21 Eylül 2021

Youtube

Herkese merhaba. Değerli izleyenler ÖFG TV başlıyor. Her hafta Salı günü saat 21.00’de size sunduğumuz haftanın önemli konuları ve konukları ile sizlerin beğenisine sunduğumuz ÖFG TV programımız başlıyor. Her hafta çok önemli konuları konukları gündem, misafir ediyoruz. Bu hafta da yine çok önemli konularımız var ve 3 konuğumuz olacak. İlk yarım saatlik bölümümüzde Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sn. Vedat Bulut hocamız bizim misafirimiz olacak. İkinci bölümde de Koşulsuz Adalet Hareketi’nden hukukçu arkadaşlarımız olacak. Enes bey ve Ayça hanım misafirimiz olacaklar. Çok önemli faaliyetler yürütüyorlar. Ayrımsız bir adalet mücadelesinde AİHM önünde Türkiye’deki ihlalleri A’dan Z’ye hiçbir ayrım yapmadan AİHM önünde adalet nöbeti tutarak gündem ediyorlar. Çok önemli çalışmalara imza atıyorlar aylardır, haftalardır ve yeni projeleri de var hepsini bugün konuşacağız. İlk olarak sözü Doktor camiasının çok önemli problemlerini Türk Tabipler Birliği’nin çok değerli genel sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut hocamla konuşacağım. Hocam bende bir doktorum, göğüs hastalıkları uzmanıyım ve hastane ortamlarını, sağlık ocaklarını biliriz, A’dan Z’ye birçok aşamada çalıştık, stajyer, intörn, pratisyen ve uzman doktor olarak ve neler yaşandığını az çok biliyoruz ama son zamanlarda gittikçe artan, vahim, olumsuz gelişmeler olduğunu gözlemliyorum. Pratisyen, aile hekimi, uzman doktor arkadaşlarımız son derece huzursuz, mutsuzlar. Birçok açıdan sıkıntılar yaşıyorlar ve istifalar var, maalesef Covid’den dolayı çok sayıda vefat olayları var, Covid başlangıcında biz onları tüm Türkiye toplumu olarak alkışlarla karşıladık, her akşam 21.00’lerde ama sonrasında doktorlarımız unutuldu mu hocam? Büyük sıkıntılar yaşanıyor, öncelikle bu Covid dönemini konuşalım. Siz Türkiye Tabipler Birliği olarak Covid ile ilgili çok önemli açıklamalar yaptınız ve biz bunları Meclis’te gündem ettik basın toplantılarımızda ama uyarılarınıza uyulmadığını maalesef birçok vaka ve ölüm sayısı olduğunu da gözlemledik. Covid mücadelesinde hem hastalık açısından hem sağlık çalışanları açısından neredeyiz hocam? Söz sizde.

Prof. Dr. Vedat Bulut:Sn. Gergerlioğlu öncelikle çok teşekkür ederiz bizi konuk ettiğiniz için. Koşulsuz Adalet çalışmasında arkadaşlarıma da saygılar ifade ediyorum diğer konuklara. Öncelikle Türkiye’de pandeminin başından bu yana pek çok sorun yaşadık çünkü zifiri karanlıkta şeffaf bir paylaşımın olmadığı bir dönemde Sağlık Bakanı pandemi yönetiyor, meslek örgütleri ile herhangi bir uzlaşı veya paylaşıma girmedi, onların görüşlerini almadı ve filyasyondan maske ve koruma tedbirlerine kadar fiyasko var. Sağlık Bakanlığı’nın pandemi yönetimi son derece başarısız. Son örnek filyasyonu 4-B işçileri ile yürüttüler belli bir dönem. Birtakım şirketler adına, taşeron işçilerle filyasyon yürütme kararı aldılar ve bunlardan 680 kişiyi işten çıkardıklarını öğrendik. Bir partinin İl Başkanlığından gelen liste ile insanların istihdam edildiğine daha doğrusu bankamatik memuruna döndüğüne bunların da filyasyon yapmadığını gördük. 25-30 bin gibi rakam. İyi bir izlem yapılmıyor. Güney Kore, Almanya gibi ülkeler çok iyi bir filyasyon çalışması yürüterek mümkün olduğu kadar vakaları kısıtladılar, tabi teknolojik imkanları da kullandılar. Türkiye de bu tür çalışmaları yapabilirdi. Her gün 250-300 vatandaşımızı kaybetme bizler için son derece üzücü. Siz de bir hekim olarak çok iyi anlayacaksınız ki, biliyorsunuz ki bu etik açıdan son derece hekimleri moral bozukluğuna sokan bir durumdur. Özellikle yoğun bakımlarda tıkanmalar olduğunda, hastalar arasında triyaj sorunu yaşadığınızda bu sorunu da İtalya’da gördük. Solunum cihazlar yetmediğinden nasıl bazı insanlara veda edildiğini acı bir şekilde gördük. Bu hekim de büyük bir çöküntü yaratıyor. Bugüne kadar 481 sağlık çalışanımızı kaybetmiş durumdayız. Bunların da 184 tanesi hekim meslektaşımız. Aralarında aktif çalışmayan, az sayıda hekim vardı. Çoğul hastanelerden bu hastalığı bıraktı ve sağlık çalışanları için bu hastalık meslek hastalığı olarak halen daha kabul edilmiyor ve Türkiye’de bu yasa çıkmadı sadece illiyet bağı ile insanların mahkemelerde uğraşarak ispat etmeleri isteniyor. İnsanlar acıları ile mi taziyeleri ile mi yoksa mahkeme mahkeme dolaşıp bu hakları almak için tazminat ile gelir yükseltmek için bunlarla mı uğraşsınlar? Pandemi de insan kaynaklarında teknolojisine sağlık yönetiminden tüm teknolojik çalışmalara sirayet eden bir kaos ve bu başarısızlığın da sonucunda toplum ölümlerinden ödüyoruz ve hastalıklar oluyor. Bu son derece bizim için acı bir olay.

<: Hocam aşılar olana kadar büyük bir sıkıntı içinde bekledik. Bu arada sağlık çalışanı kayıplarımız, toplumda insanlarımızın kayıpları çok oldu bir aşı skandalı da yaşandı sanırım. Gecikmeler oldu, sıkıntılar oldu. Bu noktada ne dersiniz? Bir de aşı olmak istemeyenler var, PCR sıkıntıları biraz kısaca da buraya değinip daha sonra diğer konulara geçelim.

