24 Mayıs 2022

ÖFG TV’den herkese merhaba. Her hafta Salı günü saat 21.00’de insan hakları konuları ve konukları ile sizlere sunduğumuz ÖFG TV programımıza bugün de başlıyoruz. Bugün yıllardır peşinde olduğumuz çok ağır bir hak ihlalini gündem edeceğiz çünkü 17-31 Mayıs tarihleri arası dünyada kayıp kaçırılanlar haftası günleri olarak değerlendiriliyor. Maalesef ki mağdurlar için çok acı, çok üzücü bir hadise, insan hakları alanında en ağır ihlal yaşam hakkı ihlali, kayıplar, kaçırılmalar ve bu arada işkenceler, faili meçhuller; Türkiye’nin çok ağır insan hakları ihlalleri arasında maalesef yıllardır değerlendiriliyor! Yıllardır bu konuda periyodik basın açıklamaları yapılıyor, Cumartesi Anneleri gerçeği bir büyük gerçek. Türkiye’de belki en uzun protestolardan birisi Cumartesi Anneleri’nin protestosu. Yüzlerce, binlerce insanın mağdur olduğu bir faili meçhuller, işkenceler, kayıplar, kaçırılmalar hadisesini kabullenmeyen, yıllardır bu konuda yoğun bir şekilde tüm engellemelere karşı reaksiyon gösteren bir grup insan Cumartesi Anneleri olarak adlandırıyoruz çünkü süreç içinde bu mağdurların bir kısmı maalesef ki bu mücadeleler içinde hayatlarını kaybettiler ama mücadele bitmedi çünkü ortada çok ağır bir insan hakları ihlali var. Biz de son yıllarda Türkiye’de 90’lardaki kayıp, kaçırılma, işkence hadiselerinin tekrar hortladığını gördük. En az 35 uzun süreli kaçırılan, kaybedilen vaka tespiti yaptık son 6 yılda. Uzun süreli ortadan kaldırılan kaybedilen daha sonra ya cezaevlerinde ya emniyet gözaltı merkezlerinde ortaya çıkan insanlar oldu. Bir kısmı ortaya çıktı bir kısmı ortaya çıkmadı, yaşıyorlar mı yaşamıyorlar mı belli değil! Türkiye’nin pratiğinde 90’lı yıllardan beri böyle birçok faili meçhuller var, kaçırılanlar vakası bir gerçek. Bugün bu konunun mağdurları ve bu konunun yıllardır takipçisi isimlerle konuşacağız. Öncelikle programda birlikte olacağım ve benim gibi uzun süredir sosyal medyada haftalık olarak ısrarla bir program yürüten, MST TV programını yürüten Sezgin Tanrıkulu vekilimize hoş geldin diyoruz. Siz de MST TV yayınlarında uzun süredir kayıp kaçırılanlar konusunda yoğun bir duyarlılık gösteriyorsunuz. Yıllardır hayatınız boyunca Diyarbakır’da insan hakları savunuculuğunda bu konuda yoğun bir mesainiz oldu hoş geldiniz diyorum. Şefika Nur Kurt hanım hoş geldiniz. Maalesef ki bir kayıp kaçırılan yakını olarak sizi alıyoruz. Yusuf Bilge Tunç 6 Ağustos 2019’da aniden yok oldu! Akşam eve gelecek bir insandı ve aniden gelemedi. Arabası GİMAT civarında bulundu, kendisinden bir daha haber alınamadı. İnanılmaz, esrarengiz bir olaydı diğer kayıp kaçırılan vakaları gibi. Olayın devamını biz sizden dinleyeceğiz. Çok gayret ettiniz, çok uğraş verdiniz. Bir başka kayıp yakını Adnan Örhan. Adnan bey hoş geldiniz. Siz de Mehmet Selim Örhan adına kayıp kaçırılan babanız adına yıllardır mücadele veriyorsunuz ve anlatacağınız çok önemli şeyler var. Mağdurlara geçmeden önce kısaca meslektaşım Sezgin Tanrıkulu’na sözü bırakmak isterim. Yıllardır hem hukukçu hem insan hakları savunuculuğu kimliği ile hem bölgede hem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu konuda yoğun bir mesai sarf etti, çok önemli anıları, tespitleri var. Sezgin bey kayıp kaçırılanlar haftasındayız ve çok önemli günlerdeyiz, çok önemli mağduriyetlerle uğraşıyoruz ne dersiniz?

