6 Eylül 2023

Önemli bir haber ile başlayalım. KHK kapsamında çalışma izni iptal edilen öğretmenler beni çok iyi dinlesin. Biz yıllardır bir okulda çalıştığı için çalışma izni iptal edilme skandalını konuştuk. En az 20 bin kişinin suçsuz günahsız çalışma izni iptal edildi. Bir okulda çalıştınız diye hiçbir alakanız olmadan suçlu ilan ediliyorsunuz ve çalışma izniniz iptal ediliyor. Aradan 7 yıl geçti ve Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü 662 Sayılı KHK Kapsamında çalışma izni iptal edilenler ile ilgili bir yazı yayınlayarak merkezi kısıtlamanın kaldırıldığını, takipsizlik ve beraat alanların valiliklere başvurmasını istedi. Aslında daha öncesinde de valiliklere başvuru vardı fakat valilikler işi inanılmaz bir şekilde yokuşa sürüyorlardı. İnsanları aç susuz bırakmak için devlet el birliği yapmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı inanılmaz vicdansızlıklara imza atıyordu, yıllardır bu konuda baskı yaptık ve sonunda geri adımlar başladı. 20 bin çalışma izni iptal edilen öğretmenin bir an evvel valiliklere başvurarak bu izni talep etmesi gerektiğini söylemiş olalım ve onlara iyi bir haber iletmiş olalım.

Bugün 6 Eylül, 6-7 Eylül 1955’te yaşanan azınlıklara yönelik vahşi eylemlerin maalesef ki yine yıldönümü. Biz bu konuda bir yasa teklifi geçtiğimiz yılda hazırlamıştık ve geçmiş dönem iktidarın bu yasa teklifinin görüşülmesine izin vermemişti fakat bu sene tekrar yasa teklifimizi hazırladık ve 6-7 Eylül günlerinin bu olaylarda hayatını kaybedenleri anma ve yas günü ilan edilmesi gerektiğine dair bir yasa teklifi verdik. Bunun da değerlendirmesini istiyoruz.

Ülkede işkence bitmiyor! İnsanlığa karşı suçtur! Her kime yapılırsa yapılsın, hangi nedenle yapılırsa yapılsın ister suçluya ister suçsuza işkence insanlığa karşı bir suçtur. Peki; “Sistematik işkence kaldırıldı efendim.” Denilen Türkiye’de işkence bitti mi? Hayır bitmedi. Her yerden işkence haberleri alıyoruz. İşte bakın son gelen olay; Muş İl Jandarma Komutanlığı ve Muş Devlet Hastanesi’nin birlikte hazırladığı bir rapor; Muhammed Erol isimli bir kişi, uyuşturucu bulundurmak ile suçlanmış. Ne ile suçlanırsa suçlansın, insanlara korkunç işkenceler yapma hakkı kimsede yoktur. Yakalarsın, mahkeme yargılar, varsa bir cezası uygulanır. Nedir böyle insanları bayılana kadar dövmek, ayılana kadar üzerlerine su dökmek, elektrik dökmek, korkunç işkenceler yapmak, devlet dairelerinde bu işkencenin yeri nedir ya? Nasıl bir devlet anlamak mümkün değil! Muhammed Erol’un uğradığı bu işkencenin takipçisiyiz, soru önergesi verdik ve İçişleri Bakanlığı’ndan bir cevap bekliyoruz. Jandarma böyle elini kolunu sallayarak böyle şeyleri nasıl yapabilir?

Ayrıca geçtiğimiz günlerde Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler bize bir cevap verdi. 8 sığınmacı Türkiye’ye girdikten sonra askerler tarafından yakalanmış, 10’a yakın asker bu kişilere işkence ve eziyet etmiş. Biz bu konuyu sorduk, korkunç işkenceler edilmişti, ağızlarına, yüzlerine, bedenlerine mazot dökülmüştü, sopa, cop, elektrik verilmişti ve bu işkenceler esnasında bir kişi de öldürülmüştü. Olacak işler mi? Düşünün 8 kişiye korkunç işkence yapıyorsunuz, birisi dayanamayarak hayatını kaybediyor ve daha sonra elinizi kolunuzu sallayarak böyle oradan ayrılıyorsunuz. Bir şekilde bu olay ortaya çıkıyor. Ben de bir milletvekili olarak bu olayı Milli Savunma Bakanlığı’na sordum ve olay kabul edildi. 2 er ile ilgili cezai işlem yapılmış. 4 sözleşmeli personel işten çıkartılmış ve 1 yedek subay hakkında işlemler yürüyormuş. Belli ki işkence kabul edilmiş, reddedilememiş. Biz bu apaçık bilgili, belgeli, işkenceye uğrayanların videolarının olduğu belgeleri de hazırlayarak bakanlığa sormuştuk ve reddedemediler. Görevden alınmaları yetmez, haklarında cezai işlem yapılmalıdır. Düşünün insanları kasten yaralamışsınız, korkunç işkenceler sonucu öldürmüşsünüz ve cezanız sadece açığa alınmak mı olacak? Olacak iş değil! Bu kişilere cezai işlemler de muhakkak yapılmalıdır.

Bir başka soru önergemiz ise; Milli Savunma Bakanlığı tarafından “O bölgede bir operasyonumuz yoktur.” Diye reddedildi ama biz video görüntülerinde vatandaşlara eziyet eden askeri personeli tespit etmiştik, bu başvurumuz maalesef reddedildi. Bunu da kabul etmiyoruz, sonuna kadar peşinden gideceğiz, işkenceleri kabul etmediğimizi söylüyoruz hiçbir şekilde örtbas edilemez.

Bir başka örtbas edilen korkunç olay; Türkiye bir polis devletine dönmüş, bir yerde yetkiliyseniz sırtınızı iktidara dayamışsanız inanılmaz insanlığa karşı suçlar işleyerek fiillerde bulunabiliyor ve ardından serbest bırakılabiliyorsunuz. 11 yaşındaki bir kız çocuğu, düşünün Hakkari’de 3 kişinin saldırısına uğrayıp tecavüz edilmiş ve 8 ay sonra zanlılar tahliye edilmiş. Sanıkların avukatı AK Parti Hakkari İl Başkanıymış. Küçük kız ise intihar etmiş. Korkunç bir olay ve küçücük kız çocuğu intihar ediyor ve siz bu tecavüzde 3 kişiyi serbest bırakıyorsunuz. Dağ başı mı burası ya? Parayı veren kendisini kurtarıyor mu? Bu ne rezalettir! Bu nasıl bir skandaldır! Hakkari Valiliği neredesin? Bu vahim iddialar karşısında kim konuşacak? Kim açıklama yapacak? Bu 3 kişi hakkında HTS kayıtları da varmış, adli tıp kontrolünde tecavüz tespit edilmiş, tecavüz bulguları da var ve bu kişiler tahliye edildikten 10 gün sonra kız çocuğu intihar etmiş. Bu aslında zalim ve vicdansız kararlar karşısında masum bireylerin intiharı anlamını taşır. Sadece 11 yaşındaki Esra intihar etmiyor, zulme uğrayan ve adaleti bulamayan bir toplumun intiharıdır bu aslında. Esra’nın annesi de bu olaylar sonucunda beyin kanaması geçirerek vefat etmiş ve şikayette diğer çocukların korunması amacıyla geri alınmış. Korkunç bir olay, Hakkari’de yaşanan bir olay, mazlum, zavallı, gariban, fakir insanlara tecavüz eden güçlü insanların bir müddet sonra tahliye edilmesi ve masum bir kızın intihar etmesi, annesinin beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetmesi. İşte ülkenin gerçeği! Ülkedeki adaletin durumu bu!

Değerli arkadaşlar bize birçok başvuru geliyor ve onları size iletmek durumundayım.

Artık memleketin en büyük sorunu kiracılar ile ev sahipleri arasındaki çatışmadır. Kavgalar, gürültüler, 1.5-2 yıla uzayan mahkemeler, mahkemelerin duruşmaları, cinayetler, darplar, kapı kırmalar neden oluyor? İktidarın ekonomi politikalarının zembereği boşalmış bir saat gibi çığırından çıkması nedeniyle. Tüm dengeler bozulmuş durumda, eskiden %10-15 civarında olan enflasyon ENAG değerlerine göre kimi zaman %180’leri buldu. Bu ay %128 civarında. Böyle bir ortamda iktidar diyor ki: “%25 zam yapın kiralara.” Tabii hiçbir ev sahibi buna razı olmuyor, kiracılar fazla yükseltmek istemiyor ve sonunda kiracının aldığı asgari ücretten daha fazla talep edilen kiralar sonrasında ortalık karışıyor. Bunun müsebbibi iktidardır çünkü bütün dengeleri bir anda bozmuştur. %10-15’lik enflasyondan %180’lere ulaşan enflasyon değerleri bu olaylara yol açmakta, bu kavga gürültü ve cinayetlerin müsebbibi de iktidar olmaktadır.

