2006-04-30 00:00:00

SORUNLARIN  ÇÖZÜMÜ  NEREDE  ARANMALI?

 

Dünya  ve  Türkiye oldukça  sancılı bir  dönem yaşıyor. Dünya  ikinci Dünya  savaşından  sonra uzun  yıllar  geçtikten sonra  adaletsizlik  girdabında  yuvarlanıyor.Zorba  güçler  Dünya’yı  çıkarlarına  göre bölüşmek  istiyor.Asıl  acı  olanı  ise  bunun   çağdaşlık demokrasi  gibi  maskeler arkasına  gizlenerek  yapılmaya  çalışılması.İnsanlık adeta  bir  yalana  teslim olmuş durumdadır.

Türkiye’nin   durumu da  bundan farklı  değildir. Yıllardır  ülkemiz de  pek  sakin  günler  geçirmiş  değildir. Çeşitli toplum  kesitleri  arası  çatışmalar,  etnik  farklılıklar, sağ sol  çatışmaları ,   gelir  dağılımındaki adaletsizlikler,  manevi  boşluktan kaynaklanan    yozlaşmış  bir  hayat  biçiminin getirdiği sorunlar  maalesef  hep olagelmiştir.

Türkiye’de   insanların  farklı bölgeler  ve kültürel  yaşam  biçimlerinden  kaynaklanan farklı bakış  açıları  hep olagelmiştir. Türkiye’yi   meşgul  eden  sorunlar  hep olmuştur. Bunların   çözümünü  bulduğunu  düşünen  farklı gruplar  arasında  zaman  zaman  kan  dökülmesine  yol  açan  çatışmalar da yaşanmıştır.

Fakat   halen  ülkemizde  önemli  sorunlar  devam  edegelmektedir. Düşünce  ve  ifade özgürlüğü ,  din ve  vicdan  özgürlüğü veya  kültürel, ırki sorunlar  devam etmektedir. Burada  şunu  tespit  etmekte  yarar  var ki  ilk  mesele  sorunların  olduğunu  kabul  etmektir.Türkiye’nin önemli sorunları gündeme  geldiğinde kimi çevrelerin   hala   hemen,  “dış mihraklar”  demesi  sorunları  görmezden  gelmenin bir  başka  adıdır.Nasıl ki  bir  insan vücudunda  oluşan  bir  hastalık  başkalarını suçlayıp  durmakla  tedavi  edilmiyorsa  bir toplumun  sorunları da  dış mihraklar  suçlamasıyla  çözülemez.Şüphesiz   bir  kronik  yara  üzerine  tuz  dökmek isteyen güçler  olacaktır.Fakat  çözüm  yarayı kendimizin kapamasıdır.Kapanmış  bir  yara  üzerinde  kimsenin manipülasyon  yapma  şansı yoktur.

Aslında  sorun,  birazcık   daha  iyi tetkik  edilirse    ülkemizin  80  yıllık mazisinde halkı  adam etmeye soyunmuş  toplum  mühendislerinin  yapısında gizlidir. Tepeden  inme  bir  şekilde  halka  bir  elbise giydirmeye  çalışan  bu anlayışın terziliği de  maalesef  hiç  iyi değildi.Ya halka  dar  gelen  bir  elbise dikildi.Yada  bu  elbiseden  sıkılan  halka  yine  halka sormadan bollaştırma  ameliyesi  yapıldı.Halk  bundan da  şikayetçi  olunca   “madem provaları  beğenmedin  al  sana  benim  beğendiğim bir  model”  diyerek  dayatmalarda  bulunuldu.Tek  parti  dönemleri, serbest  fırka deneyimi ,  demokrasi  girişimleri ,darbeler  muhtıralarla  dolu  bir dönem maalesef  anlattıklarımızın doğrulayıcısıdır.Boğulmakta  olduğu  baskıcı  zamanlardan,  anarşi   dönemlerinden zor  bela  temiz  havaya  can havliyle çıkmaya  çalışan  insanlara  ya  baskıcı antidemokratik  yeni  bir  askeri dönem ya da  sahte  bir özgürlük  vadeden    bir  Dünya  sunulmuştur.

Bunların  varlığına  rağmen    insanımızın  hak,  adalet  talebi halen  devam  etmektedir.Sorun  birbirini  anlamaya çalışmayan kesimlerde de devam  etmektedir.Farklı  sorunlardan  başkasına  karşı  duyarsız, kör  olan  çevreler birbirlerine  yabancı kalmaktadır.Sorunların olduğunu  görseler  bile  empati  eksikliği  insanların  birbirini  anlamasının  önüne geçmektedir.Sorunu  sadece  kendi açısından görüp  başkasının  derdini  yok  saymak  veya  az  değerli  saymakta  önemli  bir   sorundur.

Son  zamanlarda  cereyan  eden  olaylar da  aslında  söylediklerimizi  doğrular  mahiyettedir.Van  savcısı  Ferhat  Sarıkaya’nın  görevden  ihracı  ile neticelenen  iddianame  krizi totaliter  güçlerin  bir refleksi  olması hasebiyle ülkemiz  adına  çok  üzücü  bir  durumdur.Tüm   hukuk talep eden kişi ve kurumların  ortak  bir  refleks  ile  buna reaksiyon göstermesi gerekirdi.Fakat 28 şubat döneminde  bol  bol  brifinglendirilen yargı  ve  diğer  kesimlerden  kuvvetli bir ses  yükselmedi. Hukuka sahip  çıkan bir  ses  bekleme  arayışımız, umudumuz ise hala  tükenmedi. Türkiye  ancak  kişilere  ve kurumlara  göre  değişmeyen  bir adalete  kavuştuğu  anda  mutlu  insanların ülkesi olacaktır.

Sorunların üstesinden  gelmeyi  düşünce  ve  ifadeyi   iptal  etmekte  gören  anlayış  terörle mücadele  yasa  tasarısında da görüldü. Terörü  yok edeyim  derken  düşünceyi suç  saymakta yıllardır  ülkemizde  devam  eden  geleneğin  devam  ettirilmek  istendiğini gösteriyor. Savcı  olayı da , son  yasa tasarısı  da  aslında  katedilmeye çalışılan  özgürlükçü  adımların  hukuk  dışına  çıkılarak  engellenmeye  çalışıldığını  göstermektedir.Fakat  aslında  çare  cesur  tedavilerdir.Risk  alınarak  yapılan  cesur  hukuki  yollar,  özgürlükten  korkmama   her  halde  ve  şartta  vazgeçilmemesi gereken  çözümlerdir.

Yorumlar