Sezgin Tanrıkulu: Öncelikle zorla kaybedilme vakası en ağır insan hakları ihlalidir. Yaşam hakkı ihlalinde bir yaşama son veriyorsunuz ama sonuçta mezar vardır. Yakınınızın defnedildiği yer vardır, onun anısını yaşatacağınız mekan vardır ama zorla kaybedilme devam eden, geride kalanlar için sürekli işkence halini alır, sürekli bir travmadır. Bitmeyen yastır. En ağır insan hakkı ihlali olarak zorla kaybedilme vakalarını görüyorum. Yaşam hakkından daha öndedir çünkü bir yakınınızın akıbeti konusunda bir bilginiz yok. Her zaman kapıyı açıp geleceği konusunda bir inanç var içinizde, yıllar geçse de her akşam başınızı yastığa koyarsınız kapı çalınacak mı çalınmayacak mı diye düşünürsünüz! Berfu Ana ölmeden önce şunu söylemişti: “Ben kapımı açık bırakıyorum.” Demişti. Ben uyuyorum, gelirse kapı kapalı kalmasın beklentisiyle yıllarca, 40 yıla yakın bir süre beklentiyle kapısını açık bıraktı ama ulaşamadı. Fikri amca kaçırıldığında 70 küsür yaşındaydı, eşi 80 küsür yaşında şu anda. “Benim dünyada Allah’tan dileğim ben ölmeden önce bir kemik parçası bulayım da toprağın üzerinde Fikri’ye dua edelim.” Dedi. “ Dünyada tek istediğim budur, nefes alış verişimin tek gayesi budur.” Dedi. Bitmeyen travma zorla kaybedilme vakaları. Olayın çerçevesi bu. Türkiye’de zorla kaybedilme 80’li yılların sonundan itibaren çok ağır. Sabahattin Ali gibi çok örnekleri var. Bir derin devlet ihtiyaç duyduğu anda pratiğe her zaman başvurmuştur hükümet kim olursa olsun! 90’lı yıllarda birçok entelektüel, birçok aktivist maalesef ortadan kaybedildi. Yüzlerce insanın akıbeti hakkında halen bilgi yok. Cumartesi Anneleri 1995’te başlattığı halen devam eden, taziye meydanı olan Cumartesi Meydanı yasaklandı, orası bir taziye eviydi, yas eviydi. Buradan çıktı bu hikaye. Vazgeçmiyorlar insanlar, kayıplarının peşinde. Geçen hafta Hanife Yıldız Çağlayan Adliyesi önünde adalet arıyordu. Kendisi karakola teslim etmiş. Bir silah meselesi sadece. Mahkeme önüne çıksa alacağı ceza 1 yıl bile değil! Belki 1 gün cezaevinde yatmayacak ertelenecek. 20 yıldan fazla süredir oğlunun akıbeti ile ilgili bilgi yok ama o yaşıyla yerlerde sürükleniyor. Binlerce insan 80-90-200’li yıllarda kaybedildi. 2001 yılında ben ve Osman Baydemir ben Diyarbakır’da İnsan Hakları Vakfı temsilcisiydim, Osman Baydemir’de İHD Başkanıydı beraber Silopi’deki kayıplar için Silopi’ye gitmek istedik, akıbetleri hakkında bilgi almak için kamuoyuna duyurmadan gitmeye çalıştık ama gidemedik. Sonunda gittik Silopi’de takım komutanı ile görüşemedik. Savcı: “Şırnak’ta.” Dedi. aradan 21 yıl geçti, akıbetleri hakkında bir bilgi yok. Akıbetleri belli değil. Onlarca örnek var. Derin devlet içerisinde olmazsa kesinlikle bunların akıbeti belli olur. Fikri amca kaybedildikten 2 saat sonra kızları yanıma geldi, ofisime geldiler. Dilekçe ile adliyeye gittim. O zaman JİTEM’in merkezi de adliye içerisindeki bir binanın içinde. Savcıya 10 metre ötede bulunan, aldığımız bilgilere göre nefes almakta zorlanan yaşlı olduğu söyleniyordu, Fikri amcayı tarif ediyordu. 10 metre ileriye gidip bakalım dedik 10 metre ileriye götüremedik. JİTEM merkezli Diyarbakır Başsavcısı gidemedi! Derin devlet olmadan kaybetme kaçırılma olması mümkün değil. 2016’da darbeyi yapanlara lanet olsun. Darbelerin, darbecilerin karşısında en fazla biz durduk ama bununla alakası olmayan birçok insan kaybedildi. 7-8-9 ay sonra ortaya çıkarıldılar. Kamuoyu baskısı veya işkence ve kötü muameleden sonra. Dünyanın birçok yerinde zorla insanlar kaybedildi, kaçırıldı, bazılarının akıbeti belli değil, bazılarının akıbeti 9- 10 ay sonra ulaşıldı. Çok ağır ihlallerdir bunlar. Bir gelişme yok. Dertleri kaçıranları ortaya çıkarmak değil dertleri takip edenleri, bizlere algı operasyonu yapmak. 80-90’lı yıllarda değişmedi şimdi de değişmedi Adalet ve Kalkınma Partisi Derin Devlet’e teslim oldu, teslim olduktan sonra Derin Devlet’in yeni sahibi oldu ancak bu operasyonlarla bir algı oluşturmaya çalışıyor bu baskı ortamında. Türkiye bu nedenle zorla kaybedilmelere ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesine imza atmıyor. Eğer gerçekten devlet organları, devletin göz yumması devletin işleyişindeki mekanizma ortak olmasa niye bu sözleşmeyi imzalamıyorsunuz? Gerektiğinde daha ağırını yapmak için sözleşmeye imza atmıyorlar. Bizi izleyen tüm kayıp yakınlarına buradan tekrar sabır diliyorum. Her gün bir işkencedir, her gün bir kötü muamele, her gün bir anının tazelenmesidir. O acıya ortak olmak mümkün değil ancak anlamak mümkün olabilir. Onlarca kayıp vakası takip etmiş avukat olarak şimdi Ömer Faruk ile beraber milletvekili, aktivist olarak takip ediyoruz, kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz. Acınızı anlıyoruz ama bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkürler Sezgin bey. Yaşam hakkından daha ağır bir hak ihlali olduğunun altını çizdi zorla kaçırılma, kayıpların. Gerçekten mezarının yeri olmayan insanlar hakkında konuşuyoruz. En ağır hak ihlalleri hakkında konuşuyoruz ve maalesef ki Birleşmiş Milletler Zorla Kaçırılmalar Kaybedilmeler Sözleşmesini halen imzalamayan ülkedeki vatandaşlar olarak bu ağır hak ihlalleri hakkında konuşuyoruz. Eskilere gidelim. Yıllardır maalesef büyük bir acı yaşıyor Adnan Örhan bey ve yakınları çünkü Mehmet Selim Örhan bir gün Diyarbakır Kulp’ta bir şekilde ortadan kaldırıldı, yok edildi, kaybedildi. Adnan bey neler oldu, izleyenlerimize anlatır mısınız?

