8 Mart 2022

Herkese merhaba ÖFG TV’den herkese iyi akşamlar. Her hafta Salı günü saat 21.00’de sizlere insan hakları konuları ile ilgili sunduğumuz haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile sunduğumuz programımıza başlıyoruz.

Bu hafta kadınlar açısından son derece önemli bir hafta. Bugün kadınlar açısından son derece önemli bir gün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Tabi ki kadınlara yönelik haksızlıklar ve dışlamalar maalesef ki her geçen gün artıyor! Hayatta yüklendikleri yükler artıyor, ödedikleri bedeller artıyor. Tüm bunları bugün biraz konuşmak istiyoruz çünkü biz insan hakları raporlarımızda kadına yönelik şiddet engelleme ile ilgili önemli istatistikler paylaşıyoruz zaman zaman. Bugün de elimizden geldiği kadarıyla kadınlara yönelik ihlaller, engellemeleri Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde konuşmak istiyoruz.

3 misafirimiz olacak ve onlar ile yaşadıkları hayatta ödedikleri bedeller, yükler ile ilgili konuşacağız. Fatma Bostan Ünsal, Esra Güllüce ve Şebnem Çay konuklarımız olacak. Eşleri ve çocukları ile ilgili sorunları anlatacaklar. Oldukça yoğun sorunlar yaşıyorlar ve bir başlarına bunlarla mücadele etmeye çalışıyorlar. Belki yanlarında onlara yardımcı olan insanlar var. Esra Güllüce konuğumuz. Kendinizi tanıtır mısınız?

Esra Güllüce: Ben Esra Güllüce. Eşim 672 KHK ile ihraç oldu. 2 çocuğum var. 2016’da süreci yaşadık, 2017’de hep hüsn-ü zan beklerken daha acılarını gördük çünkü beklemiyorduk benimle alakalı sıkıntı yaşamayı. Hayatımı anlatırsam çok uzun sürer, ben yaşadığım mağduriyetleri özetleyeyim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Eşiniz, çocuğunuz dolayısıyla size yüklenen hayatın yükleri karşısındaki mücadeleniz, yaşadığınız zorluklar, olması gerekenler, bunları sizden dinleyelim.

Esra Güllüce:2017 yılında ilk etapta eşimi aldılar. Eşimi 2 hafta sonra bıraktılar, ondan 2 hafta sonra beni aldılar beklemiyorduk doğrusu beni almalarını! Hatta avukatın kendisi de söyledi; “Eşini tehdit etmek için aldınız Esra hanımı.” Diye. Savcı hiçbir yorum yapmadı o konuda! Beni tutuklayınca, gerçi o tutukluluk süreci 1 aylık bir süreçti benim için. 1 aylık bir süreç ama gerçekten çok sıkıntı yaşadım. Ben içerideyken eşimi almışlar, aynı yerde kalmışız haberim olmadı tahliye olduğum gün öğrendim. Eve geldim bir anda boşluk çünkü öncesinde çalışıyordum, eşimle beraber çalışıyorduk. Yeni evimizi tuttuk, yeni hayat kurmaya başladık, ben geldim Allah’tan patronum hemen işe geri aldı beni “Gel bizimle tekrar çalış.” Dedi sağ olsun. Tekrar çalışmaya başladım ama 1 aylık süreç o kadar ağır geçti ki ben kendimi zar zor toparladım. Sonra bir hayat mücadelesi başladı. Önceden eşimle olan mücadeleyi şimdi tek başıma yüklendim bu süreçten sonra. Bizim en büyük sıkıntımız uzakta olması oldu eşimin. 1244 km’lik bir mesafe! Bu hakkı olmasına rağmen istediğimiz yere nakil edilmedi. Cezaevleri dolu dedik, yeni cezaevleri de açıldı batıda onlara da gönderilmedi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Siz Düzce’desiniz, eşiniz Patnos Cezaevi’nde KHK ile ihraç edilmiş bir veteriner hekim değil mi?