Ülkede sahtekarlık almış başını gidiyor! Senet sahtekarlığı son derece yoğun yaşanıyor. Düşünün bir sahtekar hakkınızda bir senet düzenliyor. Herhangi bir borcunuz yok ama sanki bir yere borcunuz varmış gibi senet düzenleniyor, bir haber geliyor, “Efendim şu kişiye borcunuzu ödemediğinizden icradasınız.” Böyle olaylar çok oluyor. Bu olaylardan mağdur bir işi 83 yaşındaki Mehmet Sutas bize başvurmuş; “Ömrüm boyunca dürüst yaşadım ama dolandırıcılar bana musallat oldu.” diyor, 30 Milyon TL’lik bir senedi ödemesi istenmiş fakat öyle bir alım yapmadığı için neye uğradığını şaşırmış. Bu sahte senedin kendisine ait olmadığını ispatlamak için ne yapacağını şaşırmış ve bize bindirmiş, senet ile ilgili yasada değişiklik yapılması sahtekarlığa geçit verilmemesi anlamında bir değişiklik yapılmasını iletmiş. “Kanunun sahtekarlığa karşı açıkları nedeniyle davaların çoğu, mağdurlar aleyhine sonuçlanmakta ve dolandırıcılar mağdurların mal varlıklarını devlet eliyle almaktadır. Senede itiraz olduğunda borcun kaynağını gösterme yükümlülüğü olsa tüm bu mağduriyetlerin önüne geçilecektir. Bu senet karşısında ne aldın kardeşim? Diye bir sorgulanmalı. Sadece bir kağıda bakılmamalı ve böyle bir sorgulama yapılmalı çünkü çok üstün sahtekarlık teknikleri ile sanki sahte olmayan bir senet düzenlenebiliyor. Böyle bir ibarenin konulmasını istiyor. Bir borç oluşması için tarafların birbirine para, mal ya da taşınmaz bir mülk vermesi gerektiği açıktır. Bir banka dekontu, bir fatura ya da tapu kaydı ibrazı ile ispatlanması çok basittir bunun.” Diyor ve şikayetlerini bize anlatıyor. Çok mağdur edilmiş, dolandırıcılar oldukça profesyonel ve 83 yaşındaki bir amcanın hayatını karartacak derecede mağdur etmişler. Senet yasası ile ilgili bu değişiklik teklifi hakkında soru önergesi vererek bakanlığa ilettik. Sahtekarlara karşı devletin masum vatandaşları koruması gerekiyor.

Aziz Karakutuk bize başvurmuş. Aziz Karakutuk gariban bir temizlik personeli. Kendisine “Size kadro verdik, hadi bakalım sizi zorunlu emekli ediyoruz.” Denilmiş 696 sayılı KHK ile emekli etmişler fakat “Kredi almış, bankaya borcu olan, depremde evi yıkılmış bir insan olduğu için ne yapacağımı şaşırdım. Bir de işimizden olmuş normalde bir memur 65 yaşına kadar çalışır ama biz taşeron işçi olduğumuz için zorla emekli edildik. Şimdi bu zorunlu emeklilik kaldırıldı ama biz mağdur olduk buna bir çözüm bulun.” Diyor, 50 yaşında zorunlu şekilde emekli edilmiş. Buna da bir çözüm bulunması için Bakanlığa çağrı yapıyoruz.

Davut Tekin Erzincan L Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalmakta. Bu cezaevinde sağlık ile ilgili sorunlar yaşanıyor belli ki. Biz daha öncesinde de belirtmiştik, burada Mart ayında Şakir Turan isimli bir mahpusun dinmeyen şikayetlerini gündem etmiştik ve hastaneye götürülüp acilde bir iğne vurulup geri getirildiği yönünde bir beyanatta bulunmuştum burada ve soru önergesi vermiştim. Daha sonra gerekenler yine yapılmamış, gereken takipler yapılmamış ve 30 Ağustos’ta bu hasta mahpus ölene kadar hastalığı teşhis bile edilememiş, korkunç bir durum. En az 1 yıldır hastalığı olan bir kişi sırf cezaevinde olduğu için ağır ihlallere uğramış ve ardından 30 Ağustos günü hayatını kaybetmiş. Biz bu konu ile ilgili çalışmalar yaptık ve bunun kabul edilemez olduğunu söyledik, bakın ben Davut Tekin’in neden tedirgin olduğunu size anlatayım. Elimde Şakir Turan’ın hastane tetkikleri var, görüyorsunuz. Ben bu tetkikleri bir hekim olarak incelediğimde çok üzüldüm, neden mahpus arkadaşı Davut Tekin’in çok tedirgin olduğunu anladım çünkü Şakir Turan çok ağır sağlık ihlalleri sonucu hayatını kısa sürede kaybetmiş. Teşhis bile konulamamış, yutma güçlüğü ses kısıklığı, kilo kaybı, öksürük gibi şikayetleri olmasına rağmen 25 Ocak’ta kendisine infaz ertelemeye gerek yok raporu verilmiş. “Ben hastayım iyileşemiyorum.” Dedikçe acile götürülüp iğne vurdurulmuş. Aylar öncesinde muayene edilmesi gereken Kulak Burun Boğaz’a ancak 8 Mayıs’ta götürülmüş, tüm hastane evraklarını inceledim ve gerekenler yapılmamış, gereken teşhisler konulmamış, Nisan ayında çekilen tomografilerde yemek borusunda bir kanser belirtisi var, bunu araştırın denilmesine rağmen bu konu ciddiyetle takip edilmemiş ve ardından bu kişi ölüm döşeğinde hastaneye getirilmiş. Son ayı hastanelere gidip gelmekle geçmiş. Biz hasta mahpusların durumunu söylediğimizde Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ndeki bazı bürokratlar bize gayet ukalaca cevaplar verdi. “Ömer Bey, mahpuslar bizden iyi sağlık hizmeti alıyor. Ne diyorsunuz? Vallahi bizim alamadığımız hizmeti alıyor.” Diyerek gayet ukalaca cevaplar verdi. “80 defa götürmüşüz.” Dediler, biz mesela 82 defa hastaneye götürülen Ahmet Dizlek’in durumunu araştırdık, yapılması gereken ameliyatın ancak 2 sene sonra yapıldığını onun da bizim zorlamamız ile yapıldığını gördük. bu hasta mahpus için sorduğumuzda; “39 kez hastaneye götürdük efendim.” Dediler bize fakat ortada ciddi anlamda etkili bir iş yapılmamış ve hasta ölene kadar doku teşhisli bir kanser tanısı yok ortada. İnanılmaz bir durum, 1 yıl boyunca defalarca hastaneye götürülüyorsunuz ama bunlar bir hekim olarak benim gözümde boş yere gidiş gelişler. Gereken işler yapılmamış ve sonuçta bu kişinin hastalığı teşhis bile edilmeden ağır ihlaller ile ölmüş. 25 Ocak’ta başvurmuş “Ben hastayım.” Diye “Hayır infaz erteleme almana gerek yok.” Aslında o sıralar belli ki bir kanser hastalığı yavaş yavaş ilerliyor, o sıralar teşhis edilse ömür süresi çok daha uzun olabilecek. Şikayetler devam ediyor 10 Ağustos’ta tekrar Erzincan Binali Yıldırım Hastanesi Sağlık Kurulu ona “İnfaz ertelemeye gerek yok.” Diye bir rapor veriyor ölümünden 20 gün önce, düşünün skandal burada. Ölümünüzden 20 gün önce “Ciddi bir şeyiniz yok, infaz erteleme almanıza gerek yok.” Diye rapor veriliyor size, işte burası Türkiye! Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ndeki şu anda da çalışıyor mu bilmiyorum, Serdar Bey’e bunu hatırlatmak gerekiyor. Serdar Bey defalarca mahpusları hastaneye götürdüğünüzü ifade ediyordunuz bakın 39 defa bu mahpus hastaneye gitmiş ama hiçbir iş yapılmamış. Cezaevi ve hastane bu konuda bir soruşturma yürütüyor, biliyorum ama bir hekim olarak bu rezaleti, bu skandalı yakından görüyorum. Allah kimseye ölümünden 20 gün önce bir hastane tarafından “Hiçbir şeyin yok kardeşim gayet sağlıklısın maşallah turp gibisin.” Raporu verdirmesin, Serdar Bey sana da verdirtmesin. Bunları unutmayın! Cezaevindeki insanlar bir meta değildir, bir eşya değildir. Değersiz bir varlık değildir, insandır onlar ya! Sayın Bakanlık yetkilileri, Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yetkilileri bu rezaleti dönüp araştırmıyor musunuz? Bir hekiminiz yok mudur sizin? Şu tetkikleri araştıracak kimseniz yok mu? Bir hekim olarak ben araştırdım, ölümünden 20 gün önce 4. Evre kanser durumunda olan bir kişiye “Maşallah turp gibisin cezaevinde kalabilir.” Raporu verip onu sersefil bir şekilde ölüme sevk etme suçunu işlediniz, Adalet Bakanlığı bu suçu işlediniz. Sana boşuna mı Zulümat Bakanlığı diyorum Adalet Bakanlığı, işte bundan dolayı Zulümat Bakanlığı diyorum! Bundan dolayı zulümat işliyorsunuz! Önceki bakanlarınız da Zulümat Bakanıydı, yaptığınız bu fiiller zulümdür ve bundan dolayı size Zulümat Bakanlığı diyorum. Apaçık belgelerle konuşuyoruz, sizin gibi uydurma laflar ile örtbas edilmiş belgeler ile konuşmuyoruz. Biz apaçık belgelerle konuşuyoruz. Bunlar bizim vicdanımızın kabul edebileceği hadiseler değil. Utanın ve bu olayı araştırın. Bundan sonra büyük ihmaller ile başka hasta mahpuslar ölmesin, şu ana kadar ölen tüm hasta mahpuslar ihmaller sonucu hayatını kaybetti. Bunu da çok iyi biliyoruz. Davut Tekin de Şakir Turan ile aynı yerde kalıyormuş ve Davut Tekin de: “Ağır sağlık hakkı ihlallere uğruyoruz, lütfen biz de böyle ihlaller altında ölmeden yardımımıza koşun.” Ve o yüzden onun sesini de buradan yükseltiyoruz.