Adnan Örhan: Öncelikle teşekkür ederim. Şefika hanımın da acısını paylaşıyorum. Aynı acıyı yaşıyoruz. Ben 12 yaşındayken Kulp’un Çağlayan Köyü’nde oturmaktaydık. O dönem çevre köyler yakıldı, köyden göç etmemiz istendi. Ben de küçüktüm babamlar da hayvanları olduğu gerekçesiyle köyü terk etmeyeceklerini söylediler. Köyün aşağı kısmına karakol karşısında çadır kurdular. Karakol bizi görsün, hayvanlarımızın olduğunu görsün diye karakolun tam karşısına. 10-15 gün geçtikten sonra yakılan evlerimizin yanına gidip orada çadırımızı kuralım dediler. Biz geri dönüp harabelerimizin yanına geldik. Tekrar operasyonlar olmaya başladı ve birkaç gün sonra Bolu’dan geldiklerini söyleyen oraları bilmediğini söyleyen askerler babamı gözaltına almak istediler. Biz karşı çıktık çünkü biliyorduk o dönemde kimleri gözaltına alıyorlarsa bir daha geri bırakmıyorlardı. Aile fertleri olarak annem, yengemle biz karşı çıktık ama maalesef bırakmadılar ve dediler ki: “Biz Bolu’dan geldik, buraları bilmiyoruz bize yol göstersin diye rehberlik etsin sonra geri bırakacağız.” Dediler o şekilde götürdüler. Biz nereye başvurduysak bağlı bulunduğumuz jandarma komutanlığı, karakola hiçbiri kabul etmedi, “Biz bu insanları gözaltına almadık.” Dediler, aradan 1 ay geçtikten sonra haber geldi, o haberde Kulp’ta bir yer var orada 8 insanın öldürüldüğü haberi geldi. Sağ kalan bir amcam var. Zaten olayda babam Mehmet Selim Örhan amcam ve şu an sağ kalan Selim Hasan Örhan’ın, Salim Örhan’ın oğlu alındı, ailemizden 3 kişi gözaltına alındı. Haber geldi; 8 insan Bağcılar Karakolu’nda katledilmiş, sağ kalan amcam ve diğer köylüler toplanıp gittiler, gittiklerinde üzerinde PKK’nin kıyafetleri olduğu, ilaç dökülerek yakıldığı 8 insanın cenazesi olduğu söylediler ve tanınmayacak halde olduğunu söylediler. Bizimkiler değildiler çünkü bizimkiler sivildiler ama bunlar PKK’lerin elbiseleri vardı üzerinde o yüzden bizimkiler değildir dediler. Orada o insanların cenazeleri açıkta kaldı ve daha sonra Kulp Savcılığı’na giden köyün muhtarı burada insanlar var katledilmiş, gelip ne yapacaksınız? Ne yapmamız gerekiyor demiş. Savcılık orada birkaç jandarmayla köye gidip köylüleri alıp bir çukur kazıp o insanların kemiklerini o çukurun içine koyuyor. Bizim arayışlarımız sürdü, yıllar geçti. O sırada babamlarla beraber gözaltında kalan bir Lice Yatılı Okulu’nda babamlarla beraber gözaltında kaldığını, babamı önceden tanıdığını ve Örhan ailesi ile Bulut ailesi adına iki ailenin fertlerinin orada beraber olduğunu, gözaltında kaldığını babamlara sorduğunda “Bizi sebepsiz yere gözaltına aldılar ancak ağır işkenceler yapıyorlar.” Dediğini tanıklar söyledi. Toplu mezar için de yıllar sonra başka bir kayıp ailesi Kulp savcılığına müracaat edip mezarlığın açılmasını talep etti. Genel karşılaştırmalarında kendilerine ait olmadığı yönünde rapor çıktı. O zaman ben küçüktüm, yıllar geçti 2000’li yıllardan sonra o haberi görünce ben de müracaat ettim. Yaptığımız müracaatta; karşılaştırmalarda o mezarlıkta birinin amca diğerinin de babam olduğu ama kuzenimin orada olmadığı ortaya çıktı. Tanığın anlatımlarından yola çıkarak Bulut ailesine ulaştık. O aile de gelip başvuruda bulundular. Aileden 5 fert kayıp. Aile gelip kan örneği verdi ancak 3 ünün o mezarda olduğu yönünde adli tıp raporları çıktı. Böylece Bağcılar’da bulunan 8 kişilik mezardan 5 kişinin kimliği tespit edildi, 3 kişinin kimliği tespit edilmedi ve o şekilde adli tıpa gönderilen kemikler bir kargo yoluyla, torbaya konulup Kulp Savcılığı’na gönderildi. Biz de müracaat edip kemikleri almak istedik. Bir mezarımız olsun dedik. Sezgin hocam da ifade etti. Yıllardır kayıp ailelerinin belki de acı bir gerçeğidir ama bir mezarımız olsun artık. Sağ olmalarından umudu kesmişiz aile olarak. Kulp savcılığına yaptığımız müracaatta bu sefer kemiklerin kayıp olduğunu söylendi. Biz 2 yıl boyunca bu kemikleri nerede diye Kulp Savcılığı’na Diyarbakır Savcılığı’na İstanbul ATK’ya sürekli sorar olduk bizim kemiklerimizi nereye götürdünüz diye. Şu anda kimsesizler mezarlığında ada parsel 76’da denildi. Tekrar başvurduk. Oradaysa kemiklerimizi almak istiyoruz dedik. Savcılığa başvurduk. Savcılık: “İstiyorsanız size tek torba şeklinde verebilirim.” Dedi kemikleri. Bir torba şeklinde 8 aile varız 5 inin kemikleri tespit edilmiş ancak savcının söylediği şey şu; “Kemik ayırmak benim işim değildir adli tıp ayırması gerekiyordu.” Adli tıpta kemiklendirme çalışmasını yaptıktan sonra bunları bir çuvala koyup kargoyla Kulp Savcılığı’na gönderdi ve orada da kayıp oldu, sonra da kimsesizler mezarlığında bulundu. Daha sonra bize söylenen şey; “İstiyorsanız tek torba şeklinde vereyim yoksa yapacağım bir şey yok.” Dedi. Ben de yazılı olarak dilekçe yazdım. “Bu insanların zaten çok feci bir şekilde öldürüldüğü ortada bizim acımız tarif edilir değil ancak bu saatten sonra maneviyatımız ile oynamamanız gerekiyor.” Savcı sözde dikkate alarak bu başvuruyu şu şekilde karara varmış. “Kayıp Mehmet Selim Örhan’ın oğlu Adnan Örhan’ın belirttiği ‘maneviyatımız ile oynamayın’ talebi dikkate alınarak mezarlığın açılmamasına karar verilmiştir şeklinde şu anda Kulp Kimsesizler Mezarlığı’nda 8 insanın kemikleri bir torba içinde duracak.” Acımız çok büyük. Anlatılacak çok şey var.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Şefika hanım Yusuf Bilge Tunç 3 yıla yakındır kayıp. Ankara GİMAT yakınlarında bir anda ortadan kayboldu. Kayıp ve kaçırılma vakalarının çok olduğu bir dönemde ve bunların daha sonradan Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde veya cezaevlerinde çıktığı dönemde kardeşiniz aniden kayboldu, kaybedildi ve ardından birçok şey yaşadınız. Bize kısaca AİHM’e kadar sürecinizi anlatır mısınız? Siz uzun bir hukuki yol takip ettiniz ve AİHM’e kadar müracaat ettiniz ve oradan da sonuç aldınız. 3 yıla yakındır hikayeniz var. Söz sizde.