Esra Güllüce:Evet Ağrı Patnos’ta. Ben çalıştığım dönemde gidemiyordum, takribi 6 aylık aralıklarla gidebiliyordum, izin alamıyordum, gidip gelmek uçakla 3 gün, otobüsle 5 gün sürüyor. Bir kere trenle döndük herhalde bir haftayı bulmuştur, çok sıkıntılı bir süreçti. O yüzden gidemiyorduk sık sık ama “Sağlıklıyız, çok şükür kimseye muhtaç değiliz.” Diyorduk, bunları söylüyorduk. Tabi sıkıntılar yaşamadım mı? Tek başına mücadele gerçekten çok zor. Çok sıkıntı yaşadım, insanların bakış açısı, gün gelip akrabalardan duyduğumuz incitici kelimeler, bugün kimse yüzüme vatan haini diyemez ona cesaret edemez çünkü öyle bir şey yok ama imalar can acıtıcı oldu çünkü yıllarca vatanına hizmet et, birden bire bir gecede hain ilan edilmek çok sıkıntılı bir süreçti ama sabrettik çünkü biz kendimizi biliyoruz, biz kendimizden eminiz. Ben iş yerinde mobinge maruz kaldım, ayrılmak zorunda kaldım. Kadınların yaşadığı en büyük sıkıntılar da bu; etrafında bir destekçi yoksa maalesef karşı tarafın bakış açısı güçsüz görüyor, mobinge maruz kalınca ayrılmak zorunda kaldım. Sonra başka işlerde çalışmaya başladım. Evden çabalamaya başladım, eşime de; “Kimseye muhtaç olmayalım, sen gelene kadar sabrederiz.” Diyorum. Çok şey var ama kısa bir özet geçmiş olayım. Ağustos 2021’de oğlum Talha da kusma şikayeti başladı, hastaneye götürdük ilk etapta serum takıp gönderdiler, viral diye düşündük, daha sonra devam edince tekrar hastaneye acile götürdüm, orada fenalaştı, “Gözlerim görmüyor.” Dedi, yatış yaptılar, müşahade odasında kaldık. Müşahade odasında bir kadın doktor gelmişti 2-3 gün sonra. Bana: “Bir hastalık gördüm ama alanım değil, beyinde bir beyaz cevher gördüm ama alanım değil emin olamıyorum, size kesin bu hastalık diyemiyorum.” Dedi. Ben de ölümcül bir hastalık değilse hiç sıkıntı değil dedim. Tedavi ile halledilir Allah’ın izni ile dedim. Arkasını döndü, tekrar bana döndü çünkü bana “Yok kanser gibi bir hastalık değil.” Dedi. Metabolik bir hastalık deyince akdeniz anemisi gibi bir şey diye düşündüm. Apar topar yatırdılar bizi, tetkikler baştan alındı, kağıda hastalığın ismini yazıp elime verdiler. Ben de metabolik bir rahatsızlık, kanser gibi değil deyince hiç araştırma ihtiyacı hissetmedim, çünkü internette çok fazla bilgi kirliliği oluyor hastalıklarla alakalı okuyup moralimi bozmayım, gelir bir doktor açıklama yapar diye bekledim kimse açıklama yapmadı bana. Aradan 2, 3 gün geçti, uzman doktorlar gidip geliyor, hiç kimse bir şey söylemiyor. Asistana sormaya çalışıyorum hastalığı netleştirmeye çalışıyorlar. “Hastalık ne ki bana bir söyleyin?” dedim ve sonra interneti açtım birkaç madde okudum hastalıkla ilgili o an şok oldum. Kendimi de kaptırmak istemiyordum, internette bilgi kirliği fazla diye. Hemen kalkıp asistanın yanına gittim, o hastanede hiç uzman doktorla konuşamadım, irtibat kuramadım. Asistanın yanına gidip “Doktor hanım ben sıkıntılı bir hastalık olarak gözlemledim, bunlar doğru mu? Gerçekten böyle mi” dedim. Bana dedi ki: “Haklısın.” “Anlayamadım.” Dedim. “Evet 2 ila 5 yıl.” “Nasıl yani?” dedim o an şok yaşadım çünkü bilinen bir hastalık değil bu, çok nadir, hatta birçok sağlıkçı ismini bile bilmiyor. 2 ila 5 yıl deyince o an afalladım, derler ya dünya başıma yıkıldı, gerçekten öyle bir durum oldu ve o gün de eşim arayacaktı. Tedavi olarak ne yapılabilir dedim. “Hiçbir şey.” Dedi. “Nasıl yani? Hiçbir çözümü yok mu bunun?” “İlik nakli diyorlar ama o da şu an %100 diyemiyorum size.” Dedi. O kadar umutsuz konuştu ki ben orada bittim. Bir yandan şunu düşünüyorum; 1-2 saat sonra eşim arayacak ben ne diyeceğim ona. Bir yandan kafamı toparlamaya çalışıyorum. Bol bol ağladım. O güne kadar ağlayamamıştım o gün ağladım. Karşılıklı ağladık, eşim aradı toparlamaya çalıştım, eşime söylemedim. “Bir hastalık var, eşime söyledim. Adrenolökodistrofi, metabolik bir hastalık dedim. Detayını açıklamadım. O gün eşimin cezasının onandığını öğrendim ama samimi söylüyorum normalde bu hastalığı öğrenmeden önce olsaydı çok üzülürdüm, gerçekten üzülemedim ona cezasının onandığına çünkü canım o kadar acımıştı ki ekstra bir acıyı hissetmedim. O gün bittim ama bir yanda çocuğum, bir yanda diğer çocuğum, bir yanda eşim toparlan dedim kendi kendime. Sonra hemen bir arayışa girdim, başka hastanelerde ne yapabiliriz çünkü bu hastanede hiç bilgi verilmedi. Hiç bilmediğim bir hastalık, yol gösterecek kimse yok nasıl yaparız? 2 gün boyunca abartısız söylüyorum 10 dakika bile boş kalmamıştır telefon. Sürekli birileri ile görüştüm, sürekli birileri ile irtibat kurdum bu hastalığı geçiren ailelere ulaşmaya çalıştım zaten çok nadir görülen olduğu için 2 aileye ancak ulaşabildim. Sonra apar topar farklı bir hastaneye götürdük. Bu arada yığınla makale okudum, o kadar çok makale okudum ki şu an doktorumuz bir şey söyleyince biliyorum, bunu makalelerde okumuştum diyorum. İlik naklini %80 etkili olduğunu okudum, Amerika’da bir hastanenin makalesinde. Bu bana umut oldu. Aldım çocukları, Antalya’ya götürdüm tek başıma. Hiç kimse yok yanımda. Orada bir doktor hanım vardı, o doktor hanım: “Sanki küçükte de var gibi, bu genetik bir hastalık. Sanki ben küçükte de var gibi hissettim.” Orada daha bir çöktüm ama tekrar kalkmak zorundaydım. Fiziken dimdik ayaktayım ama ruhen gerçekten çöktüm. Bıçak satıyordum ben oradan tanıştığım bir iki arkadaş görüşelim dediler, sağ olsunlar onlar çok iyi geldi bana çünkü yapayalnız ilk defa Antalya’ya gittim, çocukları aldım götürdüm ve kimse yok, kimseyi tanımıyorum. Sağ olsunlar geldiler, aldılar beni.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Sizin şu an eşiniz Patnos Cezaevi’nde yatıyor, daha halen yatıyor. Siz tek başınıza iki çocuk annesi olarak çok nadir ve ağır bir hastalığı olan bir çocukla uğraşıyorsunuz ve şu anda da bir hastane odasından bize bağlanıyorsunuz. Çocuğunuz bugün biraz kötüleşti, ateşi yükseldi ve hastaneye tekrar yatırmak zorunda kaldınız. Böylesine ağır bir yükle yaşamak durumundasınız. Biz burada tekrar bir başka arkadaşımıza bağlanalım size geri döneceğiz. Fatma Bostan Ünsal konuğumuz.

