babamın hak ihlallerine uğradığına dair birçok şikayet varken, bu şikayetlerini soruşturup kendi memurlarını dinleyeceğine beni şikayet etmekte buluyor çözümü. Bunlar yaşandı şimdiye kadar. Babamın bana tekrardan suç duyurusunda bulun demesinin ardından kapalı görüşümüzün ardından ki bu telefonlar dinleniyor, kapalı görüşlerde de telefon görüşlerimizde de dinleniyor. Bunun ardından gözdağı verme amaçlı olduğunu düşündüğümüz bir şekilde, normalde rutin arama dedikleri şey koridorda herkesin odasına bir iki memurla bir iki dakikalığına girilerek yapılan bir şeyken babamın odasına 8-10 memur birden giriyor, bir o kadarı da koridorda bekliyor ve odasını alt üst ediyorlar. Babam 5.5 yıldır birikmiş birçok dosyası var, AİHM başvuruları için ayrı, yargılandığı mahkemeler için ayrı birçok dosyası var istiflenmiş, ayrılmış, bölünlenmiş halde duruyor, onları indirip dağıtıyorlar, hepsini etrafa saçıyorlar. Babamın kenarda dilimlediği kırmızı lahana için “Bundan şarap yapıyor deyip hakkında işlem başlatırız. Aramaya engel olmaktan hakkında işlem başlatırız.” Diyor. Babam: “Böyle arama görmedim.” Dediği zaman bunu yapıyorlar, yere serdiği bir soğuktan kaynaklı nevresim takımı var, seccadesinin altına koyuyormuş özellikle çok soğuk olmasından kaynaklı ki Afyon zaten çok soğuk ki mevsimlerden kaynaklı da çok soğuk şu an. Yere serdiği nevresim takımına “Sen bunu amacına aykırı, uygun kullanmıyorsun.” Diyerek el koyuyorlar, çamaşır iplerine “Sen bunu amacına aykırı kullanıyorsun.” Diyerek el koyuyorlar, çamaşır ipi ve üzerinde çamaşır asılıyken; amacına aykırı kullanmazken buna el koyuyorlar. Üst aramasını normalde sadece koridorda kameraların önünde yapmaları gerekirken koridorda bir kez üst aramasını yapıp içeri geçtikten sonra kamerasız ortamda odasında tacize varır şekilde, onur kırıcı bir şekilde iki kere daha tekrarlıyorlar. Babam yarın öbür gün ben bu usulsüz aramayı kanıtlayamam bu sebepten ötürü bu aramayı kayıt altına almalısınız dediğinde yine aramaya engel olmaktan, memurun görevini yapmaya engel olmaktan işlem başlatırız cevabını alıyor. Ki bize bunu anlattıktan sonra aynı günün mesai bitiminde babama savunma yazısı geliyor. Aramaya engel olmaktan babama işlem başlatılmış. Bunun da ayrıca suç duyurusunu yaptım hem CİMER üzerinden hem Afyon Savcılığı’na suç duyurusunda bulundum ancak bunlara da biz bir dönüş alamıyoruz. CİMER üzerinden yaptığımız başvurularda yalnızca şu cevap geliyor; “Ceza ve Tevkifevleri’nden soruldu cevap aldındı dosya kapanıyor.” Şikayetimiz kapanıyor. Babamı dinlemeden şikayetçi olanı dinlemeden bu suç duyurusunu bu şikayet nasıl kapanıyor anlamıyoruz! Şimdi de babamın bu cezaevinde de can güvenliğinin olduğunu düşünmüyoruz. Keskin Cezaevi’nde yaşadıklarımızın aynısı olduğu için biliyoruz, bunun sonu darp edilmeye varacak ki Afyon Cezaevi’nden birçok darp örnekleri de biliyoruz. Ben de sosyal medyadan olsun, haberlerden olsun görüyorum, okuyorum, babamda oradan dinlediklerinden olsun görüyor ve okuyor. Son olarakta son gittiğimiz geçen haftaki görüşte öğrendiğimiz üzere babam hakkında bir soruşturma daha başlatılmış, güvenlik sebebi ile ismini veremedikleri iki kişi babamı şikayet etmiş. Güvenlik sebebi ile ne dediklerini de bilmiyoruz!

