2 Kasım 2021

Herkese merhaba yeni bir ÖFG TV programı ile yine beraberiz. Her hafta Salı günü saat 21.00’de sizlere haftanın önemli konularını, önemli konuklarımız ile birlikte sunduğumuz programımıza yine başlıyoruz.

Bu hafta iki konuğumuz olacak. İlki Mustafa hocamız bize ekonomi ile ilgili tahlillerde bulunacak, son ekonomik gelişmeler, iktisat ile ilgili gelişmeleri bize bildirecek; onunla konu hakkında ayrıntılı bir şekilde görüşeceğiz.

İkinci bölümde bize başvuran Abdulvahit Tunçay’ın kızı ile görüşeceğiz. Çok ağır bir ihlal, hasta bir mahpusun uğradığı sağlık hakkı ihlalleri kendisi maalesef bu ihlaller sonucu vefat etti, bu dünyadan ayrıldı, o konuşamayacak onun yerine kızı neler yaşandığını anlatacak. Maalesef ki ağır ihlaller görünüyor, kendisinden dinleyeceğiz.

İlk bölümümüzde hocamızı dinleyeceğiz. Değerli hocam hoşgeldiniz.

Mustafa Sönmez:Bugün yaş gününüz, nice nice yıllar, uzun ömürler diliyorum sağlıkla.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Çok sağ olun. Mustafa Sönmez çok değerli bir ekonomist ve piyasaları çok yakından tahlil ve takip eden, yorumlayan çok değerli bir insanımız. Değerli hocam ne oluyor? Neler yaşanıyor? İnsanlarımız son derece tedirgin, dolar aldı başını gidiyor ve TL’nin değeri düşüyor. Piyasalar oldukça kötü bunun üstüne iktidar zam üstüne zam yapıyor. Her sabah kalktığımızda zam haberleri ile uyanıyoruz, otogaz, benzin, motorin zamları haberleri, her şeye sürekli zam geliyor. Astronomik bir şekilde yükseliyor, iktidar kontrolü kaybetmiş görünüyor ve bu arada piyasalarda çok büyük sarsıntılar yaşanıyor. İnsanlar ev, araba alma peşinde koştukları zaman korkunç fiyatlarla karşılaşıyor, bir günü bir gününe uymuyor, dengesiz bir ekonomik tablo var. Bu tabi ki ülkenin şu anda gerçekten tüm insanların en önemli sorunu ekonomi. Tüm anket ve araştırmalarda en önemli sorun olarak çıkıyor ve en önemli sorun olmasının yanında tamamen dengesini kaybeden bir ekonomik tablo var ortada. Enflasyon hızla yükseliyor, TÜİK değerleri ile oynuyorlar ve gelinen noktada son derece vahim bir ekonomik tablo var. Siz nasıl yorumluyorsunuz genel tabloyu? Sonrasında önemli konulara gireriz ama şu gördüğümüz tablo size ne düşünüyor? Yarınımızdan emin miyiz? Ne oluyor hocam?
Mustafa Sönmez: Aslında bütün dünya son iki yıldır bir pandemi tehdidi, felaketi ile karşı karşıya. Herkes dünyada bütün coğrafyalarda insanlar tedirgin, mutsuz, huzurları kayboldu, sağlıkları tehdit altına girdi. Yaklaşık 250 milyon bir nüfus bu virüsten etkilendi, bugüne kadar kaybedilen insan saysıı 5 milyonun üstünde böylesi bir dönemden geçiyor dünya. Zaten pandemi öncesinde de yine bütün dünyada bir tedirginlik vardı, çok hızlı bir gelir eşitsizliği, işsizlik ve iklim değişikliği adı altında küresel ısınma bunun yarattığı tehditler. Bunlarla karşı karşıyaydı dünya ve bundan kaynaklanan endişeler büyüyordu. Bir tarafta çok küçük bir azınlık servetine servetler katarken dünyanın %1’i diğer tarafta 7.5 milyar insanın yaşadığı dünyada büyük yığınlar endişe, korku, gelecekle ilgili tasalarla günlerini geçiriyorlardı. Pandemi bunun üstüne geldi ve pandemi de ne yazık ki büyük bir eşistsizlik getirdi, pandemi şartlarında da eşitsizlikler azalmadı. Pandemi yoksulu daha çok vurdu. Hem hastalıklara önemli bir kesimin hem de işlerini aşlarını kaybettiler toplumun önemli bir kesimi. İşi olmayanlar yeni bir iş bulamadıkları gibi işi olanların da önemli bir kısmı işini kaybetti ya da pandemi önlemleri nedeniyle işinden uzak düştü. Allah’tan bunun bazı ülkelerde devlet çok bütçe açığını dert etmeden yardımlar yaptılar, sağlık bütçelerini büyüttüler, sosyal yardım bütçelerini büyüttüler ve biraz olsun derde derman oldular. Türkiye bütün bu pandemi sürecinde verilen istatistiklere göre hem vaka sayısı hem kayıplar açısından 5., 6. Sıralarda tabi veriler tartışılır ama böyle bir yerde duruyor. Pandemiyi bu hükümet iyi yönetemedi. Her açıdan iyi yönetemedi, hem toplumu pandemi karşısında yeterince koruyamadı, şeffaf davranmadı hem de bütçeyi pandeminin ihtiyaçlarına göre değil kendi tasarımlarına, kendi hedeflerine göre yaptı ve bütün dünyada bütçeler sosyal bir bütçe, sosyal devlet duruşu çoğu ülkede gerçekleşirken Türkiye’de ‘Pinti devlet’ uygulaması yaptı AKP, vatandaşından, yurttaşından bütçe harcamasını esirgedi, son derece palyatif göstermelik, kozmetik ufak tefek yardımlar yaptı ama bu ‘Pinti devlet’ uygulaması gerçekten toplumda ciddi bir infial yarattı. Devlet bugün devletliğini göstermeyecekse ne zaman gösterecek. Bunu yapamamasının altında yatan neden de; Türkiye Cumhuriyeti’nin 2018’den bu yana ‘Tek adam’ rejimi uygulamasına girmiş olması ve bu ‘Tek adam’ uygulamasının da dünyada ve yurtta ciddi bir soru işareti ve güvensizlikle karşılaşmasıdır. Bu güvensizlik beraberinde dünyadan yavaş yavaş yalıtılma, uzaklaşma ve dünya ekonomisinin bir parçasıyken onun uzağına düşme, dünyadan yabancı kaynak girişinin ki Türkiye ekonomisinin maalesef böyle bir bağımlılığı vardır. Bundan yararlanamama sonucunu doğurdu, yaşadığımız halkın en çok şikayetçi olduğu ekonomik mesele enflasyon meselesi 2018’de uçuverdi. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle ‘Tek adam’ rejimini başlatmasından sonra dengeler hızla bozuldu ve enflasyon belası ağırlıkla da döviz kurunu hızla yükselmesi, fiyatın yükselmesi ile bir baş edilemeyen sorun olarak ortaya çıktı. Hatırlarsanız 2018’de Brunson krizinin etkisi ile döviz fiyatının fırlaması ve beraberinde fiyatların fırlaması %25’leri bulan bir tüketici fiyatı birden bire toplumda “Ne oluyoruz?” endişesini yarattı çünkü ülke toplumu bunca zamandır farklı dünya koşullarının etkisi ile tek haneli enflasyon ile yaşar durumdaydı. Döviz kurları bu kadar insanların radarında değildi, bu kadar endişe yaratmıyordu fakat 2013’ten itibaren dünya koşulları değişti. Şemsiye ters döndü, Türkiye ekonomisini bol parayla yönetenler birden bire farklı bir iklimle karşılaştılar ve bundan beri Türkiye toplumunu yönetmekte bocalıyorlardı, son 3 yıldır da iyice yönetemez duruma getirdiler ve pandemi şartlarında da hem topluma iyi bir yönetim pratiği göstermediler hem de pandeminin üstüne onun verdiği kayıpları telafi edecek bir bütçe uygulaması yapmadıkları gibi toplumu ağır bir enflasyon belası ile karşı karşıya bırakmış durumdalar. İnsanların endişe ettiği şey fiyatlardır. Gerçekten insanlar artan fiyatlar karşısında mevcut gelirleri ile karşı koyamıyorlar, bu kendi aile bütçeleri ile bu artan fiyatlar giderlerine karşılayamıyorlar. Bu en basit gıda harcamalarından tutun, konutun idamesi, konut ihtiyaçlarının karşılanması, işe gidiş geliş ulaştırma masrafları, çocukların eğitimi, sağlık harcamaları bütün bunlar karşılanamaz halde ve insanların hayat kalitesi ciddi olarak geriliyor. Toplumda çok endişe verici boyutlarda bir işsizlik zaten katılaşmış durumda, bizzat devletin verileri %12 işsizlik, 4 milyon dar tanımlı iş arayan 4 milyon işsiz olduğunu bize söylüyor. İş aramaktan yorulmuş ve artık eve çekilmiş ama iş gücü olabilecek bir 4 milyon daha eklediğimizde 8 milyon insan %22’yi bulan bir işsiz kitlesi evine içeriye para götüremiyor. 8 milyon insanın 0 geliri var. Geriye kalan işi olanların da yarısına yakını asgari ücretli. Ayda 2850 TL ile hayatını idame ettirmeye çalışıyor. 2850 TL yer yer sadece bir haneye gelen gelir. İkinci bir gelir olmaz ise çok ağır hayat şartları ile mücadele etmek durumunda kalıyorlar. Özetleyecek olursak gerçekten Türkiye toplumu uzun zamandır yaşamadığı bir ekonomik travmayı, bir geçim sorununu yükselen enflasyon ve baş edilmeyen gelirler şeklinde yaşıyor. Gündem iktidar tarafından nereye bükülmek istenirse istensin far ketmiyor, değişmiyor, sabah akşam bu ekonomik travma bunun sonuçları çok zor oluyor, yönetim ve güven problemi var.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Mustafa hocam yönetim derken iktidar 20 yıl boyunca neyi yanlış yaptı? Siz bir ekonomist olarak halkın anlayacağı dil ile özetler misiniz? Neyi yanlış yaptı? Ne yapması gerekiyordu? Ki ekonomi bu felaket hale gelmesin. Bunu tüm kamuoyunun anlayacağı bir şekilde anlatır mısınız?

