2013-07-01 00:00:00

Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?

Kürt Sorunu mu?

Gelir adaletsizliği sorunu mu?

Sağlığın ve eğitimin alabildiğine özelleşmesi, alt ve orta alt gelir gruplarının nitelikli sağlık ve eğitim hizmeti alamaması mı?

Evet, bütün bunlar da bizim sorunlarımız.

Ve yeterince büyük sorunlar.Ama bütün bunların ötesinde çok daha büyük bir problemimiz daha var.

O da “kutuplaşma” sorunu.

Birbiriyle aynı şeyleri düşünmeyen, aynı şeye inanmayan insanların birbirine karşı giderek daha fazla sertleşmesi, farklılıkları düşman bellemesi…

Bana sorarsanız en büyük sorunumuz bu!

Mazlum-Der’in eski genel başkanı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Taksim Gezi Parkı olayları vesile edilerek, toplumsal bir kutuplaşmayı körükleyecek tehlikeli tutumlar gözlüyor, gözlemliyoruz. Bu nedenle farklı toplum kesimlerinden isimler bir itidal çağrısı yapıyor” diyor.

Gergerlioğlu ve beraberindekiler, geçtiğimiz günlerde bir bildiri yayınladılar.

Bu bildirinin altına ben de imzamı attım.

Ömer Faruk Hoca’nın son dönemdeki çıkışlarını çok önemsiyor, beğeniyle takip ediyorum.

İnançlı bir adam olan Gergerlioğlu, barış için, demokrasi ve özgürlük için çalışıyor.

Hoşgörülü, diyalog yanlısı tutumuyla elini taşın altına koyuyor.

Kocaeli kamuoyunda Ömer Hoca gibi isimlerin daha fazla desteklenmesi, ön plana çıkması gerekiyor diye düşünüyorum.

İmzaladığım bildiriyi gelin birlikte okuyalım.

İşte o bildiri;

“Belirleyici olması gereken; barış, özgürlük, eşitlik, insan hakları, adalet ve demokrasidir. Partizanlık, militanlık, taraftarlık ve fanatizme davet eden tavır ve söylemleri -nereden gelirse gelsin- tehlikeli buluyoruz.

Gezi protestosu, dünya âlem herkese, bu ülkede sivil toplumun devlete söyleyecek sözü olduğunu -ve bu sözün önemsiz olmadığını- gösterdi.

Devlet de toplum da; yukarıdan bir üslubun, otoriter bir söylemin belirleyici olamayacağını gördü.

Devlet; toplumu dinlemeli, hassasiyetlerini anlamalıdır, bunun şart olduğu anlaşıldı.

Paralel olarak da, toplumsal hak arama eyleminin, başka insanlara ve kamusal alana karşı hakaret ve şiddet içermemesi gerektiği anlaşıldı.

Tam tersine; yazma çizme yeteneğinin, mizah duygusunun, dinleme yetisinin, anlama isteğinin; saygı, güler yüz ve nezaketin nelere kâdir olduğu ortaya çıktı. Ve ayan beyan belli oldu ki, toplum artık, fikrinin dinlenmesini, mutlaka hesaba katılmasını istiyor.

Bizler devlet aygıtını; “provokasyonlar”, “komplolar”, “dış güçler” tedirginliğine dayalı pozisyonlar seçmek yerine, açık ve çoğulcu bir toplumun temel şart olduğunu anlamaya çağırıyoruz; iktidarıyla muhalefetiyle, yasaması yürütmesi yargısıyla, ordusu, polisiyle tüm devlet aygıtını.

Özgürlükler en iyi birleştiricidir, gergin ortamlar kamplaşmalara, bölünmelere kapı aralar.

Gerginliğin olduğu yerden demokrasi çıkmaz.

Amaç zafer ilan etmek, birilerini acizleştirmeye, ezmeye çalışmak, alt etmek değil, hepimizin özgürleşmesine doğru bir adım daha atabilmektir.

Sivil toplumun, yurttaşın dili budur, devletin dili de bu olmalıdır.

Barışı da, en başta barış dili kullanarak sağlayabiliriz. Yoksa bu zehirli ortamdan, barış için çözüm arayışları da zarar görebilir.

Devlet, insan için vardır; insan devlet için değil. Biz yurttaşlar; grup taassubunu, parti taraftarlığını, inanç ve mezhep çekişmesini değil, öncelikle adaleti, toplumu, insanı eksen alan bir devlet istiyoruz.

Bizler; insanların düşüncesine, giyimine kuşamına, başını örtmesine, açmasına, yaşam tarzına, eylemine, protestosuna, sivil itaatsizliğine saygı gösteren, “itidalli bir devlet” istiyoruz.

Böyle bir ülkenin yurttaşları olmakta kararlıyız.

Polis ve eylemci, kaybettiğimiz tüm canları sevgiyle, saygıyla anıyoruz.”

Özgür Kocaeli

Yorumlar