22 Şubat 2022

Herkese merhaba ÖFG TV’nin yeni bir programı ile yine karşınızdayız. Her hafta Salı günü haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile birlikte sunduğumuz programımıza yine başladık.

Bu hafta 148. Bölüm bayağı bir hafta olmuş, inşallah nice haftalara diyelim kendimize. Değerli izleyenler İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan konuğumuz olacak programımızda.

Sn. Öztürk Türkdoğan’ı neden konuk alıyoruz? Çünkü insan hakları savunucularına yönelik önemli bir saldırı var. İnsan hakları savunucuları tüm insanları savunur, tüm ayırt etmeksizin önemli bir fedakar mücadele verir ama kimi zaman da hedefe kendileri konu olur ve haklarında davalar açılır, saldırılara uğrayabilirler vb. birçok hadiseyi maalesef ki insan hakları savunucuları dünyanın dört bir tarafında yaşayabiliyor.

İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Sn. Öztürk Türkdoğan’a bir dava açıldı. Bugün Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşması görüldü ve bu çerçevede biz Sn. Türkdoğan ile konuşacağız. Neden böyle bir dava açıldı? Ne oluyor? Ne bitiyor? Türkiye neden böyle bir noktaya geldi? İnsan hakları savunucularına dahi yoğun bir saldırı neden böyle devam ediyor? Bütün bunları soracağız.

Öztürk Türkdoğan:İnsan hakları mücadelesi kesintisiz devam ediyor. Bugün yoğun bir gün geçirdik, bir de Avrupa Birliği Komisyonu’nun insan hakları alt komisyonu şu anda Türkiye’de o komisyon içerisinde Türkiye sözcüsü Sn. Amor’da vardı. Dolayısıyla onlarla da bugünü ve diğer Türkiye insan hakları durumunu uzun uzun konuştuk.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Yoğun bir mesai içerisindesiniz, gece gündüz koşturuyorsunuz. İnsan hakları konusunda yıllardır yoğun bir gayret sarf ediyorsunuz, yıllardır birlikte uzun yıllardır çalıştık. Ben Mazlum-Der Genel Başkanı iken Sn. Öztürk Türkdoğan’da İHD Eş Genel Başkanıydı ve halen devam ediyor, canla başla çalışıyor, gayret ediyor ve her geçen gün çıtayı yükseltiyor İnsan Hakları Derneği fakat insan hakları savunucularına saldırılar bitmiyor. İnsan hakları savunuculuğu maalesef ki pahalı bir iş oldu. İktidarlar hiç hoşlanmıyorlar ve abuk sabuk gerekçeler bularak ve engelleme operasyonu yapıyorlar. Bunu tüm insan hakları savunucuları yaşıyor dünyada ve Türkiye’de. Biz bunu yaşadık, insan hakları savunucusu olarak Meclis’ten ihraç edildik, işimizden ihraç edildik, cezaevine atıldık sadece ben değil binlerce insan hakları savunucusu bunu yaşıyor. Yine diğer Eş Genel Başkanı İHD’nin Sn. Eren Keskin’e bir sürü davalar, yargılamalar, cezalar var. Sn. Türkdoğan’a da yine böyle yoğun bir şekilde saldırı mevzu bahis. Sn. Türkdoğan ne diyorsunuz? Neden başladı? Nasıl oldu? Bu dava nedir? Biz de Meclis’te gündeme getirdik.

