18 Ekim 2021

Cezaevine girmeden önceki en uzun önemli programı sizinle yapmıştık. Sonrasında bir sürü olay yaşadık, Meclis’ten çıkarıldık, evimizden zorla darpla alındık cezaevine konduk. Haksız, hukuksuz bir süreçti, herkes biliyordu bunu. Kırmızı Pazartesi romanında olduğu gibi herkes biliyordu, vekilliğimiz düşürüldü cezaevine girdik sonrasında çıktık ve geldik meclisteyiz. Bu yanlışı yapanlar utanmıyor, yüzleri de kızarmadı. Her türlü hukuksuzluğu yaptılar biz geri döndük şu anda başladık, devam ediyoruz.

İslam’da takva emredilir, az yemek emredilir ama sultanlara yaranmak için emredilmez. İnsanın sakınması artsın diye, ahlakı, vicdanı kuvvetlensin diye bu tür emirler verilir ama şu anda bütün bu değerlerden uzaklaşmış iktidar bu tür islami ögeleri kullanmaya çalışıyor. Emevi döneminden farkı bir şey değil, tamamen içi boşaltılmış, ruhu yok edilmiş dini anlayışın görüntüdeki sözlerini kendi çıkarları için kullanmaya çalışan bir iktidar var karşımızda. Ekonomi son derece kötü, biz geçtiğimiz hafta vergideki adaletle ilgili yasayı görüştük, orada da konuşma yaptım, arkadaşlarım da anlattı. Getirilen yasa teklifi ki yasalaştı vergideki adaletsizlikle ilgili hiçbir madde içermiyor. Dolaylı vergiler arttırılmış, KDV, ÖTV çalışandan alınan paralarla devlet yönetiliyor ve maalesef bu hal devam ediyor. Uçurum artıyor, zengin ve fakir arasındaki uçurum artıyor. İktidar her türlü yolla vatandaştan para almaya çalışıyor, her harcamada para alınıyor. Aslında kazanandan vergi alınması gerekirken harcamalardan vergi alınıyor. Her şeyin fiyatının arttığı apaçık ortada. Markete, pazara gidiyorsunuz her şeyin fiyatı artmış durumda. Ben esnafları dolaşıyorum ve gerçekten herkes çok şikayetçi, emekliler, esnaf çok şikayetçi “Hiç böyle bir dönem görmemiştik.” Diyorlar, zaten dolar aldı başını gidiyor ve getirilen vergi adaleti ile ilgili yasa teklifinde hiçbir şey yok. Hiçbir vatandaşı rahatlatacak şey yok. Birtakım teknik düzenlemeler ve para babalarını memnun edecek değişiklikler var. Biz bunlara hep itiraz ettim ama Cumhur İttifakı’nın sayısal çoğunluğu var ve maddeler geçiyor ama felaket büyüyor.

Kendilerine yasalar getiriliyor altlarına imzalar atıyorlar. Maalesef hal bu. Onlar itiraz edecek mevkide kendilerini görmüyorlar. Diyorlar ki: “Biz itiraz edemeyiz, biz getirileni imzalarız ve teklife sunarız.” Diye düşünüyorlar, başka bir düşünceleri yok. Olan bu. Biz defalarca da yüzlerine söylüyoruz. Reddedemiyorlar. “Bu sizin değil saraydan hazırlanıp getirilmiş, yamalı bohça, torba şeklinde birisinin sırtına vurulup getirilmiş sizin de burada onaylayıp imzaladığınız torba yasa teklifi.” Ama hiçbir itiraz güçleri yok, ne denirse uygulayan vekiller durumundalar. Bence liderin vekili durumdalar milletin vekilliğinden çıkmış durumdalar.

İktidar KHK meselesinde sonuna kadar zulmünü devam ettirmek istiyor, Anayasa’yı zaten çiğnedi. Anayasal rejim mevcut değil, KHK rejimi var onunla kayyumlar atıyor, yeni KHK’lar çıkarıyor, rektörler atıyor. Halinden memnun bundan geri adım atacağını çok zannetmiyorum.

