19 Aralık 2021

Evrensel – Elif Ekin SALTIK

Garibe Gezer’in ölümünü ve Aysel Tuğluk’un hastalığına rağmen tahliye edilmeyişini ve cezaevinde kadın tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı hak ihlallerini konuştuk.

Tutuklu bulunduğu Kocaeli Kandıra Cezaevinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren Garibe Gezer’in ölümü ve Aysel Tuğluk’un hastalığına rağmen serbest bırakılmaması tutuklulara yönelik insanlık dışı uygulamaları yeniden gündeme getirdi. Özellikle pandemi ve sonrasında daha da ağırlaşan koşullar dile getiriliyor.

Garibe Gezer’in ölümünü ve Aysel Tuğluk’un hastalığına rağmen tahliye edilmeyişini ve cezaevinde kadın tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı hak ihlallerini Demokrasi İçin Hukukçulardan Avukat Sevil Aracı ile konuştuk.

Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü kadınlar neler anlatıyor nelere maruz kalıyor?

Kadınların cezaevlerinde maalesef insanlık dışı koşullarda yaşadıklarına dair çokça şikayetler alıyoruz. En temel insani ihtiyaçların dahi karşılanmasında sıkıntılar yaşanıyor. Cezaevleri kalabalık, kadınlar sıcak suya erişimde, hatta dönem dönem suya erişimde dahi sorunlar yaşıyorlar. Hijyen koşulları uygun değil. İhtiyaçların temini çok zor oluyor. Her şeyi kantinden temin etmek zorundalar. Onda da önce istek yapmaları, sonra getirilmesini beklemeleri gerekiyor pek çok basit ihtiyaç maddesi için dahi. Bir de fiyatlar tekel koşulları ile belirlendiği için oldukça yüksek. Zaten cezaevlerindeki kadınların maddi imkanları çok kısıtlı. Bunlar da rahatsızlık yaratıyor. Bir de küçük çocuğu ile cezaevinde kalmak zorunda kalan kadınlar var ki, onların durumları daha da can yakıcı. Çocuklar için hiçbir iyileştirme, düzenleme, tedbir yok. Çocuklar adeta annelerinin cezalarına ortak ediliyor.

Bu fiziki imkânsızlık ve zorlukların dışında, özellikle siyasi mahkûm kadınların yaşadığı baskılar da mevcut. Hak talepleri baskı ile sindirilmeye çalışılıyor. Dergi, gazete, kitap temini noktasında zorluklar yaratılıyor. Mektuplar dahi gereksiz sansürlere uğratılıyor. Tüm bunların dışında, siyasi mahkumların infaz koşullarında müthiş bir eşitsizlik var. Özellikle pandemi döneminde pek çok ceza neredeyse hiç infaz görmeden denetimli serbestlikten faydalanılarak çektirilirken siyasi mahkumlara bu hak tanınmıyor. Uygulanılan infaz indirimlerinin oranları farklı. Bir de ekstra koşullar dayatılıyor ve bu koşullar objektif bir şekilde değerlendirilmek yerine cezaevi idaresinin inisiyatifine bırakılıyor.

“GARİBE’NİN ÖLÜMÜNE İNTİHAR DEMEK HAKSIZLIK OLUR”

Garibe Gezer tüm ihlallere, hukuksuzluklara karşı çıkan bir kadındı ve sesini duyurmaya çalışıyordu. Cezaevinde intihar ettiği söylendi, Garibe’nin ölümüne “intihar” diyebilir miyiz?