Şefika Nur Kurt: “Abim darbe girişiminden önce kendisi Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nda çalışıyordu. Adnan beyin anlattıkları çok ürperticiydi. Biliyorum Cumartesi Anneleri’nin yaşadıklarını ama bizzat yaşayan birinden dinlemek çok acı gerçekten. Daha sonra 2017 yılında ihraç oldu abim. Kendisi kağıt bardak ve ambalaj satarak geçimini sağlamaya başlamıştı bu süreçten sonra. Ailesinin geçimini sağlıyordu. 6 Ağustos 2019’a kadar kendisiyle haberleşiyorduk. En azından haftada 1 kez mutlaka görüşüyorduk. Habersiz kaldığımız hiçbir an olmamıştı. 6 Ağustos günü eşi bizi aradı, abime ulaşamadığını söyledi. Daha sonra öğrendik o gün neler yaptığını, ne için çıktığını. Eşine: “Ben önce Keçiören’e oradan da GİMAT’a uğrayıp ambalajları alıp dağıtacağım sonra eve geleceğim.” Demiş. Saat 12:20 gibi Keçiören’e uğradığını öğreniyoruz sonradan daha sonra hiçbir haber alamadık kendisinden. Bunun dışında bilgimiz yok maalesef. 4 gün sonra kardeşim kendi çabalarıyla arabasını buldu GİMAT yakınlarında. Maalesef o günden beri hukuki mücadelemizi devam etmemize rağmen her türlü başvuruyu yapmış olmamıza rağmen yeterli araştırma yapılmadı. Doğru düzgün hiçbir inceleme yapılmadı. Hiçbir iz yok abimden.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Telefon, HTS, kamera, MOBESE kayıtları bu konularda neler yapıldı?

Şefika Nur Kurt: Güzergahı bildiğimiz için tüm güzergahtaki kameraların numaraları ile birlikte savcılığa teslim ettiler arkadaşları. Bu kameraların incelenmesini istiyoruz diye. Bu talebimiz birçok kez oldu. Bu talebi yeniledik fakat maalesef o kameralardan sadece bir tanesi incelenmiş, araç görünüyor ama daha sonra bir sonraki aşamada nerede olduğu ile ilgili bir inceleme yok. Sadece tek bir kameraya bakılıyor aylar sonra. Büyük ihtimalle kamera kaydı incelemesi yaptık diyebilmek için olabilir, o kamerada araç görünüyor ama daha sonraki incelemeler yapılmıyor daha sonraki kamera kayıtları. Aynı şekilde telefon sinyali incelemesi de yapılmamış. Sadece telefon sinyali incelemesi adına bu telefon kime ait diye bakılmış, o telefonda abimin üzerine değil başka birinin üzerine kayıtlıymış. Son sinyal verdiği nokta incelenmemiş. Yapılan incelemeler var ama sadece yapılsın diye yapılmış! Bulunması için değil. Bundan benim çıkarabildiğim anlam bu!

