20.03.2021

Kedistan | Dilek Aykan

Dilek Aykan bu söyleşiyi gerçekleştirdiği sırada, Ömer Faruk Gergerlioğlu henüz Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekiliydi. Söyleşinin kaleme alınması esnasında, 17 Mart 2021 tarihinde, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği, TBMM’de mahkeme kararının okunması ile düşürüldü. Ardından Yargıtay başsavcısı Bekir Şahin, Anayasa Mahkemesi’ne HDP’nin kapatılması için başvuruda bulundu ve akabinde, 867 politika insanına siyaset yasağı getirildi.

2015-2017 yıllarında, HDP İzmir il eş başkanı ve parti meclis üyesi olan gazeteci arkadaşımız Dilek Aykan’ın da bu dev yasaklılar listesinde yer aldığının altını çizmek isteriz.

Dilek bu söyleşiyi, bugün ekibinde yer aldığı Kedistan için gerçekleştiriyor.

Söz Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun:

“Hakkımda verilen kararın siyasi bir karar olduğunu biliyoruz. Bunu yalnızca ben değil, gazeteciler değil beni takip eden bütün kamuoyu görüyor ve durumun farkında. Türkiye’de insan hakları ihlalleri ile yoğun bir şekilde ilgileniyor ve ses getiriyorum. Yıllardır insan hakları mücadelesi yürütüyorum ve insan hakları alanında neyin, nasıl değerlendirileceğini bilirim. Siyasi alanda da insan hakları mücadelemi insanlara temas ederek yürüttüm. Birçok kişiden insan hakları ihlallerine ilişkin başvurular aldım. Adalet Bakanlığı’na en çok soru önergesi veren milletvekiliyim. Meclise en çok soru önergesi veren ilk üç milletvekili arasındayım ve mecliste en çok basın toplantısı düzenleyen vekillerden biriyim. Yoğun aktif bir siyasi yaşamım vardı ve önemli gerçeklere parmak basmıştım. Bu durum sürekli olarak tepki çekti. Bunu çok yoğun bir şekilde hissediyor ve görüyordum. Genel kurul olsun, meclis komisyonları olsun çok ciddi bir tepki vardı. Çünkü çok netameli konuların içine giriyordum.

Kendini resmi görevli olarak tanıtan kişiler tarafından “insan kaçırma” meselesini biliyorsunuz. Bu konuyla ilgilenmek oldukça zordur, herkes neyin ne olduğunu çok iyi bilir ancak konuşmaz. 90’lı yıllarda da “Beyaz Toroslar” gerçeğini herkes bilirdi ancak konuşmazdı. Bugün önemli olan beyaz Torosları konuşmak değil, siyah Transporter’lardan bahsedebilmek. Bu konuyu birçok defa Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın yüzüne karşı dahi sordum ve komisyonlarda bu konuyu yoğun bir şekilde tartıştık. Bunu Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın yüzüne sorma sebebim, Komisyonlarda, Genel Kurulda, Adalet Bakanlığı’na yönelttiğim soru önergelerine bir yanıt alamayışımdı. Nitekim Cumhurbaşkanı Yardımcısı’ndan da konuya ilişkin tatmin edici bir cevap alamadık, tarafımıza verilen yanıt her defasında “Devlet İnsan Kaçırmaz” şeklinde oldu. Zamanında “Beyaz Toroslar” ile insan kaçırdığını kabul eden Devlet için; bugün bize “MİT yasasında böyle bir şey yoktur. Devlet böyle bir suç işlemez!” gibi çelişkili bir yanıt verildi. Oysa bizim talebimiz de tam olarak yasaların uygulanmasıydı. İnsan kaçırmanın yasal bir dayanağı ne “Beyaz Toroslar” zamanında vardı ne de şimdi var.

İnsan kaçırmaları, işkenceleri, cezaevlerindeki hak ihlallerini, cezaevinde tutuklu ve hükümlülere uygulanan işkenceleri, hasta tutsakları, çocuklarıyla beraber cezaevinde kalan kadın tutukluları, hamile tutukluları ve KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile kırıma uğrayanların yaşadığı zulmü dile getirmem elbette iktidar tarafından olumlu karşılanmadı. Kamuoyu ile paylaştığım her ihlali belgelere dayandırarak açıklıyordum. Her ne kadar belgelere dayandırarak açıklasam da bir süre sonra elinde hiçbir delil olmayanlar hakkımda mesnetsiz ithamlarda bulundu. KHK’lının mağduriyetini dile getirdiğimde “Fetöcü”, cezaevleri ve diğer ihlalleri kamuoyu ile paylaştığımda “terörist” ilan edildim.