<: Bunlar infaz koruma memuru mu şikayet etmiş?

+:Hayır iki tane mahkum babamı şikayet etmiş. Güvenlik sebebi ile isimleri açıklanmıyor, yazdıkları dilekçeler babama verilmiyor. Ne iddia ettikleri babama söylenmiyor. Gruplaşmaya sebep olmak ve terör örgütü propagandası yapmak. En başında yaptıkları tehdit ve bizim suç duyurusunda bulunduğumuz bunun devamı gelecek belli dediğimiz ve hiçbir işlem yapılmayan, önlem alınmayan tehdit şu anda gerçekleşiyor. Babama göz dağı da veriliyor, babamın üstü usulsüz aranıyor, babam hakkında sahte tutanaklarla soruşturma başlatılıyor.

<: Babanız bu hukuksuzluklara karşı direniyor. Bir mahpus ama bir hukukçu ve haklarını talep ediyor, Keskin Cezaevi’nde de öyleyse itiraz etmese belki bunları yaşamayacaktı ama onuru ve hakkı için bir mücadele sergiledi. Ardından Afyon Cezaevi’ne geldi, Afyon Cezaevi’nde de aynı uygulamalar devam etti ve göz dağı verme, baş eğdirme, boyun eğdirme, “Terbiye etme” uygulamalarına maruz kaldı ve siz diyorsunuz ki: “Odasına yönelik baskından sonra tüm bu hukuksuzluklar, sesini duyuramama durumundan sonra sizin hakkınızda açılan soruşturmalardan sonra ki ifadelerinizde bir şey yok.” Babanızla ilgili durumu belirtmeye çalışıyorsunuz. Bariz bir baskılama olayı olduğunu söylüyorsunuz ve hatta daha ağırı bir darp olayının gerçekleşebileceğini iddia ediyorsunuz. Bu önemli bir iddia. Keskin Cezaevi’nde bu gerçekleşti belli bir süre sonrasında. Afyon Cezaevi’nde de gerçekleşebilir diyorsunuz. Darp ile karşılaşabilir. Darp ile karşılaşırsa ne olur? Böyle bir tehlikeye karşı siz ve babanız ne yapmayı düşünüyor? Nasıl bir ruh hali yaşıyorsunuz? Kamuoyuna gönderdiği açık bir mektup var onu okuduk, orada feryat eden bir mahpus var. Bütün bunlar çerçevesinde neler yaşanabilir? Yetkililere hatırlatmalarınız neler olacak?