Sn. Erdoğan gemileri yakmış bir şekilde eleştirileri dikkate almadan yoluna devam ediyor ve nasıl başlamışsa öyle gidiyor, öyle de gidecek ama toplumun tepkisi önemli. Toplum etkili bir tepki ortaya koyarsa geri adım atabilirler. Ben kendiliklerinden geri adım atacaklarını sanmıyorum. Bankasya’da üç kuruş parası olan insanı örgüt üyesi kabul eden bir anlayış devam edecek. Bu zulme devam edecek, haksızlığa devam edecek ama toplumun şu anda buna yoğun bir tepkisi var. Biz anadoluyu dolaşıyoruz, illeri, ilçeleri dolaşıyorum. Anadolunun her bir yanından feryatlar yükseliyor. Aileler perişan durumda çok geniş bir kesime yayılmış durumda mağduriyetler. Anadolu insanı sessiz, sesini çıkaramıyor, öyle bir tepki kültürü de yok. Sol camiadaki itiraz ve tepki kültürünün olmadığı çok yoğun bir kesim var ve halen sessiz sedasız bekliyorlar. Mağduriyet had safhada küçük bir ilçeye bile gitseniz bir sürü KHK’lı insan görüyorsunuz, çaresiz vasıflı bir sürü insan, çok basit işleri ancak yapabilerek geçimlerini sağlıyorlar bazen de onlar da yaptırılmıyor bu insanlara. Mağduriyet had safhada ama şu anda bunu iktidar görmüyor, görse bile umursamıyor fakat tepkiler artarak devam ediyor. 3-4 sene öncesi gibi değil. KHK’lılar artık daha örgütlü, daha etkili bir şekilde tepkilerini göstermeye başladılar. Partilerle görüşüyorlar, platformlar oluşturuldu, 50’den fazla ilde platformlar oluşturuldu. Bu platformlar her farklı kesimin katılmasıyla oluşan platformlar. Tek bir camiadan ihraç olanların değil her farklı camiadan katıldığı, haksızlığa karşı mücadele eden insanların oluşturduğu platformalar ve oldukça etkili çalışmalar yapılıyor. 3-4 sene önceki durum gibi değil. 3-4 sene önce sadece ben konuşuyordum. Şimdi herkes konuşuyor, herkes gündeme almaya başladı. Biz yıllardır bu meselenin büyük bir zulüm, haksızlık olduğunu, insanların çaresiz bırakıldığını hep söyledik ve şu anda partiler görmeye başladı ama iktidarın umrunda değil. Ben mücadele edilmesi gerektiğini söylüyorum. Ne kadar mücadele edilirse, ne kadar gündeme gelirse partiler gündemlerine alırlarsa iktidar geri adım atacak onun için etkili bir mücadele lazım. İktidarın vicdanı yok, umrunda değil, insanlar çaresiz kalmış, iş bulamıyorlar, aç susuz kalmış bir sürü vasıflı insan. %99’u üniversite mezunu olan bir kesimi mağdur hale getirmişsiniz ve sokağa atmışsınız. Özelde iş bulmasına engel olmaya çalışıyorsunuz. Özelde mühendislerin, öğretmenlerin iş bulmasına engel oluyorsunuz. Bir tek doktorlar iş bulabiliyor özel hastanelerde KHK’lı doktorlar çalışabiliyor, mühendislere engel var. Özel sektörde çalışmalarına oldukça önemli önlemler alınmış durumda. İşe alırken bakılıyor bu insan ihraç edilmiş ve almak istemiyorlar. Görünüyor SGK’da. “İhraçtır, terör nedeniyle.” Diye. Bunu gören işveren almaktan çekiniyor. Veyahut birtakım sertifikalar alıyor insanlar, diyelim ki yapı denetim firmasında çalışacak mühendis. Yapı denetim firmasında çalışmasına engel oluyor, veyahut doktorun iş yeri hekimi olmasına engel oluyorlar. Getat kurslarına katılmasına, alternatif tıp kurslarına katılmasına engel olunuyor. İş yeri hekimi olmasında çok engeller yaşandı, kimi zaman aşıldı, kimi zaman devam edebiliyor. Öğretmenler yine aynı şekilde özel okulda öğretmenlik yapamıyorlar. Kaçak, göçek çalışan olabiliyor sigortasız bir şekilde. Hakkı yeniyor, az ücret veriliyor çünkü aç kalacak insan ne yapsın? Başka bir çaresi yok. Biz bunu defalarca söyledik, binlerce defa söyledik. Öğretmenler niye özel okulda çalışamaz? Devlette ihraç etmişsin bırak aç, susuz kalmasın özel okulda çalışsın. “Hayır, izin vermiyorum.” Diyor. Özel okul servisinde bile öğretmenin şöför olarak çalışmasına bile izin vermiyor. Biz de belgeleri ile mevcut, kaç kez müracaat aldık. Ben öfkeyle bakıyorum belgeye inanamıyorum ama gerçek, kaç kez bize böyle başvuru geldi. Milli Eğitim onayıyla sen servis minibüsünün şöförü olamazsın. Resmi yazıyı görüyorsun, hepsi ortada bunlar halen devam ediyor.

Hepsi fişlenmiş durumda. İnsanların çocukları, torunları fişlenmiş durumda ve zaten onlar da umudunu kesiyor. KHK’lılar o kadar engellerle karşılaştılar, çocukları babalarından annelerinden dolayı engellerle karşılaştı işe giremediler şu anda o konuda umutusuzlukta var. “Ben KPSS’ye girsem bir işe giremem ki girmeyim.” Demeye başladı gençler. Yurtdışına gideyim diyor. Şu anda müthiş bir yurtdışına gitme trendi var. KHK’lıların çocukları, kendileri KHK’lı olmayanlar da artık öyle bir zaman oldu ki zamanında insanlar KHK’lıları anlamıyordu şu anda herkes KHK’lıların duygularını hissetmeye başladı. Anadoluyu dolaşıyorum her gün bir il ilçedeyiz, KHK’lı olmasa da umudunu kesmiş. “Gideyim.” Diyor. doktorlar, ben doktorum geçen yıl bin kişi yurtdışına gitti, bu sene 1500’e çıktı, 8 bin civarında istifa var. Hekim arkadaşlar Cumhuriyet tarihinde olmadık bir şekilde ülkeden umudunu kesmiş yurtdışına gitmeye çalışıyor. KHK’lıları bu toplum umursamadı, duymadı şu anda herkes KHK’lıların hislerini hissetmeye başladı.

Varsayımlarla tahminlerle Anayasal rejim yönetilmez. Vatandaşa olağan ve Anayasal bir şekilde muamele etmen gerekir. O zaman işler rayından çıkar, Anayasal rejim ortadan kalkar. Olağanüstü hal denilerek 2 yıllık bir olağan dışı bir yönetim ihtas ettiniz, yetmedi 3 yıl daha uzattınız. Şimdi halen uzatılmış durumda. Memleket şu anda olağanüstü bir anlayış ile yönetiliyor o yüzden yaptıklarının Anayasa ve hukuka uymadığını kendileri de biliyor birtakım mazeretlere sığınıyorlar ama hukukta bu tür mazeretler yoktur. Hukuk anlayışında potansiyel suç diye bir şey yoktur. Bu anlayışı başlatırken de hataydı. “Şu olağanüstü nedenlerden dolayı bizim yaptığımız doğrudur.” Diye başladılar, çok yanlış yaptıkları ortaya çıktı çünkü toplumsal bir kıyım yaptınız. Bir soykırım yaptın, politik kırım yaptın. Herkesi bir torbaya doldurdun ve büyük yanlışlıklar çıktı ve halen bunu devam ettirmeye çalışıyor. Ortada bir felaket var. Biz söylüyoruz o AK Parti’li yetkililerin de akrabalarından, komşularından bu felaketleri duyuyorlar, duymalarına rağmen umursamıyorlar, vicdansızlar. Benim duyduğumu onların duymaması mümkün mü? Hepsini biliyorlar ama umurlarında değil çünkü çıkarları üstün geliyor, daha ağır basıyorlar. Korku var, çıkar var, “Bizden de hesap sorulur.” Var.