Ölümlere intihar süsü verilmesi dışarıdaki hayatta, özellikle kadın cinayetleri söz konusu olduğunda aşina olduğumuz bir durum. Şule Çet, Duygu Delen hemen ilk anda aklımıza gelen örnekler. Bu isimler aklımızda çünkü kadınlar davalarını takip etti ve sonucunda gerçekler ortaya çıkabildi. Ancak ismini dahi bilmediğimiz onlarca kadının bu şekilde katledildiğini ve sorumluların hiçbir şekilde yargı önüne çıkarılmadığını düşünüyoruz. En son yaşadığımız Garibe Gezer ve Fatma Demirel örnekleri de işin başka bir boyutu. Garibe devlet eliyle baskı altında ve uzun süreler tecrit altında tutulmuş. Yaşadığı kötü muamelelerin hiçbir şekilde soruşturulmaması, engellenmemesi nedeni ile “Belki ölürsem hakkım aranır” diye daha öncesinde de intihara teşebbüs etmiş bir kadın. Biz tüm bunları ölümünün ardından duyduk ve maalesef Garibe’nin de dediği gibi onun hakkını aramaya ölümünden sonra başladık. Bu kadar baskı ve kötü muamele ile intihara sürüklenen bir kadının ölümünün intihar diye kayıtlara geçmesini hiçbirimizin vicdanı kabul etmiyor. Keza Fatma Demirel de önce KHK ile işinden edilmiş, sonrasında bir erkeğin tacizine maruz kalmış. Onun ölümüne de intihar demek haksızlık olur. Kadınları intihara sürükleyen nedenlerin sorgulanması, tartışılması ve ortadan kaldırılması gerekir.

“AYSEL TUĞLUK BİR AN ÖNCE TAHLİYE EDİLMELİ”

Kürt siyasetçi ve hasta tutuklu Aysel Tuğluk da tüm çağrılara rağmen serbest bırakılmıyor. Devlet kadın tutuklulara uyguladığı bu korkunç yöntemlerle ne demek istiyor?

Hasta tutsakların durumu ülkemizde can yakıcı ölçüde kötü. İnsan Hakları Derneği gibi kurumlar ısrarla hasta tutsakların hastalıkları nedeni ile tahliye edilmeleri talebi ile çalışmalar, kampanyalar yürütüyorlar ancak bunların neredeyse tamamı olumsuz sonuçlanıyor. Cezaevinde hayatını kaybeden pek çok mahkûm oldu. Oysa infaz mevzuatı hastalığı ölümcül olan ya da tedavisi cezaevi koşullarında mümkün olmayan ya da zorluğa düşen kişilerin infazlarının ertelenmesine uygun. Ancak cezaevinde kalamaz raporlarına rağmen birçok hükümlü tahliye edilmiyor. Aysel Tuğluk’un durumunu uzun süredir endişe ile takip ediyoruz. Sadece düşünceleri ve siyasi görüşleri nedeni ile mahkûm edilmiş bir kadın siyasetçinin göz göre göre ölüme sürüklenmesi, hastalığının her geçen gün olumsuz yönde seyretmesi hepimizi çok üzüyor. Üstelik kendinin hafıza kaybı gibi sorunlar yaşadığını da öğrendik. Cezaevi koşulları ve kendisine yaşatılanlar, sadece fiziki sağlığını değil bilişsel sağlığını da bozdu. Bu yapılan haksızlığı kınıyoruz ve Aysel Tuğluk’un bir an önce sağlık nedeni ile tahliye edilmesini talep ediyoruz.

“CEZAEVLERİNDEKİ KOŞULLARIN MÜCADELESİ HEPİMİZİN SORUMLULUĞU”

Devletin gözetimi ve kontrolü altında olan bu alanlarda doğru olan işleyiş ne olmalıdır?

Cezaevlerinde kalan herkese, insan onuruna yakışır, insanca yaşama koşulları sağlamak devletin görevidir. Devlet gözetimi altında olan herkes aynı zamanda devletin koruması altında da olmalıdır. Bir şekilde suçlu bulunarak cezaevlerine gönderilmiş tüm kadınların insanca muamele görme hakkı vardır. Tüm bunların göz ardı edildiği, kadınların baskı ve zora maruz bırakıldığı durumlarda elbette istenmeyen sonuçlar ortaya çıkacaktır. Cezaevlerinin sayısının artması ile övünen bir ülkenin zaten cezaevi koşullarını çok da düşüneceğini sanmıyorum. Ancak cezaevlerindeki insanların hakları için mücadele etmek sadece cezaevinde kalmakta olanların değil, hepimizin sorumluluğundadır. O sebeple hepimiz cezaevlerinde de insanca yaşama koşullarının sağlanması için ses çıkarmalı, tepki göstermeli ve çaba harcamalıyız.