+:Babamın gönderdiği açık mektupta kendisi de belirtiyor mektubun bir kısmında, Afyon Cezaevi’nde yaşananları yazarsam eğer bu mektubu iletmezler diyor. Bana da mektup gönderildikten sonra telefonda şunu söyledi: “O mektupta verdiğim örnekler hep Keskin Cezaevi üzerinden ama Keskin’deki verdiğim örneklerin 10 katı bu cezaevinde yaşanıyor.” Dedi. Aslında o mektup şu andaki durumu anlatamıyor maalesef. Şu andaki durumu ben anlatmaya çalışıyorum ve geçen seneki maalesef ki o işkence olayında 5 gardiyan babamı kamerasız odada darp ettiğinde dahi babam şunu söylemişti bende biraz bundan sonra kendime gelip babamın söylemek istediğini anlayabilmiştim. “Beni burada öldüredebilirler, beni öldürseler dahi ben bundan vazgeçmeyeceğim.” Babama o zaman bu tehditler de yapılıyordu. “İntihar etti deriz. Cesedini veririz.” Deniliyordu babama Keskin Cezaevi’ndeyken. Babam buna rağmen bu bilinçteydi, “Beni öldürseler bile bundan vazgeçmeyeceğim.” Diyordu. Her telefon görüşünde ben intihar etmeyi düşünmüyorum, intihar etti derlerse kayda geçsinler diye söylüyorum, böyle bir durum yoktur diye bize telkinde bulunmak zorunda kalıyordu. Tekrardan işkence görse dahi babamı yolundan çevirebileceğini, babamın hak aramaktan vazgeçeceğini zannetmiyorum. Bana da soruşturma başlatsalar, beni de içeri alsalar da babamın hakkını savunmaktan vazgeçeceğimi zannetmiyorum. Burada olması gereken şey; savcının harekete geçmesi, cezaevi savcısının gidip babamı dinlemesi. Afyon Savcılığı’na yaptığım suç duyurusunun işleme konulması. Benim ifadeye çağrılmam yerine onların ifadeye çağrılması. Cezaevi Müdürü tweetlerimi okuyorsa orada geçen suçlamalar için kendi memurları hakkında işlem yapması. Burada olması gereken bu iken maalesef olmuyor. Bizim de bundan başka bildiğimiz bir yol olmadığı için ben bu anlayışta büyültüldüm. Kendi hakkını kendin savunamazsın bunun yetkili bir mercisi var. Bu anlayışta büyüdüğüm için ben de bundan başka bir yol bilmiyorum. Babamın sesini duyurmaya çalıştığım zaman Afyon Cezaevi’ni hedef göstermek ve tehdit etmekten hakkımda işlem başlatılıyor. Bir şey çıkacağını zannetmemekle beraber buna devam edebilirim ancak suç duyurularıma devam edebilirim. Yapılması gereken dediğim gibi infaz hakimi olsun cezaevi savcısı olsun bunların işleme geçmesi, harekete geçmesi ki infaz hakimine babamın yapmış olduğu ve hala daha cevap alamadığı 6-7 aydır cevap alamadığı 2-3 başvurusu var. İnfaz hakimi cevap verdiği zaman da şu şekilde cevap veriyor; “Önce cezaevi karar versin sonra biz bakalım.” Diyor. İş sadece yokuşa sürülüyor. Anında işlem başlatılıyor.