Bu iftiralar insanlar tarafından elbette de ikna edici bulunmadı çünkü yaptığım her iş belgeli ve kanıtlıydı. Bunlarla itibarsızlaştırılamayacağım anlaşılınca hızlandırılmış Yargıtay onaması ile vekilliğimin düşürülmesi hedeflendi. Bu karar her açıdan dökülen bir karardır. İŞİD üyelerine ait dosyalar Yargıtay’da 4 yıldır beklerken halkın vekili olan bana 1 ayda ceza istendi ve Yargıtay’a geldiği gibi 1 yıl içinde de onandı. Karar her anlamda dökülen bir karar. Bir basın organında çıkmış barış çağrısı haberini paylaşmış olmam üzerine açılan bu davada, davaya konu olan haber hala yayında ve haberi yapan yayın organına dava açılmazken bana ceza verildi. Haberde hiçbir şiddet çağrısı, övgüsü bulunmazken Murat Karayılan’ın devlete yaptığı bir barış çağrısı haberini paylaşmış olmam Yargıtay tarafından, “demokratik topluma açık tehdit” diye değerlendirilerek bana bu ceza verildi. Bir tek ben mi bu haberi retweet yapmışım? Hayır, yüzlerce insan aynı paylaşımda bulunmuş. Anayasal tüm haklarım gasp edilerek ve gelecekte tüm hukukçuların utanç içinde değerlendireceği bir şekilde cezam onandı. Normal şartlarda içtihatlar kararın iptaline ilişkinken her şey aleyhime kullanılarak, yasal olmayan bir şekilde bu cezanın onandığı ortada.

AİHM’de kişinin ifade özgürlüğüne ilişkin olumlu sonuçlanmış bir kararı, Yargıtay emsal göstererek aleyhime kullandı. Aslında Yargıtay’ın AİHM kararı diyerek atıfta bulunduğu bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne değil Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na ait bir karardı. Dolayısıyla buradan da iktidarın dersine çalışmaya bile gerek duymadığı çok açık. Yasa, TMK 7/21’de kişinin düşüncelerinin değil faaliyetlerinin suç olabileceğini ilişkin 2001 yılında düşünce ve ifade özgürlüğü lehine bir genişleme getirildi1. Hakkımda karar verilirken bu da göz ardı edilmiş. Benim yaptıklarım tamamıyla düşünce ve ifade özgürlüğünü kapsamaktadır. Tüm bunlarla birlikte millet adına kullanmam için verilen dokunulmazlığıma rağmen yargılamam devam ettirildi.

Yargıtay’ın bu kararını şaşkınlıkla karşıladım. Ben cezaevleri hak ihlallerini takip eden bir milletvekiliyim ve cezaevlerinde denetimli serbestliği gelen mahkûmun dosyasına dört yıldan fazla bir süredir bakmayan Yargıtay, benim dosyamı AİHM kararlarını, içtihatları ve Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe sayarak onaylamış. Ucuz ve talimatlı bir karar olduğu çok açık. Bir kuyuya bir deli taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış ya da çıkarmak istememiş demek daha doğru olur.

Neler olduğunu Türkiye halkları ve dünya kamuoyu görüyor. İçişleri Bakanı bana hakaretler yağdırıyor, terörist diyor, Fetöcü diyor, müptezel diyor, neredeyse küfredecek… Dava açtık, ancak mahkemelere güveniyor olmalı ki bu kadar hakaret edebiliyor. İnsanlar ölmesin, çıplak arama vardır ve yapılmasın dediğim için söylenmeyen söz kalmadı.

Resim : Gianluca Costantini #WeAreGergerlioglu

Ne derlerse desinler ne yaparlarsa yapsınlar ben kendi şahsi tarihim açısından büyük bir başarı kazandığıma inanıyorum. Herkes gördü ki çıplak arama vardır, herkes gördü ki insan kaçırma vardır… Basın açıklamasını yaparken “Çıplak arama vardır, söylediğim her şey belgelidir, haklıyım ve kazanacağım” demiştim ve hala söylüyorum, “Haklıyız, Kazanacağız!”

Aslında tüm bunlardan da biliyoruz ki HDP’ye dönük bir siyasi hamle söz konusu. Bu siyasi hamle lafı nereden kaynaklanıyor? İktidar hukuki durumlar için hamleler yapıyor. AİHM, Sayın Demirtaş ve Sayın Kavala’nın cezaevinde tutulmasını siyasi olarak değerlendiriyor, rakip olarak gördüğü için madde 18’i ihlal ettiğini söylüyor. Bu değerlendirme Türkiye için utanç vericidir. Bu iktidarın yerinde ben olsam yüzüm kızarır. Kobanê davası, vekilliklerin düşürülmesi, yasaklar hepsi HDP ye dönük bir çökertme politikasıdır ve bütün bunlar HDP ye siyasetten çekil, demokratik alanda seni barındırmak istemiyoruz demektir. İl ve ilçe yöneticilerimiz sürekli gözaltına alındı, belediyelere kayyumlar atandı, seçilen belediye başkanlarına KHK’lısın diyerek mazbatası verilmedi, sahada bizlere vekillik yaptırılmamaya çalışıldı, polisler tarafından darp edildik çünkü polisler amirleri tarafından talimatlı, “istediğinizi yapın, iktidar nasıl olsa bizi koruyor, bir şey olmaz size” diyerek darp ettirdiler bizleri. Milletvekiline bunu yapan vatandaşa ne yapmaz?