OHAL Komisyonu’na başvurular 125 bin 600 kişi başvurdu. 152 bin civarında KHK’lı vardı ve sayı her geçen gün arttı aslında, kamuoyunun bildiğinin de üstünde bir durum var çünkü 152 bin KHK’lı var ve bakanlıklar ihraç etmeye devam ediyor ve özel kurumların kapatılması ile de işsiz kalan, çaresiz kalan 250 bin civarında kamudan özelden ihraç edilmiş damgalanmış insan var. Çarpın 5 ile aile sonucunda 1.5 milyona yaklaşan bir sayı var ve gittikçe o haneler genişliyor. Anne, baba, kardeşi, kuzeni her şeyi etkilemeye başlıyor. %90’ı reddedildi OHAL Komisyonu’ndan .125 bin 600 başvurunun %90’ı reddedildi, şu anda 10 bin kişi bekliyor. Karar yok. Düşünün 23 Ocak 2017’de OHAL Komisyonu kuruldu, şimdi 2021’in sonundayız ve halen OHAL Komisyonu işini bitirmedi. 2 yılda bitirecekti ne oldu? Aradan kaç yıl geçti? 10 bin kişi hakkında karar verilmiş rafta bekliyor. Dönebilirler ama bir bahene bulalım da ret verelim diye bekletilenler. Bir kısmı KESK, barış akademisyeni arkadaşlarımız onlar için karar verilmiyor. Bir kısımda diğer KHK’lılar bekletiliyor, bekletilmesi için hiçbir neden yok aslında. Bunun tek nedeni bu. Uzun süredir hep bunu söylüyorum medyaya. Aslında kabul verecekler ama bir bahane arıyorlar. “Bir şey bulalım da reddedelim.” Devlet böyle yönetiliyor, ben OHAL Komisyonu’na gittiğimde yüzlerine de söyledim. Yaptıklarınızın hiçbir hesap verilebilir hali yok, ne bu dünyada ne öte dünyada hesap veremezsiniz. İnsanlar intihar ediyor, perişan durumdalar, aileler bitiyor, boşanma oranları çok artmış durumda. Hangi KHK’lıya sorsam aile sorunu yaşamış ya boşanmış ya boşanmak üzere. Adamın ocağını söndürmüşsün, yıkmışsın. Hayatını alt üst etmişsin. Ya yurtdışına çıkmak zorunda kalmış ya da burada ser sefil olmuş. Bu durumdaki bir insanı sen hukuk dışı bir şekilde bekletiyorsun veya da kafadan ret vermişsin.

Ben kendi durumumdan bir örnek vereyim. Anayasa Mahkemesi benim ihracımla ilgili davada ihlal buldu değil mi? Ama o dosya için OHAL Komisyonu bir gerekçe göstererek bana ret verdi. Koca Anayasa Mahkemesi benim o dosyamın sonucunda bir karar veriyor, A’dan Z’ye bu kişi haksız, hukuksuz yargılandı diyor ve ihlal buluyor ama OHAL Komisyonu öncesinde başvurusuna ret veriyorum demiş. Demek ki idari komisyonlar hukuku, mahkemelere hatta Anayasa Mahkemesi’ni umursamıyor. Barış akademisyenleri için ifade özgürlüğü dedi Anayasa Mahkemesi 2 yıldır bekliyorlar. Nerede hukuk var? Bir kısmına idari açıdan izin verilirse yurtdışına çıkabiliyorlar, İçişleri Bakanlığı’na sorup çıkabiliyorlar. Son 1.5 yıldır böyle oluyor ama onay vermezse çıkamıyorlar. Dışarı çıkamadıkları için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuşlardı, birçoğu Anayasa Mahkemesi’nde ihlal aldı, tazminat kazandı. Beni burada üniversite çalıştırmıyorsun bırak Avrupa’da bir üniversitede çalışayım denildi ona da izin verilmedi. Anayasa Mahkemesi’ne gitti kazandı. Hak yerini buldu, “Bu insanı niye yurtdışına göndermiyorsun?” dedi. Şu anda rafta bekletiliyor, OHAL Komisyonu’nun umrunda değil. Hukuk uygulamıyormuş, Anayasa’yı uygulamıyormuş umrunda değil onların tek kriteri külliyeden gelecek emirler. O hangi yöndeyse onu uyguluyorlar şu andaki hal bu. Şu anda KHK’lılar bekliyorlar. Şu anda önümüzde seçim var ama şunu da apaçık söylüyoruz; KHK meselesini çözen kazanır. Bunu da KHK’lılar her yerde söylüyor.

KHK’lılar yasalaşmıştır o yasaları bir yasa ile iptal edersin bu mesele biter. 12 Eylül’den sonra 1402’likler meselesi vardı. 8-9 yıl sonra bu insanlar işlerine döndü. 5 yıl oldu ve şu an hala hukuk geri gelmiş değil ama bir şekilde bir sonuca ulaşacak. Bu KHK’ları iptal edeceksiniz, insanları yargılayacaksanız 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu var. Ona göre yargılarsın. “Seni devlet memuru yapmıyorum.” Dersin. Memurlukta nedir? Kınama, uyarı, memuriyetten atma 657’ye göre var. Onu uygularsın ama nedir bu KHK? Tamamen tepeden inme, hukuksuz bir rejimi devam ettirme. Yapılması gereken budur. KHK’ların iptal edilmesi, hukuka dönülmesi tekrar 657’ye göre hepsinin baştan değerlendirilmesi. Çok net!

Gördüğüm kadarıyla CHP takipsizlik, beraat alanları iade edeceğim diyor ve şunu da artık baskılar üzerine söyledi. bu yargılamalar da hiçbir şekilde hukuka uygun değil ve onları da biz gözden geçireceğiz demeye başladı. Bir ülkede 1.5 milyon terörist olur mu? 1.5 milyon terör soruşturması var. Olacak şey değil! Siz herkese terörist dediğiniz bir ülke oluşturmuşsunuz ve yargılamalar o kadar hukuksuz bir şekilde ilerlemiş ki bir sürü insan cezaevinde. Ben de girdim cezaevlerine oradaki durumu gördüm. Bir sürü nitelikli insan cezaevlerinde boş yere tutuluyor, çok nitelikli beyinler boş yere tutuluyor. Türkiye kaybediyor, o insanlar aileler değil. Bu yanlıştan dönülmeli. Ben çok net söylüyorum. Sağa sola gitmek yok. KHK’ların iptal edilmesi lazım. KHK’lar yasalaşmıştır o yasayı, tüm usta siyasetçiler biliyor ve net olarak söylüyorum. Tek bir yasa ile KHK yasalarının hepsini iptal edersin biter bu iş ve Türkiye normalleşir, gelin bu meseleyi doğru dürüst bir şekilde oturup konuşalım dersin.