Serkan Şimşek Muş Bulanık köyünde doğmuş, Fransa’ya gitmiş ve vicdani ret hakkı istiyor. “Zorla silah altına girmeyi kabul etmiyorum. Zorla silah kullanmak istemiyorum, ben silahı sevmiyorum, ölmek, öldürmek istemiyorum, ateş açmayı, böyle işleri sevmiyorum başka iş yaptırsınlar, kamu görevi yaptırsınlar silah altına alınmak istemiyorum.” Diyor, vicdani ret bir haktır, kimse zorla askerliğe alınamaz bunu da net bir şekilde söyleyelim. “Milyonlarca kişi askere gidiyor kardeşim sen ne konuşuyorsun?” demeyin! Başka bir kamu görevi yaptırılarak zorla askerlik yaptırılmayabilir, vicdani retçiler haklıdır ve kamuoyu bu sesleri duymalı ve bunun doğruluğuna da alışmalıdır.

Çorum L Tipi Cezaevi mahpuslarından bize bir şikayet var. Cezaevinde uyuz başladığı yönünde şikayetler var ve bir türlü uyuz durdurulamıyormuş. “Ne revire ne de hastaneye ne de ilaca izin veriliyor, mahkumlar kendi başlarına bırakılmış durumda.” diyor bize başvuruda.

Mehmet Ali Yüksel İstanbul Ümraniye T Tipi Cezaevi’nde, ailesi Diyarbakır’da. Diyarbakır’dan İstanbul’a gidip, gelmek bir aile için inanılmaz maddi manevi zorluklar taşır. Binlerce lira paranız gider, perişan olursunuz, yaşlı başlı insanlar Diyarbakır’dan İstanbul’a ya arabayla ya otobüsle gider. Defalarca arabalar değiştirir perişan olur. Aileler binlerce mahpus yakını ailesi bizden hep şunu istiyor; nakiller yapılsın! Bu zor değil aslında. Diyarbakır’da ailesi yaşayanı Diyarbakır’a alsanız çok fazlalık olmaz çünkü bir kısım insanın ailesi de İstanbul’da yaşıyor. İstanbul’dakini Diyarbakır’a götürüyorsunuz, Diyarbakır’dakini İstanbul’a götürüyorsunuz, işleri kolaylaştırmak için değil zorlaştırmak için varsınız Sayın Adalet Bakanlığı pardon Zulümat Bakanlığı. Vatandaş bir ceza çekiyor ama onların yakınlarına da ceza çektirmeye çalışıyorsunuz, özellikle mahpusu ailesine en uzak yere veriyorsunuz. Ya ailesinin yanına verin diyoruz aynı ile verin diyoruz umurunuzda değil, insanlar yollarda trafik kazaları geçiriyor, Türkiye son yıllarda mahpus yakınlarının mahpuslarını ziyaret esnasında en çok trafik kazası geçirdiği ve hayatını kaybettiği yılları yaşıyor.

Çok önemli ve görünmeyen bir şikayeti gündeme getireceğim. Kendisini de gördüm, Diyarbakır Bismil’de görme engelli bir vatandaşımız, gittikçe görme kaybı yaşıyor. Bir nedenden cezaevine girmiş ve görme engeli ilerlediği için infaz erteleme zor da olsa almış fakat cezaevinden çıktıktan sonra kötü bir gerçek ile daha karşılaşmış, infaz erteleme aldıktan sonra dışarıda “Hayatımı kazanayım, işe gireyim. Görme kaybı yaşayanın bir işi yapayım, geçimimi sağlayım.” Demesine rağmen kendisi işe girememiş Mustafa Avcı ve boş boş evde oturuyor, yapacak bir şey bulamıyor. Mustafa Avcı ve onun gibi engelli vatandaşlarımız şunu söylüyor; “İnfaz erteleme aldık.” “Ya sen hala hükümlüsün kardeşim seni çalıştıramam.” Demeyin çalıştırın şu kişileri bir yol bulun, hatta bu kişilere daha fazla bir pozitif ayrımcılık yapın. Hem bu kişi cezaevinde bulunamaz diyorsunuz hem de dışarı çıktığında aç susuz kalsın diyorsunuz. Bu kişi bir şekilde görme engellinin yapacağı işleri yapmak istiyor. Ne yapsın? Yasadışı bir iş mi yapsın? “Helalinden para kazanayım.” Diyor ama “Yok sen hükümlü durumunda değilsin. Daha hala bir erteleme içindesin, hükümlülüğün bitmiş değildir.” Deniliyor ve aslında engelli hükümlülerin daha çok pozitif ayrımcılığa uğraması gerekirken daha az bir hakka sahip olduğunu da görüyoruz. Mustafa Avcı diyor ki: “Hem engelli hem hükümlü olacağım devlet kamu kurumlarında topluma kazandırmak amacıyla hükümlü kadrolarını açmakta. Bunun yanında benim gibi hem engelli hem hükümlü olan bireyler için engelli hükümlü ibaresinde kullanıp kamu alımlarında benim gibilerinin mağduriyetinin giderilmesi gerekir.” Diyor.

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır, Bismil’de ve Batman’daydım. Orada on binlerce çiftçinin feryat ettiğini gördüm. Neden? Çiftçiler diyor ki: “Biz burada binlerce dönüm arazilere mısır ekiyoruz. Geçen sene 5.7 TL’den sattık ve bu yılki mısır TMO alım fiyatı 6 TL.” geçen sene 5.7 TL’den satmış, bu sene 6 TL olarak açıklanmış. Enflasyonun %180’leri bulduğu dönemde 6 TL’ye bile satamıyorlar, tüccar gelip ellerinden 4.90 TL’ye alıyormuş. Tarım Mahsulleri Ofisi ve lidaşların dolu olmasından dolayı ürünlerini bir yere teslim edemiyorlarmış ve randevu da alamıyorlar. “Tüccara satalım gitsin.” Muhabbeti oluyor ve çok ucuza ellerinden kapıyor tüccarlar. Ben açıkça söylüyorum; Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, mutlak surette mısır alım fiyatlarını yükseltmeniz gerekiyor, çiftçi perişan. 5.75 TL’den 6 TL’ye yükseltilmesi kabul edilebilir mi ya? Enflasyon bu kadar almış başını gitmiş siz çiftçiye bunu reva görüyorsunuz. Bu konuda mutlaka en kısa sürede bir ek zam yapılmalı mısır fiyatlarına ayrıca pamuk ile ilgili de sıkıntı var. 2 sene önce 25 TL olan pamuğun kilosu geçtiğimiz yıl 13 TL’ye düşmüş, bu sene yine bu civarlarda seyrederlerse insanlar ne mısır eker ne de pamuk. Niye zarar edecekleri bir iş yapsınlar? Tarım zaten bitmiş, hayvancılık zaten bitmiş ve daha da bitirmeye çalışan bir iktidar var. Bilerek isteyerek mi bunu yapıyorsunuz? İnsanlar 40-45 derece sıcağın altında mısırı, pamuğu yetiştiriyorlar, on binlerce mevsimlik tarım işçisi oralarda çalışıyor, üretici büyük bir gayret sarf ediyor, ortaya bir ürün çıkıyor ve bedavaya bu ürün satılıyor, olacak bir iş değil!

