20 Şubat 2024

ÖFG TV’den herkese merhaba her hafta Salı günü saat 21.00’da haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile sizlere sunduğumuz programımıza yine başlıyoruz.

Değerli izleyenler biz her hafta önemli insan hakları konuları ve konuklarını alıyoruz ancak bu hafta hedefe konulan insan hakları savunucularını konuk olarak alacağız çünkü son zamanlarda insan hakları savunucuları çok yoğun bir şekilde hedefe konulmuş büyük bir saldırı altında.

Aslında bu toplumun insan hakları bilincine çok büyük bir ihtiyacı var. Gittikçe kötüye giden siyasal ve sosyolojik durumumuz bir şekilde toparlanmalı, bu toplum iyiye gitmeli, kötüye gidiş bir şekilde durmalı ve en başta insan hakları alanında bir bilinç oluşmalı, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, vicdani kriterlerin öne geçmesi ve suçlu suçsuz ayırt etmeden insana saygı duyan haklarına saygı duyan bir anlayışın ön plana geçmesi gerekiyor.

İnsan hakları savunucuları her zaman zor bir işi yapmışlardır. Çatışmalarda objektif bir yerde durmuşlardır, yerine göre arada kalmışlardır, yerine hiç kimse onları beğenmemiştir, taraflar onları beğenmemiştir, eleştirmiştir, suçlamıştır fakat en sonunda hep haklı çıkmışlardır çünkü belli bir kriter ve objektiflik altında önemli bir gayret sarf ederler ve insana haklarına bakarlar.

Mağdurun mazlumun kimliğine bakmadan bir mücadele yürütmek kolay bir iş değil. Hemen çeşitli şekillerde yaftalanırsınız, damgalar vurulur ve dışlanmaya çalışılırsınız. Kimi zaman savunmaya çalıştığınız çevreler kesimler bile sizi anlamaz ve onlar da bu dışlama konvoyuna katılabilir fakat her şeye rağmen biz elimizden geleni yapmak zorundayız.

Yerine göre insan hakları savunucularını eleştirenler de zor duruma düşerler, insan hakları savunucuları öncesindeki eleştirilere bakmadan yanlışlara bakmadan doğruyu söylemeye çalışır. Son derece erdemli fakat zor kolay olmayan çok vicdani bir iştir insan hakları savunuculuğu. Bunun hakkını vermek gerekir.

Ülkemizde önemli insan hakları savunucuları var ve onlar bizim bugün konuğumuz. Bir siyasetçi arkadaşım CHP Diyarbakır Milletvekili Sn. Sezgin Tanrıkulu ve Prof Dr. Şebnem Korur Fincancı bugün konuğum olacak çünkü kendileri yıllardır insan hakları alanında beraber çalıştığımız yılmaz bir mücadele veren arkadaşlarımız, çok nitelikli işlere imza attılar, çok önemli işlere imza attılar. Yerine göre tebrik yerine göre çok dua aldılar. Her kesimden takdir kazandılar fakat insan ve haklarını sevmeyenler tarafından da son zamanlarda çok önemli bir şekilde hedefe konularak itibarsızlaştırılmaya çalışıldılar. Aynı şey benim için de geçerli. Ben de yıllardır insan hakları alanında çalışıyorum ve siyaset alanında da insan hakları eksenli bir siyaset yürütüyorum. Biz de insanların kimliğine bakmadan, uğradıkları ihlalleri eleştiriyoruz, kınıyoruz ve olmaması gerektiğini söylüyoruz. İnsanlar önceden ne yapmışlar nasıl bir suç işlemişler? Sonradan ne yapacaklar? Bir suç işleyip işlemeyecekler mi diye bakmadan o andaki uğranılan ihlale odaklanıyoruz adil bir yargılama var mı yok mu ve aynı zamanda eğer ki insan hakları açısından zor durumdaysa cezaevlerinde hatta geri gönderme merkezleri veya hayatın farklı alanlarında ihlallere uğruyorsa kişinin kimliğine etnisitesine dinine mezhebine siyasi görüşüne bakmadan uğradığı ihlale odaklanıyoruz. Bir insan hakları savunucusu ve doktor olarak bunu hayatımın her alanında yapmaya çalıştım. İşte bunu yapmaya çalışan son derece değerli arkadaşlarımız bugün konuğumuz. Sn. Sezgin Tanrıkulu, Sn. Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hoş geldiniz.