Mustafa Sönmez:Kamuoyu yaşı yetenler bundan 20 yıl önce Türkiye’de 2001 yılında çok ağır bir ekonomik kriz yaşandığını hatırlayacaklardır ve bu krizden çıkabilmek için de çok ağır bir bedel ödedi toplum. Burada yine %60-%70’leri bulmuş enflasyon, bütçe açığı ve idame ettirilemez bir ekonomik yapıyı rayına oturtmak için IMF marifetiyle ağır bir program uygulandı ve bu program sonuçta dengeleri yerine oturtturdu. Enflasyon baş edilebilir bir noktaya geldi, IMF’den alınan kredilerle muhtelif açıklar düzeltildi fakat karşılığında IMF’in programı gereği ağır reçeteler uygulandı. Ne oldu? Mesela tarım kesimine verilen destekler azaltıldı, bütçede daralmalara gidildi, özelleştirme sözü verildi ve kamu varlıkları bugüne kadar yaklaşık 70 Milyar $’ı bulan kamu varlığı satıldı. Bunlar ağır reçetelerdi ve toplum 2002 Kasım ayında yapılan seçimlerde bu ağır reçetenin karşılığında yönetimi değiştirdi. O koalisyon iktidarını onu oluşturan partileri hatta baraj altında bırakacak şekilde sert bir kopuş ile cezalandırdı ve AKP iktidarı oradan yönetime geldi ve önünde de çok uygun bir ekonomik tablo buldu altın tepsi içinde. Rektifiye edilmiş bir ekonomi,  IMF’in uygulamalarından geçmiş, sorunları aşmış, özelleştirmelerin yapılarak yurtdışından paraların akacağı, IMF rektifiyesinden geçtiği için dışarıya güven veren, yabancıların rahatlıkla gelip yatırım yapacakları bir iklim ve tabi tek parti iktidarı. Bunlar ciddi avantajlardı ve bununla beraber AKP yönetimi ilk 10 yılında hem içeride bu özelleştirmelerden sağlanan gelirler, hem yurtdışına verilen güvenden dolayı yabancıların oluk oluk yatırım yapmalarının sayesinde iyi bir güven tuttu. Döviz fiyatı hep 1-1.5 lira arasında seyretti, ithalat kolaylaştı ve ithalat aşağı yukarı her şey ithal edilir oldu. Burada ciddi bir yanlış yapıldı. Yurtiçindeki üretim korunacağına yurtiçindeki üretici korunacağına ucuz dövize imkan tanınarak yol verilerek ciddi bir ithalatçı ülke haline getirdi, bu sonuçta birçok üreticinin hem sanayide hem tarımda üreticinin rekabet edemez hale gelip toprağını terk etmesi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Burada çok önemli bir şeye temas ettiniz, çok önemli bir yaramız. Üretimin olmadığı bir ülkede üretimi daha da durduracak bir adım attı diyorsunuz değil mi?