Prof. Dr. Vedat Bulut:Hemen bunu da kısaca özetleyeyim sizlere. Türkiye’de aşı tüm dünyada gündeme geldiğinde diğer ülkeler bizden 2 ay önce aşı tedarik, planlama daha erken başladılar. Biz 11 Aralık’ta gelecek aşıları bile 31 Aralık’ta getirebildik. Covid-19’da tek bir aşı ile başladı. Maalesef aşı çeşitliliği sağlanamadı ve buna bağlı olarakta aşı tedarikte yavaşlık nedeniyle toplumsal bağışıklık elde etmede gecikti. Bu dünyanın bir sorunu çünkü varyantların artmasının nedeni bağışıklığın hızlı yayılmaması. Türkiye olarak düşünmemek gerekir çünkü Türkiye’yi veya gelişmiş ülkeler kendi ülkelerini korumaya çalışırken milyarlarca doz temin etmeye çalışırken dünyadaki 50 ülkeye aşı girişi 0’dı. Varyantlar orada gelişiyor, Afrika, Orta Amerika gibi. Hindistan gibi bölgelerde varyantlar gelişti, bunun tek nedeni de aşılamanın yavaş olmasıydı. Türkiye’de gerek PCR ile gerek aşı da kısıtlı bir tedarik zinciri ile yetinmeye çalıştı. Örneğin Türkiye’de test başına PCR maliyeti 4$. Bu testin toplam maliyeti, insan kaynağı, cihazı ile diğer ek maliyetleri ile 8-10$ arasında gerçekleştiği düşünülüyor ve milyonlarca test yapılıyor. En son sorun nedir? Eğitim açıldı, okullarımızda öğretmenler PCR yapılacağı söylendi. 400 bin öğretmene haftada 2 PCR yaptığınızda bunun maliyeti kimlerin cebine giriyor? Bu işten kimler rant sağlıyor? Bunlar çok iyi incelenmesi gerekiyor. Aşı da da öyle. Dünya piyasa rakamları ile Türkiye’ye giren rakamlar arasında bir farklılık var mı yok mu? Şeffaf olmadığı için ticari sır kapsamı içine soktukları için bilinmiyor. 6023 sayılı yasa sağlık politikalarının kamu yararına yönlendirilmesi ile ilgili Türk Tabipler Birliği’ne bir yetki, bir sorumluluk yüklüyor. Cari açık arttığında sağlıkta ilerlese başka çöküş yaşayacağız. Ötelenen sağlık sorunları olsun, Covid-19’a bağlı sorunlar olsun aşılamanın gecikmesine bağlı maliyetler olsun. Türkiye’nin ekonomisi zaten krizdeydi bu pandemi krizi ile Türkiye için son derece yıkıcı etkileri olabilecek bir durumdu. Bunları defalarca söyledik. Aşı da da maalesef iyi bir sınav veremedi Sağlık Bakanlığı.

<: Yeni bir dönem eylül-ekim bakalım Covid nereye gidecek? Birçok sağlık çalışanı çok büyük sıkıntılar yaşadı, toplumda büyük tedirginlikler yaşandı ve gelinen noktada da bir belirsizlik var. Bu hastalık, kapanmalar, izolasyonlar, eve kapanmalar, esnasında tabi kapanamayan ve hastanelerde çalışan arkadaşlarımız var, meslektaşlarımız, pratisyen, uzman doktor, akademisyen ve gerçekten oldukça önemli sıkıntılar yaşadılar. Hocam söz sizde pratisyen, aile hekimi, uzman doktor arkadaşlarımızın çok dertleri var biliyorum, bunları artık programımıza sığdırabildiğimiz kadarıyla en net bir şekilde sizlerden alıp, tüm kamuoyuna duyurmak istiyoruz. Söz sizde.

Prof. Dr. Vedat Bulut:2020 11 Mart’ta pandemi Türkiye’de başladı. İnsanlar alkış, bir siyasi şov haline geldi, sonrasında haklarınızı ödeyemeyiz dediler ve gerçekten ödemediler. Ne maddi, ne manevi olarak sağlık çalışanların hakları ödenmiş değil. Asistansınız ya da bir öğretim üyesisiniz bir klinikte birden bire hiç alakanız olmadığı bir şekilde Covid-19’a çevriliyor veya sizi bir Covid-19 kliniğinizden görevlendiriyorlar. Bir devlet hastanemizde bir nöroloğu Covid polikliniğinde 2 gün çalışıp 2 gün de semt polikliniğine gönderiyorlar yani hastanenin içinde Covid varsa o semtlere de gidip bulaştırma gibi bir uygulama yapıyorlar. Yine çok acıdır; Türkiye’de benzer olay vatandaşlarımız için de gelişti. Hastaneden evlerine gönderilen Covid tanılı PCR pozitif bulaştırıcı olan kişilerin kendi imkanları ile eve gitmeleri istendi bu da bulaştırıcılığı arttırdı sonunda o bulaştırıcılık dönüp dolaşıp sağlık çalışanlarını etkiliyor ve büyük bir risk altında çalışıyorlar sağlık çalışanları. Asistanlar eğitim haklarından yoksun kaldılar. 2 defa 6 ay uzatma ile birtakım genelgeler çıkartıldı. Zaten uzun ve yorucu bir eğitim dönemi yaşıyorlar, çok ağır ama Covid-19 kliniklerine geldiklerinde birtakım sosyal haklarından, eğitim haklarından da mahrum kaldılar. ASM’ler için de benzer sorunlar. Hiçbir zaman onların buzdolabı imkanları, stoklama imkanları, personel imkanları düşünülmeden aşı yükü de onların sırtına bırakıldı ASM’lerde. Buna bağlı pek çok sorun yaşandı. İnsanları MHRS ve E-Nabız’dan aşı randevularını almaya çalışırken beceremedikleri için çünkü herkesin teknolojik imkanı yok, herkesin elinde cep telefonu yok ya da evinde interneti yok. Sağlık çalışanlarına başvurarak randevu alabildiler, bu da ASM’lerin iş yükünü arttırdı. Üstüne üstlük onlara herhangi bir hak vermeden bir yönetmelik çıkarttılar. Cezalandırma yönetmeliği, aile hekimlerine örneğin basın karşısında 2 defa konuşurlarsa sözleşmeleri feshedileecek. Nedir bu konuşmalar? Elimize maske geldi bu maske standartlara uygun değil, Covid-19’a karşı korumaz veya Covid-19’u dolaştırmamıza neden olur diyen Aile Hekimliği kolu başkanımız soruşturmalar ile tehdit edildi. İstanbul’da baskı altına alınmaya çalışıldı, Türk Tabipleri Birliği Aile Hekimleri Kolu Başkanımız Dr. Emrah Kırımlı ve başka şeyler gelişti. Bu sorunları aktaran bütün aile hekimlerine bu baskı yayıldı ve iki defa bu konuda basına bilgi verirlerse sözleşmeleri feshedilecek. Suskun bir toplum istiyor iktidar. Hükümet herkesin susmasını gerçekleri ifade etmesini istemiyor, bu hataların düzeltilmesinin de karşısında bir engel. Çok iyi biliyorsunuz ki gerçek verilerin ortaya konulması ölümlerden rakamlar ne kadar? Aslında hataların üstüne bir imkan yaratan durumdur, ondan kaçınılmaması gerekir ama algı yönetimi ile salgın yönetmek yerine algı yönetmekle başarı yazmayı çalışıyorlar. Bunu da biz defalarca söyledik. Türkiye en başarısız ülke değil ama başarılı olma, ekonomik gücü ile başarılı olması gereken yerde de değil. Diğer ülkelerle kıyasladığımızda çok başarısız bir sınav verildi bunun da nedeni ekonomik rant, birtakım yandaş müteahhitlerle ilişkiler, bu tür ilişkiler pandemiyi ticarete dönüştürme yoluna çevirdi hükümeti. Hatırlarsanız 15 Temmuz’u Allah’ın lütfu diye nitelendiren hükümet pandemiyi de Allah’ın lütfu olarak görmüş olacak ki son derece kötü bir yönetim ile ticari sır kapsamı altında çok büyük rantlar yarattılar. Bu işçi olayında biraz önce bahsettiğim gibi. 4-B’lerin yerine İş Kur’dan temin ederek partizanca yönetime yöneldiler. Bunun gibi pek çok uygulama yapılıyor. Hepsinin belgeleri elimizdedir. Bunlar sağlık çalışanları üzerinde büyük etki yaptı. Türkiye’de sadece ağustos ayı içinde, eylül ayı tamamlanmadığı için istatistik yok elimizde. Gün be gün iyi hal belgesi alarak yurt dışına çıkan hekimlerin kaydını tutuyoruz ve 270’den fazla hekim Ağustos ayında Türkiye’den ayrılış yaptı. 2020 yılında hekim göçü 1000 kişiydi ve bu yıl muhtemelen 1500 gibi olacak. Çok iyi hatırlarsınız ki yurt dışına gidişlerde gidenler arkadaşlarına da bu tecrübelerini aktararak orada denklik alıp çalışıyorlar. Bunun pek çok nedeni var. Demokrasi ve adalet çünkü genç kuşak geleceğini göremiyor. Polisin iki dudağı arasına bırakılmış kaderleri var. İşten edilirler, cenazeye katılmışlardır, arkadaşlarını ziyaret etmişlerdir, bir polis memurunun yazdığı fişle atanmayan onlarca, yüzlerce hekimimiz var. Pandemi koşullarında, mezun olmuşlar ve ne acıdır ki bunu da burada ifade etmeliyiz ki bu atanmayan arkadaşlarımızın bir çoğu Kürt kökenli veya bir şekilde farklı bakış açıları var. Bunu çok net bir şekilde görebiliyoruz. Ailelerinde siyasi yapılanma varsa, hapiste bulunan aile fertlerine kadar her türlü konuyu kötüye kullanarak suçun bireyselliğini kullanmayarak, yani bir suç varsa adalet önünde onu da yapmayarak hekimler mağdur ediliyor. Arşiv taraması denilerek uydurma uygulama var. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atamalar için isimler gönderiliyor, 8 aydır 10 aydır bekleyen atamalar var. Ne acıdır ki bu konuda herhangi bir bilgi de verilmiyor. Verilen herhangi bir sağlıklı tarafı yok çünkü arşiv taraması eskiden beri biliniyor ki sabıka kaydıdır. Gidersiniz savcılıktan da alabilirsiniz, EGM’nin ilişkisi yok. Eğer bir kişi adli makamların önünde suçsuzsa onu suçlu ilan eden devlet memeuriyetinden men etme, o hakkı kazanmayı engelleme hakkı kimsede olmaması gerekir. Kaldı ki asistansanız bir uzmanlık öğrencisi iseniz zaten kamu görevi yapıyorsunuz daha sonra mecburi hizmet var, devlet mecburi hizmet koymuş. O mecburi hizmet için atamaya başvurduğunuzda bir türlü güvenlik soruşturmasını sonlandırmıyorlar. Zaten bir kamu görevinden diğer kamu görevine gidiyor. Hukuken bir sorun varsa baştan memuriyet yapmasın. Genç kuşak yurtdışına gidiyor. Gençliğimizde 10 bin mezunun bini, bu yıl 10 bin 500 mezunun 1500’ünü göndereceğiz. Rakamlara bakarak anlayabiliriz ki 1000’li rakamlar belki 10 tıp fakültesinin kontenjanı kadar. Türkiye’de tıp fakültesi açmak çözüm değil zaten mezunlarını kaybediyor ki bu mezunlar iyi dil bilen veya yetkin olan orada çok kısa sürede denklik alabilen başarılı öğrenciler. Bu öğrencilerimizle biz deamlı diyalog halindeyiz, 6 ay içinde uyum sağlıyorlar, Türkiye’de temel sorunlarından parçalanmış haldeler.

