2010-10-23 00:00:00
Başörtüsü konusu yine gündemin zirvesinde. Gündemde olmaması mümkün değil çünkü güç sahipleri her ne kadar “ben görmüyorum o halde böyle bir sorun yoktur” dese de bu ülkenin önemli bir yarası başörtüsü yasağı. Bu yasak iyice kronikleşmiş durumda ve devam etmesi halinde başta CHP olmak üzere tüm yasakçıların kaybedeceği bir konu haline gelmiş durumda. Ama tabi ki Türkiye sorunları bununla bitmiyor. Anadilde savunma yaptırılmayan sanıkların durumu bir büyük yaraya daha işaret ediyor. Kürt sorunu başörtüsünde olduğu gibi yıllardır ben görmüyorum o halde böyle bir sorun yoktur mantıksızlığı ile geçiştirmeye çalıştıkları bir sorun idi,. Sorun kendisini gösterdi ama bu binlerce kişinin ölümüne yol açan şiddete dönmüş hali idi. Bu konuda çözümsüzlük devam ettiği müddetçe de şiddetin dili daha bir hakimleşecek gibi görünüyor. Düşük yoğunluklu savaşı durdurmak için bazı haklarda iyileştirmeler yapıldı ancak halen bir mahkemede insanların anadilde savunma hakkı yapma istekleri yasaklara takılıyor. Türkiye'de bulunan bir İngiliz'in mahkemede nasıl savunma yapacağına açıklama getirilsin o zaman.İngiliz için tercüman tutma zorunluluğunu getiren mahkeme Kürt vatandaşlara gelince bu konudaki CMK 202.maddeyi unutuverdi.
Türkiye gündeminde 2 önemli sorun var göreceğiniz gibi. Bu 2 sorun Dini değerlere yapılan baskı ve Kürt vatandaşların hakları konusundaki problemdir. Temel hak ve özgürlükleri değil de kafanıza göre siyasi nedenleri ön planda tutarsanız 80 yıldır olduğu gibi bugün de bu 2 sorun gündemden düşmez. Bunun çözümü temel hak ve özgürlükler konusunda çifte standartsız bir tavır içinde olmaktır.
Başörtüsü konusunda yıllardır körler sağırlar taktiği uygulamak zorba güçlere yaramamıştır ve konu yine önlerine gelmiştir. Demek zulmün sonu yok. Başörtüsü’nün en müfrit karşıtları bile artık bu soruna bir çare bulmayı düşünüyorsa artık yolun sonuna gelindiğini ve yasakçılığın biteceğini herkes anlamalıdır. Ama burada çok önemli bir konu vardır. Yasak hayatın her alanında bitmelidir yoksa sorun bitmez. Yarın çalışanlara yapılan zulüm ile geri döner. Öylesine yasakçı zihinler vardırki başörtüsünün sokakta var olması bile onların çileden çıkmasına yeterli neden olabilmektedir. Geçtiğimiz günlerde İzmir'de yaşanan bir olay bunun açık ispatıdır. Başörtülü misafirleri evine kabul ettiği için bir kapıcı apartman yönetimi tarafından işten atılabilmiştir. İşten atma gerekçesini de hiç çekinmeden beyan eden bu yönetim zihniyetinde olan bir kesim Türkiye’de maalesef vardır. Hem de etkin makamlarda. Yasağın bazı alanlarda devam edecek olması bu akıl almaz örneği sergileyen kişilerin keyfiliğini arttırabilecektir. Başörtüsü bir pazarlık konusu olamaz çünkü bir insanın yeme içme yaşama hakkı gibi en doğal bir hakkıdır. Çalışanlarla ilgili başörtüsü yasdağının kalkması gerektiğini söyleyince malesef AİHM kararlarına kadar sızmış olan bir garip gerekçe getirilir önünüze. Başörtülü bir hakim başı açıklara karşı yanlı kararlar alabilirmiş, yanlı olabilirmişi, miş,miş… Bunu gündeme getirenler başı açık bir hakimin başörtülülere yönelik yanlı bir karar vermeyeceğini nereden biliyorlar o zaman . Meseleyi bu düzlemde tartışmak zaten sonu belirsiz bir tartışmayı başlatmayı ve bitirememeyi getirir. Zira niyetler sorgulanamaz. İdeolojisiz bir insan yoktur. Her kişinin bir dünya görüşü vardır ve bunun simgeler üzerinden yürütülmesinin bir anlamı yoktur. Simgeniz olsun veya olmasın kafa yapınız adaletsizlik üzere bina edilmişse hakimin vereceği karar yanlı olacaktır. Konunun pazarlık üzerinden yürümesi son derece yanlıştır. Toplumun fertlerin özgür bir şekilde giyinmesinin kimseye bir zararı yoktur. İnanca duyulacak saygı her türlü siyasi anlayışın üzerinde olmalıdır.
Din ve vicdan özgürlüğünü sadece başörtüsü için istemediğimi defalarca belirtmiştim. Aleviler için de ateistler için de hristiyanlar için de inanç özgürlüğü olmadığı müddetçe din özgürlüğü tamamlanmış olmayacaktır. Cemevlerine hukuki statü tanınmadıkça, Heybeliada ruhban kilisesi açılmadıkça inanç özgürlüğü adil bir şekilde olamayacaktır. Zorunlu din dersini istemeyen Alevi vatandaşa zorla sünni bir islam anlayışı öğretildiği müddetçe inanç özgürlüğü gerçek anlamda olamayacaktır
Alevilere Mehmet Ali Erbil tarafından hakaret edildiğinde en başta karşı çıkması gereken dindar Sünniler bunu gerçekleştirmezse pratikte işlerin kolay olmadığını anlamak zorundayız. Empatiyi toplumsal kesimler yapmadığı müddetçe, sadece kendilerine müslüman oldukları müddetçe adil gelişmeler olamayacağını bilmelidirler.
Kürt meselesi hakkında da herkes çifte standartsız olabilmelidir. Kürt açılımı başlatarak bazı kesimlerden tepki alabilen başbakan'ın Almanya'daki Türkler için anadilde eğitim talep edip iş Türkiye'deki Kürtlere gelince “o zaman olmaz” demesi işlerin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Dindar Türkler, laik Türkler “bana ne” demeyi bir tarafa bırakıp çifte standartsız bir hak talebine kulak vermelidir. Diyarbakır sokaklarının, Hakkari sokaklarının ne hissettiğini İzmit sokakları en yakından hissedebilmelidir. Bunu yapamazsak kaybedeceğiz. Ön yargılardan sıyrılıp karşı tarafı hissedebilirsek ancak kazanabileceğiz.
Yorumlar