Fatma Bostan Ünsal: Ben Fatma Bostan Ünsal siyaset bilimi eğitimi aldım, bir müddet bunun eğitimini verdim Muş Alparslan Üniversitesi’nde Olağanüstü Hal Dönemi’nde, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’den sonra ilan edilen 672 sayılı KHK ile işimden atıldım. Benim daha öncesinde benzer bir engelim vardı, başörtülü olduğum için doktora sınavına girememiştim. Ben diğer kız kardeşlerime göre daha şanslıydım çünkü lisans döneminde başörtü yasağı ile karşılaşan arkadaşlarımız hiç okuyamamıştı, ben yüksek lisansımı da yapabilmiştim. Benim açımdan daha rahat bir atmosfer olmuştu, doktora eğitimi çok geciktiği için yurt dışına gittim daha sonra ama bu sefer çocuklarla bir olması gerektiği için belli bir yaştan sonra biraz daha 1 senede yapılacak işler 5 seneye çıkıyordu. Bütün bu problemleri aşarak, çalışma hayatına başladım üniversitede bu sefer de darbe teşebbüsünden sonraki OHAL’in bir suç isnadında bulunmadan bile meşru, yasal bazı hususlar ileri sürülerek keyf bir şekilde işimden atıldım. 150 bin arkadaşımızın olduğu gibi. Yine diğer arkadaşlarıma göre daha kabul edilebilir bir şart değil, arkadaşımız Esra hanımın anlattığı gibi aynı şartlar Esra hanım için de geçerli herhangi bir suç yok ne kendisinin ne eşinin ama yaşadığı bu kadar büyük travmalara sebep olan bir hal olmuş oluyor. Çok geçmiş olsun diliyorum. Esra hanım genel olarak kadınların kendiliğinden soyunduğu pek çok işe kendiliğinden girmiş, görüldüğü gibi hem doktor gibi araştırmış aynı zamanda psikolog gibi hem kendisine hem çocuğuna hem çevresine bu konuyla ilgili olarak yatıştırmaya çalıştığını görüyoruz. Zaten aşçılık, terzilik gibi pek çok farklı alanlarda kadınlar hayatı götürürken bir şekilde deneyim kazanıyorlar ve hayatı götürmeye çalışıyorlar. 8 Mart ile ilgili olarak ortaya çıkışı çok üzücüdür. 8 Mart 1860’lı yıllarda dokuma işçisi olan kadınlar çok ağır şartlarda çalışıyorlar, çok uzun saatler çalışıyorlar ve çok az ücret alıyorlar, özellikle erkekler ile karşılaştırıldığında buna itiraz ettikleri için protesto hareketlerine başlanıyor ve o fabrikaya kilitleniyorlar, çıkan yangında da çok yüksek sayıda, 120’den fazla kadın hayatını kaybediyor. İşte bu aslında acılı günü hatırladığımız için, hatırlattığımız için o yüzden de kutlama yerine anmayı tercih ediyoruz, aynı zamanda kadın mücadelesi özellikle de emekçi kadınlar olduğu için bunu ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. Pek çok bu tür kadınlar var. Kız kardeşlerini biliyoruz, onlar da diktatörlük ile savaşırken simge haline gelmiş oldular ve kadına yönelik şiddetin olduğu gün için onları anıyoruz. Bu şekilde aslında pek çok kadın var olan eşitsizliğe, sadece kadın erkek değil güçlü güçsüz arasındaki ilişkinin olmaması gerektiği yönünde bir ses kadınların yaptığı ses. Bu anlamda ilahi mesajın da desteklediği bir sestir. İlahi mesaja baktığımızda; aslında Hz. Meryem’in mucizevi şekilde doğumu bile Yahudi dar görüşüne tokat gibi bir cevaptır. Yahudi dini düşüncesinde mabetlere kadınlar giremiyordu. Mucizevi bir şekilde doğması nedeniyle annesi: “Doğacak çocuğumu Allah’ım senin için yetiştireceğim.”diyerek mabete adamıştı ve bir vakti var ki kız oldu çok şaşırdılar aslında o dönem ki Yahudi’lerin dar görüşüne tokat gibi bir cevaptı orada büyüdü yetişti ama insanın dar görüşlülüğü o kadar fazla ki ilahi müdahaleler, mucizevi müdahaleler ile bunu engellemeye yetmiyor. İslam geldiğinde de hep söylenir, kız çocuklarının dirileri toprağa gömüldüğünü veya kadınların bir miras öznesi olmadığını, tam tersine miras nesnesi gibi değerlendirildiğini görüyoruz. Kız ve erkek çocuk arasındaki eşitsizlik Kur-an’da da veciz bir şekilde ifade edilir. Kız çocuğu kendisine söylendiğinde insanların mos mor oluşu çok kötü bir şekilde yerilir ve insanların çifte standardı da bahsedilir veya Peygamberimizin kız çocuğundan torunları olmuştur. Bu nedenle bazıları soyu kesiktir der ve Kur-an’da da şiddetli bir cevaptır ama 1400 yıl boyunca tüm Müslüman toplumları soyun erkek üzerinden devam ettiği söylenmiştir. Çok yakın tarihte Anayas Mahkemesi bile kadınların evlenmeden önceki soyadını taşımaları üzerine bunu söylemişlerdi. Soy kadından devam etmediği için diye, 1400 yıl boyunca bile bunun üzerinden ilahi müdahaleler bile kolaylıkla gelemiyor insanın dar görüşlülüğü nedeniyle bu yüzden de hem ilahi mesajlar kol kola onun paralelinde kadınlar büyük mücadelelerden geçtiler ve sadece kadın hakları olarak demeyelim çünkü insan hakları ve kadın hakları birbirini destekleyen alanlar. Hatırlarsanız 1861 yılında köleliğe karşı ABD’deki hatta savaştan sonra kadın hakları mücadelesinin başladığını görüyoruz. Kadın hakları mücadelesinden sonra insan haklarının daha da netleştiğini görüyoruz. Bu yüzden bu şekilde bir bütünsellikte bakmak ve kadınların genel insan hakları mücadelesini de takdir etmek gerekiyor. Bu çerçevede genel insan hakları mücadelesi de önemli. Nasıl Magnacart’ı sayıyoruz çok önemli, Fransız yurttaş insan hakları bildirgesi veya anayasa hakları önemliyse 8 Mart’ta çok önemlidir çünkü kadınların emek mücadelesi ve bunun çok acı bir şekilde hatıralarda yer alması dolayısıyla bunu hatırlıyoruz çünkü bitmedi! İnsan haklarının özellikle kadın hakları mücadelesi bitmedi! En son geçen yıllarda çıplak arama ile yüz yüze geldiğini ifade etti kadınlar aslında kadınların bunu ifade etmiş olması bu çıplak aramanın aslında erkeklerin de sorunu olduğu görüldü ve genel olarak şu anda nispeten bu hukuksuzluğun kabulü yönünde Türkiye’de bir ortam oluştu ve inşallah da tümüyle kalkacak. Yeni yeni dikte dediğimiz problemler yeniden ortaya çıkıyor. Aslında Türkiye kanunlarına göre hapishanede çocukların olmaması gerekiyor veya hamile kadınların olmaması gerekiyor ama Olağanüstü Hal dönemi hukuksuz dönemin olduğu Türkiye’de Türkiye’nin iç hukukuna da aykırı olarak 500’den fazla bebek şu anda hapishanede annesi ile beraber ama aynı zamanda pek çok annenin de çocuğu hapishanede değil evlerde ama o da bir şekilde hapishanede. Belki de daha da zor koşullarda büyüklerin, akrabalarının yanında o sayıyı bilemiyoruz ama çok büyük bir acı. Annesi, babası sağ olan çocuklar yetim, öksüz durumunda. Hukuksuzluğumuz nedeniyle, bunun dile getirilmesi gerekiyor. Yeniden yeniden bu da bir hak ihlallerinin önemli başlıklarından biridir. Hep şu söylenir; iki adım ileri bir adım geri veya iki adım geri bir adım ileri. İstanbul Sözleşmesi 10 yıl önce parlamentonun bütün partilileri tarafından oylaşma ile geçmişti ve AK Parti bunun hem Türkiye içinde hem Türkiye  dışında şampiyonuydu İstanbul Sözleşmesi’nin. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma yönünde kararlarını görüyoruz, bu da özellikle kadın hakları için bir geri adım, aynı zamanda hukuksuzluğu gösteriyor. Danıştay bugünlerde bunun olamayacağını ifade ediyor. Yani kadın hakları diyoruz, bu artık spesifik olarak bu konuda eğilmek çok anlamlı değil derken o kadar üstümüze ihlaller geliyor ki Esra hanımın da bahsettiği gibi bütün bir toplumu da aslında büyük bir hasta haline getirecek ihlaller ile karşılaşıyoruz çünkü kadın karşılaştığında bu ihlallerle bütün toplumu daha da fazla etkiliyor. Babası belki hapiste olduğunda o çocuklar o kadar etkilenmiyor belki ama kadınlar gittiği zaman çocuklar dolayısıyla bütün bir aile çok etkilenmiş oluyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Size yine döneceğiz Fatma hanım. Şebnem Çay konuğumuz. Siz de önemli mağduriyetler ve hayatınızda birtakım ağır yükler taşıyan bir kadınsınız. İlk önce kendinizi tanıtmanızı isterim. Eşiniz ve çocuğunuz ile ilgili sorunlar var. Onları kısaca anlatarak neler yaşıyorsunuz bir kadın olarak? Neler hissediyorsunuz?