<: Bir hekim devlete büyük maliyet getirir sonunda bu hekim sahada görevlendirildiğinde hizmetini yapar ve karşılığını öder bir şekilde kendi ücretini ama diyorsunuz ki bu sene 1500 kişi yurtdışına gidecek. Yani iktidar öyle büyük bir kayba yol açıyor ki gördüğümüz kadarıyla o kadar belki büyük masraflarla yetiştirilen hekimler Türkiye’ye hizmet edemeyecek. Başka yerlere hizmet edecek, yanlış, kötü politikalar değil mi hocam?

Prof. Dr. Vedat Bulut: Elbette ama katılmadığım taraf şudur: Devlete olan maliyet karşılıklı rıza ilkesi ile baştan protokol ile yapılır. Tıp Fakültesini kazanırsanız devlet size 60 70 m2’lik konaklama, cebinize 2 bin maaş 6 yıl okutur ona karşılık 6 yıl mecburi hizmet koyabilir. Burada karşılıklı rıza yok. Fakülteye giriyorsunuz devlet 2-3 yıl yapabilir. Yan dal uzmanlığı yaptığınızda uzmanlık eğitimi aldığınızda ve fakülteyi bitirdiğinizde bir hekim 35 yaşına kadar ikamet edebileceği yeri kendi seçen bu karşılıklı rıza ile oluşmayan bir şey. Ben sizi şu parayla çalıştıracağım diyemez. Bu çok büyük bir zarar. Parçalanmış aileler var. Mecburi hizmet, Batman’da bir arkadaşımız intihar etmişti. Bu örneğimizin için bir cinayettir. Eşi İzmir’de uzmanlığı bitirmemiş. Geçmişte eşiniz eğer bir kentteyse onun tayini eş durumuyla oraya yaparlardı. 90 km’lik çapa getirdiler, o da kabul edilebilir ama bu arkadaşımızı Batman’a tayin edip orada depresyon geçirdi ve aile desteği olmadığı için psikoza dönüştü ve intihar etti. Parçalanmış ailelerin sayısı binlerce. Son bir örnek vereyim. Biz bunu Sağlık Bakanlığı ile de görüştük. Adana’da eşi ve ailenin diğer ferdini Tuzla’ya gönderdiler. Adana’daki arkadaşımız İstanbul’a gitmek istiyor değil aksine İstanbul’daki arkadaşımız Adana’ya giderek aileyi birleştirmek istiyor. Bir araya gelmek istiyor. Sağlık Bakanlığı’nın teklifi onları Kütahya’da birleştirelim. Bunun ne kadar gayri ahlaki olduğnu sizler anlayabilirsiniz. Bunların yerleşik düzeni, çocukları okuyor, anadolu lisesi kazanmışlar, 40 yaşına gelmişler hala bu sorunu çözmedikleri için binlerce hekim ailesi parçalanmış durumda, bunun dine, imana sığar tarafı yok. Hep böyle islami vurgular yapıyorlar konnuşmalarda karşılıklı rıza oluşturmadıkları gibi aileleri de parçalayacaklar, aile gibi kutsal yapıyı parçalayarak kendileri ile çelişiyorlar buna çözüm de getirmediler. İlla yılda 2 kez atama dönemi var, o dönemde yaparız diyorlar. Hekimlerin yurt dışına çıkmasına neden oluyor. Mali koşullar da da 2003’ten bu yana hekimlerin satın alma güçleri iki kattan fazla azaldı ve o yüzden de iyi bir maaş iyileştirilmesi gerekiyor hekimlerde. Yoksulluk sınırının çok altında 1/3 kadar alan emekli hekim arkadaşlarımız var, yoksulluk sınırı altında çalışan uzman hekimimiz ve pratisyen aile hekimi arkadaşlarımız var. Bunlara karşı düzenleme yapılması gerekir. Bu konuda da bir çalışma yapıyor TBB çok yakın zamanda kamuoyu ile paylaşıp Meclis’e de getireceğiz. Tüm milletvekillerimize bu raporumuzu sunacağız umarız ki düzeltilir. Hekimlerin sorunları ile özelllikle söyleyebileceklerim bunlar.

<: Sağlık ocakları, hastanelere gidiyoruz. Aile hekimi arkadaşlara bir dokunup bin ah işitiyoruz. Hem zaten ağır çalışma koşulları hem azalan ücretler mutsuz, huzursuz insanlar ve böyle bir ortamda çalışma verimi de düşer sanırım ve istifa eden çok insan oluyor gördüğüm kadarıyla. Bu oranlar nasıl seyrediyor?