İstanbul Deniz Ticaret Odası Başkanı Tamer Kıran ve yönetiminden çok şikayet var. Çalışanlar bize başvurdular ve Oda Başkanı Tamer Kıran ve yönetimden bir cevap bekliyoruz, çalışanlar diyorlar ki: “İnanılmaz bir şekilde haklarımız kısıtlanıyor ve günlük yemek bedeli arttırılacağını düşürülüyor. 125 TL verilmeye başlanan günlük yemek bedeli arttırılacağına 75 TL’ye düşürülmüş. Bayramlarda ve yılbaşında 30-35 TL gibi verilen (komik) şeker-çikolata paraları artık verilmemeye başlanmış. Ramazan yardımı 1.400 TL’den 1000 TL’ye düşürülmüş. Kronik, psikolojik, boşanma sorunları baş göstermeye başladı. Maddiyatı düşünmekten stres altındayız ve mesai ücreti ya yok ya da canından bezdirtiyorlar. Personel giderleri bütçenin % 40ını geçmemelidir bizde en fazla %10’u bulur çünkü personele en cimrice muamele yapılmakta. 5 adet ikramiye alan Odalar varken, bizimki 4’ten 3’e düşürüldü. Özel Sağlık Sigortası olan Odalar varken, bizimkiler muayeneden, dişe, bütün haklarımızı düşürdüler. “Sıkıysa dava açın. İstediğiniz yere gidin.” diyorlar onlar da bana gelmişler ben de onların seslerini duyuruyorum. Deniz Ticaret Odası çalışanlarına göre diğer odalar 2-3 katı fazla maaş alıyormuş ve yabancı dil ödemesi verilmiyormuş, market yardımı verilmiyormuş, eğitim, okul, kırtasiye, yakacak, giyim yardımı verilmiyormuş. Tatil yardımı verilmiyor, ev araba almak için faizsiz kredi verilmiyor, kira yardımı verilmiyor, verilmiyor da verilmiyor. Deniz Ticaret Odası nedir bu zulmünüz işçilere yaptığınız? Allah aşkına aç susuz kuru ekmek soğan su ile mi karınlarını doyursun bu insanlar? Bu devirde o bile yetmeyecek şu verdikleriniz ile olacak bir iş değil ve bu denli kısıtlama karşısında şaşırıyoruz ve kendilerinden bir açıklama bekliyoruz. Bu gerçekten çok ciddi bir kısma diye düşünüyorum.

PDR uzmanları bize başvurmuş. Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunları bize başvurmuş ve şu ana kadar ilkokulda her 300 öğrenciye bir PDR’ci düşüyordu bir değişiklik yapıldı. Her 100 öğrenciye bir diye tanımlandı fakat bu uygulanmıyor diyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrıları var; biz buna aracı oluyoruz. Her 300 öğrenciye değil her 100 öğrenciye bir PDR’ci olmalı çünkü PDR’cilerin gerçekten işleri çok bazen grup terapisi yapıyorlar bazen bireysel görüşmeler yapıyorlar ve öğrencilerin rehberlik ihtiyacı her geçen gün artıyor. Akran zorbalıkları istismar ve şiddet vakaları çoğunlukla oluyor ve önleyici çalışmalara ihtiyaç var. Çocuğun hakkı kendini tanıması bu vesileyle de fark kariyer farkındalığı oluşturarak mesleki rehberlik yolunda PDR uzmanlarına çok ihtiyaç var. 27 Mayıs’ta her 100 öğrenciye bir PDR müjdesi verilmiş bakanlık tarafından ama uygulanmıyor. Sayın Bakan Yusuf Tekin lütfen bunu uygulayınız.

Esnafın Bağ-kur tescil hakkı verilmiyor. “Vergi başlangıcımız Bağ-kur başlangıcı sayılmalıdır.” diyor esnafımız. “50-60 yaş aralığındaki esnaflar emekli olamıyoruz.” Diyor.

Açık öğretim fakültesi sınavları konusunda haftalardır sıkıntıları dile getiriyoruz. Bu sınavların online olması yönünde çok büyük bir istek vardı ama yüz yüze yaptılar ve bir kısım insan buna katılamadı maddi manevi büyük zorluklar yaşadılar ve güz dönemi sınavının en azından online yapılması için bir gündem oluşturuyorlar ve onların sesini de biz buradan duyuruyoruz. Açık Öğretim Fakültesi yetkililerine de buradan yani bu kimi yaşlı kimi hasta kimi maddi durumu çok düşük kimi de deprem bölgesinde olan bu insanlara bu avantajı lütfen tanıyın diyoruz. Deprem mağduru adaylara öncelik verilmesini kamu personel alım ve ilan tarihlerinin 2024 yılının Mart ayından itibaren yayınlanmasını istiyorlar, deprem bölgesine bir öncelik tanınmasını istiyorlar.

Sokak hayvanları çok önemli bir konu haline geldi. Kimisi sokak hayvanlarını hedef gösteriyor ve katledilmesini yok edilmesini istiyor, hayvanseverler ise bu hayvanları korumaya çalışıyor. Bu hayvanlara yönelik ilgi tamamen vicdani boyuttadır ve hiç kimse kendisinden başka insan olmayan bu hayvanları korumakla belki kendisini mükellef hissetmeyebilir ama vicdan sahibi hayvanseverler bu konuda çok büyük bir mesai sarf ediyor ve bize başvurdular. Diyorlar ki: “Sokak hayvanları belediyelerce aşılatılmalı sadece kuduz aşısı değil karma aşıları yapılmalı ve yaşam alanlarına bırakılmalıdırlar çünkü onlar doğanın bir parçasıdır, onları yok etmek doğru değildir. Doğada bir denge vardır doğada kedi de olacak köpek de olacak bitkide ağaçta maki de her şey olacak. O yüzden doğa dengesi bozulmamalı fakat tabii kısırlaştırma da yapılmazsa iş çığırından çıkabiliyor o yüzden belediyelerin görevini yapması gerekiyor. Belediye başka ne iş yapsın? Yani boş festivaller konserlerden önce halletmesi gereken en önemli iş belediyecilik ve sokak köpekleri ile ilgili sorunların giderilmesidir. Diyorlar ki: “Okul müfredatına hayvan hakları dersi konulmalı ve uygulamaları olarak anlatılmalıdır. Hayvanlar süs eşyası değildir hediye olarak alınan hayvanların çoğunun sonu sokaklardır. Pet shoplarda aslında hayvan satılmamalı veteriner Hekimler hayvan satmamalı. Ben kesinlikle karşıyım böyle hayvan satılan yerler ve kapanmalıdır da bence çünkü bir şekilde onlar açık kaldığında bir şekilde bu satışlar yapılıyor bu doğru değil çünkü hayvanlar mal değil ki yani köle pazarı gibi hayvanlar alınıp satılıyor. Bu olacak bir şey değil bazıları üretime teşvik ediliyor ve daha sonra sokağa atılıyor. Bunlar da olacak bir şey değil. Belediyeler halktan aldıkları vergileri doğru yere harcamalı. Hayvanlar için ayrılan bütçe onlar adına kullanılmalı. Kısırlaştırma merkezleri kurulmalı hayvan bakımevleri devlet görevlileri için bir sürgün yeri olarak görülmemeli. Kimisi diyormuş ki: “ Köpekleri zehirleyelim, öldürelim veya Çin’e satalım yesinler.” Bakın böyle vahşice düşünen insanlar olabiliyor insan denebilirse bunlara. Hayvana yönelik gerçekleşen öldürme, zalimce davranış, işkence, cinsel istismar, hayvan dövüştürme, bir hayvan neslini yok etme fiillerine, ertelemesiz ve indirimsiz hapis cezası yaptırımı getirilmeli, ceza alt sınırı 3 yıl olarak belirlenmelidir.” Diyor hayvanseverler. Hayvana şiddet içeren fiiller için ceza miktarı belirlenirken, Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesi kapsamında takdiri indirim yapılmamalıdır. Görevliler tarafından yapılmışsa “nitelikli hâl” kabul edilerek ağırlaştırılmış ceza uygulanmalıdır.” Deniliyor. “Kısırlaştır, Aşılat, Yaşat” eylemi sözde kalmasın diyor 25 milyon hayvanseverin sesi olmanızı bekliyoruz.” Demişler biz de sesleri olduk, hayvanlar tertemiz masum varlıklardır onlar içgüdüleri neyse onu yaparlar bilerek kötülük yapmazlar içgüdülerinin emrettiğini yaparlar bunları yönetecek olan da insanlardır.

Cezaevlerinden başvurular bitmiyor! Mahmut Temtek Ağrı Patnos L Tipi Kapalı Cezaevi’nden Ereğli Cezaevi’ne sürgün edilmiş. “İtiraz ettin başkaldırdın.” denilmiş fakat kardeşi diyor ki: “ Nasıl başkaldırmasın? İnanılmaz ihlaller yaşatıldı. Gecenin bir yarısı korkutmak amacıyla kapıları çalınıyor. Kendilerine yetecek kadar su verilmiyor. Haftada neredeyse sadece bir gün duş alabiliyor. Elektrik sürekli kesiliyor aynı zamanda belirsiz nedenler ile kardeşime ve arkadaşlarını hücrelere kapatılıp işkence edildi.” deniliyor böyle korkunç işkence ler yaşatılmış.