Şebnem Çay: İsmim Şebnem Çay, ben MS hastası şu an hükümlü olan Mustafa Özcan Çay’ın eşiyim. Yaşanan süreçte aslında hepimiz aynı olay etkilese de parmak izi gibi hiçbirimizin yaşadığı öbürününküne benzemiyor, herkesin kendi dünyasında yaşadığı çok farklı olaylar var, bu olayların kendi dünyamıza yansımaları çok farklı. Küresel sorunların yaşadığı bu dönemde kadın olmak dünyanın birçok yerinde çok zor. Bununla beraber dünya koşullarından kaynaklı pandemi, ekonomik krizler, şiddet, yeni bir dünya düzeni gibi olaylarla beraber bizim sosyal alanda var olma savaşı içinde ayakta kalmaya çalışmamız, ön yargılarla boğuşmak zorunda olmamız, bu süreçten sonra hayatımızı idame edebilmek adına sorumluluklarımızın, yüklerimizin daha da fazla olması aslında bir varlık olanın bin parçaya bölünmesi gibi. Bu süreç içinde benim eşim de olay gecesi sonucunda tutuklandı, tutuklanmadan öncesinde MS hastası tanısını almıştı. Tedavilerine dikkat ettiği için düzenli ilaç kullandığı için geçirdiği her atak sonrasında tedavisi yapıldığı için bunu algılayabilecek kadar iyi bir durumdaydı. Tutuklandıktan sonraki dönemde başvurularına rağmen uzun bir süre eşim rahatsızlığı sebebiyle alması gereken ilaçları alamadı, ulaşamadı ve üst üste ataklar geçirdi. Bunların sonucunda da hastalığı çok fazla ilerledi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:20 ay kadar kullanması gereken önemli ilacını kullanamadı diyorsunuz.