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Yusuf Bilge Tunç kaçırıldığı zaman bize aile başvurunca; 4 gün sonra bulunan aracının yanına gitmiştik Ankara Gimat’ta araç duruyordu. Gittik ve araç önünde de bir çekim yaptık, iyi ki de yapmışız o çekimi. Bir tespit yaptık ve o sırada ailenin yakınlarından edindiğimiz bilgiye göre olay yeri incelemesinin yapılmadığını, polisin oraya gelip arabanın bulunduğu esnada arabada herhangi bir parmak izi incelemesi benzeri hadisenin yapılmadığını ve aylar sonra böyle bir talebin geldiğini ama o arada da aracı ailenin sattığını ve böyle bir şey mümkün olmadığını öğrendik. Araç bulunduğu zaman; görüntülerde görüyorsunuz Yusuf Bilge Tunç’un aracını biz Gimat yakınlarında terk edilmiş halde bulmuştuk ve çarpıcı bir durum vardı, ilginç bir durum vardı. Belli ki aracın sahibi bir şekilde bir yere götürülmüş ve araç buraya bırakılmıştı. Çok açık olmayan bir yere bırakılmıştı. Aile 3-4 gün sonra bulmuştu aracı fakat bu gördüğünüz araçta ciddi bir inceleme yapılmadı. Parmak izi incelemesi yapılmadı, biz olay yerinde tespitte bulunduk ve ardından da yargısal süreçler savcılık başvuruları ve daha sonra AİHM başvuruları oldu. Nasıl sonuçlandı? AİHM’e kadar uzanan bir süreciniz oldu Şefika hanım. Ulusal mekanizmalardan bir sonuç alamadınız. Savcılık başvurularınızdan da bir sonuç alamadınız ve uluslararası mekanizmalara AİHM’e yönelik bir başvurunuz oldu, bu alanlarda neler yaşandı?

Şefika Nur Kurt: AİHM başvurumuz bu sene Mart ayında sonuçlandı, biz başvurumuzu bu önemli bir olay, acil bir durum olduğu için ilk 1 ay içerisinde yapmak istedik, tedbir kararı alınmasını istemiştik bu tedbir kararı gerekli görülmedi ama daha sonra AİHM’de davamız devam etti. Bu sene Mart ayında sonuçlandı fakat bizim hiç beklemediğimiz bir şekilde karar verdi AİHM. Sizin de söylediğiniz gibi arabasında parmak incelemesi bile yapılmayan bir olaya etkin soruşturma yapılmıştır şeklinde ve başvurunuzun reddi yönünde karar çıktı AİHM’den. Bu bize oldukça fazla yük oldu. En azından ulusal mahkemelerde sonuç alamasakta belki uluslararası mahkemelerde bir sonuç alabilirsek abimin bulunması yönünde ümitli olabilecektik ama AİHM’den de bir ret kararı aldık. Bunu birçok insan ülkeler arası çıkarlar gözetilerek karar verdiği yönünde yorumlar yaptı AİHM kararı sonrasında. Büyük bir hayal kırıklığıydı bizim için maalesef. Olay o kadar açık ki olay yeri incelemesi bile yapılmayan bir araç var ortada ve etkin bir soruşturma yapıldığı yönünde bir karar çıkıyor AİHM’den. Söylenecek bir şey yok her şeyin çok açık olduğunu düşünüyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:AİHM’in de siyasi etkilenmeye maruz kaldığı ortaya çıkıyor. Birleşmiş Milletler’e bir başvurunuz var.

Şefika Nur Kurt: Bizim Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilme Komitesi’ne bir başvurumuz vardı. Onun dışında AİHM kararından ret geldikten sonra bir hukukçu arkadaşım Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi’ne de başvuru yapmamı önerdi. Bu komiteye başvuru için dosyayı hazırladı kendisi fakat son bir gözden geçirme yapıp bu ayın sonunda başvuruyu yapmayı düşünüyorum Birleşmiş Milletler’in İşkenceyi Önleme Komitesi’ne. Buradan daha objektif bir karar çıkacağı yönünde kendisinin ümitleri var. Umarım öyle olur.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:90’lardan bir zorla kaçırılma, kayıp hadisesi Mehmet Selim Örhan ve son 6 yıl OHAL dönemi içindeki bir kayıp kaçırılma vakası Yusuf Bilge Tunç daha belki yüzlerce, binlerce vaka var fakat programımız çerçevesinde biz iki örnek aldık ve maalesef ki son yıllarda adeta kayıp kaçırılma vakalarının hortladığını gördük. Biz insan hakları savunucuları olarak ben ve Sezgin Tanrıkulu vekilimiz oldukça yüksek duyarlılıkla bu vakaları takip ettik ve bize başvurular yapıldı. İnsan hakları savunucuları olarak bunları yoğun bir şekilde gündem ettik. Meclis’te soru önergeleri verdik. Sizin başvurularınızın yanı sıra bizim başvurularımıza İçişleri Bakanlığı’na yönelik başvurularımıza maalesef cevap verilmedi, bir şeylerin üstü örtülmeye çalışılıyordu. Meclis Başkanlığı’na sunduğumuz araştırma önergeleri karşılıksız kaldı, Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na sunduğumuz dilekçeler karşılıksız kaldı ve tüm bunların üstüne 2019 Şubat ayı içinde kaçırılan 6 kişi ile ilgili bazı gelişmeler oldu. Bu kişiler 6 ve 9 ay civarında kaçırılan 6 kişi vardı. Yasin Ugan, Erkan Irmak, Salim Zeybek, Gökhan Türkmen gibi isimler vardı. Bu isimlerde bir müddet kayboldular ve aniden daha sonra bir kısmı 4 ay sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde aniden ortaya çıktılar! Farklı illerde ortadan kaybolmuşlardı ama aniden bir gün güya toplu bir şekilde Ankara’da yürürlerken bulundukları yönünde bir açıklamayla Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ortaya çıktılar ve bu insanların daha sonra ulaştığımız ifadelerinde de ben ve Sezgin Tanrıkulu vekilimize yönelikte birtakım iddiaların gündeme geldiğini gördük. İnsanların zorla kaçırılmaları, kaybedilmeleri çok acı bir hadise, çok üzücü, yıllarca unutulmayacak bir hadise fakat bu hadiseleri takip eden insan hakları savunucuları da bir şekilde lekelenmeye çalışılıyor. Ben Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Sn. Sezgin Tanrıkulu hakkında kaçırılan ve bir müddet kaybedilen kişilerin ifadelerinde bizi itham eden birtakım iddialar ortaya çıktı. Ben ve Sn. Tanrıkulu vekilimizin FETÖ’cü olduğu, onlara yardımcı olduğumuz gibi ifadeler vardı. Daha sonra bu kişiler cezaevlerinden avukatlarına gönderdikleri mektuplarında; kaçırıldıkları dönem içinde ağır işkenceler altındayken kendilerine ben ve Sezgin Tanrıkulu vekilimiz hakkında bu tür iftiralar atılmasını istediklerini ve işkence altında bu ifadelerin altına imza attıklarını söylediler! Olayın korkunçluğu müthiş bir şekilde daha ortaya çıkıyor. Zorla kaçırılma ve kaybetme vakalarını gerçekleştirenler bir de bu çirkin fiilleri ve işkence dolu fiili işlerken zorla kaçırılan, kaybedilen kişilerin haklarını savunan insan hakları savunucularına da saldırmaya ve onları lekelemeye, iftiralarla itham etmeye çalışıyorlar. Sn. Tanrıkulu vekilim, ne dersiniz? Bu denli korkunç bir saldırı için?