GAZETECİ ASLIHAN GENÇAY:CEZAEVLERİNDE UYGULANAN EZİYET BİLİNÇLİ BİR POLİTİKA

Uzun bir tutukluluk süreci yaşayan ve farklı cezaevlerinde kalan Gazeteci Aslıhan Gençay, cezaevinde maruz kaldığı kötü muamele ve çıplak arama dayatmasına karşı ses çıkaran kadınlardan. Denetimli serbestlikle bugün dışarıda ancak cezaevinde hem kendi yaşadıklarını hem de tanık olduklarını asla unutamıyor…

Bugün Türkiye’de cezaevlerinde işkence var mı sence?

Cezaevlerinde 90’lardaki gibi kaba işkenceler ve katliamlar yaşanmasa da bir tür inceltilmiş, planlı yıldırma, bıktırma, çökertme politikaları mahkumları terbiye etmek için uygulanıyor bence. İstenilen de şu: Öyle iyi anla ki bunu, artık bir daha buralara gelmemek için ne gerekiyorsa onu yap.

Tüm yaşadıklarım ve duyduklarımdan sonra şöyle bir değerlendirmeyi rahatlıkla yapabilirim: Adalet Bakanlığının bence yanlış bir politikası var mahkûmlara karşı; onları terbiye etme, itaat etmeyi öğretme ve papaz cellat oynama. Buradaki cellatlar bazı cezaevlerinin idarecileri, papaz da elbette Adalet Bakanlığı. Mesela ben 2016’da Sincan Cezaevindeyken cezaevi idaresi, adli siyasi tüm koğuşlarda hakkını arayan, onlarla tartışan tüm mahkûmları listeledi ve Tarsus Cezaevi açılır açılmaz hepimizi oraya sürgün gönderdi.

Tarsus’taki koşullar cehennemden farksızdı ve cezaevi tam bir işkencehane gibiydi. Bu bilinçli bir politikaydı, asi mahkûmları ezmek amaçlanıyordu. Mantık aranmaksızın aklınıza gelebilecek her şey yasaktı ve personelde sürekli bir saldırganlık mevcuttu. Disiplin cezaları havada uçuşuyor, mahkûmlar her gün eziyet çekiyordu. Yaşadığımız, her şeye sıfırdan başlamak gibiydi, en basit insani hakkı, mesela sıcak suyu dahi direne direne alacaktık. Nitekim direnen direndi, dayandı ve Tarsus’ta olanlar ayyuka çıktı.

Ya sonra ne oldu? Sanki cezaevinde yaşananlardan hiç haberleri yokmuş gibi Adalet Bakanlığı hoop müfettişler gönderdi, teftiş yaptırdı, birtakım idarecilerin ve işkenceci personelin görev yerlerini değiştirdi.

Şu anda milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açıklamalarından Silivri 2 No’lu Cezaevi’nde de benzer olayların yaşandığını duyuyoruz. Amaç, o geçen birkaç aylık süre içinde mahkûmlara çektirebilecekleri kadar çektirip onların bilinçaltına işlemek. Bu yüzden tüm baskı gören, zor durumdaki mahkûmlara tavsiyem, ki onlara yakınları, eşleri, dostları iletebilir, dirensin ve dayansınlar. Emin olun bunlar size sesiniz duyulmadığı için yapılmıyor, sistemli bir politika bu. Direnin, hakkınızdan, hukukunuzdan, insan haklarından, en karanlık kör hücrelerde dahi inadınızdan vazgeçmeyin ki bu baskılar bitsin.

“TEK ÇAREN İTAAT OLSUN İSTENİYOR”
Garibe Gezer de kötü muameleye, cinsel saldırıya maruz kalmış sesi duyurulmaya çalışılmıştı. Ölümünden sonra hislerin neler oldu?

Garibe beni kelimenin tam anlamıyla paramparça etti. Tecrit delirticidir, kalabalık koğuş ise kavga ve hastalık nedenidir.