Öztürk Türkdoğan:Öncelikle size teşekkür ediyorum. Tabi ki siz insan hakları savunucususunuz. Dolayısıyla biz her zaman o mücadeleyi sürdürüyoruz. Sizin zaten başınıza gelenler aslında Türkiye’yi özetliyor. Bu süreç devam ediyor maalesef ama bugün duruşma salonunda çok önemli bir dayanışma örneği gösterildi. Türkiye’deki tüm insan hakları örgütleri, ulusal ve uluslararası alandan da oldu. Duyarlı milletvekilleri, partiler, kitle örgütleri hepsi oradaydı. Ayrıca avukat arkadaşlarımız, hukuk örgütleri. Bu önemliydi, bu dayanışma zaten bize moral ve güç veriyor. Bugün Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı bile gelmişti çünkü eğer insan hakları alanında mücadele ediyorsanız; dolayısıyla her zaman savunucularla birlikte olacaksınız. Bu açıdan iyi bir gün geçirdiğimizi söyleyebilirim. Niye bu davalar açıldı? Biraz önce bahsettiniz, biz her zaman başkalarının haklarını savunuruz, onların haklarının ihlal edilmemesi için mücadele yürütürüz. Zaten insan hakları savunuculuğunun birincil koşulu budur. Başkalarının hak ve özgürlüklerini savunmaktır, ayrım yapmadan, kimliği ne olursa olsun bakmadan! Türkiye’de İnsan Hakları Derneği’nin çok uzun bir geçmişi var ama özellikle 2015’ten bu tarafa yaşanan sürece örnek vermek istiyorum. 2015’te silahlı çatışmalar yeniden başladıktan sonra Türkiye’de uzun süreli sokağa çıkma yasakları başladı. Bunlar çeşitli kentlerdeki Hendek ve barikatların ortadan kaldırılması gerekçesiyle ilan edildi ve günlerce, haftalarca sürdü. Bunlardan bir tanesi de Cizre’deydi. Cizre’de 68 gün süren sokağa çıkma yasakları ilan edilmişti. Biz o süreçte sokağa çıkma yasağı bittikten sonra insan hakları örgütleri ile birlikte Cizre’ye gitmiştik ve raporlar hazırlamıştık. Bu raporlarımızdan o dönem Genel Kurmay Başkanlığı rahatsız olmuş. 90’lı yıllardaki gibi yine karşımıza askeriye çıktı. Bizi şikayet etmiş. Biz bu belgeyi bir başka dava dosyasından tesadüfen öğrendik. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı Haziran 2016’da daha henüz darbe teşebbüsü yok. Hakkımızda denetim kararı aldı ve derneğe denetçiler geldi çünkü o Genel Kurmay Başkanlığı’nın yazısında sadece İHD değil, Mazlum-Der, Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Mezopotamya Hukukçular Derneği, Türk Tabipler Birliği, Diyarbakır Barosu, Sağlık ve Sosyal Emekçiler Sendikası, Gündem Çocuk Derneği, İnsan Hakları Araştırma Derneği. O yazıda ismi geçen kuruluşların bazıları kapatıldı OHAL Dönemi’nde, kapatılmayanların ise yöneticilerine sürekli olarak davalar açıldı. Aslında bu bir andıç süreci aynı zamanda! Bu andıç kelimesini özellikle kasıtlı olarak kullanıyorum çünkü bize bu yaşatılanlar durup dururken olmuyor, birileri bunu istediği için oluyor biz de elbette ki ileride daha demokratik bir düzene umarım geçtiğimizde biz de haklarımızı elbette ki arayacağız. 28 Şubatçılar, o dönem yaptıklarını unutmasınlar, onlar şimdi yargılandılar ve mağdur duruma düştüler. Biz 80 küsür yaşında insanların hapise girmesini kesinlikle istemiyoruz, onlar da şu anda bir mağdur pozisyonuna girdiler ama zamanında onlar muktedirdirler. Özellikle muhafazakar camiaya, Kürtlere, insan hakları savunucularına inanılmaz şeyler yaptılar. Hala bununla yüzleşmek bile istemiyorlar, Türkiye niye kendini tekrar eder? Aynı şeyle yine karşılaştık. O denetimlerden sonra hakkımızda 1 sene sonra rapor hazırlandı. Anayasal Düzene Karşı Faaliyet yürütüyormuşuz meğer! Denetçi o kadar korkmuş ki; çünkü denetime gelen kişi o arada darbe teşebbüsü olduğu için darbe ile bütün kuruluşlar OHAL KHK’ları ile kapatıldığı için herhalde kendisi bir yerlere yaranmak için inanılmaz iddialarda bulunmuştu, Ankara Savcılığı soruşturmaları yürüttü ve sonuçta Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararlar verdi. Bu kararların hepsi 2019’da verildi, aslında hiçbir şey çıkmadı. Mülkiye Başmüfettişi’nin iddiaları temelsiz kaldı. Bu sefer 2019’un  sonuydu, baktılar bir şey çıkmayacak, o halde “Şu Başkanı takip edelim. Ne buluruz?” bakın kanun devletlerinde delilden şüpheliye gidersiniz ama kanun devleti olmayan kanun dışına çıkmış devletlerde bir kişiyi belirlersiniz onun üzerinden “Acaba bir delil bulabilir miyiz?” bu daha başka nasıl anlatılır? Sizin elinizde bir delil olacak ki soruşturma yapasınız. Elinizde delil yok ama “Bunu soruşturmaya dahil edelim.” Aynen öyle yapmışlar. 