21 Haziran 2022

Herkese merhaba ÖFG TV’nin yeni bir yayını ile karşınızdayız. Her hafta salı günü saat 21.00’de haftanın önemli insan hakları konuları ve konuklarıyla birlikte yaptığımız programımıza bu akşam da başlıyoruz. Bugün programımız da iki konumuz ve iki konuğumuz var. İlk konumuz tarım ve tarım politikaları ile ilgili çok vahim bir konu. Oldukça üzücü bir konu bu konuyu Mersin Milletvekilimiz Sayın Rıdvan Turan ile görüşeceğiz. İkinci konuğumuz ise cezaevlerinin durumu, özellikle de Patnos Cezaevi’ndeki önceki günlerde gerçekleşen şüpheli bir ölüm üzerine ve diğer ihlaller üzerine Ağrı Vekilimiz Dilan Dirayet Taşdemir ile olacak. Bugün iki vekil arkadaşımız konuğumuz olacak, bizim için mutluluk. Kendileri ile iki ayrı konuyu konuşacağız. Hemen programımıza başlayalım.
İlk konuğumuz Sayın Dr. Rıdvan Turan onunla tarım ile ilgili sorunları ve partimizin önerilerini konuşacağız. Sayın Turan hoş geldiniz. Rıdvan vekilim tarım konusunu uzun süredir büyük bir hassasiyetle takip ettiğinizi biliyorum. Bu konuda raporlar oluşturuyorsunuz bültenler oluşturuyorsunuz ve maalesef ki hep haklı çıkıyorsunuz. Maalesef ki Türkiye’nin tarımdaki durumu çok kötüye gidiyor. Çiftçilerimiz azalıyor, ekilebilir alanlar azalıyor, insanlar köyden kente geçiş yapıyor ve bu arada kendilerine sorduğumuzda aslında muazzam toprakları olan müthiş bir tarım ülkesi olabilecek bir ülke Türkiye ve maalesef ki birçok nedenden dolayı şu anda tarımda çok önemli bir geriye gidiş var. Bu çok vahim bir durum gerçekten ciddi şekilde masaya yatırmak lazım. Çiftçilere sorduğumuzda “Evet biz de tarıma seviyoruz, köyümüzden ayrılmak istemiyoruz ama mazot, gübre ve diğer girdilerin maalesef çok artış göstermesi nedeniyle biz bu mesleği yapamıyoruz.” Diyorlar. Tabi siz bu konuyu ayrıntılı bir şekilde bize değerlendireceksiniz sözü uzatmadan biz size bırakalım. A’dan Z’ye Türkiye’de tarım nereden nereye geldi, ne olacak ve bunları konuşacağız.
Rıdvan Turan: Çok teşekkür ediyorum söylediğiniz gibi Türkiye’de tarımsal açıdan büyük problemler yaşanıyor, doğrusunu isterseniz AKP ile ayyuka varmış olan bu olumsuz politikalar bundan önce de üç aşağı beş yukarı benzerdi. 1980’den bu yana kadar Türkiye’deki tarım politikalarına yön veren temel istikamet sorumlu bir istikamet nedir? Dünyada ticaretin gelişmesi ulus devletlerin sınırlılarının sermayesinden çok geçirgen olmasıyla karakterize, işçi sınıfının ve çalışanlarının örgütlü gücünü tasfiye etmeye dayalı esnek ve kuralsız bir üretim biçimleri, ekonomi biçim olan Neoliberalizmin Türkiye’ye girişi Türkiye’de tarımsal süreçleri çok direkt etkiledi. Hatırlanacaktır 1980’de birlikte 24 Ocak kararlarıyla bu iş şekillenmeye başladı ama doğrusu isterseniz 2000 yılına kadar atılan adımlar yani tarımı piyasallaştırma ve tarımsal ürün de metalaştırma dolayısıyla bunu halkın ihtiyacı olmaktan çok ve piyasa argümanı ya da olgusal haline dönüştüren yaklaşım özetle 2000’den sonra çok şiddetli biçimde şekillendi. Derviş’in güçlü ekonomiye geçiş programının çok önemli başlıklarından bir tanesi tarımın yeniden yapılandırılmasıydı. Esasen olan şey şuydu; Dünya Ticaret Örgütü’nün 1994’te kurulmasıyla birlikte ticaretin serbestleştirilmesi adı altında bizim gibi az gelişmiş yoksul ülkelerdeki ruhsal olan hemen her şey tarımda bunun içerisinde uluslararası sermayenin çıkarları için şekillendirilmeye başlandı. Denildi ki; bu sebeplerin