<: Biz Keskin Cezaevi’nde Hüsamettin Uğur’un uğradığı hak ihlalleri konusunda soru önergesi verdik. Bunu görmezlikten görme tavırlarını da gördük daha sonra Meclis Genel Kurulu’nda da andık ve daha sonra tüm bunlar kamuoyuna ifşa oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurulu’ndan ifşa oldu. Ben Afyon Savcılığı’na da hatırlatıyorum, Afyon Cezaevi Savcılığı’na hatırlatıyorum; bu şikayetler apaçık ortada. Bir mahpusun klasik olarak cezaevlerinde yaşadığı bu hak ihlalleri ortada, baskılar ortada biz cezaevi savcısının görevini yapmasını hatırlatıyoruz. Hak ihlallerini örtbas etmemesi gerektiğini hatırlatıyoruz, konuyu dikkatle takip ettiğimizi hatırlatıyoruz bir milletvekili olarak ve konuyu soru önergeleri ile ciddi bir şekilde Adalet Bakanlığı’nın önüne getireceğimizi ve genel kurulda da bu konuyu tekrar anacağımızı bu konunun sümenaltı edilemeyeceğini sayın savcılara hukukçulara hatırlatıyoruz. Burada bir hak arama eylemi var. Hapisteki insan yıllarca hukukla uğraşmış ve başka bir şey bilmeyen, hak arama konusunda önemli gayretleri olan bir insan ve kızı da bu noktada çok önemli bir hak savunucusu ve biz de konuyu yakından takip ediyoruz. İşin trajik boyutu şu; bir mahpus içeriden bir mektup gönderiyor ve önceki cezaevinde uğradığı hak ihlallerini ancak yazabiliyor. Bulunduğu cezaevindeki hak ihlallerini mektup sansürlenir diye yazmaktan imtina ediyor. Bu bile bu cezaevinde neler yaşandığını apaçık gösteriyor. Yetkililer bize söylesin! Afyon Cezaevinde neler yaşanıyor? Nasıl bir skandal var? Afyon Cezaevi’nden biz çok şikayetler alıyoruz bunu da net bir şekilde söyleyeyim şu ana kadar şikayet aldığımız cezaevleri arasında en çok şikayet aldığımız cezaevlerinden birisi maalesef Afyon Cezaevi ve maalesef ki bildiğimiz bir hak ihlali, mahpusun odasına yapılan kasıtlı bir oda baskını hadisesinden sonra devamının bir darp ile gelebileceği tehdidi var, bir tehlike var ortada. İlla darp edildikten sonra mı bu olay kamuoyuna flaş bir şekilde yansısın sayın savcılar? Bir insan illa iş çığrından çıktığı zaman mı olay kamuoyuna büyük bir şekilde yansısın? Bunu sormak istiyorum sayın Afyon Savcısı, Sayın Afyon Başsavcılığı, Sayın Adalet Bakanlığı, Sayın Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü; size buradan net bir şekilde hatırlatıyorum. Ben bir milletvekiliyim, milletin hakkını hukukunu savunmakla milletin bize getirdiği sorunları kamuoyuna yansıtmakla mükellefim, sadece ve sadece görevinizi yapın diyorum. Burada bir görevi ihmal var. Bu mesele Hakimler ve Savcılar Kuruluna kadar da gider. İnsanların sicili bu noktada etkilenebilir. Ben tekrar söylüyorum “Ülkeye hukuk bir gün gelir. Yapılan hak ihlallerini örtbas etme girişimlerinin hukuk önünde bir gün hesabı sorulur.” Tüm yetkililere buradan hatırlatıyorum. Biz aynı filmin başka versiyonunu izliyoruz. Keskin Cezaevi’nde bu tür hadiseleri aylarca izledik, şikayet ettik, Keskin Cezaevi’nden Afyon Cezaevi’ne nakledilen bir mahpus aynı versiyonu tekrar yaşıyor olacak iş mi bu? Kamuoyu buradan duysun, böyle bir şey kabul edilebilir mi? Biz sadece Hüsamettin Uğur değil binlerce ihlale uğrayan mahpusun halini basın toplantılarımızda, soru önergelerimizde genel kurulda gündeme getiriyoruz ve bu gündeme getirmelerden sonra belki bir kısmı yine görmzeden gelinmeye çalışılsa da çoğunda netice de alıyoruz. Bu örtbası yapanlar yaptıklarına maalesef ki pişman oluyorlar çünkü etkili bir muhalefet ile biz bu konuyu gündeme getirdiğimiz zaman kendileri zor durumda kalıyorlar. Biz hiç kimse görevini yapmadığı için zor durumda kalsın istemeyiz, görevlerini yapsınlar başka hiçbir şey istemiyoruz, sadece ve sadece görevlerini yapsınlar, bir şeyleri sümenaltı etmesinler, bunlar vahim vakalardır. Ben de cezaevinde kalmış bir mahpus olarak bu tür muamelelerin ne hale geldiğini çok iyi bilirim, bir tehdit anlamı taşımaktadır, bundan sonraki aşama darp anlamına gelmektedir ve kamerasız ortamlarda yapılan darpların da çok olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Söylemedi demesinler! Bu tür vakalar olabilir ama biz de sessiz kalmayacağız! Şu ana kadar olanlara da sessiz kalmayacağız. Gereken tüm vekil yasal işlemlerini, yasama işlemlerini yapacağım ve konuyu yakından takip edeceğim. Son olarak kamuoyuna neler demek istersiniz Nalan Dilara hanım?