11 kişilik bir soruşturma başlatma zamanında beni de oraya dahil etmişler. Niye etmişler? Silahlı kuvvetlerin Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik Barış Pınarı harekatı nedeniyle acaba eylemler yapabilir miyiz? Tahmin üzerine! Bununla başlamış soruşturma. Bakmışlar ki; bu konuda hiçbir şey yok! O zaman soruşturmayı kapatmanız gerekir değil mi normalde! Bunu yapmamışlar. Bir şey bulamayınca “Telefonlarını dinleyelim.” Orada da bir şey bulamamışlar. Açık kaynak araştırması adı altında “Acaba bu kişi ne demiş?” bula bula benim tecrit ile, izolasyon ile, hasta mahpuslar ile ilgili açıklamalarımı bulmuşlar. “Bu açıklamalar Fırat Haber Ajansı’nda da yer almış o halde orada yer aldıysa oradan bir bağlantı kuralım bunu da yasa dışı örgüt üyesi olarak suçlayalım.” Noktasına kadar getirdiler. Normal koşullarda şu günün Türkiye’sinde bile normalde o soruşturmanın kapanması gerekiyordu ama niye kapanmadı? Çünkü geçen 1 sene önce biliyorsunuz çok talihsiz bir olay yaşandı. Silahlı kuvvetler Irak’ın Kuzeyine bir operasyon düzenledi Gare bölgesine. PKK örgütünün yıllarca alıkoyduğu 12 kişi bunların hepsi asker, polis ve güvenlik görevlisi 12 kişi sağ olarak kurtarılamadı. Bu kişilerin cesetlerine ulaşıldı. Biz de oturduk vicdanen rahatsız olduk, biz 6 yıl boyunca bu insanları kurtarmak için inisiyatif aldık, girişimlerde bulunduk, hükümeti, örgütü bir türlü ikna edemedik. Bunu kamuoyu ile paylaşım çünkü biz hakikatin açığa çıkmasını isteyen insanlarız, biz adalet arayan insanlarız. Biz buna sessiz kalamayız. Biz olup biteni anlatınca bu sefer hükümet muhalefet partilerini ikna edemedi ve hükümet adına da bu görüşmeleri yürüten İçişleri Bakanı bu başarısız operasyonun, bu trajik olayın faturasını adeta İnsan Hakları Derneği’ne çıkartmaya kalkıştı. Cesarete bakar mısınız! Meclis kürsüsünde “Canı çıkacısa dernek.” Dedi. “Bütün muhalefet İnsan hakları derneğinin peşine takılmışsınız.” Dedi. Normalde aslında o Meclis’teki siyasi partilerin ona orada haddini bildirmesi gerekirdi. “Sen ne demek istiyorsun? Bizim irademiz yok mu? Niye biz bir derneğin peşine takılalım?” Meclis’teki muhalefet partilerini de eleştirmek gerekiyor. Bir bakan çıkıyor Türkiye’nin en önemli insan hakları örgütünü alenen tehdit ediyor. Bu cesareti bu kişi nereden buluyor? Bu kişi ile ilgili daha önceden de çok sayıda açıklama yapmıştım, nitekim Sedat Peker aslında bütün olup biteni ifşa etmeye başladı. Aynı kişi televizyona çıktı barış süreci bozulsun diye, barış süreci ilerlemesin diye ne çabalar içerisinde olduğunu, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun arkasından ne işler çevirdiğini anlattı. Barışa bu kadar açıktan karşı olan bir kişi halen bu ülkede İçişleri Bakanlığı yapıyor inanabiliyor musunuz? Kendi ağzıyla itiraf etti bir televizyon kanalında; o sürecin yanlış olduğunu bozulması gerektiğini, MHP ile kurulan ittifaktan ne kadar memnun olduğunu, terörle ne kadar mücadele ettiğini. Sonradan anladık ki İçişleri Bakanı bize bir fatura çıkaracak, çıkardı da. Mart ayında evim basıldı ve gözaltına alındım, aynı gün Adalet Bakanlığı’nın duyarlılığı ile serbest bırakıldım çünkü Cumhuriyet Savcısı bile bana doğru düzgün soru bile sormadı. Böyle bir şey olabilir mi? Dolayısıyla bu soruşturmanın yürümesi ve bana dava açılmasının arkasında doğrudan doğruya İçişleri Bakanı’nın o Meclis konuşmasındaki tutumunun devamı olduğunu düşünüyoruz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Talimatlar verildi.