Mustafa Sönmez:Burada bu bir fırsattı, bu kadar yabancı kaynak gelmesi fırsattı. Bu kaynağı sanayide kullabilmek, tarımı güçlendirmede kullandırarak toplumsal eşitsizlikleri azaltmada sosyal devlet olarak kullanarak bir toplumsal gelişme sağlanabilir, bunun yerine iktidar kendisine çok kısa vadede seçmen desteği sağlayacak çünkü iktidar bir taraftan da yerini pekiştirme kaygısı ile bir ekonomik rota izledi. Bunun içinde toplumda özellikle büyük kentlerde İstanbul başta olmak üzere inşaat faaliyetlerine destek verdi ve özellikle kendisine yakın sermaye gruplarını palazlandırmak ve arkasında bir sermaye grubu desteği yaratmak üzere bir ayrıcalıkla kayrılan bir kesimi inşaat üstünden oluşturmaya başladı ve aslında barınma ihtiyacını karşılamak değil tamamen yatırım ve rant elde etmek üzere, konut başta olmak üzere inşaat odaklı bu kaynaklar kullanıldı. Kuşkusuz toplumda konut ihtiyacı yok muydu? Vardı konutta üretmek gerekiyordu ama burada plan, denge kaçırıldı. Döviz kazandırabilecek sanayi, döviz kazandırabilecek hizmet sektörlerini teşvik etmek, planlamak yapmak yerine tamamen başıboş bir şekilde ranta dayalı, inşaata dayalı bir büyüme süreci tercih edildi. En büyük yanlışlardan biri bu, ikincisi burada gerçekten bütün kesimlere eşit mesafede davranacak bir devlet olmak yerine kendi sermayesini yaratmak, kendi seçmen kitlesini kayırmak şeklinde bir ayrımcılığa gidildi. Bu da toplumda ciddi eleştirilere neden oldu. İnsanların liyakata göre istihdama bir yana bırakılıp parti aidiyetine göre istihdam yanı sıra toplumsal kaynakların kamusal varlıkların özelleştirilme adı altında yine belli kesimlere tahsisi, belli ayrıcalıkların giderek tanınması bugün adına kamu özel işbirliği dediğimiz türden belli dar bir kesime tahsis edilmiş, bütçeye ağır yükler getiren işlere öncelik verilmiş olması; bütün bunlar yanlış işlerdi ve dediğim gibi Türkiye’nin ilk 10 yılında belki başka türlü kullanılsa Türkiye’yi bugün AB tam üyesi yapacak, daha rekabet gücü olan, sanayi üretimi açısından iddiası olan, tarım açısından yine kendine yeterli bir ülke durumunda tutabilecek imkanları, fırsatları tamamen rahat bir parti iktidarını kurmak ve bir parti devletine dönüştürmek hedefi ile bu kaynaklar heder edildi fakat dönüp dolaşıp kendi amacına da ulaşamadı aslında kurmak istedikleri rejimi kurmuş gibi oldular, Tayyip Erdoğan bir ‘Tek adam’ rejimine ulaştı ama ‘Tek adam’ rejimi ayağına dolaştı. Bugün bu ‘Tek adam’ rejimiyle toplumu yönetemediği gibi gerçekten adaletsizlikleri, eşitsizlikleri her anlamda büyütmüş durumda. Hem içeride hem dışarıda ağır bir güvensizlik yaşamakta. Bunun Türkiye toplumuna maalesef hem ülke itibarını kaybetmek, ülkeden itibar kaybetmek hem gelecek kuşakların yararlanabileceği fırsatları yok etmek. Hem kaynakları heder ettiği için ileriye dönük büyük borçlar, büyük yükler taşımak gibi ağır maliyetleri var. O nedenle Türkiye bu geçmiş 20 yılında ele geçen fırsatları iyi kullanamamış.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Burada gördüğüm kadarıyla siz de bunu görüyorsunuz Türkiye’nin önemli fırsatları vardı, büyük bir potansiyeli vardı, çok daha farklı bir yere evrilebilirdi diyorsunuz. Peki nasıl yapardı bunu? Bir ekonomist olarak şunu yapsa şu an belki dünyada ilk 5 arasına girerdik gibi.