+:Babamın genel olarak mektubunda dışarıya anlatmak istediği şey; herkes hakkını savunmadığı için bu noktalara geliniyor, babam Keskin Cezaevi’nde de darp edildiğinde de bunu söylüyordu. Yüksek yargı üyelerine dahi Keskin Cezaevi’nde 100 küsür yüksek yargı üyesi kalıyordu ve babam sürekli olarak bunu gözlemliyordu. Yüksek yargı üyelerine dahi bir hukuksuzluk yapıldığında bu insanlar haklarını savunmuyor diye bu noktalara geliyor. Cezaevi yönetimi bu kadar cürret edebiliyor, memurları bu kadar cürret edebiliyor. Haklarını savunsalar böyle olmayacak diyordu ve ben babamın hakkını da savunurak ekstrasını yaşadık ama bu yaşananların boşa gittiğini düşünmüyorum. En azından söyledik, en azından sizin de dediğiniz gibi ileride “Biz söyledik ama önlem almadılar.” Olacak. Yapılması gereken bu. Afyon Cezaevi’nde de aynı şekilde babama montu teslim edildiğinde bütün mahkumlar şaşırmışlar. Bu zamana kadar bize verilmiyordu, sen nasıl alabildin diyerek. Haklarını savununca bir yerde mecbur kalıyorlar. Elbette ki sizin dediğiniz gibi hukuk ülkeye tekrar geri gelecek, o zaman biz demiştik diyebilmek için en azından bunu yapmaları gerekiyor.

<: Babanızın ve binlerce hakkı ihlal edilen mahpusların durumunu takip etmeye devam edeceğiz. Cezaevleri en çok hak ihlallerinin yapıldığı yerler maalesef ve örtbas edilmeye çalışıldığı yerler, biz bu konuda önemli mücadele sergiliyoruz, hiçbir ihlali önemsiz görmüyoruz, hepsi ile ilgili önemli uğraşlarımız var, tarihe not düşüyoruz, yarın öbür gün bu ülkeye hukuk gelecek ve örtbas edilmeye çalışılan tüm hukuksuzlukların cevabı herkesten, A’dan Z’ye hukuk önünde sorulacak. Umarım bu konuda ilerleme bu program ile de sağlamış oluruz. Gerekeni maksimum düzeyde yapmaya devam edeceğiz.

Bugün iki konuğumuz vardı, Sosyal medya düzenlemeleri ile ilgili uzman kişi Gürkan Özturan ile görüştük, kendisi sosyal medya düzenlemelerini ulusal ve uluslararası düzeyde çok yakından takip eden bir sosyal medya uzmanı, ikinci olarakta babasının uğradığı hak ihlallerini anlatan Nalan Dilara Uğur’u dinledik. İkisi de son derece önemli konulardı. Kamuoyunda gereken yankısını bulmasını arzu ediyoruz. Yeter ki mağdurların sesi en yüksek düzeyde çıksın, yeter ki en etkili formatta çalışmalarımızı yapalım. Hak ihlalleri konusunda siz de paylaşarak zindanların dibindeki onbinlerce mahpusun sesi olduğunuzu gösterin, programlarımızı RT edip, paylaşın, duyurun. Bu sesini duyurmaya çalışan insanların yardımcısı olun çünkü onların sesi çok kısılmaya çalışılıyor. Ben de bir eski mahpus olarak cezaevinde bir mahpusun ne kadar yalnız ve sesinin kısılmaya çalışıldığını çok iyi biliyorum hele ki ağır hak ihlalleri ile karşılaşan birisinin sesi daha hukuksuz yöntemlerle kısılmaya çalışılır bundan dolayı tüm kamuoyunda duyarlılığını talep ediyorum. Haftaya Salı günü tekrar 21.00’da sizlerle beraber olacağız yeni bir ÖFG TV programında. Yine haftanın önemli konu ve konukları ile sizlerle birlikte olacağız.

Yorumlar