Yargının halini hepimiz çok iyi biliyoruz. Ben 3 gün önce Konya’daydım. Konya katliamı vardı. Konya’da 7 Kürt vatandaşımız öldürüldü. Orada savcının Adalet Bakanlığı’na gönderdiği belgeyi bulduk konuştuk. Savcı Bakanlığa soruyor: “Efendim 55 gündür belgeleri avukata vermiyoruz, verelim mi ne diyorsunuz?” diye soruyor. Zaten cinayet öncesi büyük bir vehamet olmuş ve bu cinayet işlenmiş, cinayet sonrası da yargı işin üstünü örtmeye çalışıyor ve yürütmeye soruyor. Böyle bir şey olabilir mi? Sen avukattan belge gizliyorsun ve soruyorsun sonunda da ‘Verebilirsin’ denmiş belgeler öyle elimize geçti. Yargının durumu bu. “Efendim tensip buyuruyor musunuz belgeleri açıklayalım mı?” diyen bir yargı var, böyle bir yargının yargılamanın A’dan Z’ye yanlıştır. İletişim, haberleşmeler. Diyelim ki Bylock içerik yok, herhangi bir suç unsuru yok oradan veriyor cezayı dünyanın neresindeki hukukta böyle bir şey var?

Bence bunu bütün hukukçular da görüyor. Şu KHK davalarının sonunda AİHM de tazminat cezaları olacak. Türkiye bundan sonrasında çok ağır tazminat cezaları ödeyecek çünkü böylesi bir hukuk olur mu? Gazeteye abone oldun, çocuğu okula gönderdin. 3 gün önce Antalya’da Demet Aksoy isimli bir kadın metametik öğretmeni özel ders vermiş, hesabında Bankasya’ya kazandığı parayı yatırmış sırf bundan dolayı 3 çocuk annesi içeri girdi, feryat ede ede girdi. Hesabına para yatırmış, başka yere de havale etmiyor. Kendi hesabına yatırmış, onu altına çevirmiş. Bu işlem var ortada, 3 çocuk annesi terör örgütüne yardımdan 3 gün önce cezaevine gitti. Bunları vicdan kabul etmiyor, hepsi de böyle oldu. Bütün burada olağanüstü halin yargısı hakimdi. Gerçek anlamda Anayasa ve hukuk hakim değildi. O yüzden çocuğunu okula gönderdin, bankaya para yatırdın, iletişim aygıtını kullandın; sen birilerini suçlu olarak görebilirsin, siyasi olarak bakışa bir şey demiyorum. Falanca grubu ben kendime hasım olarak gördüm dersin ona göre birtakım siyasi faaliyetlerde bulunursun ama hukuk bunu yapamaz. Hukuk: “Falancayı şöyle gördük.” diye hukuku eğip bükemez. Anayasa Mahkemesi’nden bunlar dönüyor. RT ettim, Anayasa Mahkemesi: “Bu ne saçmalık.” Dedi. Anayasa Mahkemesi olmasaydı Yargıtay son karar merci olsaydı ben cezaevinde olup programa gelemeyecektim. Türkiye’nin hali bu. Böyle binlerce insan var, Anayasa Mahkemesi’ne daha çoğu gidememiş. KHK’lı çok insanın durumu Anayasa Mahkemesi’ne daha varmış değil bakın. Yargıtay mesela benimle ilgili dava hızlandırıldı. Yargıtay’dan sonra Anayasa Mahkemesi belki ilk KHK’lı olupta karar verdi. Aşamalar bitmedi, AİHM’e giden tek tük davalar var. İlk başlarda direkt AHİM’e başvuranlardan var. Mesela benim durumumda siyasi olarak Yargıtay’da hızlandırıldı. Birileri dedi ki: “Şu dosyaya cezayı verin.” Dediği için benimkisi hızlandı Anayasa Mahkemesi kararı verdi. Enis Berberoğlu’nda da itiraz eden hakim oydu, bende de itiraz etmiş. Hukuk var demiş, siz ne yapıyorsunuz demiş. 16 sayfa bir hukuk manifestosu yazmış, tüm hukukçular çok beğendi onun itirazını ama kimse bakmadı. Bu iş böyle gidiyor, ben de kendi davamdan örnek vererek binlerce davayı anlatıyorum, KHK’lılar hep bu akıbete uğradılar, acımasızca cezalara çarptırıldılar.

Şu anda belki iktidar şunu düşünüyor: “Yarın öbür gün iktidar olmayacağım, hesabı başkası ödeyecek banane. Ben şimdi muhalif gördüğümü halledeyim.” Diye bu mantıkla devlet yönetiliyor ama çok ağır bir fatura geliyor.

Muzaffer Özcengiz tek kişilik hücresinde ölü bulundu. Din dersi öğretmeniydi, KHK’lıydı çok yakından dosyasını inceledim, doktor olarak, insan hakları savunucusu olarak o belgelere bakıp saçımı başımı yoldum neden? 256 CRP’si olan insanı hastaneden cezaevine geri göndermişler. Normalde böyle bir insanı ben doktor olarak yoğun bakıma yatırırım. Bırak normal servisi yoğun bakıma yatar bu hasta ama bu insanı cezaevine geri göndermişler bu da içeride çok zor durumdayken cezaevinde hücresinde ölmeden 4 gün önce bir mektup yazmış; “Ey insanlık ben ölüyorum. Beni bu halde cezaevine yolladılar.” Diyerek bir mektup yazmış ve 4 gün sonra da hayatını kaybetmiş. Tam bir cinayet.