Öztürk TürkdoğanBurada da Adalet Bakanlığı’na sormak gerekiyor. Ey Adalet Bakanlığı bir İçişleri Bakanı istediğine dava açtırabiliyorsa o zaman bu memlekette adaletin vay haline! Aynı İçişleri Bakanı annesi ile ilgili de çıktı; şikayet etti. “Anneme hakaret ediyorlar kimse dava açmıyor.” Dedi. Hiç kimsenin annesine hakaret edilmez. Hiç kimsenin! Hiç kimseye hakaret edilmez ama bir İçişleri Bakanı da yargıyı istediği gibi kullanmasın, buna hakkı yok zaten. Sonuçta bu ülkenin bir yargısı varsa onlar ne olup bittiğini taktir edeceklerdir zaten. Aynı İçişleri Bakanı 2020 yılında derneğimize bir daha mülkiye başmüfettişi gönderdi denetim için. Bu sefer ki Mülkiye Başmüfettişi anayasal düzene faaliyet gibi iddialarda bulunmadı, yasa dışı örgütlerle bağlantı gibi iddialarda bulunmadı. İnsan Hakları Derneği OHAL döneminde faaliyetlerini serbestçe yürüttü! OHAL KHK’ları ile biliyorsunuz binlerce dernek kapatıldı, sadece iltisak kavramı kullanılarak! Kimse bizim derneğimiz ile ilgili böyle bir kavramdan dahi bahsedemez. Biz Türkiye’nin en bağımsız kuruluşuyuz. Dolayısıyla bunu devlette çok iyi biliyor ama devletin işleyişinde bir bozukluk olmuş çünkü yeni Başkanlık modeli denen sistem öyle bir hale getirmiş ki devlet kurumlarının kendi içindeki ahengi kalmamış. Demek ki hakikaten burada bir problem var. Ciddi anlamda bir problem var. OHAL koşullarında başımıza gelmeyenler, eğer şimdi bu dönem başımıza geliyorsa burada bir keyfilik var. Biliyorsunuz Sn. Adalet Bakanı bile istifa edip gitmek zorunda kaldı. Dolayısıyla AK Parti’lilerin oturup tekrar tekrar düşünmesi lazım. “Biz ne yapıyoruz?” demeleri gerekiyor! Sonuçta Müfettişin bile bizi suçlamadığı bir dönemde gelin görün ki Ankara Adliyesi Emniyetin baskısına dayanamadı ve bu davayı açtı. Şimdi de iddianameye bakıyoruz inanılmaz çelişkili. Hiçbir somut delile dayanmıyor. Normalde bu davanın düşürülmesi gerekirdi ama maalesef usulü eksiklikler tamamlanacak ve 19 Nisan’da savcının mütalaasına göre bizler de kendimizi savunacağız, durumu değerlendireceğiz. Normalde beraat istemesi lazım, isterse bitireceğiz yoksa bizler de hukuksal savunma araçlarımız neyse hepsine başvuracağız. Türkiye bunları yaşamamalıydı, eğer siz mülkiyenin en büyük insan hakları örgütünün eş genel başkanını silahlı terör örgütünün üyesi olmakla itham ediyorsanız vay sizin halinize! Ben bu ülkede 14 yıldır Başkanlık yapıyorum. Sn. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak devletin tüm bürokratik mekanizması, bakanları, siyasi partilerle diyalog içinde olan bir insanım. 2013’te akil insanken sizinle barış süreçlerini konuşurken, açlık grevlerini konuşurken benimle ilgili hiç mi araştırma yapmadınız? Yaptınız! Defalarca da yüzüme söylediler! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Sormazlar mı bu nasıl bir şey! Hakikaten bu aynı zamanda devletin kendi içinde düştüğü inanılmaz bir çelişkidir, böyle şeylere izin verilmemesi gerekir. Mesele kişisel değildir, ne bakan beni tanır ne ben onu tanırım ama mesele benim şahsımda insan hakları hareketine bir gözdağı vermektir çünkü bütün olup bitenleri raporluyoruz. İşkenceye karşı mücadele ediyoruz, hapishanelerdeki hak ihlallerinin giderilmesi için uğraşıyoruz. Her türlü hak ihlali ile mücadele ediyoruz, bunu en iyi siz biliyorsunuz ki sizin başınıza getirilenler zaten bakın; benim başıma gelenler sizin başınıza getirilenlerin yanında hiç kalır. Bir milletvekiline bu ülke bunu yapıyorsa hakikaten hiç ders çıkarılmadı, hiç utanmadılar, hiç sıkılmadılar sizin başınıza bunları getirirken. Böyle bir şey nasıl olabilir? Meclis’te bir sürü insanlar yüz yüze bakıyorsunuz! Ben bu açıdan gerçekten özellikle iktidar partisinin oturup düşünmesi gerekiyor. “Biz ne yapıyoruz? Biz ülkeyi ne hale getirdik?” diye sormaları gerekiyor. Kaçan kaçana, fırsatını bulan gidiyor. Sonra ne olacak? O zaman bizim gibi savunuculara, aynı zamanda demokrasi mücadelesi verenlere büyük görevler düşüyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:İnsan haklarına hepsinin ihtiyacı var.