gümrükleri çok anlamsız gümrükte duvarları yıkmak lazım, yani üretimde depolamak yerine ihtiyacın olunca bunu satın almak lazım Dünya Ticaret Örgütü böyle kuruldu. Hatta hep söylüyorum Dünya Ticaret Örgütü kurulupta bildirgesine ülkeler imza atmaya başladığında o zaman bu örgütün direktörü dedi ki: “Ya siz bunu okuyup da mı imzalıyorsunuz herkes imzaladığı için mi imzalıyorsunuz. Bu okununca imzalanacak bir şey değil.” Neydi o? Mesele Türkiye için söyleyelim bir defa çiftçinin üretmesi ve bunun kara günler için hani TMO Çiftçi’nin kara gün dostu diye yazar ya bu ortadan kalktı. Denildi ki; siz eğer depolarsanız bu uluslararası ticaret anlayışını ortadan kaldırmak olur dolayısıyla depolamayın ihtiyacınız olunca alın. Bizim aklı evveller ikna oldular buna ama bu yetmedi o güçlü ekonomiye geçiş bu sözünü ettiğim 1994’te oldu 2007’de güçlü ekonomiye geçişle birlikte bunun mantıki sonuçları şekillenmeye başladı, çıkartılan şeker yasası, tütün yasası gibi yasalarla birlikte önce bu ülkenin çok önemli katma değer üreten ve aynı zamanda milyonlarca insanın istihdam imkanı bulduğu bu alanlar önce birtakım sözüm ona bağımsız konulara havale edildi, şeker tütün yasası çıkartıldı ardından da bunlar özellikle şeker ve tütün üreten çiftçi sayısı azaltıldı, topraklar azaltıldı ve günün sonunda da cargill geldi memlekete girdi. Cargill’in memlekete girmesiyle birlikte Türkiye artık şekerde kendine yeten bir ülke olmaktan zaten çıkmıştı ama yetmedi, aynı zamanda “Ya bu KİT’ler nedir kardeşim?” dedi. Hatırlarsınız o dönemlerde, buralarda özellikle Kocaeli’de de çok konuşulan konulardan bir tanesiydi o dönemler açısından buralarda gelmiş birileri çalışmadan maaş alıyor, buralar arpalık olmuş ne yapacağız? Bu arpalıkları ortadan kaldıralım. Ne olacak? Süt endüstri kurumu, et süt kurumu gübre üretimi, çiftçiye ekonomik destek sunan, malını alarak destek sunan tüm bu KİT’leri ardından özelleştirildi, bir kısmı kapatıldı bir kısmı özelleştirildi. Geldiğimiz yer; yolda giderken gökten başımıza düşmüş bir taş falan yok, ayağımız kayıp yere düşmüşlüğümüz yok bu ülkeyi yöneten zevat 80’den bu zamana kadar şu anda geldiğimiz yeri planlı programlı tahammülden örgütlediler. Şimdi ne oldu peki gelinen noktada; Türkiye artık pek çok yağ tohumları başta olmak üzere pek çok kalemde dışarıya muhtaç hâle geldi. 20 yıl önce Kanada’da bakliyat yetişmiyordu, araçlarla bizden aldılar. Şimdi biz bakliyatı Kanada’dan ithal eder hale geldik. Şöyle söyleyeyim Ömer Faruk hocam böyle bir komite atansa memlekete “Siz gelin kardeşim bu ülkenin tarımını öyle bir hale getirin ki millet perişan olsun aç kalsın yoksul kalsın, tarımsal süreçler mahvolsun. Bunun planını yapın.”dense, bunun için bir heyet uğraşsa ancak bu kadar başarılı olurlardı. Aynı zamanda bir taraftan bu Neo-liberal başlıkta başlayan politikalar giderek Neo-liberal hürriyetini de değiştirmeye başladı. Neo-liberalizm denen şey; iktisadın kendi içinde devilmesini anlatır, piyasanın görünmez elinin piyasayı düzenlemesini çağrıştırır. Bu sebeple ahbap-çavuş kayırmacılığı, yandaşlar falan yoktur bu iş içerisinde teorik olarak söylüyorum ama bugün geldiğimiz noktada örneğin teşviklerin nereye gittiğinin peşini araştırdık ve bu konuda yazdığımız soru ve araştırma önergelerinde ses çıkmadı, araştırma önergeleri zaten reddedildi ve kırsala giden teşviklerin çok önemli bir kısmı AKP ile ilişki içerisinde olan kesimlere