Mustafa Sönmez:İnşaat odaklı büyüme yerine sanayiyi teşvik etseydi, aynı zamanda ülkede bölgesel gelişmeyi dikkate alsaydı. Bölgesel eşitsizlikler giderek etnik, kimlik meseleleri de büyüttü ve polarizasyonu, kutulaşmayı arttırdı. Tarıma ağırlık ve destek verseydi, bugün Türkiye’nin en önemli ciddi problemlerinden biri gıda enflasyonu. Ortalama enflasyon %20’de seyrederken gıda enflasyonu %30’da seyrediyor. Kendi kendini doyuran, kendine yeten bir ülke diye tanımlanan Türkiye tarım ithalatçısı durumuna geldi. Tarım ihmal edildi, tarım güçlendirilebilirdi, kır ile kent arasındaki eşitsizlik kaldırılabilirdi, kırsal kalkınma ile insanlar yerlerinde kalabilirlerdi, bu kadar iç ve dış göçün getirmiş olduğu sosyal mesele ve onun getirdiği maliyetlere katlanmazdı toplum. O nedenle bunlar heder edilmiş şeyler. Sanayi, tarımsal üretim daha sağlıklı yapılabilirdi. Eğitim laik ve bilimsel eğitime fonlar ayrılarak, bütçe ayrılarak insan kalitesi gözetilebilinirdi ve bu kadar içi boş, aylak eğitim yerine kaliteli eğitimde insanlar kendi işlerini kuracakları ve topluma yararı olacakları, yurt içinden umut besleyecekleri bir formasyona ulaşırlardı. Şu anda ortaya çıkan son derece kalitesiz bir eğitim. Boş diplomalar, güvensiz insanlar ve gözü hep dışarıda olduğu geleceğini arayan nesil bütün bunlar ağır maliyetler, heder edildi. Sosyal programlar heder edildi, toplumda daha sağlıklı ve güçlü bir yoksullukla mücadele ihtiyacı vardı. Daha güçlü bir bölgesel eşitliği, bölgesel dengeyi dikkate alan programlara ihtiyaç vardı ve bunlar uygulanmadı. Bunlar yapılmadı, bunlar yapılmayınca tersine çok dar, partizan bir parti devletini, parti iktidarlığını hedefleyen ve giderek tek adam hedefleyen kaynakları da bunun için ekonomik seferberlik eden, bütün topluma ait kaynakları belli kesimlere tahsis eden bir dar anlayış, tabi ki toplumda hakikaten eşitsizlikleri büyüttü, güvensizlikleri büyüttü, umutsuzlukları arttırdı. İçeride ve dışarıda Türkiye ülkesine ağır bir itibar kaybettirdi. Türkiye bugün dışarıda imaj olarak hiç güvenilir bir ülke değil ve ilişki kurulacak bir ülke olmaktan çıkar durumda. Sadece turist profiline bakın sadece çevre ülkelerdeki ucuzcu ziyaretçilerin geldiği bir ülke durumunda. Bu kadar potansiyle rağmen. Her anlamda sıralamalarda; insan haklarından tutun, hukuka saygı ve hukuk devleti olma çeşitli normlar açısından sıralamalarda aşağılara inmiş bir ülke durumunda. Bu anlamda uygar dünyadan uzaklaştırılan bir ülke durumuna geldi. Biz yaşayan nesiller ve gelecek nesiller ciddi kayıplar yaşanabilir.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Tablo oldukça kötü, zengin ve fakir arasındaki uçurum artmış durumda, 500 milyar dolarlık bir dış borç, içeride üretim ve ekonomide stabilizasyonu sağlayamayan iktidar zaten dış borçların ödemesi ile uğraşmıyor, dolar arttıkça bu borçlarımız her dakika artıyor, vatandaş tedirgin, enflasyon artmış durumda. Faizde 1-2 puan düşme dolarda fırlamaya yol açıyor, piyasaya yansıması korkunç görüntü oluşturuyor, allak bullak olmuş bir piyasa var. Son 2-3 dakika içinde bize vatandaş ne yapmalı? Vatandaş şaşkın halde, siz bu işin uzmanı olarak vatandaşlara ne tavsiye ediyorsunuz? Tedirginlik var, cebindeki paradan emin değil, bir şeyler yapmak istiyor. Vatandaşımız ne yapsın?

Mustafa Sönmez: Doğrusu kısa vadede insanların herkes kendi evinin iaşesini sağlamaya gayret ediyor ama bunu yapan var yapamayan var. İş bulma çok ağır bir dert. Burada mümkün olduğu kadar insanlar çabalıyor, gelir geliyor bu enflasyon ile gelecek gelirle baş edebilmenin yolunu arıyorlar imkanlar çok dar. Eldeki geliri arttırmak tamamen hükümetin insafına kalmış durumda. Bütçeden yıl sonunda bir asgari ücret artışı, yanı sıra bütçeden emekli maaşların arttırılması, hükümetin insafına bırakılmış bir şey çünkü toplum örgütlü değil. Sendika ve toplu sözleşme hakkı Anayasa’da olmasına rağmen kullanılabilir durumda değil. Bu anlamda oldukça sıkışmış vaziyette. Bütün bu sorunların altında çok ciddi bir yönetim ve güven problemi var. Hiçbir ekonomik sihirli değnek, bir ekonomi gurusunun gelip dokunarak iyileştireceği bir durumla karşı karşıya değiliz. Bu topyekün bir sistem sorununa dönüşmüş vaziyette ve bir politik sorun. O nedenle Türkiye toplumunun çok acil bir erken seçime ihtiyacı var. Erken seçimle bu bir yönetimsel değişikliğe ihtiyaç var. ‘Tek adam’ sistemi Erdoğan ile ilgili değil bundan sonra gelecek olanların da kullanabilecekleri bir sistem değil. O anlamda hızla bir erken seçime gidilmesi ve milli iradenin sandığa yansıtılması ile hızlı bir siyasi dönüşüm gerekiyor. Güçlendirilmiş bir parlamento, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi, özgür bir medya, ifade özgürlüğü Anayasa’da bulunan her türlü özgürlüğün kullanılması. Bunlar bir kere hem topluma ciddi bir güven verir, kaynakların kullanımını daha akılcı hale sokar hem de dış dünya ile olan ilişkilerde, dış dünya ister istemez bizim sırtımızı dönemeyeceğimiz bir yapıdır artık bugün geldiğimiz yer itibariyle. Türkiye yeniden itibarlı bir ülke durumuna gelmek halinde ve yeniden dış dünyanın ekonomik kaynaklarını kullanma ve o dünya ekonomisinin itibarlı bir üyesi rol alanı olmak durumunda. Bunu yapmadan bu kadar işsizliğe, bu kadar eşitsizliğe çare bulmak mümkün değil. O anlamda tüm dünyanın beklediği hukuk devleti olmak.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Sistemde iktidar değişikliği olmadan olmaz diyorsunuz?

Mustafa Sönmez:Olmaz. Bu anlamda Türkiye şartlarında erken seçim artık bugünden yarına çok acil bir ihtiyaç haline gelmiş durumda.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Şu anda Meclis’teyiz ve bütçe görüşmelerindeyiz. Bakanlıkların bütçelerini görüşüyoruz, milletvekilleri görüşüyor ve iktidar oylarıyla kabul ediliyor. Bizim önemli itirazlarımız var. Siz bir ekonomist olarak dışarıdan bütçe konusunda bir değerlendirmede bulunur musunuz? Derde deva bir bütçe getirdi mi?