Şebnem Çay: Evet, daha sonra da bir müddet bazı aksamalar oldu, gün kayıpları, geç gelen ilaçlar şeklinde verilmesi gereken diğer tedavi yöntemlerden de destek alamadı, pandeminin de araya girmesi ile daha da uzak kalmak zorunda kaldı tedaviye. Sinir sistemi hastalığı olduğu için hastalık çok hızlı bir şekilde ilerledi ve sonucunda eşim şu an kendi hayatını tek başına idame edemeyecek noktaya geldi, kendisi tekerlekli sandalyeli hayatını idame ettiriyor ve arkadaşlarının da sağ olsunlar, yoğun destekleri var koğuş içinde. Bu hem hükümlü olup hem hasta olduğunuz zaman şartlar daha da değişiyor. Ben birçok kez şunu söylediğimi biliyorum; canı sağ olsun da, kendisi iyi olsun görmesem de olur. Şu an için sesini duymasam da olur, yeter ki onun iyi olduğunu bileyim dediğim çok zamanlar oldu. Bir kadın olarak bunları tek başınıza olsanız daha rahat atlatabiliyorsunuz ama evladınız olunca işin boyutu değişiyor çünkü onun dünyasında olayları anlayabilmesi, algılayabilmesi çok zor oluyor. Onun dünyasına zarar vermeden anlatabilmek de anneyi çok yıpratıyor. Biz görüşlere gittiğimiz zaman diğer çocuklar babaları ile beraber koşuşturma oynarken babamız yürümekte çok zorlandığı için kızımın taleplerine cevap veremiyordu. Bu hem babamız için hem kızım için çok büyük bir travma sebebi oluyordu. Bu tarzda yaşamasaydım hiç düşünmeyeceğim birçok durumla karşılaştım. Sağlığım söz konusu olduğu noktalarda birçok şeyin daha arka plana atılabileceğini fark ettim. Daha öncesinde hiç düşünmeyeceğim şeylerin insan hayatı söz konusu olduğunda birçok şeyin daha geri planlarda kaldığını öğrendim bu süreç içinde. Aslında ifade etmeyi çalışıyorum ama bazı duyguları nasıl ifade edeceğimi de bilmiyorum. Yaşamayanı anlayabilmek kolay değil. Bu yüzden hem eşim açısından hem de bizim için çok zor oluyor. Eşimi ziyarete gidiyorum, onu atak geçirmeden önceki hallerini bildiğim için çok net gözlemleyebiliyorum. “Canım atak geçiriyor olabilir misin?” diyorum çünkü atak dönemi sırasında bazı belirtileri oluyor, gözlerindeki bakışlarında, sinirlilik durumunda, bazı belirgin şeyler oluyor. O bana ben üzülmeyeyim diye; “Yoo iyiyim, bir problem yok.” Diyor ama bir sonraki görüşte gittiğimde atak geçirmiş oluyor. Ya müdahale ediliyor ya da eşim 4-5 gün bitkisel hayat şeklinde bir geçiş dönemi yaşıyor ve ondan sonra yavaş yavaş toparlanmaya başlıyor. Biz de aynı şekilde o bize sorduğu zaman dışarıda her şey güllük gülistanlıkmış gibi, hiçbir problemimiz yokmuş gibi her şeyin iyi olduğunu söylüyoruz yeter ki üzülmesin, aklı bizde kalmasın, süreç zaten zor bir de hasta bir şekilde orada geçinmek çok daha zor olacağı için onu bildiğimce hepimiz kendi içimizde yaşıyoruz yaşadığımız durumları.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Bir de çocuğunuz otistik, eşiniz ve onun mahpusluğu ve hastalığı bir de kızınızın sorunları var sanırım. Onlarla beraber hepsi bir araya gelince nasıl zorluklar ile karşılaşıyorsunuz?