gittiğini ortaya koydu. Neo-liberalizm berbattır ama siz neo-liberalizmin bile ruhuna rahmet okutacak bir ahbap çavuş kayırmacılığı, aile kapitalizmini yaşatıyorsunuz bu ülkeye. Bu gidişat kötü biçimde devam etti ama sadece bu değil aynı zamanda bir olgu var bu ülkede tarımsal alanda fikir söyleyen, çalışma yapan pek çok arkadaşımızın ben ne yazık ki bu meseleyi atladığını düşünüyorum, bir tarafta uluslararası politikalar var, sermaye politikaları var ama diğer tarafta ülkemizde Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir biçimde çözülememesinden kaynaklı olarak inanılmaz bir tasfiye var. Biz gittik gördük araştırdık, Kars, Ardahan, Ağrı, Van bu bölgeler bizim büyükbaş, küçükbaş hayvancılık açısından çok önemlidir ama sen tutup yayla yasağı, mera yasağı, koçerin yaylaya çıkmasını engellersen, bağını bahçesine gitmesini engellersen ne olacak bu iş, inanılmaz bir tasfiye süreci başladı, bununla beraber çıkan orman yangınları, sistematik olarak ormanların kesilmesine bağlı olarak ekolojik dengenin bozulması ve bizim arkadaşlarımız, bölgedeki insanlarımızın da yanlış tarım politikalarına yönelmesi; mesele nedir bu yanlışlar? Mardin’de mısır ekiyor arkadaşlar bir kısmı da bizim parti üyemiz insanlar! Oysa orada mısır ekilmez, mısır ekmek için 400 metreden su çekiyoruz! Bugün mısırda verim almamızı sağlar ama üç gün sonra orada yaşayacak bütün insanların, bütün canlıların, hayvanların ve nebatatın geleceğini riske eden bir şey haline dönüşür.
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Batman’da da yoğun mısır ekimi.
Rıdvan Turan: Mardin, Diyarbakır, Batman, Urfa’da olmaması gereken bir şey fakat meseleye biraz şuradan bakmak gerekir; ben sömürgeci politikaları derken anlatmaya çalışacağım şey bu. Şimdi su Dicle-Fırat değil mi bu suyun üstüne konulan barajlar orada, üretilen elektrik orada ve oranın insanı kendi coğrafyasında Kürt illerinde, Kürdistan coğrafyasında elde edilen bu değerler hiçbir tanesini ulaşamıyor! Önüne bir tane Dedaş diye bir zalimi koymuşlar, Deli Dumrul’un ruhuna rahmet okutur, insanlar kendi toprağının suyundan üretilen elektriği kullanamıyor, suyu zaten kullanamıyor, GAP politik sebeplerle bitirilmiyor, ortamın, bölgenin destabilize pozisyonundan dolayı, siyaseten yarın ne olacağının belli olmamasından kaynaklı bu benim kişisel kanım; GAP bitirilmiyor ve HDP’li olan köylere de su gitmiyor zaten! Bunu gittik yerinde tespit ettik! Şimdi dolayısıyla Kürt sorunu diye bir sorun var. Bu sorun asayiş sorunu falan değil bu sorun ekoloji sorunu aynı zamanda tarım sorunu. Bunu bütün muhaliflerin de kavraması gerekir yani orada Kürt sorunu diye tarif ettiğimiz şey basit ele alınmamalı! Bu açıdan şunu söyleyebilirim bir taraftan Neo-liberal politikalar, diğer taraftan da Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı olarak insanların kendi doğduğu yerde doyamıyor olması, orada ürünü yetiştiremiyor, çoluğuna çocuğuna orada bakamıyor, davarını, sığırını orada güdemiyor olmasından kaynak olarak acayip bir tarım sekteye uğradı bu insanların büyük kısmı mevsimlik işçi haline dönüştü kentlere geldi, kentlerde de sermayenin ya da endüstrinin ucuz işgücü haline dönüştü. Bu ülkenin bu kafayla yolunu yürümesi mümkün değil! Burada ot bitmesi mümkün değil! O kadar acayip noktaya gelmiş durumdayız. Dolayısıyla bu iki meseleyi çözmek gerekiyor. Yeter mi yetmez! Diyelim ki; hep şikayet ediyoruz girdi maliyetleri