Prof. Dr. Vedat Bulut: Özellikle istifaların en yoğun olduğu aylar ağustos ve eylül ayları. Örneğin çocukları okul, fakülte ve lise sonuç olarak nakil istiyor anlaşılabilir nedenlerle çocuklarının yanına gitmek istiyorlar. Hekimler istifa vererek özel sektöre kayıyorlar, özel sektöre geçiyorlar.  Hekim için iş bulmak bir şekilde bu kolaylık var ama aileler sorun yaşıyor ve Sağlık Bakanlığı da sadece Ocak ve Haziran ayında atamalar yapıyor. Aslında bunu ağustos ayında yapsa örneğin bir atama dönemi de sorunların bir kısmını çözebilecek istifalar olmayacak. Başka bir sorun özellikle sahil kentlerinde orman yangınlarında da gördük. Örneğin bir bölgeden alıp hekimi Datça’ya ya da Marmaris’e, Bodrum’a görevlendiriyor. Siz orada konaklamanın ne kadar pahalı olduğunu bilirsiniz. Eskiden devlet misafirhaneleri vardı, onları da peşkeş çektikleri için yandaşlara hekimler oraya gittiklerinde pansiyon, otelde maaşları bile yetmiyor ve sonuçta istifa ediyorlar. Biz bundan 8 örnek gördük. Sadece kısa bir gezi sırasında 8 istifa vardı. Bunu tüm Türkiye’ye teşkil ettiğinizde binlerce istifa var. Şubat ayında bir soru önergesine yanıt olarak Sağlık Bakanı 2400’ün üzerinde bir rakam ifade etmişti. Şu andaki rakamın 4000 üstünde olduğu tahmin ediliyor. Hekimler akın akın istifa ediyor. Sağlık Bakanı koşullarını kabul etmiyor. Yeni bir skandal daha MHRS randevuları 5 dakikaya düşürdüler. Bütün kentlere yaydılar. 5 dakikada muayene ettiğiniz hasta ile yeterli diyalog kuramazsınız hikayesini alamaz muayenesini yapamazsınız. Zaten hükümet şunu yapıyor orada da algı yönetimi sağlık hizmetinin yükünü sağlık çalışanlarının sırtına bırakıyor insanlar muayene olmuş gibi yapıyorlar ama aslında olmuyorlar. O yüzden kişi başı 9 defa kliniğe gidiyor. Geçtiğimiz yıl 720 milyon kez polklinik ziyareti yapmış. Bunu bir başarı hikayesi olarak yutturmaya çalışıyorlar, aslında bu doğru değil. Tanı konulmadığı, tedavi edilmediği için insanlar bu kadar polikliniklere başvuruyorlar, bu da devlet için mali yük getiriyor. Hele bir de şimdi aile hekimlerine kronik hastaların bakımı ve bunlarla ilgili tetkik yazmak istediler Şehir Hastanelerinde doluluk garantisi verdiler, bu doluluk garantisini kapatabilmek için aile hekimlerini kullanarak ASM’lerden hastaları şehir hastanelerine tetkikleri göndererek oradaki kotayı doldurmaya çalışıyorlar. Aile hekimlerine bir yük daha bindirdiler. Türkiye’de bu durumda niçin yurtdışına gitmesin?

<: Bir sirkülasyon var bir rant amacına yönelik şifa da alamıyorsunuz. Etkin bir tedavi sürecine maalesef ulaşılamıyor bir de hekimler bir tehdit ile karşı karşıya hocam. Bir ameliyatta başına gelebilecek işler konusunda oldukça sıkıntılar var ve bunun bir tedirginliğini yaşıyor. Son olarak bu konuda da neler dersiniz?

Prof. Dr. Vedat Bulut:Türkiye’de defansif tıpı doğurdu. Defansif tıp? Eğer çok risk alıyorsanız hastada o hastadaki riski almayıp başka yere sevk etmeye tercih edersiniz. Başınıza sorun çıkacağını biliyorsunuz. O işi yaptığınızda çıkabilecek komplikasyonlar ile hakkınızda dava açılabileceğini ve devletin bu konuda size verdiği mali imkanlar da yetersiz olduğu için tazminatlarını bile ödeyemeyecek durumda olan hekimler defansiz tıpa çekildiler, kendilerini korumaya yöneldiler. Hekimlerin eskiden beri ilkesi veba, salgın gerekirse kendini feda ederek o hastanın üzerine gider, tedavi etmeye çalışır ama bu ilkeyi dahi hekimler için geçersiz kılmaya bıraktılar. Bu dünyada bir sorun Türkiye’de büyük sorun, Türkiye’de sisteme bağlı sorunlar da hekimin sırtına yükleniyor. Hastalarda doğabilecek kompikasyonlarda adli kurumlar karşısında hekimlere geliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 15-20 dakika bir hastaya ayrılması süre için 15-20 dakika der. Hikayesi, muayenesi, tetkikleri kontrol edip, reçete veya tedavisini düzenleyeceksiniz ama Türkiye’de 5 dakikada bir tedavilerde sonuçta sorumluluk hekimlere yöneliyor. Halbuki bundan tamamen kötü sağlık yönetimi sorumludur. Hekimlerin sorumluluğu olmadığını yurttaşlara belirtmek gerekiyor. 5 dakikada hasta bakılmaz. Hiç kimse o gün 80.-90.-100. hastası olmayı istemez hekimin. 100. Hastayı olmak kim ister? İstemez bunu tüm yurttaşlarımızın bilmesi ve bu konudaki bizim seslenişimize çağrımıza da destek olarak hükümete uyarılar yapmasını diliyoruz.

<: Çok teşekkür ederiz hocam. Sağlık camiasının çok önemli sorunlar olduğunuzu biliyoruz. Umarız ki sizin uyarılarınız ile çok kıymetli uyarılar yapıyorsunuz, bu kötü politikalarda değişim yaşanır. İyi, sağlıklı politikalara dönülür. TTB’nin sıkı takibini, uyarılarını biliyoruz, biz de takip ediyoruz onları da biz de kamuoyuna yansıtmakla sizlere yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bugün de böyle yaptık. Peki hocam çok teşekkür ederiz zaman ayırdınız.

Prof. Dr. Vedat Bulut: Çok teşekkür ederiz.

<: Daha sonra yine başka sağlık sorunları olduğunda sizi misafir ederiz ve iyi akşamlar dilerim.

Değerli hocamız çok önemli bilgiler verdi. Böyle gitmez. 1500 doktorun yurtdışına gittiği, 4000’e yakın doktorun istifa ettiği bir ortam sağlıklı bir ortam değil Ey Sağlık Bakanı. Biz tekrar buradan hatırlatıyoruz, bir şeyler iyi gitmiyor, istediğiniz kadar göz boyama yapın, oldukça önemli sıkıntılar yaşanıyor.

Bugünün ikinci konusu çok önemli bir sivil toplum hareketi üyeleri ile ilgili onların çok önemli mesajları var, söyleyecekleri çok önemli şeyler var, hedefleri var. Koşulsuz Adalet Hareketi. Avrupa’da çok önemli adımlar atıyorlar. Çok idealist hukukçular bir araya geldi. Her kesimden hukukçular bir araya geldi ve insan hakları kavramının gereğini yerine getiriyorlar. A’dan Z’ye her türlü hukuksuzluğa karşı, ihlale karşı duruyorlar ve Avrupa’da AİHM’de çok önemli etkinlikler sergilediler, Adalet nöbetleri tuttular ve tutmaya devam ediyorlar, başka proje ve tasarıları var. Bugün Koşulsuz Adalet Hareketi’ni bu idealist hukukçuların arasından iki arkadaşımız konuğumuz oluyor.