Garibe bence direnen bir kadın olarak tecritte ezilmeye, terbiye edilmeye çalışılmış. Başına gelmeyen kalmamış lakin bunlar bir tesadüf değil. Artık cezaevlerinde uygulanan bilinçli bir politika olduğunu düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla Adalet Bakanlığının İspanya’yla ortak yürüttüğü “radikal unsurları rehabilite etme” programı mevcut. İspanyol cezaevi idarecileri bizimkilere, ETA mensuplarına cezaevlerinde hangi politikaları uygulayıp onları rehabilite ettiklerini anlatıyorlar ve ortak çalışma grubu var. Garibe, karakterinden kaynaklı inatçı, dirençli, radikal bir kadın ve tam da bu yüzden tecritten bir türlü çıkarılmıyor. Israrla ezilmeye çalışılıyor, sınırları zorlanıyor.

İlk intihar girişimini bilinçli yapmış, ölünce hakkının aranacağını düşünüyor ve maalesef haklı. Gitar çalıyormuş, el işi yapıyormuş, niye kendini öldürsün? Yaşanan aslında açık seçik Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi idarecilerinin ezme, yıldırma politikaları ve ısrarlı tecritleriyle onu intihara sürüklemeleridir.

Ben Sivas Kapalı’da, eğitimime, tecrübeme ve bilinç düzeyime rağmen şu psikolojiyi yaşadım: Köpek kulübesi gibi bir hücrede herkesten ve her şeyden izole edilmiş tek başımaydım. Bana sürekli oradan asla çıkamayacağım söyleniyordu ve bir ara buna inandım. İnce ince işleniyor bu psikoloji, tam bir çökertme taktiği: Sana kimse yardım edemez, tek çaren biat ve itaat. Büyük irade gösterdim o psikolojiden çıkmak için. Bu yüzden Garibe’yi o kadar iyi anlıyor, o kadar yürekten hissediyorum ki, keşke yaşasaydı ve bunları ona yazabilseydim, keşke ona “Dayan biraz daha, geçecek” diyebilseydim. Ağlayamayacak kadar dondum duyduğumda, nefesim kesildi. Ben burada günlük rutinimi yaşarken, o yapayalnız benim yaşadıklarımı yaşamıştı ve elimden hiçbir şey gelmemişti. Bir gazeteci olarak da elimden geleni yapacağım adalet için. Unutmayalım; tecrit işkencedir, tecrit öldürür, tecrit delirtir.

TUTUKLU VE HÜKÜMLÜ KADINLARIN YAŞADIĞI SIKINTILAR SAYMAKLA BİTMİYOR

Cezaevlerindeki tanıklıkların nelerdi?