Sezgin Tanrıkulu: Ben bunu öğrendiğim zaman şok olmadım. Şok olacak bir konumda değilim çünkü bu pratikler içerisinde kolluğun onlarca kez bu tür yöntemlere başvurduğunu biliyorum fakat beni şok eden; bu parlamentonun iki milletvekili ile ilgili olarak bu ifadelere geçirme cüretini göstermiş olmaları! 2 parlamentere karşı kollukta böyle bir tezgah kurma peşinde olma cesareti! Böyle bir cehalet, böyle bir cahillik olamaz çünkü bu beyanın altında ifadeyi kim almışsa onların imzası var! Kimlikleri belli! Bizi takip ediyorlar! Ben avukatlığa başvurduğum zamandan bu yana takip ediliyorum. Baro başkanıyken takip edilmişim, dinlenmişim, tapelerim var. TİHV başkanıyken dinlenmişim. Milletvekiliyken resmi olarak dinlemişler! Bizim gizli saklı yaptığımız bir iş yok bugüne kadar. Ben milletvekili seçilmeden önce hakkımda tek bir dava yoktu! Avukattım, baro başkanlığı yaptım, neyin suç olup olmadığını bilirim, dolayısıyla açılan birkaç hakaret davası vardı onlarda beraatle sonuçlanmıştı. Milletvekili olduktan sonra ise; bütün bu aktivistliğimiz, insan hakkı ihlali üzerine gitmem üzerine Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hedefi haline geldim. O beyanlara ismimizi geçirenler bu hükümetten güç almasalar, onlardan onay almasalar hadleri değil! Hadleri değil böyle bir şey yapmak ama ben burada söylemiştim daha önce; burada bir kez daha söylüyorum! Elbet zamanı gelecek! Biz balık hafızalı değiliz. Hafızamız iyi, evet helalleşeceğiz herkesle ama hesap sorduktan sonra! Bütün bunların hesabını soracağız ama onlar gibi değil! Adil, hukuk kuralları içerisinde, bağımsız ve tarafsız hale getireceğimiz yargı önünde. Onlar gibi yapmayacağız! O nedenle cahil cesaretiyle bu bizimle ilgili o isimleri, beyanları getirmişler yoksa herkesin ne yaptığını sonuçta 7/24 herkesi izleyen devlet bilmez mi? Bize beyanlar var, bizim beyanlar geçerse vekiller çekinirler, konuşmazlar, bunların peşinde dolaşmazlar, biz de istediğimiz gibi at oynatırız, kamuoyu oluşmaz diye yaptılar bunları. Bu tür beyanlar bizi daha fazla cesaretlendiriyor ve ne kadar doğru yaptığımızı bir kez daha ortaya koyuyor ve onların ne kadar çok korktuğunu gösteriyor. Ben tekrar buradan ÖFG TV izleyen tüm dostlarımıza, mağdurlara, mağdur yakınlarına selam ve sevgilerimi iletiyorum. Başka bir yayında görüşmek üzere. Ekrandaki dostlarıma da sabır diliyorum. Herkese selam ve sevgiler.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkür ederiz Sn. Sezgin Tanrıkulu beraber insan hakları savunuculuğuna devam edeceğiz.

Şefika Nur Kurt: Bende çok teşekkür ediyorum Sezgin beye. Sizin ve Sezgin bey sayesinde sesimiz duyuluyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Genel çerçeve anlaşıldı, büyük mağduriyetler var. Neler yapılmasını istiyorsunuz? Gelinen noktada yaşadığınız büyük acılar tarifi imkansız. En ağır insan hakları ihlallerini konuşuyoruz, büyük bir pervasızlık ve fütursuzlukla da bunun üstünü örtmeye ve yeni iftiralar saçmaya çalışan bir mekanizma ile uğraşıyoruz. Adnan bey neler yapılmalı?