<: Av. Enes Kabadayı ilk konuğumuz ve Ayça hanım gelecek. Sözü uzatmadan Enes bey ne diyorsunuz Koşulsuz Adalet Hareketi ne yapmaya çalışıyor? Adaletin koşullu olanı mı var? Niye özellikle böyle bir isim koydunuz? Siz kimsiniz? Kamuyounda kendinizi tanıtın? Koşulsuz Adalet Hareketi kimdir? Ne zaman? Kimlerden oluştu? Hedefler, vizyon, misyon nedir?

Av. Enes Kabadayı: Ömer hocam öncelikle böyle bir imkanı bize sunduğunuz için teşekkür ederiz. Koşulsuz Adalet Hareketi kimdir? Bunlara değinmeye çalışacağım. Biz on farklı ülkeden 42 üyesi ile insan hakları alanında ana planda eylemsel olarak birçok farklı alanda çalışmalar yapan bir sivil insiyatifiz, insan hakları savunucuları olarak bir araya toplanmaya çalıştık. Ana planda eylemsel özelliğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde 43 haftadır tuttuğumuz adalet nöbeti ön planda. 1 yıl önce yaklaşık bu hareketi, tam bu aylarda kuruluş ve fikirsel aşamaları gerçekleşiyordu ve ardından kasım ayında başladık, 1. Yılımızı bitirmeye doğru ilerliyoruz. Biz 1 yıllık süreçte birçok farklı konuya değindik fakat bu hareketin temelinde 42 tane genç arkadaşımız var. Biz gençler olarak insan hakları mücadelesi vermekten onur duyuyoruz fakat bir toplumda bizim 42 üyemizin birçok farklı insiyatifler var, birçok farklı insiyatifi görüyoruz fakat bir ülkenin gençlerinin bu yaşlarda insan hakları mücadelesi verme zorunluluğuna ittirilmesi ve böyle bir mücadeleyi vermek zorunda bırakılması büyük bir utanç olsa gerek diye düşünüyoruz. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı ile hiç farketmez. Bu durumdan gerçekten utanıyoruz ve Avrupa’da AİHM önünde eylemleri dile getirdiğimizde yabacılara anlatırken Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini anlatırken utanma basıyor. Bireysel anlamda muhattap olduğumda bunu hep hissediyorum. Koşulsuz Adalet Hareketi olarak kamuoyuna seslenmeye çalışıyor fakat biz bunları anlatırken buradaki insanlara bu süreçleri anlatmaya çalışırken utanmamıza karşılık bu suçları işleyen hiçbir insan utanmıyor, sıkılmıyor ve hala bu suçları işlemeye devam ediyorlar. Temel de aslında ilk yola çıkış hikayemiz vicdani bir eksende insan haklarının kutsallığına inanan birçok genç arkadaşımızın bir araya gelmesi ile oluşan bir insiyatif oldu Koşulsuz Adalet Hareketi. Aslında en temel amacımız şudur: Biz AİHM önünde her kesimden insanların haklarının savunmak için orada bulunuyoruz 43 haftadır nöbet tutuyoruz ama Türkiye’de bundan sonra hiçbir kimse ne ulusal ne de uluslararası hiçbir mahkeme, adliye önünde. Şu anda Türkiye’de birçok adliye önünde herkes kendi yaşadığı ihlallerle ilgili nöbetler tutuyor. Ne ulusal ne uluslararası hiçbir yerde bu nöbetler tutulmak zorunda bırakılmasın diye Koşulsuz Adalet Hareketi diyoruz. Her vicdan sahibi insanın adalet duygusu yüksek olan insanların buluşabileceği temel noktalarla çalışmalarımıza devam ettiriyoruz. Bu kısımla alakalı bugüne kadar kadın haklarından ifade özgürlüğüne kadar, işçi haklar, cezaevine gönderilen hamile kadınlara, onların bebeklerine kadar, azınlıkların yaşadığı gerek Ermeni gerek Alevilerin yaşadığı hak ihlallerinden tutun 20-25 yıldır tutuklu bulunan, dosyası bozulmuş, uzun tutukluluk, işkence, KHK’lara kadar birçok konu işlemeye çalıştık. Nöbet tutmamızın temeli AİHM’in önünü seçmemizin nedeni şudur; Türkiye AİHM’in şu an en son veriler değişmiş olabilir yaklaşık 184 kararını uygulamıyor ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu hafta içerisinde Osman Kavala, Demirtaş ile ilgili Aralık’a kadar süre verdi. Türkiye bu ve diğer dosyalarda hukukun arka bahçesinde dolanarak işlevsiz bırakıyor. Biz hem mahkemenin karar vereceği dosyalarda geç gelen adaletlerde adalet değildir, mahkemede daha fazla bu dosyaları öncelikli olarak ele alınmasını ve konseyin de bu kesinleşen kararların uygulanması konusunda AİHS’nde yazan gerekli usulleri işletmesi doğrultusunda taleplerde bulunarak mahkemenin önünde nöbet başlattık. İktidar sürekli bir hukuk reformundan, adalet arayışından bahsediyor fakat onların ağzına bu yakışmıyor. Biz de mahkemeye Türkiye’deki bu hem iktidarın hem de iktidarın kontrolündeki mahkemelerin etkisiz bir iç hukuk yolunu anlatmaya çalışıyoruz bunun birçok örneği de var, temel de Koşulsuz Adalet Hareketi’nin kuruluş mantığı budur.

<: Peki Türkiye’de bir basın açıklaması yapmak isteseydiniz, hele ki böyle bir konuda ve periyodik olarak yapmaya kalksanız hemen bir polis müdahalesi ile karşılaşırsınız. Peki size bir şey demiyorlar mı? Nasıl yapıyorsunuz? Neler oldu? Neler bitti? Kısaca ona da vurgu yapalım Ayça hanıma geçeceğiz.

Av. Enes Kabadayı: Açıkçası biz Türkiye’de kalan travmatik ilişkilerle acaba bir şey olur munun endişesini burada belli anlamda ki ben hiçbir devleti kutsayan anlayışta değilim fakat en azından göreceli olarak ifade özgürlüğüne ve örgütlenme hakkına saygı duyulan toplumlar, Fransa, Almanya ve diğer ülkeler. Bu travmatik etkilerle biz Türkiye’den kalan kötü miras, bir şey olur mu diye düşündük fakat o süreçte tam tersi biz de Türkiye’yi anlama adına konuştular, gerek oradaki Avrupa Konseyi’nin birçok kurumu var, resmi çalışanlar, İşkenceyi Önleme Komitesi, diğer mahkemeden olsun, gerek oradaki güvenlik sağlamaya gelen polisler bu konuda sıkıntı yaşamadık ama Türkiye’de bunu maalesef biz Türkiye’de yaşananları burada duyurmak zorunda kalıyoruz ve az önce dediğim gibi bu bizim için utanç veriyor.