Şebnem Çay: Kızım da özel gereksinimli bir çocuk, şükürler olsun ki çok ağır bir durumda değil ama bazı şeyleri anlatmakta gerçekten çok zorlanıyorum, idrak etmekte çok zorlanıyor, doğal olarak çok özlüyor, açıklamakta çok zorlanıyorum birçok konuyu. Bir çocuğun ihtiyacı olan anne ve baba duygusunu yaşayamıyor olması yerine başka bir şey telafi edemiyorsunuz. Belki bir şey eksik olsa onu alırsınız, telafi edersiniz ama bu duygusunu mesela eksik olan duygusunu tamamlayamıyoruz ve bunu açıklayamamakta bir anne olarak beni çok yıpratıyor. Özel gereksinimli bir çocuğun annesi olduğunuzda hayat biraz daha farklı oluyor. Normal gelişimi devam eden bir çocuk kendi hayatını idame ettirebilirken siz her zaman onu sırtınızda taşıyor gibi hissediyorsunuz. Bir yere bıraktığınız zaman o orada kalmıyor, fiziksel olarak kalıyor hayatını idame ettiriyor gibi gözüküyor ama siz bunu sürekli sırtınızda taşıyorsunuz, bir şeyle karşılaşır mı? Bir zorluk karşısında farklı bir durum gelişir mi? Şeklinde düşünmeniz gereken çok farklı durumlar da olmak zorunda oluyor bu da; gerçekten ekstra bir yük!

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Biz size tekrar döneceğiz. Tekrar Esra Güllüce’ye dönelim. Esra hanım şu anda neler yaşıyorsunuz? Şu anda yaşadıklarınız zorluklar ile ilgili bilgiler alalım?

Esra Güllüce: Şebnem hanıma geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Onlar aslında kendi mağduriyetlerini anlatırken benim mağduriyetimi de dile getirdi. Düşündüm de ben kendi mağduriyetimi anlatıyorum ya; binlerce kadının bence mağduriyetini dile getiriyorum çünkü uzaklık, eşlerinin yanında olması çok sıkıntılı süreç. Ben bu süreçte anladım ki; ben 200 yılında babamı kaybettim. Bu süreçte daha çok anladım ki; bir kadın her şeyin üstesinden gelebilir aslında ama destekçi bir eşse gerçekten çok büyük desteği oluyor ve o kadını çok daha güçlü kılıyor. Eşim yanımdayken ben kendimi çok güçlü hissediyordum. İstanbul’da bir hastane bulduk ve ilik nakli sürecine girdik çünkü ilik naklinden çözüm olacaksa bile ilik nakli çözüm başka bir çözüm yok. Çok şükür herhangi bir semptom yok hastalığa dair. Bu bizim için bir teselli oldu ancak bu süreçte çok çabaladım ve şu an o kadar yorgunum ki o konuda hiç çabalayacak halim yok aslında, bu konularda konuşmaya halim yok desem yeridir. Eşimi getirtmek istedik bu tarafa, en azından bu süreci çocuğun raporlarını sunduk hiçbir şekilde karşımızda duvar var, başka hiç! CİMER’e yazıyorum, hiç dönüş olmuyor! Eşim de şöyle öğrenmiş; memurlardan biri oğlunu dönor olmak istiyor musun diye sormuş aniden. “O an dünya başıma yıkıldı, şok oldum. Sen keşke açıklasaydın.” Diyor ama ben psikolog eşliğinde açıklarla diye düşünüyordum, ben birden yüzüne söyleyeceklerini düşünmemiştim. O zamandan sonra eşim daha çok çabalamaya başladı bu tarafa gelmeye. Talha’nın raporlarını sunduk ama hiçbir gelişme olmadı. Pandemi dönemiydi, en son 2019’da pandemi başlamıştı Şubat ayında, o zaman açık görüşte gördüler babalarını, ondan sonra daha hiç görmediler. Bir kere kapalı görüşe gitmiştik sadece ama kapalı görüşte çok etkili olmuyor çocuklar için. Size bilgisini verdik ne yapabilir diye. Hiçbir çözüm olmadı. Şöyle düşünüyorum; eşimde gerçekten en ufak bir vatan hainliği sıfatı görsem tamam, katlanırım. “Evet eşim böyle bir hata yapmış.” biz de çekeceğiz ama gerçekten ben savcıya da söyledim. Eşim eve sinek ilacı bile almazdı, sinek ilacını ben alırdım eve. Bu beni daha çok yaralıyor. Hüküm verildi, yatıyor ama kanunda bu var! Bu tarafa getirtmek zorundasın, Kamu Denetçiliği Kurumu’na da yazdım, Kamu Denetçiliği Kurumu da onay verdi ona rağmen hiçbir olumlu dönüş alamadık, geçen hafta yine ret geldi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Esra hanım Düzce, İstanbul, Antalya her yere koşturuyorsunuz, en azından Patnos’tan eşim Düzce’ye gelsin bize kolaylık olsun çünkü 1000 km’yi aşkın bir mesafe ve eşinize gitmek istiyorsunuz. Böyle bir dar boğazda halen biz de yoğun bir şekilde bu konuyu işliyoruz halen nakil işlemi gerçekleşmemiş ve sizi oldukça önemli bir sıkıntıya sokuyor.