Nacho Sanchez Amor ile geçtiğimiz gün görüştük.  Kendisi de benim durumumu da çok yakından takip etmiş, kendisi de bir raportör olarak Türkiye’den kardeş vekil statüsüne almış beni ve özellikle ihlalleri benden dinlemek istemiş. Cezaevindeki hasta mahpusların durumunu sordu. Mesela ben hasta mahpusları anlatırken daha oraya gelmeden, Mustafa Kabakçıoğlu’nun beyaz plastik sandalyedeki ölümünün fotoğrafını sordu. Onu anlattım, halen Adalet Bakanlığı müfettişler gönderdi hepsini sümenaltı etti, bu konuda hiçbir açıklama yapmadı ve takipsizlik verildi. Yargıda olayı kapatmaya çalışıyor. Halen itirazlar devam ediyor yargıya. Bu konu devam ediyor ama çok vahim hasta mahpus ölümleri oldu, bahsettiğim Muzaffer Özcengiz cinayet gibi ölümdü. 1 sene öncesinde Halime Gülsu yine ölümünden 4 gün önce yetkililere mektup yazdı. “Ölüyorum burada bana bakan yok, gereken yapılmıyor.” Diye. 1 yıl arayla iki kişi ölümünden 4 gün önce yetkililere mektup yazdı, ben bunu çok ilahi bir olay olarak görüyorum, insanlığa adeta bir mesaj bırakıp gitti bu insanlar. Biz ölüyoruz ne yapıyorsunuz ey insanlık?” dedi ve insanlık bu mahpuslara cevap veremedi. Bırakın yönetimi, ben insan olarak vicdanım sızlıyor, çok manidar ikisi de 1 yıl arayla nisan ayında mektup yazdılar ve mektuplarına cevap alamadan bu dünyadan ayrıldılar. Onun gibi çok kişi, Koçer Özdal yoğun bakımda kelepçeli halde hayatını kaybetti, Veysel Atasoy KHK’lı bir polis memuruydu 35 gün yoğun bakımda yatağa kelepçeli kaldı ve büyük ihmaller sonucu hayatını kaybetti. Böyle çok kişi oldu ve en sonunda Ayşe Özdoğan. Ayşe Özdoğan az evvel program öncesi kız kardeşi beni aradı Emine hanım cezaevinde: “Lu anda ziyarete gidiyorum dedi, son durumunu göreceğim gözlerimle.” 17 gün oldu, 17 gündür bu insan cezaevinde işkence çekiyor. Çok net söylüyorum. İşkence çekiyor neden? Çünkü kesinlikle cezaevine yatacak bir hasta değildi o. İnfaz erteleme alması gerekiyordu, ben bir doktor olarak Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi’nin raporunu inceledim. Nüks 4. Evre maksiller sinüs kanseri diyor. bu rapor Adli Tıp’a gidiyor, adli tıp bu rapora bakıyor ve Antalya Tıp Fakültesi’nden tekrar bir görüş alıyor ardından ret kararı veriyor. Hastayı da görmeden, onun o perişan halini görmeden ret kararı veriyor. Çok yanlış bir karar bir hekim olarak söyleyeyim bunu. Nüks yapmış bir 4. Evre maksiller sinüs kanseri, bu insanın sol üst dişleri alınmış, çekilmiş durumda. Çünkü maksiller sinüste elmacık kemiğinde kanser var. Sol elmacık kemiğinizde kanser olduğunuzu düşünün oradan içeri bütün iç organlarda büyük bir ameliyat, bütün buradaki gözyaşı bezleri, burundaki bezler, dişleriniz yok. Ağzınıza bir şey aldığınızda, yemekler sağ solda birikiyor, çeviremiyor çünkü. Ağzının içinde bir delik var, o delikten göz ve buruna yol var su içiyor, burnundan geliyor. Böyle bir hayat yaşıyorsunuz ve orada ilerliyor bu kanser. Ağzınızın içinde yemeği çeviremiyorsunuz ve yiyemiyorsunuz da zaten. Zayıflıyorsunuz, bakıma muhtaçsın, kardeşin gelmiş sana bakıyor o arada aile felaketi yaşıyorsun. Eşin cezaevinde 11 yıl ceza almış, annesi bütün bu dramlardan dolayı 4-5 yıldır bu kadının damadının çektiklerinden dolayı 2-3 hafta önce kanser oldu. Baba alzheimer hastası evi yönetecek durumu yok, Ayşe hanımın oğlu var kalbi delik hasta bir çocuk, tek çocuk o da annesiz, babasız kaldı. Tam zaten sosyal olarak aile dramı yaşanıyor, ayşe hanım zaten cezaevine girecek bir insan değildi, durdurulması gerekiyordu infazın bizim bütün ısrarlarımıza rağmen adli tıp zalimce bir kararla girebilir dedi ve girdi. Özel yurtta çalışmış. Ceza dosyasını inceleyen hukukçular zaten burada adil bir yargılama yok diyor. oraya girmiyorum bile. Ceza dosyasına girmiyorum ben sadece hasta mahpusluk açısından söylüyorum. Çok yoğun bir çağrı geldi. İktidarda insaf yok. İktidar sonuna kadar her türlü zalimlikle gitmeyi düşünüyor. Hasta kadını, cezaevine sokarak başın göğe mi erecek? Zaten cezaevinde duracak hali de yok, zaten böyle birçok mahpusu cezaevinden çıkarmadığın için onlar ya ölüm döşeğinde ya da tabutla cezaevinden çıktı. Şu anda 17. Günü oldu cezaevinde. Denizli Cezaevi’ndeydi, ben Denizli Başsavcısı’nı aradım. Ben dosyayı bildiğim için onlara da söyledim. “Sayın başsavcım bu insanın yeri burası değil, zaten cezaevine girmemeliydi, en azından Antalya’ya gönderin. Antalya Eğitim Araştırma’da takibi yapılması lazım. Ben yardımcı olayım size. İşi biliyorum, hekimim, insan hakları savunucusuyum.” Bana dedi ki: “Ben gerekeni yaparım, Denizli Üniversite Hastanesi’ne gönderirim, işimize karışmayın.” Sonunda dediğimize geldiler. “Efendim haklıymışsınız, Antalya’ya gönderelim.” Şu anda 17 gündür cezaevinde en az 19 kez kelepçeyle hastanelere gitti geldi ring araçlarında, hasta bir kadın. Dokunsan canı ağrıyan bir kadın, burnundan sular gelen, ağzında yemeği çeviremeyen, yemek yiyemeyen bir kadını siz 19 kez hastaneye taşıyıp getiriyorsunuz. Yatırmıyor da. En azından yatır. Hastanede kapısına jandarma koy yatır, bu eziyeti yapma. Ne yapıyorsunuz? O kadın içeride ne halde? Madden, manen ne halde bilemiyoruz. 