çok arttı. Evet girdi maliyetleri çok arttı, gübre dediğiniz şey bir sene içerisinde yüzde 500’e kadar zamlandı. % 100 küsür ila %’de 500 arasında gübrenin çeşidine göre zamlanma var elektrik keza öyle, tohum öyle, veteriner ilaçları öyle. Peki ne olacak mesela şöyle düşünürsek; desek ya birş ey oldu ve bunların hepsi bedava oldu sorunumuz çözülüyor mu? Bakın sorun o zaman da çözülmüyor! Bizim HDP olarak anlatmaya çalıştığımız şey temelde şu; evet girdi fiyatlarının yüksek olması ki üretici fiyat enflasyon % 157 olarak üç gün önce revize edildi. Bu ne demektir? Bu çarşının pazarın yanmaya devam edeceği demektir ama diyelim ki bu enflasyon olmadı ve üretici gübreyi mazotu rahatça kullandı, sorunumuz yine bitmiyor! Niye bitmiyor biliyor musunuz? Bizim aynı zamanda bir toprak kirliliği, ekolojinin yok olması gibi bir problemimiz var. Bu departmanda söylediğim şeyler genellikle insanlar tarafından biraz küçümseniyor, “Hocam sen böyle konuşuyorsun çoluk çocuğa ekmek, mala, davara yem bulamıyoruz. Sen böyle diyorsun.” Haklılar ama şunu görmek zorundayız; dünyadaki tarım topraklarının yüzde 33’ü geri dönüşü mümkün olmayacak biçimde yok oldu ve bunların çoğu yoksul ülkelerin toprakları. Beyaz adam geldi dedi ki yoksul ülkelere: “Siz yanlış tarım yapıyorsunuz. Şöyle yapmanız lazım. Gübreyi kullanmanız lazım.” Oysa orada binlerce yıldan beri çok iyi koşullarda ama ekoloji ile barışık bir tarım anlayışı vardı. Beyaz adam geldi bunu dikte ettirdi ardından onlara gübre sattı, ardından petrol türevleri sattı, ardından tarımsal zehirleri sattı ve bu topraklar yok oldular. Şimdi bizim ülkemizde aynı riskle karşı karşıya. Türkiye’de tarım ilaçları dünya ortalamasının üstünde falan değil! Çok kullanılmıyor bir yanıyla ama bu durum bile yani Türkiye’de bizim Mersin bölgesinde ve Çukurova’da yaptığımız araştırmalar neticesinde gördüğümüz şey şu; yasaklanmış olan tarım ilaçları özellikle çocukların endokrin sistemine zararlı olan hormonları taklit eden pek çok toksin yani tarım zehri çok yoğun biçimde kullanılıyor. Yasak olmasına rağmen ambalajı ile ararsanız bulamazsınız ama gider derseniz ki yaşta bana bana pembe lazım; o zaman bir şekilde bir de sizi tanıyorsa tarım ilacı satıcıları bunları verirler. Toprak kirleniyor toprağı üretebilecek, yerine koyabilecek bir mekanizma yok, bir yöntem yok. Milyonlarca yıl içerisinde olan ve son derece önemli bir şey toprak, her yıl Türkiye’de neredeyse Kıbrıs adasının yüzölçümüne yakın bir biçimde erozyon sebebi toprak kaybı var. Yani bütün kimyasalları, bütün yerler rahat kullanıyor olsak bile meselemiz çözülmüyor! Böyle bir çetrefilli durum içerisindeyiz ama hadi bunu bir kenara bırakalım. Belki başka bir zaman yalnızca bu mesele üzerine konuşabiliriz ama girdi fiyatlarının yüksek olması, çiftçinin yaşının çok geçkin olması, 55 yaşında şimdi vallahi bizi tarlaya koysalar bizim yaratacağımzı verim ile 20-25 yaşında gençlerin yaratacağı verim arasında fark var! Çiftçi yaşı yaşlandı, kırsal boşaldı, çiftçilik yapanın evlenmesi bile hani muhtarlar diyorki: “Bizde artık çiftçilik yapana kız vermiyorlar.” Diyor. Bir gelecek tahayyülünün olmadığı bir kesimden bahsediyoruz. Buna ek olarak neler var? Muazzam bir ithalatçılık var. Kardeşim bu ithalatçılık nedir? Önceki devrik bakan demişti hatırlarsanız Plan bütçe zamanında dedi. “Vallahi paramız var bende sormuştum ya “Siz niye böyle yapıyorsunuz? Memlekette