Mustafa Sönmez:Bütçe pandemi döneminde açık verebilir bir bütçe, mazur karşılanır, bütün dünyada bütçeler açık verdi ama kaynaklar nereye kullanıldı. Hükümet bütçeyi genişletmedi, kaynakların önceliğini yanlış yerde kullandı ve kullanmaya devam ediyor. 2022 bütçesinde de göreceksiniz faiz giderleri 1. Sıraya alındı, devlete giderek dışarıdan dövizle borçlandırılır hale soktular ve artan döviz kuru hem kur zararı hem faiz giderini arttırdı, faizi bütçede bir numarada yer aldı. Asker, polis harcamaları her zaman bütçede 1. Sıradadır, eğitim ve sağlık gerisinde kalır. Bu uygar bir devletin sosyal devlet olması gereken devletin öncelikleri değildir. Eğitim, sağlık Türkiye şartlarında yoksullukla mücadele bu programların birinci sırada olması gerekir. Maalesef faiz birinci sırada güvenlik harcamaları ikinci sırada, sağlık sonradan geliyor. Adaletsizliği mutlaka dönüştürmek lazım. Bu önümüzdeki bütçenin de ana karakteri.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bir ülkenin bütçesi konuşuluyor ama en önemli kalem faiz giderleri. İkinci olarakta maalesef ki bir gelişme yönünde adım atılması gerekirken güvenliğe, silaha, çatışmaya, savaşa ayrılan bütçe eğitim ve sağlığa da kalan doğru dürüst bir bütçe yok diyorsunuz. Bu açıkçası bir çöküş tablosu. Tablolarda görürüz, peşin satan esnaf ile veresiye satan esnaf arasındaki klasik bakkallarda gördüğümüz tablodaki veresiye satan perişan esnaf görüntüsü iktidarın görüntüsü maalesef.  Türkiye’nin siyasi, insan hakları sorunları var ama açıkçası hepimizi ilgilendiren en önemli sorun ekonomik sorunlar oluyor. Gittikçe fakirleştiğimiz bir zalim, vicdansız iktidar elinin cebimize uzandığı bir ekonomik tabloda hepimiz rahatsızız bunun nedenleri üzerine hocamız Mustafa Sönmez ile konuştuk. Bize iktidarın neden yanlışlar yaptığını, neden bu hale geldiğimizi ve neler yapması gerekirken yapmadığı hususunda bilgiler verdi.

ÖFG TV devam ediyor. İkinci bölümümüzde vahim bir hasta mahpus hikayesi var. Mahpusların uğradıkları en ağır ihlal sağlık hakkı ihlali değerli izleyenler. Uzun yıllardır cezaevlerini izliyorum ve işin doğrusu birçok vahim ihlal var ama en önde geleni sağlık hakkı ihlali. İnsanız, en önemli yönümüz sağlığımız, sağlığı kaybettikten sonra gerisinin bir önemi yok ve maalesef bu sağlık kayıpları bazen hayat kaybı ile de sonuçlanabiliyor. Vahim bir vaka karşımızda. 1 Mayıs 2021 günü hayatını kaybetti Abdulvahit Tunçay. Abdulvahit Tunçay Tekirdağ Cezaevi’nde kalıyordu ve yargılanıyordu. Abdulvahit Tunçay ağır sağlık hakkı ihlalleri sonucu hayatını kaybetti. Ayrıntıları az sonra kızı Fatma Tunçay’dan dinleyeceğiz. Bu arada mayıs ayındaki vahim bir vakayı Ömer Faruk Gergerlioğlu aradan 6 ay geçtikten sonra gündeme getiriyor diye sorarsanız işin doğrusu 1 Mayıs 2021 günü ben cezaevindeydim. Milletvekili değildim. Bana binlerce başvuru yapan hasta mahpuslardan birisi olan Abdulvahit Tunçay’ın yakınları bana başvuru yapamamıştı çünkü ben vekilliği düşürülen ve cezaevine atılan bir insandım. 4 ay boyunca ihlallerin bana gelmesi engellendi çünkü cezaevine atılmıştım vekilliğim düşürülmüştü ve ben cezaevinden çıktıktan sonra 6 Temmuz’da cezaevinden çıktıktan, 16 Temmuz’da vekilliğimi kazandıktan sonra geçtiğimiz hafta bu vahim ihlali duydum, basın toplantımda gündem ettim, çok önemli buldum ve ardından önemine binaen mağdurun yakını Fatma Tunçay hanımefendiyi de ÖFG TV programına davet ettim, sağ olsun katıldı. Kendisi görüntüsü ile katılmayacak. Kendisi tabi ki kendisi ile ilgili durumlardan dolayı böyle bir karar almış. Biz anlatacaklarındayız. Abdulvahit Tunçay ne yaşadı? Ne oldu? Ne bitti? Biz kızı Fatma hanımdan öğreneceğiz. Bu ihlal konusunda biz Adalet Bakanlığı’na soru önergesi verdik ve takibimize aldık. Bugün de kızı Fatma hanımla konuşacağız ama şuna insan üzülüyor. Biz milletvekili olarak görevimize devam ederken binlerce hasta mahpus ile ilgilendik ve onlar hakkındaki ihlalleri ortaya çıkardık. Vekilliğimiz düşürüldükten sonra 4 ay boyunca hakkımız gasp edildikten, milletin hakkı, oyu gasp edildikten sonra 4 ay boyunca binlerce insan bize, ekibimize ulaşamadı, soru önergeleri, basın toplantıları ile ihlalleri kamuoyuna duyurma hakkımız, şansımız gasp edildi, bu vaka da onlardan birisi. Bizi neden vekillikten düşürdükleri, neden susturmak istedikleri bu gibi vakalarda ihlallerin arkasında gizli değerli izleyenler. Abdulvahit Tunçay kimdir? Neler yaşadı? Siz niye bize başvurdunuz? Neler oldu? Neler bitti?

