2008-09-20 00:00:00
Bu yazı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığının açıklayıp açıklamayacağı belli olmamıştı. Aylardır süren gerilim bitmek üzere ve Abdullah Gül’ün adaylığını açıklaması arından seçilmesi ihtimali daha da güçlenmiş durumdadır. Abdullah Gül’ün uzun ve oldukça gergin bir süreç sonrası adaylığını açıklaması ve cumhurbaşkanı olması halkın gerçek anlamda görevini yaptığını gösterecek mi? Demokrasinin kazandığını gösterecek mi?
Unutulmamalıdırki totaliter rejimlerle mücadele etmek basit argümanlarla olmaz. Tarih boyunca zulmeden yöneticilere karşı yönetilenler önemli bedeller ödedikleri büyük mücadeleler sergilemişlerdir. Bu mücadeleler evrensel hak ve hukuk ölçülerine aykırı hareket edenlere karşı çıkmanın zor ve çoğunlukla başarısız kalınan çabalar olduğunu göstermiştir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sergilenen ve adı “367” olan ortaoyununu kahrolarak izleyen halkımız azıcık bir gayret ile oy verme yerine giderek sandığa bir zarf atma ile her şeyin biteceğini tüm haksızlıkların yok olacağını mı sanıyor? Bununla tüm görevini yerine getirdiğini mi sanıyor?
Beş yılda bir siyasal katılımı sağlamak başarı, başarısızlık ve riskin hepsini yöneticiye boşaltmak doğru bir düşünce değildir.367 ortaoyununu daha yakınlarda fütursuzca sergilemiş kesimlerin böyle yenilgileri kolay kabullenemeyeceği ortadadır. Yeni taktikler, yeni göz boyamacalar, yeni helvadan put yemelerin tekrar sergileneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Sorumluluk ve risk yönetici ile birlikte paylaşılabilmelidir. Hiç bir zarar görmeden, hiç bir bedel ödemeden başarı gerçekten kazanılmış sayılmaz.
Tepeden inme zorbalığa karşı başarı kazanıldığının düşünüldüğü günlerde böyle bir sosyolojik gerçekten bahsetmek belki çok rağbet toplayacak bir söylem değildir. Ancak tarihi örnekler bu gerçeğin altını ısrarla çiziyor. İnsanlık tarihinin en önemli mucizesi olan denizin yarılışını gören israiloğullarının kurtarıcıları Hz. Musa’ya olan tavırları önemlidir. İsrailoğulları Allah’ın peygamberi sayesinde büyük bir zulümden, Firavun’un elinden kurtarılmışlardı. Kendilerine Allah’ın başkalarıyla savaş emrettiğini ileten peygamberlerine “Sen ve rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.” demeleri son derece manidardır. Bu denli büyük mucizeler gören ve büyük bir maddi refaha kavuşanların iş bedel ödemeye gelince ortalıktan çekildikleri anlaşılıyor. Cesaretten bahsetmek ile cesur olmanın aynı şeyler olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bedel ödemeyi reddedenlerin ise daha sonra zelilliğe mahkum olduklarını iyi biliyoruz.
Yakın tarihte büyük oy oranları ile iş başında olan Menderes’in ipte sallandırıldığı günlerde de halkın kılının kıpırdamadığını biliyoruz. Demokrat Parti’nin başarısı halkın bedel ödeyerek kazandığı bir başarı olsa idi Menderes’i ipte sallandırmaya da kimse cesaret edemezdi. Ama içi boş bir destek varsa bunu yıkmanın zor olmadığı da artık ortaya çıkmıştır.
Bedel ödemek ile neyi kastediyoruz? Yüksek değerler uğruna canından, malından, hayat biçiminden, ekonomisinden feragat edilip edilemeyeceği bedeli açıklar. Tarih bize başarının ancak hakkedilerek elde edilen bir şey olduğunu gösteriyor. “Hak verilmez, alınır” tabiri sadece işçi işveren mücadelelerinde değil hayatın her alanında geçerlidir. Türkiye’nin kronikleşmiş bir çok insan hakları sorununa müdahil olmak yerine tribünlerden seyretmeyi tercih eden bir halk topluluğu ile beraber yaşadığımızı da biliyoruz.Başkasına yapılan haksızlığa karşı durmayı başarma erdemi gösterenlerin çok az olduğunu da biliyoruz.
Toplumsal özgürlük mücadelesi topyekün ve her alanda zorluklara katlanılarak yürütülen bir mücadeledir. Bunu en başta yüksek oy oranları ile her şeyin biteceği ve işlerin yoluna gireceğini düşünenlere özellikle hatırlatıyoruz. Uzun soluklu bir mücadele olmadan özgürlük mücadelesinde gerçek başarı olmaz.
Yorumlar