2009-03-30 00:00:00

Türkiye'deki Yasal Boşluk Askeri darbelerin Askeri Cuntaların Yanına kar kalmasına Yardım etti

Seçilmiş hükümetleri deviren ve bunları askeri liderlerle yer değiştirenlerin çabalamaları hususundaki ceza yasasının etkisizliğinden bağlı olarak Türkiye'de yer alan darbelerin failleri, adaletten kaçmışlar ve sivil toplum tarafından sert bir şekilde eleştirilen bir durumun, cezasızlığın tadını çıkarmaktadırlar.

1960 ve 1980 yılları arasında sadece 20 yılda Türkiye, üç askeri darbeyle yüz yüze gelmiştir. İlki 27 Mayıs 1960’ta olan askeri devralma, özellikle devletin laik kimliğinin tehlikede olduğunu iddia ederek yönetimin kontrolünü eline alan   Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan 37 askeri görevli tarafından yürütülmüştür. Fakat büyük ölçüde darbenin, gücün sadece ülkenin elit tabakasınca paylaşıldığı yönetimi orijinal halindeki eski durumuna getirmek için yürütüldüğüne inanılmaktadır. Yüksek Adalet Divanı, Başbakan Adnan Menderes, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamları olmak kaydıyla üçü gerçekleşen devrilen sivil yönetimin 15 baş aktörünün idamlarının lehine hüküm vermiştir.

 

Halbuki 12 Mart 1971 müdahalesinde önceki darbe gibi ne siyasal partiler ne de Parlamento kapatılmışken 14 Ekim 1973’teki demokrat seçimlere kadar ordunun desteğiyle ülkeyi yöneten CHP’li milletvekili Nihat Erim’le aynı zamanda başbakan olan Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’in yer değiştirilmesini gerçekleştirmiştir.

 

Diğer yandan 12 Eylül 1980 darbesi, seçilmiş hükümeti devirmiş ve ülkedeki tüm politik aktiviteleri yasaklayıp 6 Kasım 1983 genel seçimine kadar tüm nüfusu göz hapsine mahkum eden tüm önemli kararlarda tek söze hakkına sahip olan tamamen askeri bir  yönetimle yer değiştirmiştir.

 

1982 Anayasası, bugün halen geçerli ve zorunlu olan 15. Maddesi  askeri müdahaleleri aklayan ve insanların kendi temel hak ve özgürlüklerini kullanmalarını sınırlandıran veya tamamen yok eden darbe yönetimleri için yasal bir boşluk sağlayan bu önemli kararlarının son ürünlerinden bir tanesidir.

 

Türk Ceza Kanunu’nun  311 ve 312. Maddeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasama veya yürütme organlarını ortadan kaldırmaya teşebbüs edenler veya bunları görevlerini yapmaktan alıkoymaya çalışanlar şartlı tahliye söz konusu olmaksızın ölüm cezasına çarptırılacağını belirtir fakat işe bakın ki bu organları ortadan kaldırmaya teşebbüs edenler veya bunları görevlerini yapmaktan alıkoymaya çalışanlarla ne yapılacağı hakkında hiçbir şey söylemez. Dolayısıyla, cunta yönetimlerinin cezasızca devam etmelerini sağlayan büyük bir yasal boşluk vardır.

 

Cuntalar görevden emekliye ayrıldıktan sonra ne yapmışlardır?

 

Birinin bu askeri müdahalelerin faillerinin sivil yönetimlerin görevi yeniden üstlenmelerinden  sonra ne yaptıklarını öğrenmesi zahmetli bir araştırma gerektirmez. Ülkeyi yaklaşık bir sene yönettikten sonra MBK üyeleri gerçekleştirdikleri darbeden dolayı yargılanmayla karşılaşmadılar. Örneğin, MBK’nın bir üyesi ve darbe zamanında bir albay olan Alparslan Türkeş siyasete girmeye devam etti ve hatta başbakan yardımcısı olarak görev yaptı.

 

1980’deki Genel Kurmay Başkanı, 12 Eylül darbesinin fikir babası Kenan Evren askeri müdahaleyle Türkiye’nin yedinci başbakanı oldu ve şu anda Türkiye’nin güneybatısında bulunan Marmaris’in popüler turist yeri olan Armutalan’da emekliliğinin tadını çıkarmaktadır.

 

Türk halkının askeri müdahaleleri onaylamayışı şimdilerde iyi bilinmektedir. 18 ilçede yaşayan 1,809 insanın anketlerini kullanarak 2007’de Boğaziçi Üniversitesi ve Open Society Institute tarafından hazırlanan ‘’Türkiye’deki orta sınıfı tanımlama’’ başlıklı bir rapor da, Türk insanları arasındaki darbeye karşı ortak yaklaşımı belgelemektedir. Katılımcıların toplamda 81.9’u hiçbir zaman asla şartlar ne olursa olsun ihtilalleri desteklemeyeceklerini söylemişlerdir.

 

Sivil toplum da askeri darbelerin önderlerine halen dava açılmamış olmasına önemli bir tepki göstermektedirler. MAZLUMDER İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu’da Pazar’ın Zaman’ına mevcut durumun Türkiye yargı sisteminin iki başlılığından kaynaklandığını söylemiştir. ‘’Sivil mahkemelerin aktif görevdeyken askerler tarafından işlenen suçları içeren davaları askeri mahkemelerce duyulmak adına gönderdiklerini ki bunun da ne yazık ki gerçeği gizlediğini ve araştırmayı reddettiğini’’ iddia etmiştir.

 

MAZLUMDER, yöneticiler için hesap verme anlayışı oluşturmak ve bu şekilde ülkeye daha fazla şeffaflık getirmek için bulunduğu girişimler için  halktan büyük bir destek almaktadır. Dernek, son zamanlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne deniz kuvvetleri yönetiminin önceki Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde yazılı iki  darbe planının ortaya çıkartması için dilekçe vermiştir.

 

Türkiye’deki demokrasiyi geliştirmeyi amaçlayan bir başka Sivil toplum kuruluşu Genç Siviller’den Erkan Şen, Pazar’ın Zaman’ına darbe girişimcileri peşlerinden takip etmemesi için yasaları değiştirdiklerinden hiçbir adli sürecin başlatılamadığını söylemiştir.

 

Şen ve Gergerlioğlu Türk Anayasası’nın 15. Maddesine bu anlamda adaleti sağlamanın önündeki en büyük engel olarak değinmişlerdir ve özellikle de hükümeti düşürme planıyla sorunlu tutulan terörist Ergenekon örgütünün sözüm ona üyelerini açıklayan devam eden Ergenekon soruşturmasına sivil mahkemelerden önce vurgu yapmışlardır. 

 

29 Mart 2009

  1.  

Zaman gazetesi

Yorumlar