Şebnem Korur Fincancı: Birlikte mücadele ediyoruz yıllardır, tüm baskıları saldırıları da birlikte göğüsledik hep.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: İki değerli konuğum da insan hakları savunuculuğu ve kurumsal olarakta birçok kurumsal çalışmada yer aldılar, görev aldılar. Aynı zamanda o kurumlardan ayrılsalar da insan hakları savunuculuğu bitmedi. Hepimiz için öyle. İnsan hakları savunuculuğundan emekli olunmuyor, farklı kurumlara siyaset alanına ve diğer yerlere geçsekte insan hakları savunuculuğunu bırakmıyoruz, bırakamayız çünkü çok değerli. İlk olarak Sn. hocam Şebnem Korur Fincancı’ya dönmek isterim. Kendisi hem bir insan hakları savunucusu hem de bir hekim, adli tıp uzmanı. Kendisi son zamanlarda verdiği raporlar veyahut da insan hakları alanında yaptığı girişimler nedeniyle yoğun bir şekilde suçlandı, itham edildi, farklı çevreler tarafından yerine göre itham edildi. Her birisinde belki itham edildiği her konuda farklı bir kesimin uğradığı ihlali vurguluyordu. İnsanlar damgalamaktan usanmadılar, Şebnem Hocam da insan hakları savunuculuğu yapmaktan usanmadı. Bu mücadele devam ediyor. Hocam siz aynı zamanda bir hekimsiniz ve insan hakları savunucusunuz ve hekimler verdikleri raporda adil objektif olmak zorundadır. İster pratisyen hekim ister uzman hekim ister adli tıp uzmanı olsun. Siz verdiğiniz bir rapor dolayısıyla son zamanlarda yoğun bir şekilde hedefe konuldunuz. Ne diyorsunuz bu konuda size söz hakkı da verilmedi, sosyal medyada troller çok yoğun bir linç kampanyasına uğradınız, sözü size bırakalım. İnsan hakları alanındaki kavramları öne çıkartarak bu konuda bir açıklama yapın buyurun.