Hakan Demirci Trabzon Beşikdüzü T Tipi Cezaevi’nde kalmakta ve yakınları hem orada ayrımcılık yapılıyor hem de biz İstanbul’dan oraya gidip gelemiyoruz, İstanbul’a naklini istiyoruz demişler buradan duyurmuş olalım.

Ayrıca Geçen hafta da duyurmuştum Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinin Yığınçal köyünde inanılmaz bir durum yaşanıyor. Yıllardır 50-60 yıldır bu köyde su yok. Yani 17. yüzyıl şartlarında yaşıyorlar taş devrinde neredeyse yaşıyorlar. Eşeklerle gidip su getiriyorlar insana hayvana çok lazım olan su maalesef yok köylüler büyük çile çekiyor. Bu konuda yetkililer halen bir adım atmıyorlar.

Maden işçileri grevde. Eskişehir’de 190 maden işçisi görüyorsunuz süresiz izine çıkarmalar ödenmeyen tazminatlar ve haklarını alamadıkları gerekçesiyle açlık grevine başladılar. Kimisi rahatsızlıp hastaneye kaldırıldı bu olayın takipçisiyiz ve Türkiye Maden İşçileri Sendikası Orta Anadolu Şubesi Sekreteri Salim Arslan işçilerin taleplerinin karşılanıncaya kadar grevin süreceğini söylemiş. Biz de takipçisi olacağız.

Bir Hekim olarak Türkiye’de on binlerce hekimin nasıl yurt dışına gitmeye çalıştıklarını üzülerek izliyorum. Bakın şu tablo çok vahim bir durumu gösteriyor, geçtiğimiz sene 1684 Hekim yurt dışına koşarak gitmiş. Yani büyük bir şevkle gitmiş, yani bu ülkeden kurtulmak istemişler. Bu sene daha senenin bitimine 4 ay var, 1964’e ulaşmış bu sayı. En büyük masraflarla yetiştirdiğiniz hekimler şu ülkenin kötü şartları yüzünden ülkeden gitmek zorunda kalıyorlar Sağlık Bakanı buna bir cevap vermeli. Bu denli olumsuz sağlık görevlilerinin haklarıyla ilgili bir durum var ki demek ki sağlık görevlileri, doktorlar yurt dışına gitmeye çalışıyor.

Nasıl gitmesinler çünkü TÜİK ve ENAG enflasyon oranları açıklanıyor ve TÜİK rakamlarına göre %58,94 ENAG rakamlarına göre %128,05 enflasyon olan bir ülke burası, çığırından çıkmış bir ülke ve artık yama vura vura yamalı bohçaya dönmüş bir ekonomi var maalesef.

Ülkenin ekonomik durumu ile ilgili bir belge gösterelim size. Asgari ücretle alınan benzin oranları incelenmiş bakın Lüksemburg 1. sırada 1580 litre alınıyormuş asgari ücretle benzin Türkiye nerede biliyor musunuz sondan 4 .sırada asgari ücretle 348 litre alınabiliyormuş. İşte ülkeyi bu hale soktular. Görebiliyor musunuz? Şu şekilde dünyanın dibinde olan bir ülkeyiz arkadaşlar. Ülkeyi o kadar fakirleştirdiler ki enflasyon çığırından çıktı mazot fiyatları aldı başına gitti.

Cezaevinde ziyaretlerde bulunuyoruz, geçtiğimiz günlerdeki ziyaretlerimizi kısaca anlatmak isterim. Alp Altınörs Sincan 2 No’lu F Tipi’nde ziyaret ettim. Kendisi 6 8 Ekim’de zarar gören hiçbir cami olmadığını söyledi. Diyanet İşleri Başkanlığı davaya müdahil olmuştu fakat kendisi “6-8 Ekim’de zarar gören bir cami yok ki daha sonra hendek barikat olayları sırasında zarar gören var ama biz 6-8 Ekim günleri arası nedeniyle yargılanıyoruz. Nedir bu iş?” diyor ve böylesi vahim bir algı ve karartma operasyonuna karşı itirazını dile getirdi. Gezide camide içki içilme meselesi nasıl ki bir devlet çalışması oldu, şimdi de Kobani davasında da camiler yakıldı imajı ile biz mahkum edilmeye çalıştırıyoruz dedi ve ayrıca bize bir tweetten dolayı ceza veremediklerini düşündükleri için üyelikten ceza verme yolunda bir çalışma girdiler.” Diyor.

Mahpuslardan Bülent Barmaksız’ı ziyaret ettik kendisi yıllarca mücadele vermiş bir düşünce insanı ve Türkiye’nin geleceği yönünde kafa patlatan bir insan böyle insanlar şu anda cezaevlerine gönderiliyor, çok üzücü bir hadisedir bu.

Mahmut Kurt isimli mahpusu ziyaret ettik kendisi denetimli serbestliği verilmediği gibi şartlı tahliyesi de verilmeyen ve ailesi çökertilmiş bir kişi. Eşi kendisinden ayrılmış iki çocuğu var iki çocuğu anneannede kalıyor kendisi cezaevinde maddi manevi büyük zorluklar yaşıyor ve halen tahliye edilmiyor ısrarla inatla bu zulüm devam ediyor gözaltındayken Ankara Emniyeti’nde işkence görmüş ve legal kriterlerle terörist ilan edildik diyor ve feryat ediyor bu haksızlık bitsin diye.

Sincan Kadın Cezaevi’nde Özge Özbek’i ziyaret ettim beyin tümörü var kendisinde gencecik bir kadın ve 2009 yılında bu beyin tümörü başlamış. Çok iyi bir tedavi ile geriletilebilir ancak büyük bir stres altında yaşıyor yıllardır. 2007’de başlayan davası 2014’te bitmiş ve beyin tümörü olduğu için 2020’ye kadar teslim olmamış ve ardından hastalığı nedeniyle yattığı hastanede tutuklanmış. 3 ay infaz erteleme almış ilk önce daha sonraki hastane kurul başvurularında infaz ertelemeye gerek yok denilmiş fakat ilerliyor hastalık ve alınıp cezaevine yatırılmış. Cezaevinde başvuruları sonuçsuz kalmış ve halen cezaevinde ve ilerleme bulgulara rastlanınca Gebze Cezaevi’nden Sincan Cezaevi’ne gönderilmiş burada ışın tedavisi alsın diye fakat takip önerilmiş ancak Ankara Etlik Şehir Hastanesi başvurularında doktorlardan gördüğü muameleden şikayetçiydi ve kimi doktor kendisine hastalığını soracağına “Hangi suçtan burada yatıyorsun?” diye sormuş bunlar çok üzücü hadiseler olacak hadiseler değil. Araştırılsın diye isimlerini de söyleyeyim bana iletti. Beyin cerrahiden Mehmet isimli bir doktor ve Nörolojiden de Dr. Zehra Yavuz’un hastalığını sormak yerine “Hangi suçtan buradasın?” gibi sorular sorduğunu Sağlık Bakanlığı’na iletmiş olalım. Bunlar da kabul edilecek hadiseler değil. Beyin tümörü olduğu için normal ring aracıyla gittiği zaman çok büyük sıkıntı yaşayan bir kişi ve transit raporu alması gerektiği söylenmiş. Yani ila rapor mu alması gerekiyor? Bu kişi ringde bulantı, kusma yaşayan bir beyin tümörlü hasta daha insani şartlarda götüremez misin Sincan Kadın Cezaevi yetkilileri diye soruyorum? Baş dönmesinden dolayı koğuşundaki bağlamaya kafası çarpmış bir kırılma hadisesi olmuş sanırım “Bağlamaya kafa attın.” diye savunması istenmiş böyle saçma sapan işler yaşanıyor cezaevlerinde. Bunlarda kötülüğün en önemli örnekleri olarak maalesef Türkiye cezaevi tarihlerine geçiyor.

Gülay Pınarbaşı isimli bir mahpusu ziyaret ettim. Kendisi Adnan Hoca grubu nedeniyle cezaevinde ve kendisi tedaviye ulaşamadığını ilaçlarına ulaşamadığını söylüyor. İlaçlarını talep etmiş bilmediği ilaçlar gelince kullanamamış, “E-Nabız ve E-Doktor sistemi hızlandırılmalı.” diyor. Kullanmanız gereken ilaçlarınıza 3 hafta ulaşamadığınızı düşünün çok tehlikeli bir durum. Bundan dolayı büyük sıkıntılar yaşanmış.