  • Beton ve demir yığınları arasında, birçok cezaevinde on kişilik koğuşlarda, yirmi veya daha fazla sayıda yaşayan kadınları düşünün. Banyo tek, tuvalet tek. Tecrit delirtir, kalabalık koğuşlar da her zaman kavga nedenidir, nitekim sıkça olur da. Bu sıkışık, mahremin yok edildiği yaşam tarzı, her şeyden önce manevi, psikolojik sorunlar yaratıyor. Havalandırmalar var denebilir, fakat misal T tipi cezaevlerinin havalandırmaları 5-6 adımda bitiyor. Eeee 20-25 kadın, bir de çocukları varsa, nasıl sığacak oraya?
  • Yine kalabalık koğuşlarda çocuklu kadınların hâli içler acısı. Televizyon izlemek, müzik dinlemek, şarkı söylemek, sohbet etmek isteyen diğer kadınların tüm doğal rutini, çocuklar ve çocuklu kadınlar için cehennem. Öncelikle bu sıkışıklığın çözülmesi gerekiyor zira insanların üzerinde ciddi bir psikolojik eziyet hâlinde bu durum. Aynı zamanda hijyen ve sağlık açısından da birçok sıkıntı yaratıyor.
  • Önemli bir sorun da tutukluluktan sonra ilk mahkemeye kadarki sürecin çok uzun olması. Hani kadınlar suçsuz bulunup tahliye ve beraat edeceklerse de bir ceza yatmış oluyorlar. En az 7-8 ay sürüyor bu süreçler. Tam anlamıyla bir terbiye etme politikası ve bence bilinçli olarak uygulanıyor.
  • Bu süreçte kaygı, korku ve gerginlik içinde akıbetini bekleyen kadın, dışarıdaki çocuğu, eşi vb. ile de doğru düzgün iletişim kuramıyor. Çünkü çok önemli sorunlardan biri de; mahkûmların ikametgâhlarından fersah fersah uzaktaki cezaevlerine konulmaları. Çocuğu olan kadın için bu daha ciddi bir sorun zira çocuklarından tam anlamıyla ayrılıyor. Ekonomik kriz de malum. Misal ailesi ve ikametgâhı İstanbul’da olan bir kadını, Tarsus Cezaevine koyuyorsunuz. E iş Tarsus’a gelmekle de bitmiyor, cezaevleri şehrin oldukça dışında yapıldığından, kendi imkânınızla dolmuş, taksi, bir araç bulmalısınız. Bir de bunun dönüşü, yemesi, içmesi var, dünyanın parası harcanıyor sonuçta. Tüm bunlar ne için peki? Azami kırk beş dakika, şu sıralar yarım saat olan bir görüşme için! Doğal olarak kadın mahkûmlar ailelerine “Gelmeyin, yarım saat için bu kadar masraf yapmayın.” demek zorunda kalıyorlar.
  • Adli kadınlar iş yurtlarında ve genellikle tekstilde çalışıyorlar. Pandemi sürecinde sürekli tulum ve maske dikiyorlardı. Ayrıca kurumun temizliğini yapıyor, personele ve koğuşlara yemek dağıtıyor, kantine bakıyor, revir, çay ocağı gibi birimlerde de çalışıyorlar. Cezaevinin tüm yükü neredeyse adli kadın mahkûmların üzerinde. Sabah gidip, akşam 17.00 gibi gelmelerine rağmen 200-250 lira gibi aylıkları var ve sigortasızlar elbette. Bu ciddi bir sömürü. Lakin kadınlar bunu bilmelerine rağmen, 7/24 koğuşların sıkışık ve bunaltıcı ortamında yaşamamak, ekonomik olarak asgari ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmayı çok istiyorlar. Tabii idarelerin seçtiği “hak eden” mahkûmlar çalışabiliyor ancak kapalı cezaevlerinde. Açık cezaevlerinde ise herkesin çalışması zorunlu, istesen de istemesen de.
  • Hijyen ve sağlık demiştik, sıkışık koğuşlarda hastalık kol geziyor. Ne kadar temiz ve temkinli olursan ol, önüne geçemeyebilirsin. Pandemi öncesi getirilen mahkûmlar, herhangi bir sağlık kontrolünden geçirilmeden direkt koğuşlara veriliyordu. Hepatit, mantar, egzama, vajinal enfeksiyonların yanı sıra bit, uyuz gibi vakalara da çok sık rastlanıyor. Mesela Tarsus Cezaevinde önü alınamayan bir bit salgını vardı ki tüm koğuşlara yayılmış, aylarca tedavi edilememişti.
  • Revire çıkışlar, birçok cezaevinde sorunlu. Aile hekimliğinde çalışan bir doktor, haftada bir veya iki gün, cezaevine bir saatliğine geliyor ve yüzlerce dilekçe var revire çıkmayı talep eden. Bu koşullarda sadece seçilenler revire çıkarılabiliyor. Ardından hastane sevki yapılması gerekiyorsa sıkıntı büyüyor. Hastane 1-1 buçuk saat sürüyor. Bu yolu kelepçeli bir şekilde tabut gibi bir hücrenin içinde gidiyorsunuz. Aracın kliması ayarlanamıyor ya cehennem gibi sıcak oluyor ya da soğuktan titriyorsun. Sırf bu eziyeti çekmemek için hastaneye gitmek istemeyen, geçici çözümlerle, ağrı kesicilerle rahatsızlığını dindirmeye çalışan çok kadın var. Elimden geldiğince gitmemeye çalışanlardandım, zira daha çok hasta olup geliyordum.
  • Hastaneye gittin diyelim, bu sefer başka dertler başlıyor; asker muayeneye girmeye çalışır, kelepçeni açmazlar.
  • Birçok cezaevinde dışarıdan gönderilen kitaplar alınmıyor. Bazılarında alınıyormuş fakat onlar da kotaya tabi. Koğuşta en fazla beş, bazı cezaevlerinde on kitap bulundurabilirsiniz, idarelerin iyi niyetine bağlıdır bu.
  • Disiplin cezaları, en büyük sorunlardan biri. İdarecilerin ve İKM’lerin niyetine göre gak desen disiplin cezası alabilirsin. Adalet Bakanlığı yönetmeliğiyle insan onuruna aykırı askeri düzen sayım kaldırılmıştır ama birçok cezaevinde bu dayatılıyor. Tarsus Cezaevine sürgün gittiğimde, beş gün boyunca sabah akşam bu yüzden hırpalanmıştım. Verilen disiplin cezaları yüzünden mahkûmlar denetimli serbestlik haklarını kullanamıyorlar, bu da ayrı bir sorun. Şimdilerde duyuyoruz, disiplin cezan olmasa da kurullar uygun bulmadığından mahkûmlar tahliye olamıyorlar.
  • Aramalar da çeşit çeşittir. Eğer detaylı aramaysa tüm eşyalarınız allak bullak edilir. Normalde izin verilen şeyler dahi, mesela iki yastık, aramada sizden geri alınabilir. Tam bir yüksek gerilim hattıdır aramalar.
  • Cezaevi idareleri aylık olarak kadın mahkûmlara temizlik malzemeleri ve kadın pedi dağıtır. Fakat Bakanlık bu malzemeler için birimlere ödenek vermez ve idarelerin kendi bütçelerinden karşılamalarını ister. Hâl böyle olunca birçok cezaevinde idareler, dağıtılan malzemeleri kısıtlayabiliyor. Bazısı sadece çamaşır suyu ve kadın pedi verirken, bazısı sadece deterjan dağıtıyor. Bu açıdan da bir adalet ve eşgüdüm yok.
  • Eğitimlerine devam etmek isteyen kadınlar için de her cezaevinde aynı özenin gösterildiğini düşünmüyorum. Ders kitapları eksik veriliyor, sınav tarihleri geç bildiriliyor vb.