Öztürk Türkdoğan:Tabi ki hepsinin ihtiyacı var.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Teröristlik olarak nitelemeye çalışıyor ama her zaman hepsinin insan haklarına ihtiyacı var değil mi Öztürk hocam?

Öztürk Türkdoğan:Kesinlikle ben inanıyorum ki bugün iktidar olanlar yarın insan haklarına adaletlere ihtiyaçları olacak. Kim bilir bunlardan sonra gelenler onların başına neler getirecek! Bugün Eren hanım duruşma salonunda söyledi; “Biz Sn. Cumhurbaşkanı hapse girmesin diye o dönem kampanya yürütmüş bir derneğiz.” Biz 2016 darbe girişimi teşebbüsünde ilk açıklama yapan sivil toplum örgütüyüz biz darbeye karşı. Gece yarısı amasız, fakatsız tüm bunları birçok insan biliyor. Darbeye karşı bu kadar açıktan mücadele etmiş bir insana geliyorsunuz basit bir siyasi meseleyi aşmak için bir sivil örgütü nasıl hedef haline getirirsiniz. Sn. Cumhurbaşkanı’nı biliyorsunuz Gare operasyonunun tüm siyasi sorumluluğunu kabul etti. “Evet başarısızlık bize aittir.” Dedi ve mesele kapandı aslında ama biz insan hakları savunucuları diyoruz ki; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu olayla ilgili soruşturma açmalıydı! O operasyonda ne oldu? 12 vatandaşımız hayatını kaybetti, ayrıca o operasyonda hayatını kaybeden askerler var bakın! Yine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı silahlı militanlar var o operasyonda hayatını kaybeden! Aslında toplamda çok fazla insan hayatını kaybetti! O halde soru sormak gerekiyor ne oldu? İnsan hakları savunucusunun farkı budur bakın! Bu soruyu sorabilen insan insan hakları savunucusudur çünkü hakikat ortaya çıksın, adalet yerini bulsun. Roboski katliamı öyle değil mi? Hala Roboski için adalet arıyoruz! Adalet aramaya da devam ediyoruz. Cizre bodrumlarında yaşamını yitiren siviller ile ilgili adalet arayışları hala devam ediyor. Ankara Gar Katliamı ile ilgili davalar devam ediyor. DAEŞ saldırılarından tutun, yasa dışı örgütlerin tamamının saldırılarında yaşamını yitiren insanlarla ilgili adalet arayışları devam ediyor. Merasim Sokak saldırısı ile adalet arayışı devam ediyor. O kadar çok örnek verebiliriz ki; Kızılay saldırısı, Kumrular saldırısı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Siz zaten İnsan Hakları Derneği olarak Kanarya Sevenler Derneği değilsiniz siz İnsan Hakları Derneğisiniz ve ister istemez A’dan Z’ye tüm hak ihlallerine karşı bir mücadele sergiliyorsunuz, en önemli güç olan devletin birey ve toplumların haklarını çiğnemesine karşı insandan yana bir tavır alıyorsunuz ve gerek Gare Operasyonu olsun, gerek Roboski olsun kritik ve insan hayatına mal olan operasyonlar için herhalde bir lafınız olacak değil mi?