Yine 2 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde kalan Şerif Mesutoğlu’nu ziyaret ettim Şerif Mesutoğlu burada yıllardır gündem ettiğim bir kişi haksız yere bir insanı öldürmediği halde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış ve AİHM de bile bir işlem yapılamamış ve cezası kesinleşmiş yani onun için artık yeniden yargılama gerekiyor ve bu kişi düşünün öylesine vahim bir ihlale uğramış ki öldürmediği bir kişiden dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş ve tek başına yıllardır dehşet verici bir hücrede tutuluyor. Bu olacak bir iş değil! Gerçekten çok üzücü bir durum. Kendisi Sayın Kaymakam ile arasının çok iyi olduğunu, Kaymakam’ın çok vicdanlı birisi olduğunu yolsuzluk yapmadığını ve muhtemelen kirli ve karanlık güçler tarafından öldürüldüğünü yolsuzluk isteklerini kabul etmeyen güçler tarafından öldürüldüğünü düşünüyor ve Kaymakam için içi sızlıyor. “Kaymakam’ın en takdir ettiği beğendiği bir personeldim. En güvendiği dürüst gördüğü bir personel olduğu için onun en yakınındaydım ve ölümünden kısa bir süre önce yanındaydım kendisiyle evraklar üzerinde konuşuyorduk alımlar üzerinde konuşuyorduk. Ben de kendisine devletin parasının çarçur edilmemesi için elinden gelen yardımı gösteriyordum kış ayında yol yapılmasını isteyen AK Parti yetkililerine kış ayında yağmur çamurun olduğu bir yerde yol mu yapılır? Bunu yapmamalıyız z diyordum ve yaptırmıyordum.” diye bu hususu belirtmiş oluyor. Maalesef ki kendisi hiç hak etmediği şekilde cezaya çarptırılıyor. “Senin kardeşlerin teröristtir. Öyleyse sen de teröristsindir. Bu cinayeti sen işlemişsindir.” şu hale bakın yani kardeşlerinden dolayı bir kişiyi itham etmek. “Kardeşlerin suçlu e o zaman bu cinayeti canım biz bulamadık sen işlemişsindir.” şu hale bakın yani hatta “Şu kişi hakkında ifade ver seni kurtaralım.” bile denilmiş emniyette kendisine inanılmaz hadiseler olmuş ve kendisi suçsuz insanların ismini vermeye de yanaşmadığı için ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş ve korkunç bir şekilde ağır bir cezaya çarptırılmış.

Gökhan Türkmen Ankara Sincan Cezaevi’nde ve kendisi 46 yaşında iki oğlu var 10-15 yaşlarında, Tarım Bakanlığı AB projelerinde çalışılarken işinden ihraç edilmiş ve ardından zorla kaçırılıp kaybedilmiş birtakım güçler tarafından ve 9 ay boyunca Ankara’da birtakım merkezlerde tutulmuş havaalanına yakın bir işkence merkezinde kendisini devlet görevlisi olarak tanıtan şahıslar tarafından işkenceye uğradığını inanılmaz korkunç işkenceler yapıldığını cop, sopa, makata cop sokma, elektrik, küçücük bir yerde elleri kelepçeli duruma ve benzeri korkunç işkencelere maruz bırakılmış ve kendisinden çeşitli kişiler üzerine ifade vermesi istenmiş. Yemekte bile kelepçenin çıkarılmadığını gözlerinin 9 ay boyunca kapalı olduğunu ve serbest bırakıldıktan sonra ancak aynada kendisini görebildiğini söylüyor. Falaka, kırbaç, makata cop sokmak, Filistin askısı, sandığın içine kapama işkencesi, vücudunun sığacak bir sandığa konup saatlerce tutma işkenceleri yapılmış ve kendisi ardından 9 ay sonra kaçırıldığı Antalya’ya bırakıldıktan sonra Antalya Emniyeti güya yolda bulmuş gibi bir işlem yapmış, yasadışı bir işlem yaparak kendilerine birtakım işkenceler tarafından verilen bu kişiyi sanki yolda bulmuşlar gibi işlem yapmışlar ve ardından Ankara Emniyet’e gönderilmiş. Ankara Emniyet’te de kendilerine birtakım avukatlar dayatılmış, ailenin tuttuğu Avukat kabul ettirilmemiş ve polisin istediği avukatları tutması istenmiş ve ardından kendisi 80 kilo kadar girdiği bu işkence sürecinden 55 kilo olarak çıktığını, pantolonlarını iğne ile tutturduğunu anlatıyor ve ardından bu işkence beyanatlarını, işte biliyorsunuz yıllardır ben anlatıyorum bu işkence ile alınan ifadelerde de; “Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Sezgin Tanrıkulu ile ilgili ithamlarda bulunacaksın.” diye dayatmalarda bulunmuş bu işkenceciler ve zorla kendisine bu ifadeleri yazdırmışlar. Tabi biliyorsunuz ben burada 6 yıldır bu işkence olayını anlatıyorum. Bunu duyan işkenceciler bu kişiye bu işkenceleri yapmakla kalmamış bir de iftira ifadeleri yazdırmışlar işkence altında. Kişi daha sonra mahkemede bu ifadelerini reddetmiş kendisi de bana bunu söyledi. Düşünün yani ülke öyle bir dağ başına dönmüş ki insanlara işkence yapıyorsunuz ardından bu işkenceleri dile getiren milletvekilline de iftira attırıyorsunuz. Yani ne kadar dehşet verici bir ülke haline gelmişiz bunu görün değerli arkadaşlar. Şimdi bu kişi AİHM’e başvurmuş çeşitli yollarla, AYM’ye gitmiş karar bekliyor, AYM’de olmazsa AİHM’de bir adalet bulurum diyor psikolojisi bozulmuş tedavi alan bir kişi haline gelmiş ve kaçırıldığı yerde ki birtakım bulgularla ilgili yaptığı şikayetlerin de mahkeme tarafından kayda alınmadığını ve önemsenmediğini söylüyor.

Yasin Ugan ile de görüştüm defalarca burada kendisi ile ilgili bilgiler verdiğim bir kişiydi o da kaçırılıp 6 ay kadar bir yerde tutulduğunu söylüyor ve dayak, sopa, cop, elektrik, makata cop sokma her türlü korkunç işkencenin yapıldığını hatta sopayla vururken bir keresinde üstünde sopa kırılınca “Vay alçak seni devletin sopasını kırdın.” diye hakarete uğrayıp işkencelerin arttığını söylüyor. Elleri ayakları titreyen bir mahpus olarak Yasin Ugan’ın yaşadıkları korkunçtu yediği işkenceler, atılan tokatlardan dolayı %50 işitme kaybı yaşamış bir insandı. İşkence insanlığa karşı bir suçtur ve mutlak surette bu konuda gereken önlemler gereken tedbirler alınmalıdır.

Cezaevinde ziyaret ettiğimiz mahpuslardan birisi de Sincan 2 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki Nedim Öztürk idi. Nedim Öztürk ağır bir tecrit altında ve 130 günleri geçmiş bir açlık grevinde. S ve Y tipi cezaevlerinin bir modeli olan bu yüksek güvenlikli cezaevindeki koğuşlar diğer S ve Y tipi cezaevlerinde olduğu gibi insanlığa karşı suç ulaştıracak düzeyde insan haklarına aykırı bir şekilde yapılmış. Yani küçücük bir yerde küçük bir odada gün boyu tutulduğunuzu en fazla 1-2 saat havalandırmaya çıktığınızı ve güneşi bile göremediğinizi güneşin ışığını bile 1-2 saat görmek için pencere kenarında beklediğinizi düşünün. Camların önünde demir parmaklıklar ve tel örgülerin olduğunu düşünün. D katlı Bastille zindanlarından daha kötü bir hapishanede yaşadığınızı düşünün. Ya kanser olursunuz ya da çıldırırsınız ama Türkiye’de işte böyle cezaevleri yapılıyor ve daha fazlası yapılmaya muhalifler bu cezaevlerine atılmaya çalışılıyor.