Esra Güllüce: Hiçbir şekilde olumlu dönüş alamadık. İlik nakline gireceğimiz zaman açık görüşler başlamamıştı, arayıp yalvardım. “Getireyim çocuğumu, babasıyla açık görüşte görüşsün, ilik nakline girecek, en azından moral olur, ben getireceğim.” Dedim kesinlikle izin vermediler. Kateter takıldığı gün “Babam burada olmadığı için canım çok acıdı.” Demiş kateterden dolayı, hemşire ameliyattan çıktı bana bunu söyledi. Hiçbir şekilde getiremiyoruz eşimi. En son eşim 14 aylık süreç kaldı denetimli verilirse en azından “Kanunu da buldum ben “Çocuğumu görmeye izin verseler, bunun için çabalasak.”dedi, eşim dört duvar arasında küçücük imkanlarla kanun maddelerini buluyor, onlarla uğraşıyor. Benim imkanım daha fazla ben de biraz çabalayayım. Tekrar böyle bir sürece girdik. Şu an çabalıyoruz en azından gelip Talha’yı görsün, hem Talha’ya moral olur, hem eşime moral olur diye ama bilmiyorum inşallah olumlu bir dönüş alırız.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Fatma Ünsal’a bağlanalalım. Fatma hanım; hem Şebnem hanım hem Esra hanımı dinlediniz, eşleri cezaevinde. Şebnem hanımın eşi oldukça önemli bir rahatsızlık MS hastalığına yakalanmış durumda, Esra Hanım’ın çocuğu Adrenolökodistrofi denen çok nadir ve oldukça sıkıntılı bir hastalıkta. Çok önemli bir çırpınış içindeler, oldukça ağır durumda. Sizin değerlendirmelerinizi almak isterim?

Fatma Bostan Ünsal: Sadece Esra hanımın ya da sadece Şebnem hanımın karşılaştığı durumlar değiller. Pek çoğunu isim isim biliyoruz, çocuklar veya büyükler daha sonra vefat ettiler, bir kısmı hala hastalar, tedavileri devam ediyor. İstisnai değil bu yüzden zaten bu duruma biz insan eliyle felaket diyoruz. Felaketi daha ağır bir şekilde yaşamış oluyoruz çünkü hukuksuzluklar söz konusu. Baba hapiste, hiçbir suç isnadı bile yok, hapiste ve 1200 km ötede hapiste veya hasta, yeterli bir tıbbi bakımdan uzakta. Katmerli bir hukuksuzluğun neticesi. Zaten zor olan ve pek çok rolü alması gereken kadınlar bu durumda hukuksuzluğun katmerleştiği durumda kendilerini çok zorlayarak görüyoruz Esra hanım da bir doktor, psikolog, avukat gibi diğer alanlarda da hemşire, aşçı, temizlikçi gibi tüm bu rolleri görerek hayatı götürmeye çalışıyorlar. Zaten genelde kadınların yükü fazla ama bu hukuksuzluk ortamında ve insan eliyle felaket dediğimiz bu OHAL dönemi KHK ortamında maalesef bunlarla yüz yüze kalıyor kadınlarımız. Bunu tekrar tekrar hatırlamakta, 8 Mart’ı hatırlarken, emekçi kadınların kendi mücadelelerini hatırlarken, eşleri hapishanede olan kendileri bebekli hapiste olan kadınlar, hastalara yardım eden kadınlarda bu yükün çok çok daha ağırlaştığını görüyoruz, insan eliyle olmuş olması dolayısıyla daha da dayanılmaz. Şebnem hanım: “Çocuğuma anlatamıyorum.” Diyor, çok haklı zaten anlaşılmaz bir durum çünkü insan eliyle oluyor. Bunun bir an önce atlatılması gerekiyor. Tüm kamuoyu desteği de bunun atlatılmaya yönelik bazı işaretler de alıyoruz. Siz de görmüşsünüzdür çünkü gerçekten izah edilecek gibi değil. Şu an 6 yıl bile çok uzun süre bu tür mağduriyetleri bırakın sadece KHK ile işten atmak bile bir sosyal ölüm diyoruz. Başka bir yerde çalışamıyorsunuz ve daha önceki yaşantınızdan çok farklı bir yaşantı sizin için ön görülüyor ve bunu yaşıyorsunuz ki arkadaşlarımızın yaşadıkları zaten çok istisnai ve travmatik. Bu açıdan kamuoyunda bu konuların gündeme geldiğini biliyoruz KHK’ların hükümsüz kılınacağı ve yapılan yargılamaların da adil olmadığı için yeniden yargılanması gerektiği çünkü suç bile yok! O meşru birtakım işler, belli bir sendikaya üye olmak, belli bir kurumda çalışıyor olmak suç değil, belli bir bankada hesabı olmak suç değil bunun cezası da olmaması gerekiyor. En temel hukuki prensiplere dönmesi gerekiyor Türkiye’nin ve kendi iç hukukunu uygulaması gerekiyor. Bunun için de elbette ki kamuoyunun bu konu ile ilgilenmesi gerekiyor çünkü bir toplum için en büyük felaket insan haklarına aykırı bir düzendir, çünkü başka ne olursa olsun insan haklarının tanınmadığı ortamda diğer kusurlu hususları tahammül edemeyeceğiniz bir ortam ortaya çıkmış oluyor. Bu yüzden ben Esra hanıma da şunu söylemek istiyorum. “Benim eşim hain değil, terörist değil.” Diyor. Devletlerin çeşitli zamanlarda yanlış yaptığını biliyoruz. Baş örtüsü şu anda meşru ama baş örtüsü yasağı varken; rejim düşmanları deniliyordu, gerek Türkiye’de gerek Türkiye dışında ağır ihlallerle bulundu. Dersim katliamını biliyoruz, oradaki insanların nasıl öldürüldüğünü biliyoruz. Hatta Tayyip Erdoğan da özür dilemişti. Yurt dışında en tanınır örnek Yahudi’lerin Nazi’ler tarafından yakılması. Devletler zaman zaman daha ağır ya da hafif insan hakları ihlalleri yapıyor, bu da onlardan biri. Savunmaya gerek yok çünkü ortada zaten bir suç isnadı da yok ama ağır bir cezalandırma var, buradan çıkış ancak devletin kendi hatasını görüp hatta özür dileyip yeniden hukuka dönme yönünde adımların atılmasıdır sebep olarakta, bu şekilde de kadınlar zaten ağır olan yüklerine katmerli bir şekilde belleri bükülmesin diye noktalamak istiyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkür ederiz Fatma Bostan Ünsal. Son birkaç dakikada son sözü Şebnem Çay’a vermek isterim. Şebnem hanım son olarak yaşadıklarınızı kısaca özetleyerek, beklentilerinizi de söyleyin.