her şey var.” “Paramız var ki ithal ediyoruz.” Demişti. Şimdi para yok. O zaman Ukrayna savaşı daha çıkmamıştı, plan bütçede bakana sorsum. Jeostratejik riskler artıyor, savaş yoktu ama en azından bir iklim değişikliği, iklim krizi sorunu ile karşı karşıyayız ve Türkiye iklim krizinin en çok etkileyeceği ülkelerden biri niye böyle? Akdeniz’e komşu olması, aşağıda çöllere komşu olması sebebiyle çöl bölgesi yukarı doğru çıkıyor. Yani bir süre sonra çok uzun olmayan kırk yıl gibi bir süre veriyor bilim insanları buna, Akdeniz Bölgesi ve Orta Anadolu yani bizim buğday ektiğimiz, Diyarbakır, Urfa Bölgesi ve Ankara Bölgesi çöl, Karadeniz bölgesi de Akdeniz iklimine dönüşecek. Dedim ya sizin buna ilişkin bir projeksiyonunuz var mı planlamanız var mı? Siz ne yapacaksınız” dedim. “Hele bir olsun bakacağız olmasını bekliyoruz.” şimdi henüz olmadı olma süreci içerisinde, yer altı suları azalıyor, bütün sulamada kullanılan akarsular kirlenmiş durumda ama bir de Ukrayna Savaşı çıktı! 3 gün önce geçen hafta biz Parti olarak bu çiftçilerin sorununa ilişkin bir önerge verdiğimizde; AKP adına konuşan Tarım Komisyonu Başkanı dedi ki: “Burada bir sorun var mı? Her şey her yerde bulunuyor!” Biz artık 50’leri falan devrilmiş durumdayız. Kardeşim bu memlekette ayçiçek yağının Bando mızıka ile karşılandığını ve ayağına Kırmızı halı serildiği biz ilk defa sizin sayenizde gördük. Ben Merzifonluyum, bizim orada hep Ayçiçek var. Nereye diksen nereye eksen Ayçiçek olur. Biraz bakarsan doğru dürüst ürün alırsın, bu memleket yağ yiyemedi Ukrayna krizinden dolayı. Rusya limanları bloke ettiğinden dolayı buğday gelmedi buraya!
Ömer Faruk Gergerlioğlu: 4 önemli ürün hakkında görüşlerinizi almak isterim Türkiye tarımının çok önemli dört ögesi. Bahsettiğiniz gibi Ayçiçek, fındık, şekerpancarı ve tütün üretimi çok tartışılan hususlar bunlar. Ne dersiniz? Bu konulardaki sıkıntılar neler ve ne yapmalı?
Rıdvan Turan:Bu 4 tarımsal üründe de uluslararası sermayenin üzerimize baskısı var. Fakat bu zevat çok ikna olmuş olduğundan dolayı yani bunları ortadan kaldıracak bir dünya görüşüne falan sahip değiller. Adıyaman’daki tütün üreticileri aman ağlıyor! Tütün yasası sebebiyle küçük alanlarda bu insanlar tütün üretiyorlar ve bu ürettikleri tütünü satamıyorlar. Üretmek serbest ama satış yasak. Onlarla görüşüyoruz yasal düzenleme yapılacak, yapılmayacak AKP-MHP milletvekilleri gittiler onlarla görüştüler, bu meseleyi çözeceğiz diye geçen Şubat’ta bu mesele çözülecekti güya hala bu mesele çözülmedi. Oysa Türkiye tütünü; hani sigara sağlığa zararlıdır siz de hekimsiniz bende hekimim ama pek çok ailenin geçim alanı bu! Nitelikli tütün üretiliyor. Buranın bir koruma alanı haline dönüştürülmesi lazım. Malboron’un, Parlament’in ve buna benzer sigara firmalarının sultasını bu memlekete bırakmamak gerekiyor. Şeker 2000’den beri büyük zulüm altındaydı, şeker üretim alanları azaldı ve sözleşmeli üretime başladılar. Bu şu anlama geliyordu; çok az üreteceksiniz bu az ürettiğinizi alacağız. Bu arada da dediler ki: “Biz fabrikaları özelleştirmeyeceğiz ama sonra fabrikalar özelleştir! Uluslararası sermayenin baskısı ile Cargill gibi Amerikan menşeli nişasta bazlı şeker üreten firmaların Türkiye’ye girmesine imkan sağladı. Cargill Türkiye Cumhuriyeti yasalarını takmıyor, bu konuda Bursa’da kurdukları fabrikaya ilişkin bir sürü suç duyurusu ve mahkemelere rağmen Cargill bildiğini okuyor.