Şebnem Korur Fincancı : İnsan hakları mücadelesi bir duruş aslında. Ben şanslılardan biriyim insan hakları mücadelesi yürütürken aynı zamanda mesleki donanımımdan da çok yarar gördüm. Bir hekim olarak zaten insan haklarını korumaktan vazgeçmemiz aslında insan hakları savunucusu olmamız beklenir çünkü zarar gören herkes neden zarar gördüğünden bağımsız olarak sağlık hakkına, sağlıklı yaşam hakkına sahip ve dolayısıyla biz onların sağlıklı yaşam hakkını korumak üzere söz vermiş bir meslek grubuyuz. Tabii ki benim çalışma alanım itibariyle biz de zarar veren etken aynı zamanda bir başka insan oluyor. O nedenle zorlukları vardır adli tıp uzmanlığının kendi başına ama tam da burada insan hakları mücadelesinin içinde olmak bizi besleyen bizim işimizi nasıl yapacağımızı nesnel bilimsel nitelik ile değerlendirmelerimizi olanaklı kılan ve güçlendiren bir boyuta taşıyor. Burada birtakım saldırılar hep olur. Son zamanlarda olan da yeni bir durum değil. 25 yıldır Ceyhan Mumcu da sahte rapor yazdığımı iddia edip durur. Oysa defalarca soruşturma geçirmiş, bu konuda bu soruşturmalardan da her seferinde aklanmış raporlarımız bizim ama olsun çamur at izi kalsın bir tutum olarak zaten bu topraklarda adı üstünde bizim bir değişimiz çamur atılıyor ve izi kalıyor duygusu yaşamış tarihler boyunca bu dili kullanan insanlar. Dolayısıyla her seferinde aynı girişimleri yaparlar ve değersizleştirmek için de bir çaba içine girerler. Neden değersizleştirirler bizi? İnsan hakları mücadelesini değersizleştirirler ve böylece hak ihlaline uğrayanların da yüzsüz kalmasını, savunmadan uzak durulmasını ve tabii ki onları savunacak insan hakları savunucularının da gittikçe böyle bir tutum almaktan kaçınmasını sağlamayı hedeflerler ama bu başarılabilir mi? Hayır başarılamaz elbette. Şaibeli veya sahte rapor diyenler kimler? Gazeteciler, birtakım hukukçular, bunların arasında hekim var mı? Tıbbi bir değerlendirme tartışılıyor ama tıbbi değerlendirmeyi tartışan hekim yok! Kaldı ki bir hekimin de tek başına tartışması çok olanaklı değil çünkü bu ciddi anlamda uzmanlık gerektiren bir alan. Bunun üzerine bundan 25 yıl önce hazırladığımız bir kılavuz var dünyanın kabul ettiği, BM’nin devletlerin kullanımına sunduğu ve kullanımını teşvik ettiği. Bu emek üzerine geçtiğimiz 2022 yılında da güncelledik biz bu kılavuzu. Yeni bilimsel çalışmalar ışığında yeni tetkikler üzerinden de. Bütün bunların olduğu bir ortamda bunlara vakıf olmayan insanlar tarafından şaibeli ya da sahte rapor denilmesi sadece gülünç olabilecek bir durum ama gülünç de değil bir yandan çok üzücü neden? Çünkü bu aynı zamanda bu tür zararlara uğrayan insanların başvuru yapması, belgelenmesi için çaba sarf etmesini engelleyen bir tutum. Geride tutan bir tutum hem de hekimlerin bu konuda bildikleri konularda değerlendirme yapması, bilmediklerinde de görüş sunmak üzere uzmanlara yönlendirmesini yine ne yazık ki tıkayacak bir sürece dönüşüyor. Aslında bu tür konuların tartışılmasında tartışacak olanlar nesnel bilimsel kriterleri içselleştirilmiş etik ilkelere uygun bu alanın uzmanları olmalı. Gazetecilerin hukukçuların tartışabileceği bir konu değil bu. Bilimsel görüş tartışılır, bilimsel görüş bilimsel ortamda bilimsel kimliğe sahip olanlar ile tartışılır ama bizi korkutmayı sindirmeyi hedefliyorlar. Tabii ki biz insan hakları mücadelesi yürütenler korkup sinmeyiz ve çalışmalarımıza devam ederiz ama pek çok meslektaşımızı bu anlamda kaygılandırabilecek bir linç girişimi bu, anlamadıklarında fakat şunu da gördük; 2 gün önce Halkevleri 92. Kuruluş Yıldönümünde dayanışma ödülü verdiler sağ olsunlar bu linç girişiminin sonrasında bir yanıt olarak duruşun da bu olduğunu hissettik hep beraber.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Tebrik ederim hocam. Aynı zamanda bir hekim olarak ben de şunu söylemek isterim; normalde insanlar diyelim ki acilde adli tıp uzmanını bırakın pratisyen hekime de gittiği zaman adil bir rapor çıkmasını ister. Kendileri hakkında adil bir rapor çıkmasını ister. Polisten dayak yemiştir, “Bana doğru bir rapor ver.” Der. Bu çok normal bir durumdur fakat birtakım siyasi tartışmaların olduğu vakalarda yine bir hekim olarak siz gerekeni yapmaya çalıştığınız anda bu sefer garip karşılanıyor. Ben 85 milyona sormak isterim; hastaneye gittiğiniz zaman adil bir muameleye uğramak istemiyor musunuz? Eşit bir muameleye uğramak istemiyor musunuz? Doktorun muayenesi ve raporunun adil ve doğru olmasını istemiyor musunuz? Bir tek kişi bile istisna olmaksızın herkes “Evet öyle” der. Peki o zaman siyasi tartışmalı konularda yargısal konularda verilen bu raporları niye garipsiyorsunuz? Hoşunuza gitmeyen bir kişi hakkında verilen doğru bir karar niye sizi rahatsız ediyor? Bunu sormak lazım! O zaman adli tıp uzmanlığına gerek kalmazdı bunu hatırlatmak gerekiyor.