Adnan Örhan: 28 yıl önce benim babam gözaltında kaybedildi ve ben 12 yaşındaydım, bugüne kadar hep maalesef bütün hayalim babamın akıbetini sorarak geçti bugüne geldim. 28 yılda hiçbir şey değişmedi. Değişmesi gereken birçok şey vardı, yapılabilecek çok şey vardı çünkü geçmişten bugüne hiçbir hükümet, hiçbir zaman bu sorumluluğu üstlenmek istemedi. Bizim dönemimizde değil dediler, başkalarının döneminde. Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan çıktı Berfu Ana’ya: “Ben sizin oğlunuzu bulacağım.” Deyip daha sonra geri adım atması aslında durumun bir anlamda vehametini ortaya koyuyor çünkü bu yapı geçmiş yıllarda özellikle 90’lı yıllarda derin devletin sivil insanları götürüp katledip, öldürüp dere kenarına, kuyuya attığını herkes çok iyi biliyor. Bugüne kadar aslında demokrasi, adaletin gereği olarak üzerine gidip bu konuların aydınlatılması gerekirken maalesef hiçbir şey yapılmadı! Bizim dosyada da AİHM kararı vardır. Türkiye tazminata mahkum edildi. Neticede birçok dosyada aynı şekilde mahkumiyet kararı var ancak bu bir şeyleri değişmedi. Bolu tugayı dediğimiz tugayın başındaki kişi o dönem bu talimatları verirken; kimden talimat alıyordu İçişleri Bakanı kimdi? Ya da hükümet kimdi? Bunların bir şekilde ortaya çıkarılıp hesap sorulması gerekirken maalesef bugüne kadar birçok belge var bizim yargıya yaptığımız başvuruların hiçbiri bir şekilde bu katillerin ceza almasına maalesef yetmedi, hepsi beraat etti çünkü öyle bir dertleri yok! Zihniyet geçmişten bugüne maalesef değişmedi çünkü bunca şahit, bunca delil, bunca kanıt olmasına rağmen 90’dan beri yaptığımız mücadelede henüz kimsenin bu konularda bir ceza aldığını ya da fail budur bu yaptı, dediğini maalesef görmedik! Birçok dosya zamanaşımına uğradı, tozlu raflara kalktı, kaldırıldı ama yapılmadı! Biz kayıp yakınları aslında çok büyük bir talebimiz yok. Biz her zaman diyoruz ki; hakikatler komisyonu kurulsun! Hakikatler komisyonu şudur; yaşanılan bunca acının aydınlatılmasını istiyoruz. Yakınlarımızın mezarı olsun istiyoruz. İnancımız gereği Cuma akşamı bir bayramda bir fatiha okuyacağımız bir mezarımız olsun. Birçok anne gözü açık gitti. Berfu Ana, benim nenem, 2 oğlu bir torunu kaybedildi, o da açık gitti ve birçok anne aynı şekilde. Burada belki de dokunmak istenmiyor! Altından kalkamayız, dokunmayalım. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığıyla hareket ediliyor yoksa bu faili meçhul, zorla kaybedilme olaylarının birçoğu şu ana kadar çözülmüş, aydınlatılmış olurdu hükümetler sorumluluğunun gereğini yapmış olsalardı ama yapmadılar. Biz adalet istiyoruz. Bu adalet sadece kayıp yakınları için değil, insanlık için gerekli olan bir şeydir ve biz bu süreçleri yaşadık diye mazlumlar olarak sadece biz adalet istiyoruz, başkaları adalet bize lazım değil mantığından uzak olsunlar çünkü adalet herkese lazım.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Acınız büyük ama ısrarla, inatla çok ilkesel bir çalışma içindesiniz, bir arayış, talep içindesiniz. Çok haklısınız. Çok büyük bir haksızlığa uğramış durumdasınız ve bunlar tekrar yaşanmasın derken maalesef Türkiye 90’lara geri döndü, son 6 yıl içinde onlarca kayıp, kaçırılma vakasını takip ettik Adnan bey. Maalesef ki şu an bu acıların daha belki 3 yıla yakındır yaşayan Şefika Hanım bir dönüp bakıyor ki 28 yıldır bu acıları yaşayan bir Adnan bey var ve derinden sarsılıyor, bunları hissedebiliyorum. Şefika hanım ulusal yargı süreçlerine başvurularınız sonuçsuz kaldı. Oysa 6 Ağustos 2019’dan sonra akşam eve gelirim diyen Yusuf Bilge Tunç ortada yoktu! Ne ölüsü ne dirisi vardı ve siz uluslararası mekanizmalara başvurdunuz, AİHM bile adil olmayan bir yargılama sonucunda soruşturmada bir eksiklik yoktur kararı verdi ki biz sizin kadar şahidiz, A’dan Z’ye ciddi bir soruşturma yapılmadığına biz de şahidiz. 3 yıla yakındır yakından takip eden bir insan hakları savunucusu olarak çok iyi biliyorum. Bu noktadan sonra neler yaşıyorsunuz siz? Yusuf Bilge Tunç’un eşi, babası, annesi neler yaşıyorsunuz ve aile olarak neler talep ediyorsunuz?

Şefika Nur Kurt: Adnan bey çok güzel ifade etti. Adalet herkese gerekiyor! 28 yıl önce sağlanmamış olan adalet nedeniyle bugün aynı şeyleri yaşıyoruz. Bundan sonra başka düşünce mağdurları olacak, onların da başlarına belki aynı şeyler gelecek. Öncelikle bunu ifade etmek istiyorum; gerçekten adalet ayaklar altına alındığı için bu kadar insanlık dışı bir şey yapılabiliyor maalesef ve bir insanın ortadan kaybedilmesine sadece belli bir kesim ses çıkarabiliyor! Bu da apayrı bir acı gerçek. Bu böyle devam ettiği sürece muhtemelen kaçırılmalar da devam edecek. İnsanlar yakınlarının kemiklerine ulaşmak için 28 yıl uğraşması ne demek? Böyle bir şey olamaz! Her kesimden bir ses çıkması gerekir! Biz gerçekten olayı yeni yaşamış gibi Adnan bey de 28 yıl geçmiş olmasına rağmen aynı şeyleri hissediyor bu konu her açıldığında biz bu olayı yeni yaşamış gibi hissediyoruz! İçimizde kapanmayan bir yara bu. Abimin en büyük oğlu da 12 yaşında 3 çocuğu var, “Babam bir gün gelir.” Diye bekliyorlar ama maalesef babalarına kavuşamıyorlar! Annem, babam zaten 3 yıl geçmesine rağmen acı bir haberini almadığımız için hala gözleri yollarda maalesef, beklenti bitmiyor! Bu ayrı bir acı, ayır bir travma oluyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çocuklar da anladığım kadarıyla kayıp, kaçırılma gerçeği ile daha tanışmış bile değiller.