Fatma Türkan Tunçay: Babam Abdulvahit Tunçay 2016 yılında gözaltına alındı. 2006’daki Deniz Baykal olaylarından ötürü. İlk Sincan Kapalı Cezaevi’nde kaldıktan sonra Kırıkkale Keskin’de kaldı. Daha sonra 2018 yılında cezaevinden çıktı, tahliye edildi. Sonra tekrar cezaevine aldılar, 2020 yılının Aralık ayında, babamı Tekirdağ T Tipi Kapalı Cezaevi’ne aldılar. Daha sonra babam cezaevine girdikten 15 gün sonra rahatsızlıkları başlamış, kanser zaten sinir ve stresten ötürü olan bir hastalık, karnı şişmeye başlamış, git gide kilo kaybı artmış, çok ciddi bir kilo kaybı söz konusu burada. 90 kilodan 40 kiloya düştü babam. Daha sonra biliyorsunuz cezaevi şartlarını; cezaevinde çok kişi var, koğuşlar çok kalabalık. Bu yüzden olumlu bir süreç geçirmemiş hastalıktan dolayı. Hem ağrıları var hem de cezaevi çok kalabalık olduğu için babam sandalyede uyumak zorunda kalmış. O kadar çok hastaymış ki 35-40 dilekçe yazmış, yazmış olduğu dilekçeler bizde duruyor. Hiçbir dilekçesine cevap gelmemiş. Bir kere hastaneye götürmüşler, götürdükleri zaman genelde karantinaya alıyorlarmış, 14 gün boyunca kapalı hücreye koyuyorlarmış. Bu hücrede de zaten iyi beslenemiyor, hijyen kuralları zaten yok. Bu yüzden hastalık git gide artıyor, babamın hastalığını tetikliyor. Daha sonra revire çıkarmaya başlamışlar, dilekçe yazınca, yine hastaneye götürülmemiş. En sonunda babam bizi aradı: “Ben ölüyorum, gelin beni kurtarın.” Dedi. Biz işimizi gücümüzü bıraktık 1 ay Tekirdağ’da babam için mücadele ettik avukatımızla beraber. 1 ay boyunca doktorları ikna etmeye çalıştık. Maalesef doktorlar hipokrat yemini ettikleri halde hala “Suçunuz ne?” diye soruyorlar. Hala olaya siyaseten bakıyorlar, siyaset bakışından bakıyorlar. Bu insanın suçu ne olursa olsun, her insanın sağlık hakkı vardır ama bu sağlık hakkını babama vermediler. Hakkı olan bir şeyi vermediler babama. Biz gittik, maalesef bizi görüştürmediler. Açık görüş yasak biliyorsunuz. Kapalı görüşte de 3 kere gördüm babamı 1 ay içinde. O da 8 yaşındaki kardeşim çok ağladı, ağladığı için en sonunda acıdılar. “Tamam 1 kere görsünler.” Şeklinde görüşmeye başladık. 1-2 defa gördük babamı. Daha sonra ağrıları git gide arttı. Kurul toplansın dediler fakat bu kurulda doktorun imzası, testten geçecek diyerek bizi oyaladılar. 1 ay boyunca babam ağrı ile kaldı cezaevinde. En sonunda babam dedi ki: “Bunlar beni tahliye etmeyecekler, bırakın ben arkadaşlarımın yanında öleyim.” Dedi. Hastanenin tutuklu bölümünde. Hastanenin tutuklu bölümü, orası bir hastane fakat hastane gibi değil. Daracık bir yerden hava alıyorsunuz, oksijen hakkınız bile engelleniyor hastane olduğu halde. Zaten hastaneye götürüp getirdikleri kafes, zaten dar bir alan, nefes almak imkansız, gardiyanlar zaten insani davranmıyorlar, insan değilmişsiniz gibi davranıyorlar. Gözlerinin önünde kediye, köpeğe arabaya çarpsa acırlar ama babama acımadılar bu insanlar. Hem psikolojik şiddet gördü hem de çok hastalandı. Git gide hastalığı tetikledi bu. Babam o kadar hastaydı ki; cezaevindeki arkadaşları: “Allah, Allah” diye bağırırmış. O kadar hastaymış ki; dayanacak gücü kalmamış. “Ben öleyim artık.” Demiş. Hastanede de intihar etmeye çalışmış, ağrıları o kadar fazlaymış ki dayanamamış. “Yaşamıma son vermek istiyorum, bunlar beni tahliye etmeyecekler.” Demiş. Sonrasında biz ikna etmeyi başardık, annemi yanına refakatçi olarak gönderdik. Babamın canı çay istemiş, o çayı içebilmek için babamın dilekçe vermesi gerekiyormuş, bir çayı bile babama layık görmedi bu insanlar. Benim babam 20 yıl bu devlete hizmet eden bir polis memuruydu, gecesini, gündüzüne kattı. Bu iktidar sahipleri benim babama bir çayı bile çok gördüler. Hiçbir şeye izin vermediler. Daha sonrasında annem refakat ettiği dönemde 3 gün refakat etti babama. Babam emekleyerek tuvalet ihtiyacını gidermiş, o kadar rahatsızmış ki tuvalete dahi gidememiş. Babama masa vermişler ama sandalye vermemişler yemek yemesi için. Bu insan emekleyerek tuvalete gidiyor, ihtiyacını tek başına karşılayamıyor siz nasıl sandalye vermezsiniz bu insana? Benim babam yerlerde sürünerek yemek yemiş. Bu insanların hiç mi insani değerleri yok. Hiç mi insanlıkları, hiç mi vicdanları yok? Suçu ne olursa olsun bu bir insan. Yaşam hakkı var, her insanın yaşam hakkı var. Benim babam ölümüne 9 gün kala tahliye edildi. Ölümüne 9 gün kala tahliye edildiği için ben babamı 4 defa gördüm, benim 8 yaşındaki kardeşim yetim kaldı, benim 8 yaşındaki kardeşim dayısına baba diyor. “Benim babam ölmedi.” Diyor, mezarını eşeliyor. Kimin hakkı var bu çocuğa bu travmaları yaşatmaya? Benim kardeşim 8 yaşında kendini bildi bileli babam cezaevinde. Babamı çalışıyor zannediyor, cezaevini iş yeri zannediyor. Benim babam vefat ederken dedi ki: “Ben bu haksızlıkları yaşadım, sakın susmayın, içeride bir sürü insan var onlara ses olun. Benim sonum belli ben vefat edeceğim dedi onlar bari ölmesinler.” Dedi. Ben bu haksızlığın son bulmasını istiyorum artık.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Fatma hanım çok ağır bir hali anlattınız. Biz sizden bölüm bölüm bazı yerleri soracağız. Yargılandığı mesele adil yargılandı mı yargılanmadı mı değil konumuz. Cezaevinde sağlık hakkı ile ilgili uğradığı ihlal iddianız var ve burada çok vahim bazı iddialarınız var. İlk olarak defalarca dilekçe yazmasına rağmen hastaneye kavuşamadığını söylüyorsunuz. Burayı biraz daha açar mısınız? 30 dilekçe yazdığını söylüyorsunuz. Neler yaşanmış? Revire gidebilmiş mi? Revirden hastaneye niye gidememiş? Oldukça hızlı bir şekilde zayıfladı, ortada olan ciddi bir hastalık şüphesi olduğu belli olan bir kişi kaç ay boyunca geciktirilmiş? O hastaneye ulaşıp tanı konulana kadar olan bölümü bize ayrıntıları ile anlatabilir misiniz?