EŞİTSİZLİK HER YERDE!

Tutuklu ve hükümlü kadınlar başkaca ne sıkıntıları yaşıyor?

Son 5 yılda, 5 cezaevinde, DAEŞ’in işkencesine uğrayan kadınlar gördüm, yeni doğan bebeğiyle cezaevinde yaşamaya çalışan kadınlar gördüm, Türkçe bilmeyen kadınlar gördüm, okuma yazma bilmeyen, hakkından hukukundan haberdar olmayan kadınlar gördüm.

En çok çocuklara üzüldüm. Şimdi şunu söylemem gerek; cezaevlerindeki bebek ve çocuklara devlet ve hayırsever yardımı çok fazla. Hemen hemen her ihtiyaçları düşünülüyor. Lakin bu, çocuğun koğuşta yaşadığı gerçeğini değiştirmiyor. Her ne kadar cezaevlerinde kreşler olsa ve hafta içleri çocuklar bu kreşlere götürülseler de sonuçta hayatları genellikle koğuşlarda geçiyor, dolayısıyla annelerinin veya koğuştaki diğer kadınların yaşadığı tüm sıkıntılar, çocuklara da yansıyor.

Tarsus’ta bizim yeni doğmuş Afrinli Lilaf bebeğimiz vardı. Bebek var ama beşik yok. Çarşaflarla iplerden beşik yaptı kızlar, bebeğimiz bir gün o beşikten kafa üstü beton zemine düştü. Ancak bu acı olay üzerine, kavga dövüş puset alabildik, o da sadece Lilaf’a özeldi.