3 kişilik bir koğuşta kalıyor şu anda. Şu ana kadar bildiğim kadarıyla banyosunu yapamamış, banyosunu başkası yaptırıyordu. Çok zor koşullarda, evde kız kardeşi tarafından bakımı yapılan bir insan. Şu an infaz erteleme için tekrar başvuru yapıldı, bunun işlemleri sürüyor hala karar verilmedi. Çok zor değil bu işler. 3-5 günde bitebilir. Geçen sene Covid başladığında ben mahpusların gündeme getirmiştim ve Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde yatan bir hastayı gündem etmiştim hatta Bakanlık mahpusların Covid nedeniyle hastaneye yatışını gizlemeye çalışıyordu, hakkımda iki tane fezleke geldi. Adam hastaneye yattı, bunu duyurdum diye fezleke geldi. Ne oldu sonrasında? Adam hastanede öldü ama bana fezleke gelmişti, böyle komediler yaşanıyor. Bu kişinin durumunu örtbas etmek için bakanlık hemen alelacele 2-3 günde infaz erteleme verdi. Adam daha yoğun bakımda yatıyor, kendi müracaat da etmemiş alel acele infaz erteleme verdiler, adam ölmeden infaz erteleme aldı ve cezaevindeki ölümler listesine girmedi yeter ki oradan çıksın dediler ve çıkardılar. Biz de tüm belgeleri var, raporlarına baktım, ölmeden önce infaz erteleme vermişler. Ayşe hanım 17 gün olmuş hala vermiyorsunuz, devlet için 2-3 günlük bir iştir bu. Bekir Güven diye bir hasta vardı, bu kişi Cumhurbaşkanı hakaret, örgüt propagandası diye paylaşım yapmış. Huntington hastası biri %98 engelli, bu kişi de cezaevine girdi durumunu takip ettim, eşi ile görüştüm 1 hafta içinde infaz erteleme alıp tahliye edildi. Ayşe hanım içinde bu yapılabilir, niye bu kadar yokuşa sürüyorsunuz? Neden bu zulüm? Tüm hasta mahpuslar eziyet çekmesin. Ceza  dosyaları ile ilgili konuşmuyorum, sağ, sol, Türk, Kürt o konu başka bir konu. Ceza dosyasını adil veya adil olmayan yargılama yapılmış konusu ayrıdır. Biz insanız sonuçta sağlıkla ilgili bir şey konuşuyoruz. Bekir Güven 1 haftada infaz erteleme alabiliyorsa Ayşe Özdoğan niye 17 gündür alamıyor. Zor bir şey mi? Zaten alması gerekiyordu boş yere içeri girdi. 1600 civarında ağır hasta mahpus var cezaevlerinde. 84 yaşlarında Kürt meselesinden içeri girmiş bir mahpus. Resmen “Biz seni içeri attık ve çıkarmayız.” Deniliyor. Adamcağız adil olmayan yargılamayla yatırılmış, afaki iddialar ile yatırılmış, birtakım ithamlar hiçbiri ispatlanmamış, ceza dosyasının durumu ayrı onu konuşmuyorum, zaten adaletsiz bir şekilde yıllardır yatıyor. 83-84 yaşında perişan durumda, ailesi kaç kez bana ulaştı, kaç kez söyledik. Koltuk değnekleriyle götürülüyor Mehmet Emin Özkan hala cezaevinde. Diyarbakır Cezaevi’ne gittik. Biz Meclis Cezaevi heyeti olarak bir koğuşa girdik, koğuşta bir Kürt mahpus yatıyor 70 yaşlarında ihtiyar bir adam. Yaşıyor mu ölü mü anlamıyorsun. Doktor olarak baktım dedim ki bu adam burada ne arıyor? Adam ya öldü ya ölecek! Bunun işlemleri yapılmadı mı müdür bey bu adam niye yatıyor? “Biz bildirdik Bakanlığa.” Biz o gün orayı ziyaret ettik diye 1 hafta sonra o adam tahliye edilebildi. İktidar partisi vekillerinin de kanı dondu. Onlar da diyecek bir şey bulamıyor. Bir başka KHK’lı bir öğretmen vardı, bir başka koğuşa girdik. Arkadaşları diyor ki: “Biz üst kattan aşağı tuvalete sırtımıza alıp getiriyoruz, bacakları felç olmuş.” Adı Veyseldi, Veysel’i aylarca tuttular. “Biz sandalyenin ortasını deldik, lazımlık yaptık ona. Büyük abdestini yapıyor, sonra ardından biz temizliyoruz.” Onların insafına kalmış o çocukcağız. Bütün herkes, AKP’li, MHP’li vekillerin çıtı çıkmadı. Ey zalimler biz size mecliste bunları anlatıyoruz, bana inanmıyorsunuz, terörist diyorsunuz kendi gözünüzle gördünüz Veysel’i, o yaşlı Kürt mahpusu kendi gözlerinle gördün. Niye hala insafa gelmiyorsun? Yusuf Akbaba Denizli Cezaevi’nde şu anda bir sürü hastalığı olan birisi halen o da cezaevinde yatmaya devam ediyor. Hasta mahpusların durumu çok kötü, adam 80-90 yaşına ulaşmış ama öyle bir katı devlet anlayışı ile “Devlettir kardeşim, yatacaksın.” Ben savcıyı aradım, orada devletle tanışıyorsunuz. Savcıyı aradım bana savcı bey diyor ki Denizli Başsavcısı: “Devletimin adil kararı sonucu cezaevine konulmuştur efendim, diyecek bir şey yok, tamamdır.” Dedim ki: “Sayın savcım o adil kararı bir doktor, bir insan hakları savunucusu olarak ne olduğunu iyi biliyorum. Antalya Cezaevi’ne gönderilmesi lazım en azından orada takibi yapılsın.” Sonunda dediğime geldi şu anda Antalya’da işkence çekiyor kadın.