Şefika Nur Kurt: Yaşları çok uygun olmadığı için annesi de çok bahsetmek istemedi şimdiye kadar. Belki daha sonra yavaş yavaş anlatabilir ama böyle bir şey onlar için de büyük bir travma olacağı için henüz daha başına ne geldiğini bile bilmiyorlar babalarının.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Sadece bir kişiyi değil ailesini, yakınlarını da kalıcı ve derinden etkileyen acılar bunlar. Gerek Adnan bey ve binlerce kayıp yakını için gerekse siz Yusuf Bilge Tunç ve yakınları için sadece bir kişiyi ilgilendirmeyen onlarca, yüzlerce, binlerce kişiyi ilgilendiren bir acı gerçek hakkında konuşuyoruz. Dediğiniz gibi 28-30-35 yıldır Türkiye’de bu acı gerçek var ve adalet sağlanmıyor, bir şekilde bu korkunç gerçek örtbas edilmeye çalışılıyor. Cumartesi İnsanları gözden uzak tutulmaya çalışılıyor! Berfu Ana’lar gibi analar bu ülkenin Başbakanlığı’nda Recep Tayyip Erdoğan tarafından ağırlanır ve “Sorunlarınızı çözeceğiz.” Denilirken Galatasaray Lisesi’nin önünden kovulup İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarına koyuluyorlar ve bütün bu sorular görmezden geliniyor, örtbas edilmeye çalışılıyor bu korkunç bir gerçek ama sizlerin şahsında çok iyi biliyoruz ki; şu anda bu ekranlara çıkamayacak, hayatını kaybeden kayıp yakınları için de çok iyi biliyorum ki zorla kaçırılmalar, kayıplar bir gerçek! Korkunç bir suç ve mutlaka bir gün aydınlatılması gereken fiiller bunlar. Biz bu konuda gayrete devam edeceğiz. İçinde bulunduğumuz hafta Zorla Kaçırılan Kayıp Edilmeleri dünya çapında gündem olan Kayıplar Haftası. Bu haftalarda bugünlerde bu konuyu en etkili bir şekilde gündeme getirmemiz gerekiyor. Mehmet Selim Örhan’ı ve Yusuf Bilge Tunç’u hayatımda görmedim, tanışmadım ama onlara ve yakınlarına yapılan bu haksızlıklar benim için bir insan olarak çok ağır bir insanlık suçu ve benim kabul edebileceğim bir fiil değil. O yüzden bir insan olarak buna tepki göstermeye de devam edeceğim. Biz bunu gündem ettiğimiz için iftiralarla da olsa bunları gündem etmeye devam edeceğiz. Ben ve Sezgin Tanrıkulu bunu da tüm ilgilelere iletmiş olalım. İnsan hakları savunucularına böyle iftiralarla, haince girişimlerle susturamazsınız çünkü biz bu ağır ihlallere karşı kimlik ayırt etmeksizin mücadele veren insanlarız. Hangi kimlikten hangi dinden hangi mezhepten olursa olsun bir insana yönelik böyle bir zorbalığı kabul etmenin mümkün olmadığını söylüyoruz.

Adnan Örhan: Çok teşekkür ederim. 17 Nisan 1 Mayıs kayıplar haftasında sesimiz olduğunuz ve her zaman mazlumun yanında olduğunuz için şahsım adına saygılarımı sunuyorum, minnettarım. Umuyorum ve diliyorum ki en yakın zamanda adalet yerini bulur. Biz kayıp yakınları hepimizin en azından Şefika hanımın kaybı geri gelir diye umut ediyoruz. Bu acıları yaşamak çok zor. Bütün hayatımız travmalarla ve ciddi yas süreciyle geçti. Hayatımız zehir oldu. Son olarak ben herkesin duyarlı olmasını istiyorum. Teşekkür ediyorum.

Şefika Nur Kurt: Bende teşekkür ediyorum, bıkmadan usanmadan unutmadığınız için bizi, dile getirdiğiniz için. Objektif bir şekilde bakıldığında çalışan, gerçekten gayret eden insanlar olduklarını görmemek mümkün değil bu insanların, benim abim de öyleydi. İnşallah adalet yerini bulur. İnşallah bir gün adaletin tecelli ettiğini görürüz sizin çabalarınız ve tüm duyarlı insanların çabalarıyla. Bunu umut ediyorum, acılarını yaşayan insanların bir nebze teselli bulmasını umut ediyorum bu sayede.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Teşekkür ederiz. Bizim için de en önemli talep zorla kaçırılma ve kayıplar konusunun gerçek bir hukuk ışığında aydınlatılacağı günleri görebilmemizdir. Gerçekten en büyük arzularımdan birisidir. Bu faili meçhullerin gerçek anlamda ortaya çıkması ve bu zorbaların itiraflarının apaçık ortaya çıkması, bu suçların adil bir şekilde yargılanması en büyük temennimizdir. Değerli izleyenler bugün de ÖFG TV burada sona eriyor. Haftaya Salı günü saat 21.00’de tekrar sizlerle birlikte olacağız. Hoşça kalın.

Yorumlar