Kadınları bunaltan koşullar çoktu, siyasilere etkinlik izni de olmadığından sadece haftada bir, bir saatliğine spor salonuna çıkabiliyorduk, dolayısıyla kadınlar sıkılıyordu. Herhangi bir disiplin cezası alırsan, oraya da çıkamıyordun. Haftada bir, on dakikalık telefon görüşmeleri var evet ama on dakikada ne anlatılabilir ki! Anneleri bunalıp ağladıkça, çocuklar da bunalıp ağlıyordu.

Genelde adli kadın mahkûmların hikâyelerinde çeşitli suçlara, özellikle uyuşturucuya hep erkekler yüzünden itildiklerini gördüm. Ya kocası ya sevgilisi alıştırmış uyuşturucuya, sattırmış vb. Sonra bedelini kadın ödüyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çığ gibi büyüdüğü bir alan suç alanı, şartlardan bağımsız olarak direkt fiile bakıp kadını suçlamak ise çok kolay, fakat gerçek öyle değil. Kadınların yaşadığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği, hukukta maalesef göz ardı ediliyor.

 “AŞAĞILAMA, KÖTÜ MUAMELE, AYRIMCILIK SON BULSUN”

Tüm bu kötü muamelelerin bu hak ihlallerinin önüne nasıl geçilir?

  • Cezaevlerindeki insanların büyük kısmı hapsetmeyi gerektirmeyecek suçlardan geliyor bana göre. Sosyal medyadaki paylaşımlarından dolayı getirilenler var, ortamlarda ülkede ifade özgürlüğü bulunuyor ya, alakası yok. Bizzat yaşayıp tanıştım, Twitter, Facebook paylaşımları nedeniyle gelenlerle. Genelde tahliye olsalar da belirttiğim gibi terbiye edilmeleri için en az bir yedi sekiz ay, mahkemeleri olana kadar, tutuklu kalıyorlar. Bu bir politika.
  • İkinci önemli talebim, mahkûmların aileleri ve ikametgâhlarının olduğu şehirlerdeki cezaevlerine nakledilmeleridir. Zira şu andaki koşullarda açık ve kapalı görüşler olsa da aileler zaten gelemiyorlar.
  • Tecrit ve hücre cezaları hemen kaldırılmalı. Hele Garibe’den sonra bu çok elzem artık.
  • Cezaevi idarecileri ve personeli acilen insan hakları ve demokrasi eğitimi almalılar zira çoğu kendini adalet bakanı sanıyor ve mahkûmlara zulmedebiliyor. İnsanları suçlarına göre yargılamak ve cezalandırmak, onların görevi olmamasına rağmen direkt ön yargılı ve tepkili davranabiliyorlar. Memurlar “terörist” diye hitap edebiliyor.
  • Kitap ve kıyafet kotaları artırılmalı, insanların kendini eğitebileceği, iyi hissedebileceği her şeyin önü açılmalı. Kitap ve kıyafet güvenlik tehdidi değildir.
  • Cezaevlerinde her kuruma, 24 saat görev yapacak, mesaisi bu olacak üç tane doktor ataması yapılmalıdır. İki üç kuruma iki saat içinde bakan, haftada iki gün gelebilen aile hekimleri uygulamasından vazgeçilmelidir.
  • Hastane gidiş gelişlerinde ve sevklerde kullanılan tabutluk tarzı ringler kaldırılmalı, insanların insanca nefes alıp kımıldanabilecekleri otobüs tipi ringler kullanılmalıdır.
  • Muayene odasına asker girmesi, kelepçeli muayene ve ağız araması gibi aşağılayıcı uygulamalar kaldırılmalıdır.
  • Tüm yönetmelik, kötü niyetli idarecilerin zulmetmesine meydan vermeyecek şekilde insan hakları ve demokrasi normlarına uygun hâle getirilmelidir.
  • Çıplak arama gibi insanlık onuruna aykırı aşağılayıcı uygulamalar yerine, X ray cihazları, dedektörler tüm kurumlara konularak aramalar bu şekilde yapılmalıdır.
  • Eğitim gören mahkûmlara, ders çalışma ve sınava girme olanakları sağlanmalı, ders kitapları eksiksiz olarak acilen temin edilmelidir.
  • Çocuklu kadınlar asla ve asla tutuklanmamalıdır…

Yorumlar