Fatma Türkan Tunçay: Babam dilekçe yazmasına rağmen hastaneye götürülmeyip revire götürülmüş. Babamın hem sirozu hem de pankreas kanseri vardı. Bu kadar ciddi bir hastalıkta neden hastaneye değilde revire götürülüyor? Basit bir yaralanmadan ya da yanıktan bahsetmiyorum. Ağır bir kanser hastalığından bahsediyorum. Bize oradaki sağlık personeli dedi ki: “Siz buradan sağ çıkartabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?” dedi. Biz bu kadar yorucu bir mücadele veriyoruz ve bizim psikolojimizle oynuyorlar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hastaneye defalarca dilekçe vermesine rağmen hastaneye ulaşmasında teşhiste ve tedavide gecikmeler olduğunu söylüyorsunuz Aralık ayında cezaevine yatıyor, Mart ayında bu teşhis konuluyor, bu arada 2-3 aylık bir gecikme onun yaşam süresi ile ilgili bir kısalmaya neden olur bende bir doktorum. Teşhis ne kadar gecikirse ölüm o kadar kısalır açıkçası. Martta bu hastalığa teşhis konulduktan sonra herhangi bir kemoterapi, ameliyat şansı yakalayabilmiş mi? Yoksa gecikmiş vaka mı? “Sana dokunmayalım.” Mı demişler? Erkenden teşhis konulsa ameliyat edilir, kemoterapi yapılır Abdulvahit bey bulamamış mı bu şansları?

Fatma Türkan Tunçay:Tekirdağ’daki doktor en uzun 5 yıl yaşar dediler. Ömür biçtiler, en kısa 1 yıl dediler. Ne kemoterapi, ne radyoterapi hiçbir şekilde müdahale edilemez, çok ağır hasta dediler. Bu kadar ağır hasta olduklarını kendileri dahi dile getiriyorlar ve neden tahliye edilmiyor? Kendileri de biliyorlar zaten. Ben babamın vefat edeceğini zaten biliyordum, 1 ay yanımızda dursaydı ne vardı? Ben babama evlatlık vazifemi yapsaydım, baksaydım. Niye bu kadarını çok gördüler bize?

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Fatma hanım Mart ayından sonra 1 Mayıs’ta vefat etti Abdulvahit bey, 2 ay boyunca siz infaz erteleme raporu almak için büyük bir çırpınış içinde oldunuz ve bu arada önemli gecikmeler yaşandı, zaten ameliyat edilemeyen, kemoterapi, radyoterapi verilemeyen bir hastanın infaz ertelemesi çok gecikmemesi gerekiyor, belli ki son günleri olan bir hasta var karşımızda bir doktor olarak iyi biliyorum. 2 ay gecikmeniz sıkıntılı bir durum, anlaşılan sudan bahaneler ile sizi sürekli baştan savdılar. Önemli gecikmeler oldu. O konuyu da biraz ayrıntılı bir şekilde anlatır mısınız?

Fatma Türkan Tunçay:Biz resmen doktorların keyfini bekledik. “Bir tane doktorun daha imzası kaldı, o doktor tatilde, kurul gelsin, yeniden koşulsun, test versin.” Siz kendi ağzınızla söylüyorsunuz. Diyorsunuz ki: “Çok az ömrü kaldı.” Neden prosedürle uğraştırıyorsunuz? Zaten gözünüzle görüyorsunuz. Hiçbir ihtiyacını gideremiyor, tuvalet ihtiyacını karşılayamıyor, su ihtiyacını karşılamıyor. Babamın ayaklarından sular fışkırıyordu. Oradaki gardiyan ayağından sular çıktığı halde babamın hijyen çok gerekli bu hastalıkta, ayağını yere koymaması lazım su çıkıyor ayağından bir havluyu çok gördü babama. O havlu o kadar yaş olmuş ki annem orada refakat ettiği zaman demiş ki: “Bir tane daha havlu rica edebilir miyiz?” demiş. “Veremeyiz.” Demişler. Alt tarafı bir havlu. Bu insan 20 yıl hizmet etmiş bir polis memuru. Benim babam sırf görevi için benim hiçbir özel anımda yanımda bulunamamış bir insan, “Önce vatan” diyen bir insan. Babam 1 ay içinde 15 Temmuz olayında 1 hafta içinde terörist ilan edildi. Bu kadar kolay mı bir insanı 1 hafta içinde terörist ilan etmek? Kafalarına göre herkesi terörist ilan ettiler.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bu kötü muamelenin sağlık hakkı ihlalinin en önemli nedeninin bir önyargı, bir ön kabul olduğunu düşünüyorsunuz. Babanız hakkında ‘Terörist’ ilanı yapıldığı ağır sağlık hakkı ihlallerine uğradığını mı düşünüyorsunuz Fatma hanım?

Fatma Türkan Tunçay:Evet doktor hastalığı ne diye sormuyor suçu ne diye soruyor? Nerede bu hipokrat yemini?

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Böyle bir soru soran doktor nasıl olabilir? Neredeydi bu doktor? Babanız mı anlattı? Nasıl oldu bu olay?

Fatma Türkan Tunçay:Babam anlattı rahmetli olmadan önce kapalı görüşte. Benim babam asla ağlamayan bir insandır, karnı şişmiş karnını açtı gösterdi bize hüngür hüngür ağladı kapalı görüşte. Biz babamıza sarılamadık hep camların arkasında gördük babamızı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bir doktor olarak bir hastaya şikayetin ne yerine suçun ne diye sorulan bir soru karşısında tüylerim diken diken oluyor! Böyle bir soru gerçekten korkunç bir şey. Biz hekimler açısından olamayacak bir soru. Kabul edilemez bir soru. Bütün bu söyledikleriniz ve iddialarınız karşısında biz Adalet Bakanlığı’na bir soru önergesi verdik Fatma Türkan hanım. Bu konuları enine boyuna incelemek için elimizden geleni yapacağız. Çok ağır bir ihlal görünüyor ortada. Sizin gibi birçok vaka oldu böyle. Çok ağır hasta olduğu halde yoğun bakımlık hasta olduğu halde hücresine gönderilip 4 gün sonra hayatını kaybeden Muzaffer Özcengiz. Sistemik Lupus Eritematozus hastası olduğu halde kullanması gereken ilaçlarını kullanamayan Halime Gülsu gibi çok ağır örnekleri gördük. Siz de onlardan birisisiniz. 51 yaşında gencecik bir hasta, hızlı ilerleyen, gecikmiş bir kanser. Teşhis, tanı, tedavisi gecikmiş bir hasta. Yakınlarına temas edemeden hayatını kaybeden bir hasta öyküsü var karşımızda. Siz Adalet Bakanlığı’ndan ne bekliyorsunuz? Herhangi bir suç duyurusu, hukuki girişim yaptınız mı? Bize ulaşmakta neden geciktiniz? Bize nasıl ulaştınız? Bunların da cevabını alalım sizden.