Öztürk Türkdoğan:Tabi ki zaten biz çok ilginçtir, bizim bu açıklamalarımız ile ilgili kimse bir suçlama dahi yapamıyor. Ne ile suçlanıyoruz? İzolasyondan bahsetmişim, tecritten bahsetmişim. Hasta mahpuslardan bahsetmişim. Abdullah Öcalan yakınları ile niye görüşmüşüm, niye tecrit altına alındığından bahsetmişim. Siyasi polemik konusu yaptığınız konularla ilgili de suçlasanıza! Suçlayamazlar çünkü o zaman araştırma yapılmasını isteyeceğiz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Aslında bunlar da her Allah’ın günü siyasetçilerin ve birçok kişinin de gazetecileri, siyasetçilerin, insan hakları savunucularının tekrarladığı kelimeler ve cümleler.

Öztürk Türkdoğan:Zaten Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi sürekli aynı şeyden bahsediyor, AİHM aynı şeyden bahsediyor. Bunlar infaz kanunu uygulansın diyoruz. Türkiye’nin kendi 5275 Sayılı İnfaz Kanunu var, bu kanun uygulansın ayrımsız olarak herkese demek ne zamandan beri suç oldu! Dolayısıyla bu davadan elbette ki bir şey çıkmayacaktır ama bu gözdağları, insan hakları alanına yönelik gözdağları alanımızın hareket alanını daraltıyordu. İnsanların faaliyetlerini daha rahat yürütmesini engelliyor fakat burada toplamda ülke olarak biz kaybediyoruz, toplum olarak biz kaybediyoruz. Hepimizin insan haklarına ihtiyacı var, tamamımızın ihtiyacı var. O nedenle bize yapılan yargı baskısı, yargı tacizi genel anlamda kamuya aykırı faaliyetlerde, bizim haklarımız ihlal ediliyor bunun ötesinde hak arama süreçlerine zarar veriyor. Bunu özellikle anlatmak gerekiyor. Tabi ki yalnız insanlar değiliz. Türkiye’nin çok güçlü bir insan hakları hareketi, dünyanın çok güçlü bir insan hakları hareketi var biz onun bir parçasıyız, biz sadece Türkiye’de değil dünyada da insan hakları noktasında mücadele eden insanlarız bu aynı zamanda teşhir oluyor. Bugün çok sayıda dayanışma örneği gördük, yaşadık. Bunu özellikle belirtmek gerekiyor, bununla da yetinilmedi, daha önceden yaptığımız bazı açıklamalar nedeniyle iki ayrı dava açıldı. 2018’de Süleyman Soylu’yu eleştirmişiz, onun yaptığı açıklamaları olduğu gibi almışız. Demişiz ki: “Siz bu açıklamayı yapamazsınız çünkü lekelenmeme hakkını ihlal ediyorsunuz, masumiyet karinesini ihlal ediyorsunuz, insanları tehdit ediyorsunuz bunu yapamazsınız.” Dediğimiz için kamu görevlisine hakaretten hakkımda dava açıldı! İlginç! Bu davaları açmaması gerekiyor Cumhuriyet Savcıları. Burada adalet makamının güçlü bir irade ortaya koyması gerekiyor. Eleştiri bir temel haktır! Burada eleştiri vardır, bu davalar açılmaz denmesi, bunu mahkemeye bırakmamak gerekiyor. Elbetteki mahkemeler bunları reddedecektir ama savcılık makamının, savcılık kurumunun emniyete bağlı gibi çalışması pratiğinden Türkiye’nin çıkması gerekiyor. Biz bunu hep adli kolluk kurulması olarak tartıştık, insan hakları eylem planı toplantılarının hepsine katıldım, Adalet Bakanı’nı, Bakanlık bürokrasisini, yüksek yargıçların tamamına bunları anlattık. Ne gariptir ki ben pratik ediyorum, kendi şahsım üzerinde deneniyor yöntemlerin hepsi ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. Cumhuriyet savcılarının Adalet Bakanlığı teşkilatı içerisinde onlara bağlı adli kolluk birimlerinin olması gerekirken maalesef emniyet her şeyi hazırlıyor getiriyor cumhuriyet savcısının önüne koyuyor ve ö günün konjonktürüne göre direnemiyor halbuki direnmesi gerekir. Demesi gerekir ki: “Bir dakika burada suç yok.” Demesi gerekir ama bu koşullar altında maalesef bunu göremedik, bunu da bu şekilde bir yandan da deneyimlemiş olduk, o söylediğimiz sözlerin aslında pratikte nasıl doğru olduğunu adeta yaşayarak öğrendik. Bu da çok ilginç bir deneyim oldu.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Ben iddianameyi inceledim ve gerçekten trajikomik iddialar olduğunu gördüm. Bir televizyon muhabiri ile görüşmeniz bile sizin terörist olduğunuza delil gösterilmeye çalışılmış. Akla hayale zarar şeyler. Ne diyorsunuz bu konularda? Nedir bu saçmalık?