Şebnem Korur Fincancı : Bir belgeleme, işkence ile ilgili bir belgeleme suç soruşturmasını engelleyen bir durum değil ki. Hangi suçtan yargılanıyor olursa olsun insanlar bu başka bir suçun konusu. İşkence uygulayanların da yargılanması gerektiğini gösteren bir suç duyurusu niteliğindedir aslında ama diğer suç ile ilgili iddia edilen bir suç ile ilgili soruşturma kovuşturma süreçleri ayrıca yürütülür bunu engelleyecek değil elbette. Bir de şu önemli; 1. İşkence görenleri öyle hemen kolayca işkence gördüklerini söyleyemeyebilirler. Bazen yıllar sonra ancak kendilerini güçlü hissedip bir hekim ile paylaşabilirler. O yüzden biz de bütün araştırmalarımızı bu yönde yaptık ve zamandan bağımsız olarak yıllar sonra bile tanı koyabileceğimiz yöntemler bulmaya giriştik ki bizim 30 yıl sonra tanık koyabildiğimiz olgularımız var örneğin. Çok çarpıcı bir olgudur. Maalesef cinsel organına elektrik verilmiş bir olguda oradaki boya maddesinin cildi boyayan maddenin renk kaybına bağlı olarak boyar madde kaybı ile seyreden bir sağlık sorunu ortaya çıkmıştır. Madde kayıplarına bağlı olanlar tam da travma ile ilişkilidir biz bunu 32 yıl sonra gösterebildik olguda ve cinsel organına elektrik verildiği ile ilgili uyumlu olduğu raporu düzenledik. Dolayısıyla kafalar karışık 6 yıl sonra işkence görenin durumu ile ilgili olabilir ama 6 yıl sonra pek çok bulgu olabilir olmayadabilir.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Pratiğini biliyoruz, işkence gören insanın ona işkence yapanın yanında olduğu bir şekilde doktora muayene edildiği ve doktorun doğru bir rapor vermediği veremediği durumlar Türkiye’de çok sıklıkla rastlanıyor veyahut da o sırada işkence gördüm deme cesareti olamayan veyahut da doğru rapor cesareti olamayan doktorların adli tıp uzmanlığı 30 yıl sonra işkenceyi ortaya çıkartabiliyor. O yüzden özellikle korunması ve saygı duyulması gereken bir bilim dalı aslında adli tıp alanı, bir hekim olarak ben bunu çok iyi biliyorum. Hekim olmayanlar çok iyi bilmeyebilir fakat bir saygı duyulması gerekir, bilime saygı duyulması gerekir bilim insanları Hipokrat yemini etmiştir ve tarafsız durmak zorundadır ve raporlarındaki doğruluk ile ilgili vicdani bir kanaat onlar için son derece önemlidir, vicdanlarını sızlatan bir rapor vermemelidirler, verdikleri zaman da vicdanları sızlar iyi hekimlerin. Sevgili Sezgin Tanrıkulu yılların hukukçusu birçok kurumunda yer almış, büyük hukuk mücadeleleri yürütmüş insan hakları alanında çok önemli mücadeleler yürütmüş ve şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde mesai arkadaşımız farklı partiden de olsa insan hakları savunucuları mesai arkadaşı her zaman çünkü insan hakları ihlallerinde çoğunlukla aynı konuları işliyor, aynı meseleler üzerinde önemli şeyler söylüyorlar. Siz ne dersiniz? Şu anda size de yönelik son zamanlarda, aslında her zaman hepimize yönelik linç girişimleri devam ediyor. Burada sevgili Sezgin Hocam insan hakları kavramı konusunda ne dersiniz? İnsan hakları kavramı yeterince anlaşıldı mı bu toplumda? İnsan hakları kavramı anlaşılsaydı bize yönelik bu itirazlar yapılır mıydı? Ne dersiniz?