Fatma Türkan Tunçay: Siz zaten cezaevindeydiniz bu süreçte. O yüzden maalesef size ulaşamadım ve çok iyi ilgilendiğinizi görünce, halkın milletvekili olduğunuzu görünce böyle bir başvuruda bulunmak istedim size. Adli süreç başlatmadım, devleti devlete şikayet etmek ne kadar etkili olabilir diye düşündüm. Yaşadığımız süreci siz de biliyorsunuz. Başvuru yapsam da kesinlikle bir işe yaramayacağını düşündüm ama ilerleyen zaman zarfında başvurmayı düşünüyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Siz bir vatandaş olarak hakkınızı kullanın Fatma hanım. İdari ve adli açıdan başvurularınızı yapın lütfen çünkü hak arama bilinci genel olarak toplumda zayıf olduğu için bu konular bir müddet insanlar üzüldükten sonra unutulup gidebiliyor. Son olarak bizim başvurumuz hakkında ne diyorsunuz? Adalet Bakanlığı’ndan beklentiniz nedir? Sizin hakkınızda resmi bir başvuru yapmış bir milletvekiliyiz, bu ağır ihlalleri Meclis’te basın toplantımızda ayrıntılı olarak anlatmış bir milletvekiliyiz, soru önergesi ile Bakanlığa sormuş bir milletvekiliyiz. Siz bir vatandaş, mağdur yakını olarak babanızın cenazesi sonrası onu kara toprağa vermiş bir genç kadın olarak ne diyorsunuz?

Fatma Türkan Tunçay: Benim babam vefat etti Allah rahmet eylesin. Şu anda cezaevinde Ayşe Özdoğan var çok ağır hasta ve onun gibi birçok hasta var. Biz bu hak ihlallerine uğradık. Başka insanlar uğramasın, başka çocuklar anne babasız kalmasın istiyorum sadece.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Değerli izleyenler Abdulvahit Tunçay’ın tüm hastalık evrelerinde onu takip eden kamu görevlileri hakkında bir takibat başlatacağız. Bu takibatı tabi biz kendimiz yapıyoruz ve devlet görevlilerinden, Bakanlık görevlilerinden soruyoruz. Cezaevi görevlileri bu hastalığın teşhisi noktasında gereken ihtimamı gösterdi mi? 30 dilekçe sonrası neden bir hasta ancak hastaneye ulaşabildi? Cezaevinde yaşadıklarından sonra hastanede yaşadıkları sağlık hakkı muayene hakkı ihlalleri ile ilgili sorularımız olacak, mahkum koğuşunda yaşadıkları ile ilgili sorularımız olacak ve diğer birçok alanda sorularımız olacak. Cevaplanmasını isteyeceğiz. Bununla ilgili görüntülerin, bilgilerin, belgelerin, dilekçelerin yapılan işlerin cezaevi müdürlükleri tarafından ortaya çıkartılmasını isteyeceğiz. Mutlaka Abdulvahit Tunçay’ın dosyasında tüm bilgi ve belgeler vardır. Bir mahpus hayatını kaybetse bile dosyası muhafaza edilir, orada A’dan Z’ye yazdığı dilekçeler verilen veya belli olan cevaplar anlaşılır. Biz bunların takipçisi olacağız. Hasta mahpuslar konusu son derece önemli, Ayşe Özdoğan konusunu yine gündeme getiriyoruz, 1 ayı aşkın zamandır cezaevinde olan bir ağır hasta mahpus var. Gördüğünüz gibi Abdulvahit Tunçay’ın kızı Fatma Türkan Tunçay’ın da ciğeri sızlıyor ve babasını hatırlamakla birlikte en azından hayatını kaybetmemiş olan ağır hasta Ayşe Özdoğan’ı gündem ediyor. “Babamı kaybettim ama Ayşe Özdoğan’ı kaybetmeyelim.” Diyor. kamuoyuna çok vicdanlı, çok ahlaki, çok duygulu bir mesaj gönderiyor. Biz de yetkililere hatırlatıyoruz, Abdulvahit Tunçay ağı ihlaller sonucu öldü, biz bunun peşini bırakmayacağız. En azından hayatı devam eden ağır hasta mahpus Ayşe Özdoğan’ı bir an evvel Adli Tıp Kurumu’ndan infaz ertelemesini verin bu kadına işkence çektirmeyin diyoruz.

Bugün de programımız burada bitiyor. Biz Fatma Türkan Tunçay’a çok teşekkür ediyoruz. Bize başvurunuzu sonuna kadar takip edeceğimizi, değerlendireceğimizi bir milletvekili olarak size beyan ediyorum, söz veriyorum. Bugün iki konuğumuz oldu çok önemli konulardı. İlk önce tüm kamuoyunu ilgilendiren en önemli konularımızdan ekonomi konusunu Mustafa Sönmez hocamızla değerlendirdik, çok önemli bilgiler verdi çok değerli buldum, daha sonraki yayınlarımızda inşallah birlikte olacağız Mustafa Sönmez hocamla çünkü benim ihtisas alanım değil ama ihtisas sahiplerinden bu konuda bilgi almamız uygun olacak. İkinci olarakta çok üzüldüğüm, cezaevindeyken hayatını kaybetmiş Abdulvahit Tunçay isimli mahpusun kızı Fatma Türkan Tunçay ile konuştuk ve söyledikleri dehşet veren ifadelerdi. Çok vahim ihlal iddiaları vardı, onları da takip etmeye devam edeceğiz, gerek milletvekili görevim yetkilerimle gerekse de ÖFG TV yayınlarımla devam edeceğiz tüm bu yaptığımız çalışmalarda medyaya yansıyacak ve kamuoyu bütün bu konuştuklarımızı etraflı bir şekilde okuyacak, dinleyecek, tartışacak. Haftaya Salı günü saat 21.00’de tekrar buluşacağız inşallah. Sizlere hayırlı bir hafta diliyorum hoşçakalın.

Yorumlar