Şebnem Çay:Bugünün kadınlar günü olması sebebiyle toplum içinde karşılaştığımız sosyolojik, psikolojik, fiziksel engellere ve engellemelere rağmen biz kadınlara çok büyük görevler düştüğünü düşünüyorum çünkü kadınlar annelik vasfıyla geleceğin kadınlarını ve erkeklerini yetiştiriyoruz yani geleceği biz şekillendiriyoruz aslında. Yaşadığım olaylar sonucunda anladım ki; kadının içindeki gücün sınırı yok çünkü artık bittim, tamam, takatim kalmadı dediğiniz yerde tekrardan büyük bir ivme ile şahlandığımız zamanlar oldu, olaylar karşısında kadınların derleyip toparlayabilmesi, hayatına affediciliği anlayışı eklemiş olması, yaşamına duyguları, sezgileri katması, daha sevgi odaklı bakması, daha şefkatli kararlar alması aslında kadınların psikolojik dayanıklılığını kat be kat arttırıyor. Bu da kadınların gücüne güç katıyor aslında. Yaşananlar gerçekten kolay değil, hiç bilmiyorum nerede kim ne yaşıyor ne şartlar altında bilmiyorum ama kendi içimizdeki gücü keşfedip, kendimize güvenmek zorundayız. Eğer o güzel yarınlara ulaşmak istiyorsak bu gücü bir an önce keşfetmemiz gerekiyor ve kendimize güvenmemiz gerekiyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkür ederiz. Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde 3 kadını konuk ettik. Her birisi ağır mağduriyetler yaşamış durumda, tabi ki kadınların mağduriyetleri bunlarla sınırlı değil, çok yoğun ağır mağduriyetler yaşıyorlar toplumumuzda. Biz bunları gündem ederek bir farkındalık oluşturmaya çalıştık, Esra Güllüce eşi uzun yıllardır cezaevinde olup bir de hem işsiz kalmaları, maddi sorunlar yaşamaları artı çocuğunun yaşadığı hastalıklar dolayısıyla bize bir hastane odasından bağlandı, Şebnem Çay eşi ileri derecede hasta bir MS hastası ve oldukça ağır ihlallerle karşılaşmış durumda ve infaz erteleme alması gerekirken halen cezaevinde bulunuyor. Ağır mağduriyetlerle baş etmeye çalışıyorlar. Fatma Bostan Ünsal’da değerli bir akademisyen, siyaset bilimi hocası ve keyfi, zalim KHK’lar ile ihraç edildi, kadınlar olarak hem birbirlerini dinlediler, biz onları dinledik ve sorunları gündem ettik. Bütün bunları da kamuoyuna sunuyoruz. Farkındalık oluşsun ve daha bir hassasiyetle bu konulara, bu sorunlara yaklaşalım diyoruz. Ben 3 hanımefendiye de çok teşekkür ediyorum. Programımızı burada bitiriyoruz haftaya Salı günü saat 21.00’de tekrar sizlerle buluşmak üzere hoşçakalın iyi akşamlar.

Yorumlar