Sezgin Tanrıkulu: İnsan hakları mücadelesinde veya savunuculuğu yaşam biçimi. Ben 80’li 90’lı yılları ve şimdileri karşılaştırma imkanına sahibim. Böyle bir dönem olmadı. En karanlık dönemlerden daha karanlık bir dönemdeyiz maalesef. 12 Eylül darbesini canlı yaşamış yakınları gözaltına alınmış birisiyim aynı zamanda o zamanlar 17 yaşındaydım. Genç bir üniversite öğrencisiydim başlamıştım. Diyarbakır Cezaevi’ni çok iyi biliyorum, işkencelerin ne anlama geldiğini 1. Derece yakınlarımdan biliyorum ama böyle bir yaygın sistematik bir politika olarak bir dönem olmadı. 12 Eylül’de bir askeri faşist darbe oldu ama bu dönem geçicidir. 2-3 yılda bitecek. Nitekim 2-3 yılda darbeciler bir Meclis kurdular ve geriye çekilme durumları oldu ve 87’den sonra tamamen ortadan kalktılar ama bu rejimin niteliği değişti. Otoriter bir rejimden daha öteye otokrasiye doğru giden bir rejim var. İnsan hakları savunucularına ve kurumlarına sistematik baskı var geçmişten daha farklı olarak. 80’li 90’lı yıllarda baskı vardı ama bir kimliğe ve bir gölgeye yönelik ağır insan hakları ihlalleri vardı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başardığı ise Türkiye’de insan hakları ihlalleri bakımından tam bir eşitlik sağlandı. Coğrafi eşitlik de sağladılar. Renk, dil, din, cinsiyet, kimlik, inanç fark etmeden herkese eşit bir biçimde aynı zulmü uyguluyorlar ve Türkiye’nin tüm coğrafyasında bunu yapıyorlar. Ben insan hakları ihlalleri bakımından 80’li 90’lı yılları karşılaştırırken 6 kriter ortaya koyuyordum genellikle. İnsan haklarının korunmasında insan hakları kavramının yaygınlaştırılmasında etkili olan 6 kurum, kavram var. Bunlardan birincisi içinde bulunduğumuz TBMM. Bu kurumun insan haklarını koruması lazım ve insan hakları bilincinin yaygınlaştırılması lazım. Oysa kurumun kendisi ağır insan hakları ihlallerini işliyor. 90’lı yıllar ile bu yılları karşılaştırın o zaman da insan hakları komisyonu başkanvekili Sema Pişkinsüt’tü karakollardan işkence aleti topluyordu. Ben Başkanvekiliyim izin almadan cezaevine gidemiyorum. Hatta izin vermiyorlar. O yıllarda kurulan komisyonlar faili meçhul cinayetleri komisyonu, boşaltılan köylere ilişkin komisyon Susurluk komisyonu halen o rapora referans niteliğindedir. Böyle bir komisyon kurulması parlamentoda mümkün değil. Parlamentonun kendisi milletvekillerinin ifade özgürlüğü konusunda ağır ihlaller işliyor kendisi! Sonuçta bu parlamentonun kendi üyelerini en sonunda Can Atalay olmak üzere milletvekilliğinden düşürdü. En ağır anayasa ihlalini gerçekleştirdi, seçme seçilme hakkına kişi özgürlüğü hakkına. İkincisi yargı. İnsan haklarını koruması gereken. 90’lı yıllarda da yargı bağımsızlığı tarafsız değildi ama kapısını çalacağımız hakim ve savcılar vardı, gittiğimiz zaman dinleyen hakim ve savcılar vardı. Sıkı yönetim zamanındaydı. Şimdi adliyede koridorlar şifreli savcının yanına gidemiyoruz. Kurum olarak yargı kalmadı. Yargının kendisinin devletin bir dairesinden farklı bir yapılanması yok. Hep söylüyoruz ha Karayolları Genel Müdürlüğü ha HSK ikisi arasında fark yok. Yargının kendisi en ağır ihlalleri gerçekleştiriyor koruyacağına. Üçüncüsü sivil toplum örgütleri. 