Leyla Güven’i Elazığ Cezaevi’nde ziyaret ettik ve Elazığ 1 No’lu Yüksek güvenlik Cezaevi’ndeki saldırıdan dolayı çok tedirgin olduklarını söyledi. Düşünün 26 gündür Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlik Cezaevi’nde saldırı olmuş bakanlık hala ciddi bir açıklama yapmış değil. Bir kişi yanına bir kişiyi de alarak 5 kişiyi şişle yaralamış öldürecek düzeyde yaralanmalar meydana getirmeye çalışmış bir mahpusu 4 saat boyunca esir almış korkunç olaylar olmuş cezaevinde Adalet Bakanlığı’ndan çıt yok! Dün bir haber duyduk bir müdür ve dört infaz koruma memuru açığa alınmış. Demek ki ortada bir suç var, bir sıkıntı var ve halen ciddi bir devlet açıklaması yok. Bu nasıl bir rezalettir diye soruyorum. Şu hale bakın ya olacak bir iş değil ve yaşanan da bu değerli arkadaşlar. İşte o kişilerle de görüştüm fakat ilk önce Leyla Güven’in neler dediğini söyleyeyim. Leyla Güven eski vekilimiz biliyorsunuz bu saldırıdan dolayı tedirgin olduklarını ve aynı saldırının kendilerine de yönelebileceğini ifade ediyor ve Elazığ Cezaevleri Kampüs Savcısı’nın kendilerine kötü muamele yapma yarışmasına girdiğini daha kötü bir muameleyi nasıl yapılacağını bilemediğini belirtiyor. Bunu eleştiriyoruz kabul etmiyoruz. Kendisi cezaevi savcısı ile görüşmek istediğinde eski bir milletvekili olmasına rağmen bir odaya girdiğini ve ayakta bekletilmeye mecbur tutulduğunu söylüyor. “Bir sandalye yok mu? Oturup derdimizi anlatacağız.” Demesine rağmen, “Hayır sandalye yok ayakta anlat.” Denildiğini “O zaman ben de şikayetimi anlatmıyorum.” Diyerek protesto edip odadan ayrıldığını bana anlattı. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı’na soruyorum; bu nasıl bir muameledir ya? Siz insanlara hakaret etmek için aşağılamak için fırsat mı kolluyorsunuz? Yani bir tane sandalye yok mu o cezaevinde? Bir mahpusu belki 1 saat dinleyeceksiniz, eski bir milletvekili orada bulunuyor, eski bir milletvekili bile olmasa bir insan dakikalarca şikayetini anlatırken ayakta mı beklemek zorunda? İnsan değil mi? İnsan muamelesi yapmayı düşünmüyor musunuz? Sayın Başsavcılık, cezaevi savcısının bu yaptıklarını görmüyor musunuz? Ellerinden gelen her türlü ihlali yapmak için yarıştıklarını görmüyor musunuz? Hasta mahpuslar var orada bakın Besra Erol hasta bir mahpus Suruç’taki ölenler için bir açıklamada bulunmuş tutuklanmış çok rahatsızlığı var, bel fıtığı kadın hastalıkları, tansiyon, kalp hastalığı var ve hala ağır aramalar yapılıyor ve insanlar taciz edilecek derecede aramalar yapılıyor.

Gülten Kışanak bu cezaevine geldiğinde kendi koğuşlarında bir gece misafir edilmesi yönünde bir istekleri olmuş yani masum bir istek yani düşünün üstü başı aranmış bir mahpus koğuşlarında bir gece misafir edilsin kardeşi vefat etmiş yani en azından bir koğuşumuzda kalsın denilmiş ama Gülten  Kışanak k depo gibi kötü kirli pis bir yerde gecelemeye mecbur tutulmuş ve bu durumdan dolayı da Elazığ Cezaevi’ndeki kadın mahpuslar son derece rahatsız olmuşlar. Havalandırmalarının bile üstünde tel örgüler var ve ileri derecede hak ihlalleri var diyor kendisi. HDP Grup Başkanlığı’na kapalı zarf gönderdiğimiz zaman yasal olarak bunun açılmaması gerekiyordu fakat şu anda cezaevi v bu mektupları da açıyor yani bakanlık ve herhangi bir partinin grup başkanvekilliğine gönderilen mektuplar açılmaz aslında diyor ama cezaevi bunları da açıyor. İhlal üstüne ihlal varmış. Bunları da bize iletmiş oldu ve biz bir an evvel Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki bu saldırı olayı hakkında da bir açıklama bekliyoruz bakanlıktan. Bu kişiler bir cezai işleme uğrayacak mıdır? Ne olacaktır? Konu örtbas mı edilecektir? Bunu merak ediyoruz ve yine biz bu Elazığ Cezaevi’ndeki saldırıya uğrayan mahpuslarla görüştük ve yıllardan beri devam eden bir önemli güvenlik açığının muhtemelen bilerek oluşturulduğunu ve bu saldırının göz göre göre gelen bir saldırı olduğunu öğrendik ve oradaki mahpuslardan askeri kursiyer bir öğrencimizle görüştük kendisi ile görüştüğümüz zaman kendisi büyük haksızlıklara uğrayarak darbe ile bir alakaları olmamasına rağmen böyle bir saldırıya uğradıklarını böyle bir cezai işleme uğradıklarını ve mazlum olduklarını söylediler.

Yine Elazığ Cezaevi’nde Mehmet Akbulak isimli mahpusla görüştüm; Mehmet Akbulak kendisi yıllardır cezaevinde alabileceği en ağır üyelik cezası almış. 15 yıllık bir ceza yıllarca Elazığ’dan Isparta’ya nakil istemiş fakat bu yerine getirilmemiş. Isparta’dan Elazığ’a gelmekte olan eşi ve 4 çocuğu bir trafik kazası geçirmiş ve 13 yaşındaki kızı Sinem Akbulak hayatını kaybetmiş. Yıllardır talep ettiği nakil Anayasa Mahkemesi’ne taşınmış durumda ve tekrar kızın ölümünden sonra bir nakil talebinde bulunmasına rağmen yine kendisine nakil verilmemiş. Bu nasıl bir zalimlik ve vicdansızlık anlamak mümkün değil değerli arkadaşlar.

Cezaevlerinde ailelerin yıkıldığını perişan olduğunu görüyoruz. Bir binanın direği nasıl yıkılırsa bir ailenin direği olan anne veya baba cezaevine girdiğinde de o aileler çöküyor. Onlardan birisi de; Çetiner Ailesi! Songül Çetiner ve Adem Çetiner çiftinin 3 çocuğu ile beraber ailece yaşadıkları büyük bir dram, anne cezaevine girdikten sonra baba üzüntü ve sıkıntıdan felç geçiyor pıhtı atıyor ve ölümden dönüyor üç çocuk perişan ortalıkta kalıyor. Anne cezaevinde Baba hasta 3 tane ergenlik yaşındaki çocuk, birisi %50 engelli, diğer iki çocuk ağır psikolojik sıkıntılar yaşayan ve ağır bunalımlar yaşayan bir aile oluyor. İşte Türkiye’de cezaevlerindeki ailelerin durumu maalesef bu kabul edilecek bir durum değil. Mustafa Çetiner 19 yaşında okulunu bitirdiği halde 2 yıldır üniversiteye kaydını yaptıramayan, annesine babasına kardeşlerine bakmak zorunda olan gencecik bir delikanlı yani anneleri babaları mahvediyorsunuz zindanlara atıyorsunuz aileleri çökertiyorsunuz gencecik çocukların okumasını engelliyorsunuz. Bunalımlara sürüklüyorsunuz 17 yaşındaki kız kardeşinin defalarca intihara teşebbüs ettiğini anlatıyor. Düşünün bir genç intihar ettiğinde niye intihar etti deniliyor. İşte size daha ölmemiş ve intihara teşebbüs etmiş insanları anlatıyorum. Adalet Bakanlığı ve Aile Bakanlığı yetkilerine sesleniyorum; bu ne zulümdür diye soruyorum ve bu vahamet artık devam etmemeli bu ailelerin dramına bir çare bulunmalı ve Türkiye’de 29 Ekim’de bir genel af ilan edilmeli diyorum. Yüz binlerce mahpus milyonlarca yakını genel af bekliyorlar. Siyasi ve adli ayırt edilmeksizin bir genel aftan başka bu sorunları çözecek başka bir yol yok. Düşünün bakın % 50 zihinsel engelli Rümeysa Çetiner annesi Songül Çetiner ile bu kızın bakıma ihtiyacı var ama annesi cezaevinde. Bir cezaevi ziyaretinde üç çocuk ve anne, babayı görüyorsunuz. Perişan olmuş, çökmüş bir aile bu ayrıntılı bir şekilde dinledik. Kabul edilecek bir durum değil. Ağır psikiyatrik ilaçlar kullanan bir aile maalesef ve bu konuda muhakkak surette Adalet ve Aile Bakanlığı yetkililerinin kulak kabartması, bir şeyler yapması gerekiyor.

Şakir Turan az evvel ayrıntılı bir şekilde bahsetmiştik. Savur ilçesinin bir köyünde ikamet ederken uyduruk gerekçelerle cezalandırılıp hapse atılan ve sağlık hakkı ihlali sonucu hayatını kaybeden ve yakınlarını acılara boğan bir kişi. Yaşlı da değil 56 doğumlu bir mahpus ve hayatını ağır ihlaller sonucu kaybetti.

Cezaevlerinde ölümler bitmiyor; Sinan Ayyıldız geçtiğimiz gün Kocaeli Kandıra Cezaevi’nde bu gencecik insan bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Deniz şehri Kocaeli’mizde Balık sezonu başladı. Balıkçılıkla ilgili önemli sorunlar var trol kullanımı ile ilgili çok önemli sorunlar var. Balıkla ilgili önemli sorunlar var ve balık üretiminde düşüşler var. Trol kullanımı ve diğer balıkçılıkla ilgili ihlallerin bir an evvel bitmesi gerektiğini söylüyoruz.