Öztürk Türkdoğan:Birileri ısrarla dava açılmasını istediği için ben iddianame savcısını eleştiriyorum ama çıka çıka bu kadar çıkmış! Artık gerisini mahkeme taktir edecek!

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Ne bekliyorsunuz?

Öztürk Türkdoğan:Kesinlikle bu davanın beraat ile sonuçlanması gerekiyor, en asgari hukuk normlarını bile işletirseniz kesinlikle iddialar soyut temelsiz, dayanaksız, çelişkili, delile dayanmıyor, bir insanın sürekli yıllardır konuştuğu sözler üzerine onu bir yasa dışı silahlı örgüt üyeliği ile suçlamak akla ziyan. Ben bu noktada mahkemenin adaleti yerine getireceğini düşünüyorum ama zaten sorun bu değil, sorun o aşamaya gelinceye kadar bize bu yaşatılanlar üzerinden bütün bir insan hakları camiasına bir gözdağı verilmek isteniyor; Türkiye’nin bu yöntemlerden vazgeçmesini öğrenmesi gerekiyor. Türkiye’deki insan hakları deneyimi belli bir dirence ulaştı, bu tarz yöntemleri yapmayın! Bunlar doğru şeyler değil! Her şeye rağmen ben ve avukat meslektaşlarım elbette ki bu her dava gibi bu davayı da oldukça ciddiye alıyoruz ve tüm süreçleri en ince noktasına kadar inceleyip tüm haklarımızı sonuna kadar da elbette ki kullanacağız.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Sn. Türkdoğan çok geçmiş olsun. Bu saçmalıklarla uğraşmanızdan dolayı üzgünüz. Bugün duruşma salonundaydık ve biz de tüm insan hakları savunucuları, Türkiye ve dünyadan güçlü bir dayanışma sergiledik, insan hakları savunucuları yalnız değildir bunu herkes bilsin. Biz Sn. Öztürk Türkdoğan’ın yanındayız son derece saçma hukuksuz afaki iddialarla hazırlanmış bir iddianame, maalesef ki kabul edilmiş ve sadece insan hakları savunuculuğuna mesai kaybettiren bir davadır başka bir şey değildir, bir an evvel beraat bekliyoruz ve bunu da güçlü bir dayanışmayı sizlere sunuyoruz. Bu saldırı burada kalmadı tüm dünya bunu duydu, size yapılan bu saldırı aslında Türkiye iktidarı için bir utanç vesikası olarak dünya medyasına da geçti, dünyada Türkiye’yi raporlayan Avrupa Parlamentosu üyelerinin notlarına da geçti. Utanç verici OHAL’den bir an evvel vazgeçmeleri, savcılıkları siyasi baskı altında tutmamaları gerekiyor.

Öztürk Türkdoğan:Dostluk ve dayanışmanız için teşekkür ediyorum.

Yorumlar