<: Çok üzücü gerçekten. Bir ülkede insan hakları sorunun ülkenin gençlerine bırakılması üzücü. Madem ki hukuk devleti iddianız var gereken yetkili mercileri bu ihlalleri gidermesi gerekiyor ama maalesef ki öylesine kötü bir haldeyiz ki sizler bu görevlendiniz, önemli bir etkinlik, nöbet başlattınız ve seste getiriyor ve gördüğümüz kadarıyla A’dan Z’ye her kesimin derdine dokunmaya, gündeme getirmeye çalışıyorsunuz. Bunlar son derece önemli adaleti koşulsuz sağlamak için önemli mücadele veriyorsunuz. Başka projeleriniz de var onlara geçmeden önce diğer misafirimizi biraz konuk edelim. Ayça hanım hoşgeldiniz. Sn. Hukukçu Ayça Karababa bize Koşulsuz Adalet Hareketi’nin yaptıklarını anlatacak, kendisi bir üniversitede öğrenci ve önemli çalışmalar yapıyor. Söz sizde Ayça hanım buyrun.

Ayça Karababa: Ben 21 yaşındayım ve bir üniversitede öğrenciyim şu an. Koşulsuz Adalet Hareketi’nde en küçük üyesiyim an itibariyle biz hareket olarak herkesi kapsamaya çalışıyoruz çünkü insan hakları evrensel herkes için var olan haklar ve sadece bir kesim için, bir topluluk için bu hakları savunmak hiçbir şekilde doğru değil ve insan hakları evrensel olduğu için bir bölgede yaşanan. Şu an Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri aslında tüm insanlara mal edilebilecek şeyler. Türkiye’de yaşanan hak ihlaline Amerika’daki de, Fransa’daki de ses çıkarmalı. Bu yüzden AİHM önünde nöbet tutarken sadece nöbet tutmuyoruz. Bir pankart açmak ya da sadece AİHM’i hedef göstermekten ziyade farklı platformlarda, insan hakları kurumları ile iletişime geçmeye çalışıp onlara derdimizi anlatmaya çalışıyoruz çünkü biz bu sesi duyurmazsak bu ses yok olup gidecek. Türkiye kapalı kutu gibi içinde yaşanan hak ihlalleri, ölenler, gidenlerle kalacak. Bu yüzden de farklı projeler düşünüyoruz. 23 Eylül’de başlayacak koşulsuz adalet maratonumuz var, bu maratonda 850 km pedal çevirip 4 ülke 15 şehirden ilerleyip 10 ülkede tohum ekeceğiz. Bu tohumları ekerken de Türkiye’de farklı gruplar adı altında hak ihlaline maruz kalmış sembol isimlerin adına dikmek istiyoruz bu tohumları aslında insan hakları tohum gibi bizim gözümüzde. İnsan haklarını kısa vadede bir sonuç almayı beklemiyoruz ama biz şu an bir adım atmazsak uzun vadede de bir sonuç alamayacağız. O yüzden tohum demek umut demektir diyerek bu tohumları atarak bu mücadelede uzun vade de en azından bir sonuç almak istiyoruz.

<: Baya bir ülke dolaşacaksınız anlaşılan. AB sınırları içinde olacak sanırım. Önemli sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyorsunuz öyle değil mi? Bu etkinliğin gerçekleştirilmesi noktasında bir tedirginlik var mı?

Ayça Karababa: Biz buradaki güvenlik güçlerine güveniyoruz. Türkiye’den farklı olarak burada insan haklarına, ifade özgürlüğüne önem veriliyor ve hak ihlaline maruz kalmada gerekli yaptırımlar yaptırılıyor. Güvenliğe bakış açısı Türkiye’deki ile kıyaslanmayacak düzeyde ama tabi ki farklı zihin yapısındaki Türk kökenli insanlardan beklediğimiz tepkiler var bu noktada yok değil ne yazık ki.

<: Diyorsunuz ki orada güvenlik ifade özgürlüğünün önünü açmak için var ama Türkiye’de güvenlik çoğunlukla ifade özgürlüğünü kısıtlamak için oluyor maalesef bunu yıllardır görüyoruz ve halen görmekteyiz. Koşulsuz Adalet Hareketi genişleyecek mi? Ne görüyorsunuz? İlgiyi ne düzeyde görüyorsunuz? Farklı çevrelerden katılım ne düzeyde oluyor? Siz homojen bir kitle misiniz? Heterojen bir kitle misiniz? Siz kendinize yönelik özeleştiriler yapacak olursanız neler dersiniz?

Ayça Karababa:İnsanlar farklı bir şeyle karşılaştığında daha temkinli yaklaşırlar. İnsan hakkı savunucuları belli bir kitleye hitap eden savunuclar oldu. İnsanların karşısında Koşulsuz Adalet Hareketi olarak herkes için adalet talep ediyoruz dediğimizde kafada soru işaretleri oluşabiliyor. Tamam siz insan hakları ama kimin hakkını savunuyorsunuz oluyor. O kimin sorusunda herkes cevabını almak afallatabiliyor insanları. Bizim hedefimiz tabi ki bu kapsayıcılık ile her kesimden insanı kendimize katarak ilerlemek ve şu anda bu konuda nispeten başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Her kesimden insanı içimizde barındırabilecek düzeyde bir ortama sahibiz. Eylemlerimiz de bu düzeyde tutuyoruz bu konuda sıkıntı yaşamıyoruz daha da büyüyeceğiz kurumsallaşacağız. Bu yönde bir umudumuz var.

<: İnsan hakları dediğimiz zaman her farklı kimlik için adalet hukuk istemek akla gelir ve bunu yapmaya çalışıyoruz aslında öyledir ama özellikle koşulsuz diyerek altını çizmeye çalışıyorsunuz umarım sesiniz yükselir çünkü oldukça önemli eylemlere de imza attınız ve atacaksınız. Bu önemli bir proje hazırlığındasınız AİHM önünde 43 hafta oldu ve yansımalarını da sanırım gördünüz. Şunu elde ettik; çok önemli bir etkisi oldu gerçekten güçlü bir yansıması oldu diyebiliyor musunuz eylemlerinizin? Falanca konuda yaptığımız eylemde? Ne dersiniz?

Ayça Karababa: Hukuki anlamda ben net bir karşılık görebildiğimizi henüz düşünmüyorum en azından Türkiye cephesinde ama yurtdışı ayağına baktığınızda ses duyulması açısından çok büyük ilerleme katettiğimizi düşünüyorum. Bilmeyen birçok insan şu an farkında. Biz Strazburg’da AİHM önüne gittiğimizde bizimle defalarca karşılaştığımız insanlar oluyor ve bizi gördüğünde biliyorlar. Türkiye’deki problemi ve bizim bu problemi anlatmaya çalıştığımızı biliyorlar ve bizim verdiğimiz broşür çok farklı insanlara ulaşabiliyor. O yüzden hukuki açıdan kısa vadede bir sonuç elde edebildiğimizi düşünmüyorum ben. Enes bey daha net cevap verecektir ama toplumsal açıda çok büyük ilerleme kat ettiğimizi düşünüyorum. İnsanların bazı algılarının kırılması yönünde, insan haklarının öneminin kavranması açısından, insan haklarında evrenselliğin önemli olduğu açısından.