Geçtiğimiz günlerde İnsan Hakları Eylem planı diye isminin bile öylesine konulduğu bir toplantı gerçekleştiriliyor, bu kadar ağır insan hakları ihlallerine imza atan bir iktidar utanç verici bir şekilde Avrupa Konseyi’nden insan hakları eylem planı yapmak için para aldı. Eğer bir proje yapıyorsanız, projenin sonunda bir şey yapmalısınız ki parayı hak edesiniz. Bu eylem planı toplantısının nedeni aslında alınan paraya karşılık bir şey yaptık diyebilmek içindi. Alınan para zaten hiçbir şey yapmadan yenmiş bir para. 1 milyar 200 bin Euro nerede, sen bu parayı nereye harcadın diye kimse sormuyor. Memlekette en ağır insan hakları ihlalleri gerçekleşiyor. Anayasa’nın 26.2, 67.3, 80.4 maddeleri ağır bir şekilde ihlal edilirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ayaklar altına alınırken bunlar İnsan Hakları Eylem Planı yapacağız diye 1 milyar 200 bin Euro parayı cebe indirmişler. Türkiye İnsan Hakları Vakfı raporları, Avrupa Birliği İlerleme raporları ortadayken bu toplantının karşılığı ne olabilir ki? Bunlara projeyi veren nasıl vermiş, o da ayrı bir konu. Devletin parası mı yok da bu bütçe sivil toplum kuruluşları yerine devlete veriliyor? Aslında ilk skandal burada, devlet yeri geldiğinde biz zenginiz diyerek sağa sola yardım yapan bir devlet ama hiç uğraşmadığı bir iş için Avrupa Konseyi’nden para almış. Bu eylem planı herhangi bir sözleşmeye de atıfta bulunmuyor. İnsan hakları adına devleti bağlayacak hiçbir sözün söylenmediği bir eylem planı olabilir mi?

İnsan hakları ihlallerine ilişkin kanıtlı, ispatlı yaptığımız hiçbir başvuruya bir kere dahi haklısın demeyen iktidar neden İnsan Hakları Eylem planı yapıyor? Demek ki insan hakları sorunu var ve eylem planı yapıyorsun. Bir yandan da verdiğim soru önergelerine “İnsan hakları ihlali yoktur” diye yanıt veriyorsun. Örneğin, insan kaçırmayla ilgili, çıplak arama ile ilgili, benim meclise sunduğum hak ihlalleriyle ilgili bu eylem planı içinde somut bir adım var mı? Yok.

Toplantının adını dahi koyamamışlar. Yumuşak bir isim işte; eyleme geçeceğiz, niyetimiz iyi ama başımıza iş açmasın. Belki olur belki olmaz. Tamamen göz boyamak, yatalak bir hastaya makyaj yapmak gibi bir durumdur bu. Bu açıklamayı da yapmazlardı ama yenmiş paranın bir hesabı olmalı. Yoksa parayı senden geri alırlar.

Bakın, ben 4 yıl önce düşüncelerimden dolayı önce işimden ihraç edildim. Bu ihracın temel sebebi Kürt sorununda barışçıl çözüm istememdi. Milletvekili seçildim. Halk bizleri seçti ve bugün milletvekilliğimiz düşürülüyor. Hapse atılmaya çalışılıyoruz ama herkes biliyor ki bunlar tamamıyla demokratik siyaseti darbelemeyi amaçlıyor.

Burası bir ülke, mezbaha değil! Bir siyasi görüş yok edilmeye ve siyaset sahnesinden atılmaya çalışılıyor. Birilerinin de demokrasi adına “sen ne yapıyorsun?” demesi gerekiyor. Burada Avrupa’ya büyük rol düşüyor. “

Ömer Faruk Gergerlioğlu bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Adalet Nöbeti”nde, ve Anayasa Mahkemesi’nden adil bir karar çıkana kadar Meclisi terketmeyeceğini açıkladı.

Resim : Gianluca Costantini / channeldraw #HalkinVekiliGozaltinda #GergerlioğluYalnızDeğildir

Yorumlar