28 Kasım 2021

Ahval – Çiğdem Koç

Bugün de helalleşelim mi biraz?

Yoksa yüzleşmekle mi başlayalım önce? 

Bir gün sosyal medyaya bir fotoğraf düştü. Hapiste bir adam, hapishanelere aşina olanların iyi bildiği o beyaz plastik sandalyelerden birinin üstünde, gözleri açık halde oturuyordu o fotoğrafta. 

Dağınık, pis, bakımsız ve yalnızlığını göze sokan bir hapishane hücresindeki o sandalyenin üstünde oturan adamın adı Mustafa Kabakçıoğlu idi ve ölüydü. Defalarca revire çıkmış, bir sürü ilaç kullanan ve hastanede tedavi altında olması gereken bu adamın ölüsünü gardiyanlar bulmuştu. 

KHK’li bir polisti ve bu nedenle “ölmüşse ölmüş”tü.

İnsan hakları savunucusu, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun çabaları sonucu gündeme taşınan bu olayda savcılık “ihmal falan yok” dedi. 

İhmal olsa kimin umurunda olacaktı ki zaten?

Peki, bir sabah uyandığında kendini terörist olarak bulanların ülkesinde, öldürülenlerin hakkını arayamadığı tarihin bir yerine iliştirilmiş “ihmal” broşu zannedilen Mustafa Kabakçıoğlu ile helalleşmek nasıl mümkün olacak?

Nurefşan’ı hatırlar mısınız? 

9 yaşındaydı ve “terörist” annesiyle birlikte, muhtemelen idrak edemediği bir nedenle kaçmak zorunda kalmış ve Meriç’in sularında boğularak can vermişti. Kim bilir ne kadar korkmuş ve ne kadar üşümüştür, tıpkı aynı kaderi paylaştığı başka çocuklar gibi, hiç düşündünüz mü?

“Nurefşan FETÖ’cülerin çocuklarına koyduğu bir isimdir” ile başlayan yorumları okumak, o 9 yaşındaki kız çocuğunun ölümü kadar ağır gelmişti bana, dileyen ayıplayabilir. 

İktidar diliyle muhalefet yapanların ciddi ciddi muhalif sayıldığı bu coğrafyada 9 yaşında bir çocuğun ölümü üstünden kurulan cümlelerde boğulmuştu bir kez daha bu toplumun ahlakı.

Nurefşan’la helalleşmek nasıl mümkün olacak?

Söyleyin bakalım.

15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL’le üstümüze çöken korku ikliminin en çok yargıya hakim olduğu, herkesin malumu. 

Adil yargılama ilkeleri askıya alındı, savunma hakkı unutuldu ve hukuk uğradığı saldırıdan sonra yaralarını da alıp kaçınca, geriye adına yargılama diyemeyeceğimiz bir takım işler kaldı. 

TSK’nin çok övündüğü “emir komuta zinciri”ne uygun davranmak zorunda kalan ve komutanlarının terör alarmıyla hareket eden binlerce asker “darbeci” kabul edildi. 

Bir gün önce şehit sayılabilecekler bir gün sonra toplandıkları spor salonlarına çıplak halde tıkılan, dayak yiyen birer “terörist” olmuştu. 

Aralarında rütbeli olanlar da vardı öğrenciler de. 

O kadar çok yalan bilgi yayıldı ki ortalığa, yargılamalar artık hukukla değil korkuyla, ve bazen de, hazır fırsat bulunmuşken intikamla yapılmaya başlandı. 

Ordusunu güya bu kadar çok seven bu millet, ordusunun yarısından fazlası bunları yaşarken ağzını bile açmadı. 

O çok cesur (!) basın, tek bir dosyada neler olduğuna bile bakmadı. 

Hele ki, “bizimkilere yapılırsa kumpastır” ekibi, alkışladılar şehvetle, çünkü nihayetinde intikam çok tatlıydı. 

Yıllardır hukuksuzca hapiste olan binlerce asker ve askeri öğrenci var. 

Onlarla helalleşmek nasıl mümkün olacak dersiniz?

İnsanlar açlığa, sefalete mahkum edildi KHK’larla. 

“Ağaç kökü yesinler”di zaten, çünkü bir zamanlar meşru olan, hatta övülen okullar, yurtlar, bankalar, şunlar ve bunlar işte şimdi burunlarından fitil fitil getirilebilirdi. 

Hazır fırsat varken de araya solcular, barış isteyenler falan da katılırsa alayından kurtulabilirdik. Yerlerine gelecekler nasılsa hazırdı.

İnsanlar öldü. 

İntihar edenler, hastalananlar, evlatlarıyla sınanalar, hapsedilenler…

İşini istemek bile suçsa bir yerde, aslında ne kadar kolaydır başka şeyler.

Peki, KHK’lilerle helalleşmek nasıl mümkün olacak? 

Hapiste bebekler var biliyor musunuz? “Terörist” anneleriyle birlikte yatıyorlar. Arada bir paylaşılan hapishane avlusu fotoğraflarına bakıyor musunuz? 

Bakın, içiniz rahatlasın. Görün memleketin azılı teröristleri (!) nasıl kapatılmış hapislere ve artık nasıl da güvendeyiz. 

O ev hanımlarını, “başörtülü bacılar”ı, Kuran kursu hocalarını ve onların “geleceğin teröristi” bebeklerini görün.

Bebeklerle de helalleşilir mi acaba?

Bu arada kayıplar, işkenceler, çıplak arama işkencesi; yani hayatımızdan on yıllardır çıkmayan her kavram, yeniden eski şöhretine kavuşmuş divalar gibi dolaşmaya başladı gözümüzün içine baka baka. 

Bunları dile getiren bir milletvekili hapse atıldı, o kadar yani.

Hukuksuzluk tek başına yetmiyordu, intikam isteyenlerin attıkları sloganlar başını döndürüyordu herkesin. 

Arkasında durmanın çok kolay ve de popüler olduğu işlerin duruşmaları için adliyelerde yer bildirimi yapıp, fotoğraf paylaşanların sahte hak savunuculuğunun altında yatan “en iyi ben bilirim, en haklı benim ve ben size gösteririm!” ahlaksızlığının ayak sesleridir işte bu sloganlar. 

Sahiden demokrat olamayanlar ve korkaklar kimseyle helalleşemezler. 

Çünkü onlarda herşeyden  önce yüzleşecek yüz yoktur.

Yorumlar