Günün sonunda “Bugün 70-80 sene verdim.” Diyen hakimleri de biliyoruz. Bugünün hasılatı bu diyen. Vicdan olmazsa siz bir yere tayin edilirim kriterine bakarsanız basarsınız cezaları. Hasta mahpusu anlatırsınız kimsenin umrunda olmaz. Diyoruz ki: “Burada büyük yanlışlık var, kimsenin umrunda değil.” Bütün dosyalar sümenaltı edilmiş durumda. İsimlerini unutamıyorum, kaç tane hasta mahpus takip etmişim, gidip anlatıyoruz Adalet Bakanlığı yetkililerine. Ahmet Dizlek var. İsyan edersiniz. Ekim 2019’da Kandıra Cezaevi’nde yatan bir hasta. Ekim 2019 belgesini size getireyim. Metastatik mide kanseri diyor. Sağa sola yayılmış mide kanseri var bu kişide diyor. Kandıra’dan Kocaeli Tıp Fakültesi’ne gidip geliyor, pandemi, onkoloji, cerrahiye gidiyor. Bir doktor olarak tüm belgeleri inceledim. 2 senedir adam ne kemoterapi ne de cerrahi bir ameliyat olabilmiş. Sonunda bize ulaştılar. 2 sene geçmiş bu insanın kanser tüm vücuduna yayılmış, ne bir onkolojik işlem ne de cerrahi. Cerrahi oraya yollamış, ona geç gitmiş, cezaevi geç göndermiş, tıp fakültesi çağırmamış. Adamın ideolojisi ile ilgili değilim. Şu ana kadar anlattığım hasta mahpusların her birinin suç grubu farklı. A’dan Z’ye her farklı. Ben onlarla alakalı değilim ben hasta mahpus diyorum. İsyan edersiniz, Ahmet Dizlek sonunda cezaevini kendi imkanlarımal aradım, hastaneyi aradım iteleye kakalaya ameliyata sevk ettirebildik, bu insan iki sene önce ameliyat edilmeliydi. İki senedir sağa sola gitmiş, bugün git yarın iş komediye dönmüş ama trajikomedi.