İzmit ile ilgili bazı vurgularımız olacak; Tramvay Kafe yolsuzluğu devam ediyor ve Tahir Büyükakın hala Tramvay Kafe yolsuzluğu hakkındaki sorularımıza cevaptan kaçınıyor ve ardından bu yolsuzluğu yapan Aydın Ünlü’nün listeye bile alınmadığını öğreniyoruz. Yani MHP tarafından bile gözden çıkarılan Aydın Ünlü’nün hala Tahir Büyükakın tarafından korunduğu gerçeğini net bir şekilde görüyoruz.

Bakın size bir hastanın fotoğrafını göstereyim! Kocaeli’de ağır hasta 100 metre taşınarak ancak ambulansa götürülüyor, böyle bölgeler var Kocaeli’de. Bazı böyle yolu yapılmayan yerlerde ağır hastayı 100 metre ambulansa taşımak suretiyle ambulansa ulaştırdığınız yerler var. Bilal Dalgıç isimli kişinin durumu bu.

Kocaeli Şehir Hastanesi ile ilgili şikayetler var! Yangın merdivenlerinin ve lavaboların aşırı kirli kullanımı vatandaşlar tarafından tepki topluyor.

Ayrıca Kocaeli Şehir Hastanesi ile ilgili şöyle bir bilgi daha bize ulaştı; mahkum koğuşu var ve orada adli mahkumlar bulundukları esnada siyasi mahpuslara yönelik ağır küfürler yazmışlar duvarlara. Kocaeli Şehir Hastanesi Başhekimliği ve Kocaeli Sağlık Müdürlüğü’ne sesleniyoruz; bir mahkum koğuşunda adli ve siyasi mahpuslar arasında duvarlara yazı yazmak yönünde bir iletişim ve küfür hadisesi var. Adli mahpusların siyasi mahpuslara yönelik bir böyle tavrı var. Badana boya yapılarak bu resmi bir hastane duvarına yazılan bu küfürlerin kaldırılması gerektiğini hatırlatıyorum.

Toprak Mahsulleri Ofisi patlaması, biz bunu takip ediyoruz. Hala bilirkişi raporu açıklanmadı! Büyük bir patlama oldu, iki gariban işçi öldü. Peki bilirkişi raporu düzenlendi niye açıklanmıyor? Kocaeli Valiliği ve Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na soruyorum büyük ihlallerin olduğu apaçık ortada bu patlama olmazdı neden oldu hangi hatalar var? Bilirkişi raporu var ama açıklanmıyor! Neyi örtbas etmeye çalışıyorsun Kocaeli Valiliği ve Çalışma Bakanlığı diye soruyoruz!

Gebze Belediyesi’nin afişi; “Söz verdiğimiz gibi yaptık.” yazacaklarına “Söz veriğimiz gibi yaptık.” diye yazmışlar yani hem yanlış yazmışlar hem de asarken bu yanlışın farkına bile varmamışlar işte belediyeler böyle zihniyetlere temsil ediliyor ve trajikomik sahneler ortaya çıkıyor.

İzmit Ayakkabıcılar Çarşısı her yağmurda sular altında kalır bakın yine sular altında kalmış perişan durumda onlarca esnaf var ve yer yağmurda bu hale düşüyorlar. İzmit Ayakkabıcılar Çarşısı ile ilgili durumu İzmit Belediyesi’ne hatırlatıyoruz ancak İlimtepe yolu ile ilgili durumu da Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tahir Büyükakın’a hatırlatıyoruz ikinci etap yolu hala bitirilmedi, başlanmadı. İlimtepeli’ler size çok kızgın Sayın Büyükakın yani boş yere paraları çarçur edip festivallere işte gezilere veriyorsun ama İlimtepe Yolu yapılmıyor bunu da buradan hatırlatmış olalım.

KHK’lılara yönelik korkunç hadiseler devam ediyor. Bize başvuran bir vatandaş; 2016 yılında bize başvuran bir vatandaş 8900 TL bir özel okula para yatırmış erken kayıtta indirim olsun diye. Daha sonra 15 Temmuz darbe girişimi sonrası okul kapatılmış “Tamam paramı verin okula el koydunuz. Yatırdığım ortada.” “Yok paranı vermeyiz.” “Öğrencim için paramı verin.” “Yok vermeyiz.” Aradan 7 yıl geçmiş sonra kendisine cevap gelmiş “Paranızı veremeyiz.” Bunun için Maliye Bakanlığı’na soru önergesi verdik “Neden vermiyorsunuz?” diye Maliye Bakanı Sn. Mehmet Şimşek “Vermedik onunla ilgili işlemler yapılmıştır.” Diyor, Sn. Şimşek ben vermediğinizi biliyorum, neden vermediğinizi açıklayın Allah aşkına, bana böyle gülünç cevaplar vermeyin. Neden deli dumrul gibi köprünün başında insanların hakkını hukukunu gasp edip malına parasına çöküyorsunuz bunu soruyorum. Adamın parasına çökmüşsünüz ya neden çöktünüz niye 7 yıldır parasını vermiyorsunuz diye soruyorum. “Gereken işlemler yapılmıştır parayı da vermemişizdir.” diye bana cevap veriyor. Buna da soru önergesine cevap verdik kayıtlarına geçiriyorlar. Bunu da biz buradan meclisten bu komediyi de halkımıza duyururuz değerli arkadaşlar.

Cemal Kaşıkçı, öldürüldükten sonra cesedi bile bulunamayan Suudi Arabistan Konsolosluğunda öldürülen bir kişi. Tayyip Erdoğan hakkında bir sürü ileri geri konuştuktan sonra dosyasını Suudi Arabistan’a teslim etti. İnanılmaz bir hukuk trajedisiydi dünya tarihine geçecek bir olay fakat insanlar bunu görmezden geliyor biz görüyoruz ve her hafta hatırlatıyoruz kabul etmedik diyoruz Allah da kabul etmesin bu zulmü.

Osman Kavala yıllardır zindanlarda haksız hukuksuz yere AİHM’in kararına rağmen, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kararlarına rağmen maalesef hala cezaevinde.

Şerif Mesutoğlu az evvel bahsetmiştik ayrıntısıyla zulmen haksız yere cezaevinde bir nahpus hakkını savunmaya devam edeceğiz o zindanların dibinde ama biz mecliste onun sesini yükseltmeye devam edeceğiz.

Selçuk Kozağaçlı Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı o da hakkını hukukunu aradığı işçiler nedeniyle zulme karşı duruşu nedeniyle cezalandırıldı cezaevinde ve zulme karşı mücadelesini orada da sürdürüyor, hakkaniyet erdem ve adalet onun en temel ilkeleri.

Ferit Şenyaşar ve Emine Şenyaşar artık Meclis’te. Sayın Ferit Şenyaşar ve Ankara’dan seslerini yükseltiyorlar bakanlık bu sesi duymamaya çalışıyor. Fadıl Şenyaşar cezaevinde işlemediği bir suçtan dolayı yıllardır zindanda yatıyor. Hem eşini hem iki oğlunu kaybetmiş bir anne olarak Emine Şenyaşar çok büyük acılar yaşıyor. Hasta haliyle Adalet nöbetleri tutuyor onların yanında olduk hep yanında olmaya da devam edeceğiz.

Gabonlu Dina zorbalıkla öldürüldü hakkı aranmıyor. Biz meclisten hakkını aramaya kendi vatandaşımız olmasa da kendi ırkımızdan, dinimizden olmasa da onun hakkını aramaya devam edeceğiz.

Yusuf Bilge Tunç 4 yılı geçti zorla kaçırılıp kaybedildi ne ölüsü ne dirisi var bu korkunç haksızlığa karşı da konuşmaya devam edeceğiz kabul etmiyoruz Allah kabul etmesin. Hiçbir kimsede kabul etmez hiçbir toplumda kabul etmez bu zulmü duymazdan gelmeyin diyorum ey toplum.

Gökhan Türkmen ve Yasin Ugan az evvel bahsettiğim gibi zorla kaçırılıp kaybedilen insanlar ve o zindanlarda yaşadıkları bu 6 ay, 9 ay işkencelerden dolayı ağır psikiyatrik rahatsızlıklarla dolu olarak yatıyorlar ve son derece vahim durumları var.

Gülistan Doku 2.5 yılı aştı Dersim’de kayboldu hala ne ölüsü ne dirisi bulunabiliyor ve kendisinden haber alınamıyor.

Hürmüz Diril ise eşi Şimoni Diril’in cansız cesedi bulunduktan sonra kendisi bulunamayan zorla kaçırılmış kaybedilmiş bir insan. Hala yargısal vahamet devam ediyor ve aradan yıllar geçtikten sonra bile hala bu kişinin ne ölüsüne ne dirisine ulaşılabiliyor.

Yorumlar