Av. Enes Kabadayı: Ek olarak şunu ifade edebilirim. Kurumsal anlamda bugüne kadar bizim Avrupa’daki bazı STK’lar ile kontaklarımız oldu, mesela biz zaten Türkiye’de yaşanları gerek medya gerek sivil toplum bunlarla paylaşıyoruz fakat bir defasında biz hiç ulaşmadan kendileri, biz sizin mahkeme önünde eylemlerinizi gördük ve bu konuda görüşmek istiyoruz diye avukatlar ulaşmıştı ve biz onlara Türkiye’deki gelişmeleri A’dan Z’ye farketmeksizin aktardığımızda, özellikle işkence gibi suçlarla alakalı kendilerinin destek olmak istediklerini ve bu suçluların faillerine yaptırım uygulanması, uluslararası arenada gerek idari gerek adli beraber çalışmak istediklerini söylediler. Kurum adını vermek doğru olmaz ama uluslararası camiada bu şekilde bir yansıma hem bizim bugüne kadar somut gördüğümüz ve biz bunun çalışmasını yürütüyoruz. Suçluların, hem ağır zorla kaybedilme işkence gibi suçların zaman aşımının olmadığı çok açık ve bu suçların faillerinin de bir şekilde adalet karşısında hesap verebilmesi adına Türkiye’de olmazsa dışarıda yıllar sonrasında bile bu ülkelerde Avrupa’da Suriye’de işkenceye karışmış biri iltica ettiğinde bunun karşılığını çok net görebiliyor burada. Bu tür insanların dosyaları detaylı inceleniyor, biz de aynı mücadeleyi dışarıda yürütmeye çalışıyoruz. Bu anlamda somut çıktılarımız oluyor.

<: AİHM önünde eylem yapıyorsunuz. AİHM’e yönelik eleştiriler var. AİHM’in siyasi davranabildiği yönünde eleştiriler var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz AİHM kararlarında ne oluyor?

Av. Enes Kabadayı: AİHM’le alakalı çok çıkmazın içinde. Şu an siyasetten bağımsız olduğunu düşünmüyoruz. Avrupa’nın mülteci krizi var, beraberinde getirdiği Avrupa Birliği’nin tutumu mahkemenin kararlarına da yansıyor ve daha sonra.

<: Sorumuzu size de sormuş olalım Ayça hanım. AİHM konusunda önemli tartışmalar oldu geçtiğimiz yıllarda Başkan Türkiye’ye geldi, iktidar yetkilileri ile olan ilişkileri tartışma konusu oldu. Siz ne dersiniz? Türkiye’deki son durak dışarıda Anayasa Madde 90’a göre AİHM’de adalet arıyor insanlar ve orayı gözlerini dikmiş.

Ayça Karababa: Enes beyin de dediği gibi siyasetten ayrı olduğu düşünülemez ve şu an gerçekten Türkiye mültecilerle batı arasında bariyer olarak kullanılıyor. Avrupa’dan Türkiye’ye bunun için para akışı sağlanıyor. Yapılan tek şey sağlam para akışı değil, politik tarafı da var. Mahkeme önünde yıllardır bekleyen dosyalar var. Mahkeme istese şu ana kadar karara bağlayamaz mıydı? Çok rahat bir şekilde bağlayabilirdi ama yapmıyor çünkü ne yazık ki ortada politik ilişkiler var ve bu sebeple de biz AİHM’in tamamen tarafsız ya da bağımszı bir şekilde karar verdiğini düşünmüyoruz. Her şeyden önce AİHM’e bir dosya gidebilmesi için bildiğiniz gibi iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekiyor normal şartlarda ama AİHM iç hukuk yollarının etkili olduğunun olmadığına kanaat getirdiğinde, o ülkedeki vatandaş iç hukuk tüketmeden AİHM’e başvurabiliyor. Türkiye’de iç hukuk yollarının etkisiz olduğu yıllardır ortadayken AİHM hala Türkiye’deki insanları iç hukuk yollarını tüketmeye mecbur bırakıyor. Bu bile bunu kanıksayabilecek düzeyde bir gösterge.

<: Sözünüz yarım kalmıştı Enes bey.

Av. Enes Kabadayı: Bir dosyada karar vereceği zaman bakıyoruz o dosyada hem iktidarı rahatsız etmeden hem de hak ihlali kararı vermemesi de mümkün değil. O dosyada çünkü mutlaka Uluslararası düzeyde Birleşmiş Milletler kararları var, bunlara muhalif karar da veremez. Öyle bir oyun oynanıyor ki hem öbür taraf memnun ediliyor, hak ihlali 5 bin 10 bin€ ama diğer tarafta iktidarın savunduğu deli saçması olan tezlere karşı net olarak bir tutum sergilenebilmiş değil. Bizim eleştirdiğimiz durum da bu.

<: Neler mesela?

Av. Enes Kabadayı: Örneğin sokağa çıkma yasakları ile ilgili en yakın aklıma gelen. Burada hatta hak ihlali bile vermedi. 34 başvurunun 32 tanesini siz etkili iç hukuk yollarında bazı aşamalar tüketilmişti yanlış bilmiyorsam, iç hukuk yollarını tüketmediniz diyerek reddetti, Türkiye’ye şekilci detay var. İşin esasında Türkiye’de yargının bu kadar baskı altında olduğu emir ve talimatları uyguladığı bir yönde bir ortamda bunun etkili bir hukuk yolu olduğunu düşünmüyoruz. 1 ay önce dijital delillerle ilgili bir karardı, bylock ile ilgili bir karardı. Bu delille ilgili dosya mahkemenin önünde. Bizzat benim avukatlığımı yaptığım dosyalarda var ama gidiyor o delille ilgili en hafif belgelerin olduğu ve ispatların olduğu dosyayı seçiyor. Çok daha güçlü olanı seçse ve hak ihlali kararı verse birçok dosya çözüme bağlanmış olacak ama 15 temmuz sonrasında tutuklanan insanlara dair dosyalar seçiyor. Aslında birçok dosya önünde ve insanlar artık sizin dediğiniz gibi iç hukuk bitiyor, AİHM’den sonra bir merci yok. Umut orada. Oradan bir umut bekliyorlar. Koşulsuz Adalet Maratonu’nda bir temsili bir tohum ekleme olacak, bir umut vermek istiyoruz insanlara ama mahkeme görevini yerine getirmiyor. Türkiye’de insanlar iç hukukta da bunu bulamadıktan sonra uluslararası yargı organında da bulamıyorsa bu insanlar adalet arayışı ilerleyen uzun vadede politik kaygılar dürtseler de uzun vadede çok daha büyük bir problemi kendilerine yönelen çok daha büyük bir sıkıntının farkında değiller. Bunu hatırlatmaya çalışıyoruz biz onlara.

<: Çok etkinlik yaptınız. Yağmurda, çamurda, soğukta, sıcakta ama ses gelmeye başladı ve AİHM’e yönelik eleştirileriniz olsa da son kararının yeri olması hasebiyle oldukça önemli oradaki ses duyurabilmeniz. Belki yeterince duyulamıyor buradaki husus sözcükler ama sizin oradaki somut görsel varlığınızda sanırım önemli katkılar sağlıyor. Peki bu son olarak pedal çevirme organizasyonu oldukça etkili bir şekilde ses duyurma şansı var sanırım.