Toplumumuzda hak arama bilincinin çok zayıf olduğunu görüyoruz. Adam haksızlığa uğruyor kendisi için hak arayamıyor. Toplumumuzda çok müthiş bir insan hakları ve demokrasi ihtiyacı var. Gerçekten kırk fırın değil, kırk bin fırın ekmek yememiz lazım bu noktada. Herkes için özeleştiri yapıyorum. Bizim bu eksikliği gidermeden, bu siyasi itiş kakışlarla elde edebileceğimiz hiçbir şey yok. Ortada bir insan hakları ve demokrasi anlayışı eksikliği var, bunu giderelim ey toplum, vicdan eksikliği var bunu giderelim, vicdan eksenli bir bakışla konulara yaklaşalım o zaman sorunlar çözülecek yoksa Türkiye’nin çöpleşmiş siyasi ortamında bir çözüm bulamayacağız.

Nisan 2020’de çıkan yasada biz zaten bunu hissetmiştik. Bir ayrımcı yasa çıkıyordu, Alaattin Çakıcı gibiler dışarı çıksın, siyasi mahpuslar içeride kalsın yasasıydı bu. Öyle oldu ve gözlem kurullarında da bir değişiklik yapıldı. Bu değişiklik biz iyi bir gelişme beklerken durumu daha da kötüleştirdi çünkü insanların denetimli serbestliğini ve koşullu salıverilmesini de vermemeye başladı. 29 Aralık 2020 tarihli yönetmelikle koşullu salıverilmelerle ilgili de engeller getirildi daha da ağırlaştırıldı ve bu da engellendi. Şu anda denetimli serbestlik ile ilgili hususlarda çok keyfi kararlar veriliyor. “Sen bağımsız koğuşa geçmişsin ama senin kafanın yine terör örgütü üyeliğinde olduğunu düşünüyorum.” Kanaata göre karar veriyor. Böylesine güçlü bir hale getirildi, gözlem kurulları, bu kadar haksız karar verebilecek bir duruma getirildi. Bir mahpusun dosyasını inceledim, gözlem kurulu ayın 12’sinde karar veriyor. “Tamam denetimli serbestlik alabilir.” Kandıra Cezaevi’nde oluyor. Aynı kurul 3 gün sonra tekrar toplanıyor, “Hayır denetimli serbestlik alamaz.” Karar böyle çıkıyor. Niye toplanıyorsun ve aynı kişiler aynı dosya niye aksi karar veriyor? Belli değil çünkü ortada devlet yok. Hukuk devletini boşver. 15’inde karar çıkıyor daha sonra infaz hakimliğine itiraz ediyorlar, infaz hakimliği çok güzel karar veriyor. “Bunun denetimli serbestliği alması lazım.” Savcı tekrar itiraz ediyor. Gözlem kurulundaki 2. kararı aldıran savcı tekrar itiraz ediyor, Ağır Ceza Mahkemesi herhangi bir gerekçe sunmadan “Evet savcının itirazı haklıdır.” Diyor, ite kalka cezaevinde tutmaya çalışıyorlar. Biz bunu tüm belgeleri ile Meclis’te açıklıyoruz basın toplantılarımızda. O kadar net ki ; infaz hakiminin doğru kararı o kadar net ve bu insan tekrar cezaevinde tutuluyor ve 6 ayda bir değerlendiriliyor. Bir disiplin suçu olmadığı halde kanaate göre Cezaevi Gözlem Kurulları: “Ben seni tutuyorum içeride.” Diyor ve tutuyor. “Koşullu salıverilmeni vermiyorum, yaktım infazını.” Diyor ve böyle devam ediyor. Yönetmelikle Anayasa’yı çiğniyorlar. İnsanların en temel hakları çiğnenmiş oluyor. Gözlem kurulu mahkeme haline gelmiş. Mahkeme demiş ki: “Şu tarihte denetimli serbestliğe ayrılabilir.” Gözlem kuruluna o kadar yetki verilmiş ki ikinci bir mahkeme haline gelmiş. Cezaevlerinde tabloyu vereyim. Türkiye cezaevleri 250 bin kapasiteli ama 300 bin insan var ve 70 bine yakın çıktığı halde. Şu andaki son durum bu ve ben Kocaeli Milletvekiliyim, Kandıra Cezaevi’nde siyasiyi de örnek vermeyeyim, adliden örnek veriyorum 10 kişilik koğuşta geçen gün gazeteci arkadaş çıktı. Kocaeli’nde gazetecilik yaptı diye içeri girmişti 10 kişilik koğuşta 34 kişi kalıyor. Hal bu! Siz hala insanları denetimli serbestliğini, koşullu salıverilmesini vermeden cezaevinde tutmaya çalışıyorsunuz, niye tutuyorsunuz cezaevi dolmuş durumda. Hedefleri 2024 yılında 500 bin kapasiteli cezaevleri oluşturmak. Ülkenin hali bu. İktidar eğer ki Allah korusun 2023’te de başta kalırsa ülke kocaman bir cezaevine dönecek. 500 bin kişilik cezaevleri olacak. Biz onlara diyoruz ki; adalete, hukuka dönün. Cezaevleri o zaman boşalır. “Öyle mi? Cezaevindeki doluluktan mı şikayet ediyorsun yeni cezaevi yaparız.” Adalet dönmek gibi niyetleri yok. Cezaevinde ben kaldım. O kadar ihlaller var ki; kapalı görüş azaltılıyor niye? Cezaevindeki benim muhalifimdir, onun özgürlüğünü kısıtladım hakkını da kısıtlayım. Ayda 3 kez kapalı görüş, 2’ye, pandemi de 1’e indirildi. Açık görüş 1.5 yıldır yok. 1.5 yıldır açık görüş yok bu var ya mahpus olsanız o kadar korkunç bir şey ki. Kapalı görüşte bir cam arkasından yakınınız ile görüşürsünüz, telefon ile karşıdaki ile görüşürsünüz, temas olmaz ve iki kişiden fazla olmayacak dendi. Aileler zaten 3-4 çocuğu ile geliyor. Ne olacak orada yer var. Cezaevine 3-4 kişi gelmiş. Zaten karşı tarafa temas yok. Orada 4 kişi dursun “Hayır 2 kişi.” “4 çocuğum var, eşim geliyor. Kapalı görüşte eşim ve bir çocuk alınıyor. Diğer 3 çocukla geliyor, onlar da küçük arabaya alıp getiriyor. 3 çocuk misafir salonunda ağlıyorlar. Biz burada eşim ve bir çocuğumla görüşebiliyoruz diğerleri de içeride ağlıyor. Kural iki kişi.” Bu nasıl saçma kurallar? Zaten kapalı görüş 3’ten 2’ye düşürmüşsün, açık görüş 1.5 yıldır vermiyorsun. Dışarıda biz normalleştik, cezaevleri o kadar ağır bir Covid tedbirleri altında ki aşıları da yapılmış, infaz koruma memurlarının, mahpusların tüm Biontech aşıları yapılmış neyin stresi bu? Açık görüşte yapılabilir. Bazı bebekler var, babası cezaevine girdikten sonra doğmuş, daha hayatında babasının eline dokunmamış. Çocuk babasını ancak ara sıra gittiği kapalı görüşte camın arkasından görüyor. Çocuğun eline babasının fotoğrafını veriyorlar “Bak bu baban.” Çocuğun eli daha babasına değmemiş. Nasıl böyle işler yapıyorsunuz? Düşman ceza hukuku uyguluyorsunuz. Devlet yasasını uygulamıyor. Ben cezaevindeyken Haziran ayında Meclis TV’den izledim. Bir yasa çıktı kapalı görüşlerdeki ziyaret süresi 1.5 saate çıktı. Bir dahaki görüşte bizimkilerle 1.5 saat görüşeceğim dedim. “Resmi yazı gelmedi, 45-50 dk görüşeceksin.” Denildi. Haziran’da çıktı, Ekim’deyiz hala o yasa uygulanmıyor. Ben tek başıma kaldım, bol kitap okumak için.

Karar TV yok cezaevinde. Halk TV’de yok. En muhalif Fox tv var kanal olarak. Karar Gazetesi geliyordu. Karar cezaevlerinde çok okunan bir gazete, her kesimden insan Karar alıyor. Ben de Karar abonesiydim. Birçok gazete giremiyor, engelleniyor. Gazeteler, TV kanalları engellenir. Mektuplarınız engellenir. Bana birçok mektup gelmedi, gönderdiğim birçok mektup gitmedi, çok mektup geldi, çok kitap okudum, şiir yazdım, makale yazdım. 13 tane şiir yazmış, 20-25 makale yazdım. Orada siz bunlarla uğraşmazsanız, okumazsanız vakit geçmez ve bütün bu ihlaller, haksızlıklar. Bana bir sevenim deniz kabuğu göndermiş, mektuba da yazmış “Deniz kabuğunu kulağına götür, deniz dalgalarının sesini dinlersin, öyle bir özelliği vardır.” Demiş. Baktım zarfın içinden çıkmadı, zararlı ve tehlikeli madde statüsünden deniz kabuğunu bana vermemiş. Birisi kitap ayracı göndermiş mevzuata aykırı diye kitap ayracı alınmamış. Leyla Güven elbisede sarı, kırmızı, yeşil renk var diye elbise içeri giremedi. Leyla hanımın durumunu yakından takip ediyoruz, Kürtçe şarkı söylemiş halay çekerken, ‘Anlaşılmayan bir dilde şarkı söyledi’ belgede bu yazıyor. TRT Kürdi’ye baksa oradan bulabilirlerdi. Anlaşılmayan bir dilde halay çekti diyen bir devlet Kürt meselesini çözebilir mi? Aysel Tuğluk hasta bir mahpus, adli tıp kurumundan Ayşe Özdoğan gibi infaz erteleme alamadı ama ben onun tıbbi durumunu iyi biliyorum, sırf birtakım siyasi hasımlıklardan işler yokuşa sürülüyor. Böyle bir devlet olabilir mi? Sen 5 ay yasanı uygulamıyorsun, 5 aydır 1.5 saat kapalı görüş süresi uygulanmıyor olacak iş değil. Bunu götürüyorsunuz çeşitli makamlara kimsenin umrunda değil. Kendi yasasını uygulamayan bir devletle karşı karşıyayız. Her türlü hakkı, hukuku çiğnemekle meşguller.  

Yorumlar