2012-02-05 00:00:00

İslami kuruluşlar ve hak dernekleri Roboski köyünü ziyaret etmişler, çok da iyi etmişler. Orada karşılaştıkları tablo önceden tahmin edilebilse bile her göreni son derece etkileyecek yürek yakan bir manzara olmuş.

 

Uludere’de büyük bir acı var ve adaletsizliğin tam karşısında olması gereken dindarların yeterli tepkisi yok maalesef. Dindarlar bu katliam karşısında kötü bir sınav veriyorlar. Kürt meselesinde şu ana kadar mütereddit duran dindarlar bu olayda da “ hele dur bir bakalım arkasından ne çıkacak” dediler. Ne çıkacak… kötü bir duyarsızlık virüsünün dindarlarda da var olduğu gerçeği çıktı.

 

Bunun nedenini artık açıkça tartışmak zorundayız. Müslüman kişiler adaletsizliğe karşı en duyarlı duruşu gerçekleştirmesi gereken kişilerdir. Bu din zalimlere karşı çıkışla başladı. Zalimlere boyun eğmeye başladığı zaman ise dini anlayış tahrif olmaya başladı. Bölgede yıllardır var olan sorun, silahlı kalkışma başladıktan sonra Türk halkının ve dindarların gündemine girmeye başladı. PKK Marksist yapısıyla sahip çıkılması gereken bir sorunun sözcülüğünü yapmaya başlayınca dindarların kafası karışmaya başladı. Bir taraftan ayeti kerimelerde dillerin ve renklerin Allah’ın varlığının ve birliğinin bir delili olduğunu okuyup öte yandan dini anlayışını iğdiş etmiş olan Türk milliyetçiliği bilinç altının varlığında saflar iyice bulanmaya başladı. Şiddet olayları ile tanıştığı soruna bir de askerde kaybettiği yakınının acısı eklenince dindar camianın bilincindeki bulanma iyicearttı. PKK’nın Kürt halkını dinden uzaklaştırmaya çalışan Stalinist zihniyeti karşısında var olan sorunu kafasında dış güçlerin oyunu olarak algılamaya başladı.Oysa her geçen gün dini vecibelerini yerine getirmeye çalışan Kürtler, PKK’ya destek verdiğini gizlemeyen BDP’ye desteğini arttırıyordu. Bu durum adeta bir kısır döngü gibi dindar Türklerin Kürt halkına daha şüpheci bir gözle bakmalarıile sonuçlanıyordu. Sorunu anlayamayanbatıdaki dindarlar Kürtlerin renklerine, konuşmalarına, geleneklerine “bölücü niyetler taşıyor” düşüncesiyle daha soğuk bakışlarla bakmaya başladılar. İslamcılarımızın bir kısmı ise, “bu mesele islamın imha edilme anlayışı içinde ortaya çıktığı için islamın hakim olması alternatifi dışında gündeme bile alınmamalıdır” düşüncesindeydiler. Bu hayata değmeyen mağrur bekleyiş, İslami camianın hem sorunun canhıraş feryatlarınıduyamamalarını hem de hayatın sorunlarına çözüm bulamamalarıyla sonuçlandı. Köy boşaltmalar, Köy yakmalar, 90’ların imha ruhu islami camiada bu nedenle pek hissedilmedi, duyulmadı. Dindarlar “askeri zorbalıkları eleştirmek PKK’yı güçlendirebilir” zannındaydılar. Oysa her geçen gün halkla buluşanlar bölgede kazanıyordu. PKK’lı cenazelerine yapılan insanlık dışı muameleler, onların taziyelerinde bir araya gelen toplum hep PKK’yı yeniden diriltiyordu. Bölgede bir dönem bazı dini grupların PKK ile savaşması ve devletin buna göz yumması Kürt halkı nezdindede dinindevlet tarafından kullanılabilir bir kavram olduğu düşüncesini oluşturdu. Sorunu heyecan boyutundan uzaklaşmadan çözmeye çalışırsanız hem yanlışlar yapmaya itilirsiniz hem de samimi niyetlerle ortaya çıktığınız davanızda çok kötü kullanılabilirsiniz.

 

Gelinen ve çözümsüzlük yönünü gösteren noktada yapılması gerekenler üzerinde tüm duyarlı insanların düşünmesi gerekir. Tekliflerimiz sanırım zaten tartışılan düşüncelerdir.

1. Bölgede Türk halkına ve dindar camiaya Kürt sorununun geçmişini ve çözümünün mutlak elzemliğini anlatacak yeni bir güçlü siyasal oluşuma gidilmesi gerekir. Bölgede konuşan gücün silah olmasıhasebiyle bu teklif belki afaki olarak karşılanabilir ama gelinen noktada çözümü devletin soğuk mekanik tavrı ve PKK’nın kendini yenilemeyi düşünmeyen Stalinist ve dine alerjik yapısına bırakarak beklemek büyük bir vebaldir,yeni Uludere’ler demektir. Çözümsüzlüğü tercih eden bir devlet ve PKK varsa bunoktada Filistin’de kendini yenileyemeyen Sosyalist hareketten bir dönem sonra çıkan ve zamanla insiyatifi ele almış olan dini grupların başarısı akla getirilmelidir. Dini siyasal gruplar başta Kürt halkınazarında “devletin işi” görünse de samimi ve kullanılmaktan uzak bir siyaset anlayışı içinde olmaya özen gösterdikleri müddetçe başarılı olmamaları için bir neden yoktur.

2. Batıdaki dindarlarımız Van depremine koşarken Uludere’ye Fransız kalma garabetleri üzerinde düşünmelidirler. Bölgede AK parti ve BDP’li olmak ve bunun gelgitlerini yaşamak birbirine batıda olduğu kadar uzak değildir. Sokaktaki Kürdün bakışı ile “Kürtlerin partisi” olan BDP hakikaten de Uludere’ye ilk koşan siyasi anlayıştı. Bölgede devam eden savaş ortamının psikolojisi malumdur ve dindarlar her şiddet olayında toplumsal rüzgarın yönüne göre değişirse sorunu anlama ve çözmeden uzaklaşmalarıyerçekiminin tersine işleyişi gibi bir hız ve gayrı tabiilikte olur. Bölge ortamına yapılacak samimi kardeşlik ziyaretleri ve insiyatif alıcı girişimler beylik lafların yerine geçen gerçek davranışlar olmalıdır. Köşeli bir mantıktan uzaklaşıp, sorunu tarafgirlikten uzak adil bir çizgide ele almak ise tercih edilmesi gereken tek yol olmalıdır. Açılıma rağmen “Kürtlerneden bu denli uzlaşmasız bir tavırdalar?” sorusunu halen soran dindarlarımız ve Başbakan’ımız özür dileme büyüklüğünü göstermemelerindeki toplumsal hayal kırıklığının muhasebesini acilen yapmalıdır. Kalbi olduğuna inandığımız kişiler, emin adamların şehadetiyle gelen acıları duymalı, empati yapmalı ve sıcak bir özür gezisi yapmalıdır.

3. Dindarlarımızı iğfal eden bilinç altındaki milliyetçilik hislerini temizleyemeyen dindarmedyamız olayı siyasi bir pragmatizm gözlüğü ile değerlendirmeyi bırakıp uzun sürebilecek bir büyük sorunun devam ettiricisi olma sorumsuzluğundanuzaklaşmalıdır.

Yorumlar