25 Aralık 2021

Hakkında yazacağımız herkesi her halükârda yorumumuzun nesnesi yaptığımız için bazı konularda yazmak zor. Garibe Gezer de böyle bir konu. Hem bedeniyle hem hikayesiyle ve hem de ölümüyle bir yazıdan çok ötesi.

Adil olduğuna inandığım bazı gazeteciler tam da modern dünyaya yakışır bir soğukkanlılıkla cezaevindeki şartlarını ve devam eden süreçleri kaleme aldı, avukatı açıklamalarda bulundu. Garibe Gezer’in cansız bedeni, insanlık onurunu en aşağı çekecek bir biçimde cezaevinden çıkarıldı ve kötülük, yeniden en sıradan haliyle düşünce ve hissiyat mekanımıza sığmak zorunda kaldı. 

HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun 10 Aralık’ta Meclis’te yaptığı konuşma, bu kötülüğün sıradanlıktan bir nebze çıkarıldığı bir konuşmaydı. Konuşmayı dinleyen bazı vekiller -bu durumu fark ettiğinden- yüksek sesli itirazlarla engellemeye çalıştı.

Peki cezaevinden ölü bedeni çıkmış bir kadının hikayesi, bazı vekilleri neden tedirgin etti?

Sosyal bilimcilerin sıklıkla karşılaştığı bir kavram, ‘kötülüğün sıradanlığı.’ Hannah Arendt’in 1963 yılında yazdığı ‘Kötülüğün Sıradanlığı‘ eseri, Yahudi soykırımının önemli aktörlerinden biri kabul edilen Alman subay Adolf Eichmann’ın, 1960 yılında Kudüs’te görülen davasındaki gözlemleri ve notları sonucunda ortaya çıkmıştır. Nazi  Almanya’sında Yahudilerin toplanması ve kamplara yerleştirilmesinden sorumlu Eichmann, dava süresince suçlamaları reddetmiş, savunması boyunca, ‘sadece emirleri yerine getirmiş sıradan bir insan olduğu‘ndan söz etmiştir. Bu açıklamaları gözlemleyen Hannah Arendt, ‘kötülüğün sıradanlığına‘ değinmiştir. 

Öte yandan ihbar, yakalanma ve tehcir süreçlerinde bizzat Yahudi yetkililerle işbirliği yapıldığından, kötülük sıradan olmakla birlikte yaygın ve merkezi bir hâl almıştır artık. Dolayısıyla Arendt’e göre Eichmann’ı tek başına suçlu göstermek anlamsızdır, zira o sadece iyi bir devlet memuru olmaya çalışan sıradan bir adamdır. Asıl mesele kötülüğün olağan hale getirilmiş olması, üst düzey yetkililerinin ‘kötülük’ sürecine dahil olması, kötülüğün rasyonalize edilmesi ve trajik sonuçlarının dahi bir görev zinciri içinde olağanlaşmasıdır. 

Dava boyunca Eichmann, yasalara ne kadar  bağlı bir  vatandaş  olduğunu, söz konusu katliamların halkalarından birinde yer almıyormuş gibi soğukkanlı bir tavırla ifade etmiştir. Tüm yaptığı, ‘yasalar çerçevesinde‘ emirleri yerine getirmektir. Arendt’e göre Eichmann ve onun gibi davasına bağlı yetkililerin en büyük suçu, ‘fikirsizlik‘tir; yani eylemlerinin varacağı sonuçları düşünme yetisinin rafa kaldırılmış olması.

Bu durumda Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Garibe’nin mektubunu ve durumunu izaha çabaladığı konuşmasına itiraz eden ve seslerini yükselten vekilleri ve Garibe’yle ilgili vicdan dışı manşetler atan gazeteyi Eichmann ile mukayese etmemek zor.

Bir diğer konu Garibe’nin cenazesine yapılan haksızlık. Kürtlerin cenazelerine yapılan ilk haksızlık değil bu elbette. Türkiye’de politik ölümler söz konusu olduğunda karşılaştığımız durumu akademisyen Hişyar Özsoy çalışmalarında sıklıkla ele alır. Bir demecinde dile getirdiği üzere aslında ölürken de eşit değiliz, öldükten sonra da eşit değiliz.

Türkiye’ye baktığınız zaman insan gibi ölünmesine müsaade edilmeyen çok fazla sayıda insan var. Biz onlara ‘öteki‘ diyoruz. Fakat bu öyle çok rastlantısal, tesadüf, birkaç tane kendini bilmezin yaptığı bir politika değil. Tarihsel olarak yüz yıldır bu coğrafyada ‘öteki’nin ölüsüne bir şekilde layık görülen ölme biçimleri bunlar. Maalesef alabildiğine de devam ediyor.

Garibe Gezer’in güzel ruhuna rahmet diliyor ve adaleti tümüyle seyredeceğimiz bir alemde kavuşmayı diliyorum.

Yorumlar