Av. Enes Kabadayı: Ben birkaç kelime ile ifade edeyim, ardından sözü Ayça’ya bırakayım. Biz burada olabildiğince Türkiye’de hak ihlali yaşayan bireysel anlamda da binler, milyonlar var dolaylı olarak etkilenen fakat olabildiğince temsili ve sembolik isimler seçmeye çalıştık. Lahey’de uluslararası ceza mahkemesi önünde, burası insanlığa karşı suçluların yargılandığı mahkeme; Türkiye yetkisini kabul etmiş durumda değil sembolik önemi olduğu için oradan başlayacağız ve ilk isim Ebru Timtik; biliyorsunuz kendisi 1 sene önce 27 Ağustos’ta adalet ararken öldü. Kendisinin bedenini ölüme yatırma pahasına o adalet arayışının bir sembolü oldu ve ben bir meslektaşı olarak utanıyorum bu durumdan. Ebru ile aynı çizgide avukatlık ekolünden gelen Selçuk Kozağaçlı, Barkın Timtik 6 gün önce duruşmaları vardı ve halen cezaevinde tutulmaya devam ediyorlar 5 yıl tutukluluktan sonra ve bizim seçtiğimiz isimlerden biri Ebru’ydu. Bütün avukatları, savunmaya yapılan baskıları dile getirme adına. Ebru bir sembol aslında, bizim son 5 yılda 1500’den fazla Türkiye’de avukat yargılandı, 600’den fazlası tutuklandı. 450 avukat 2756 yıl ceza aldı terör örgütü üyeliği veya terör örgütü yardımı gibi siyasi suçlardan. İnsanlar cezaevinden zaten avukatları ile aileleri dışında kimseyle görüşemiyorlar ve bu insanlara avukatı susturmak demek, tüm toplumu susturmak, savunma hakkını susturmak demektir. Bu mantık Ebru ile başladı, ardından Gökhan Açıkkollu’yu Roterdam’da onun anısına bir tohum ekilip kendisi hatırlarsanız işkence altında İstanbul TEM’de vefat etmişti. Hainler mezarlığına götürülmek istenen bu kişi 1.5 yıl sonra göreve iade edildi. AİHM’le ilgili bahsettiğimiz konu buydu. OHAL Komisyonu garabete yol açtı ve dedi ki: “Bu etkili iç hukuk yolu.” OHAL Komisyonu binlerce insanı reddetmesi karşısında Türkiye’deki iktidar çok tarihi bir yöntemle ölmüş insanları iade ediyor ve diyor ki: “İade olanlar var.” Başka insanlar da var Gökhan Açıkkollu tek örnek değil. Bu konuya dikkat çekmek istiyoruz. İnsanlar bu konuyu unutmasınlar. Bu ihlalleri unuttuklarında bu insanlar unutlmaya yüz tuttuğunda o yüzden bu umutları yeşertmek adına farklı olacak. Selahattin Demirtaş’tan da bahsetmek istiyoruz. 5. Yılına yaklaşıyor tutukluluğu ve aslında bugün yaptığı açıklama ile Demirtaş’ın neden içeride tutulduğu çok belli. Kürt sorununun barış yolu ile çözüme ulaşmasına dair en büyük umutlardan biri Demirtaş ama Kürt siyasetinde Figen Yüksekdağ, Selçuk Mızraklı gibi gerek milletvekilleri gerek Belediye Başkanları üzerindeki baskılar bunun en büyük önündeki engel oluyor. Bu serbest seçim, politik baskıları sona ermesi sebebiyle tohum ekmek istiyoruz. Birkaç isimle ilgili de değineceğimiz isimleri Ayça’ya bırakıyorum.

<: Programımızın sonuna geldik, son söz Ayça hanımda kısaca bir iki dakika içinde toparlayabilirsek memnun oluruz Ayça hanım.

Ayça Karababa: Bu harekette Enes beyin dediği gibi her kesimden herkesin mağduriyet yaşadığı konulara değinmek istiyoruz. Cinsiyete dayalı şiddeti ele alırken işliyorsak, kaybolmaları işlerken şu an Gülistan Doku’yu işliyoruz. Gülistan Doku 1 senedir kayıp, kayıp Hüseyin Galip Küçüközyiğit bir anda Sincan Cezaevi’nde ortaya çıktı. Bu adam 9 aydır neredeydi? Bu insanlar nasıl kaybedilebiliyor? Nasıl bir anda ortaya çıkıyor? Ya da hiç ortaya çıkamıyorlar. Bu süreçte neye maruz kalıyorlar bilmiyoruz. Biz bu ihlallere dur demedikçe, bunlarla mücadele etmedikçe bunlar daha da tabir-i caizse arsızlaşarak devam edecek hak ihlalleri. 14 yaşındaki Berkin Elvan nasıl katledildiyse polis şiddeti tarafından, şu anda polis kalkıp 9 yaşındaki çocuğun boğazına sıkarak ben devletim diyebiliyor, istediğini yapabiliyor çünkü zamanında bunlara belki de yeterince dur diyemedik. O yüzden biz durmadan ve artık sonunu düşünen kahraman olamaz mottosu ile belki de birazcık sadece kısa vadede biz bunu çözemedik diyip motivasyon kaybı yaşamadan mücadelemize devam etmek istiyoruz ve tabi ki katılmak isteyen ve desteklerini beklediğimiz insanları bu yolda bizimle mücadeleye çağırıyoruz.

<: Çok önemli çağrı tüm hukukçulara, hukukçu olmasa da insan hakları savuncularına Koşulsuz Hareket Adaleti’ne destek vermeleri gerektiğini söylüyoruz. Bu ülkeye riayet etmeye çalışıyorlar koşulsuz bir şekilde. Herkesi gündeme getiriyorlar, Türkiye’de bunun eksikliğini yıllardır çok hissettik, hala var, büyük acımız, büyük yaramız maalesef. Ne kadar söylense azdır ama biz söylemeye devam edeceğiz. Çok teşekkür ederiz Sn. Enes Kabadayı ve Sn. Ayça Karababa’ya değerli katkılarınızla önemli bir program yaptık. Koşulsuz Adalet Hareketini gündem etmeye, sesinize ses olmaya devam edeeceğiz. İnşaAllah çok daha etkili eylemlerle Türkiye ve dünyaya yansımaları ile güçlü bir varlık göstermeye ve arttırmaya devam edersiniz. Çok teşekkür ediyorum programımıza katıldığınız için.

Av. Enes Kabadayı: Biz teşekkür ederiz Ömer hocam. Maratona katılacak herkesi 23 Eylül’de Lahey’den baştan sona katılmak zorunda değiller. Her şehirde etaplarda katılabilirler, sosyal medya hesaplarımızdan yönlendirmeleri takip etmelerini rica ediyoruz.

<: Enes beyi duydunuz. 23 Eylül’de Lahey’de uluslararası ceza mahkemesi önünde katılabilirsiniz, illa sonuna kadar gitmeniz şart değil. Kısmi olarak katılabilirsiniz ama bu depara lütfen destek verin önemli bir etkinlik olacak, hak, hukuk, adalet için Koşulsuz Adalet Hareketi’nin çalışmalarına destek olalım değerli arkadaşlar. Çok teşekkür ediyoruz, iyi akşamlar diliyoruz.

Değerli izleyenler bu hafta da programımız burada sona eriyor, çok önemli konuklarımız, konularımız vardı. Aslında saatlerce konuşabilecek konularımla 1 saate sıkıştırmaya çalıştık, daha farklı etkinlkilerle biz yolumuza devam edeceğiz, ÖFG TV’nin gücü her geçen gün artıyor. Oldukça iyi izlenme sayıları var, biz çalışmamızı sadece sosyal medyada kullanmıyoruz, medyaya da arz ediyoruz, orada da önemli haberler olarak gündem oluşturan haberler olarak çıkıyor. Çok mazlum ve mağdurun sesini duyurmaya çalışıyoruz ve bunlar duyulduğu zaman çok mutlu oluyoruz çünkü ÖFG TV bir insan hakları kanalı, biz Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu olarak sadece Meclis’te değil, dilimizin yeteceği, gücümüzün yetişeceği her alanda insanların dertlerini gündem etmeye çalışıyoruz, dualarınızla, desteklerinizle, sevginizle yanımızda olun lütfen. Hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Hafta Salı günü saat 21.00’da buluşana kadar hepinize iyi akşamlar.

Yorumlar