90’lı yıllardaki örgütlere bakın şimdikilere bakın. Şimdi de örgütler var ama o zaman sözü dinlenen etkili örgütler vardı. Şimdi insan hakları savunuculuğu yapmak ateşten gömlek o zaman da zordu öldürülüyordu ama şimdi hem meslek örgütlerinde hem insan hakları kurumlarında hapsi göze alacaksınız. Türk Tabipler Birliği lağvedildi yönetimi. Kimin aklına gelebilir? Kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü yargı organı tarafından görevden alındı. Böyle bir şeyi 90’lı yıllarda kimsenin aklına gelmezdi böyle bir kötülük. 90’lı yıllarda dışkı yedirme olayını merkez medya dahil manşetten yapıyordu. Şimdi bir işkenceyi gazete sayfasında göremezsiniz sosyal medya haricinde. Sosyal medyada hükümetin elinde. İnsanların sosyal medya üzerinden görüşlerini ortaya koyması mümkün değil. Daha dünkü örnek İstanbul Havalimanı’nda 80 yaşında 1944 doğumlu bir Kürt anne nine, anlatamadığı için çıkamamış valizini geç almış, çıkamamış. Hizmet verilememiş. 3 saat sonra ninenin oğlu gözaltına alınıyor. Tutumunu ortaya koyuyor, dediklerinde bir kelime suç yok ama gözaltına alındı ve medya bunu linç kampanyasına dönüştürdü. Beşinci; uluslararası kurumlar. 90’lı yıllarda uluslararası kurumlara bakın, etkinliğine bakın Türkiye ile ilgili olarak raporlar, o raporları çöpe attı. Altıncısı; akademi! 90’lı yıllarda insan hakları savunucularına yol gösteriyordu. Ben zorla kaybedilmeler ile ilgili makaleyi siyasal bilgilerde okumuştum. Bu tür makaleler yazılıyordu. Türkiye’de yüksek lisans tezi yazamazsınız, doktora tezi yazamazsınız. Yurt dışında yapmışsanız Türkiye ile ilgili bir tez yazmışsanız YÖK’ten denklik alamazsınız. Soluk alınmaz bir hava yaratıldı. Muhalifler cezaevinde öldürülmüyor ama cezaevindeler. AYM, AİHM kararlarına rağmen. Bundan bir adım ötesi cezaevinde ölümdür. Arkadaşlarımız, milletvekilleri, siyasetçiler, aktivistler mahkeme kararlarına rağmen hapiste değiller mi? En ağır insan hakları ihlali bu değil mi? Anayasa Mahkemesi kararı olmasına rağmen içeride tutulmaya devam ediliyor. 90’lı yıllarda bu muameleler yok. Mahkemenin verdiği hüküm tamamlanmış, gözlem kurulları ile öyle bir düzen kurulmuş ki uzatılıyor. İnsanlar özgürlükten yoksun haline getiriliyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Toplumda çoğunlukla bilinmeyen veya bilinse de görmezden gelinmek istenen bir hususun netleştirilmesi gerekiyor. Diyelim ki bir cezaevindeki mahpus ile ihlali gündeme getirdiğimizde hemen “Kardeşim bilmiyor musun o “terörist. O fetöcü. O DHKP-C’li.” Suçlu olarak ilan edilen bir suç işleyen veya suç işlediği iddia edilen insana yapılan hak ihlali gündem edilmemeli.

Sezgin Tanrıkulu: Böyle bir şey olur mu? Nasıl böyle düşünülebilir? İnsan hakları kavramı nasıl bu kadar boşaltılabilir? Cezaevindeki insanlar bir hüküm ile bir yargı kararı ile özgürlüklerinden yoksun tutulmuş onların da hakları var. O haklarına özen gösterilmesi lazım işlediği suçlardan bağımsız olarak. Yakınları ile görüşme hakkı var, avukatı ile görüşme hakkı, beslenme, okuma, spor, iletişime geçme, siyaset yapma hakları var. Tüm bunlar temel hakları ve kendi yaşam hakkına saygı gösterilmesini isteme hakkı var yaşlı insanlar, ağır hastaları tabii ki söyleyeceğiz. Bunları söylemesek insan hakları savunuculuğu nasıl olacak? Bu düzen ağır insan hakları ihlalleri olmasa ayakta duramaz.

Yorumlar