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Rıdvan vekilim niye az üretin dediler? Çok mu üretim vardı? Büyük bir israf mı vardı?
Rıdvan Turan:Hayır çok üretim yoktu, dünya yeni dünya düzeni diye ifade edilen şey ile birlikte iş bölümüne gitti, herkesin yapacağı işler belli. Türkiye için biçilen şey iyi bir tarım ülkesi değil montaj ülkesi iyi kötü tarımsal üretim yapacak bir ülke; ona biçilen temel projeksiyon buydu. Bu sebeple bu alanlar adım adım tasfiyeye uğradı. Günün sonunda karşı karşıya kaldığımız şey bu alanlardan uzaklaşmış olan milyonlarca tarım emeklisi ne yapacağını bilemedi. Mesela ben Soma katliamı’nda hayatını kaybeden insanlar katliamdan hemen sonra biz oradaydık, ben o zaman ekonomi alanında çalışıyordum dediler ki insanlar bize: “Biz çiftçiydik kardeşim, biz zeytindeydik, sebze ekiyorduk bunları bitirdiler sonra biz aç kaldık gittik oraya dediler ki bize: “Siz dün çiftçiydiniz şimdi işçisiniz.” “Biz bilmiyoruz kömür madeni nasıl bir şeydir?” bize 15 dakikalık eğitim videosu izlettiler.” Ben iş sağlığı güvenliği alanında da çalıştım, bu işin mevzuatı vardır 15 dakikada bir insanı çok tehlikeli işlerde çalışan biri haline getiremezsin! Türkiye’de bu iktisadi dönüşüm aynı zamanda sosyal bir travma yarattı. Bu sosyal travma insanların ölmesine, aç kalmasına, inşaattan düşmesine sebep oldu. Bugünkü KHK kararları ile beraber yapılan şey bundan çok farklı mı? O iktisadi sopayı göstererek yapılan bir şeydi bu devletin açık sopasını göstererek yapıldı ve öğretmenler inşaatlardan düşüp hayatlarını kaybettiler. Yani devletin mantığı ve bakış açısı ne yazık ki aynı bakış açısı. Fındık meselesine gelince fındığı biz üretiyoruz yani %90’ı neredeyse dünyanın ama parayı İtalyan firması Ferrero kazanıyor. Ne denir? Biraz şöyle bir şey var; bu böyle bağımsızlıkçı bir kafayı gerektirir ama diğer taraftan ben komisyonda bir örnek vermiştim de; pek anlamadı komisyon üyeleri. Ben burada bu örneği tekrarlamak istiyorum. Bizim iki sene önce 18 liradan litresini veriyorduk zeytinyağının, 18 TL’den İtalya’ya gidiyordu, İtalya o zaman 30 Euro gibi bunu satıyordu. Dedim ki komisyon üyelerine “18 liradan gideni 30 Euro’dan satıyorlar. içine bir şey katıyorlar biliyor musunuz.” Dedim. “Ne katıyorlar? Nasıl böyle bir değer oluyor?” “İçine felsefe katıyorlar, Rönesans katıyorlar, Leonardo Da Vinci katıyorlar. Kardeşim demokrasi iyi, kötü katıyorlar ve böyle satıyorlar. Bizim böyle olmasının sebebinin önemli sebeplerinden bir tanesi; Afrin’den gidip zeytinleri hırsızlamaktı. Oysa bizim ülkemizin tarihsel birikimi, toplumsal birikimi felsefesi az mı? Bu ülke felsefenin çıkış yeridir aynı zamanda. Bunu niye yapamıyorsun? Çünkü böyle bir kafa yok! Böyle bir projeksiyon yok! Dar bir Osmanlıcılık, dar bir Hanefi İslam anlayışına böyle insanlar sıkıştırmışlar, bu siyasette neyse aslında tarımda da bu. Buradan bağımsız bir şey değil ki! Gelelim ayçiçeğine; ayçiçeği alanları başka şeylerle daraldı. Ekimleri oldu, bu çiftçi alandan uzaklaştı Amasya Merzifon Bölgesi orada Meray Yap Fabrikası vardır, orada çok yoğun üretim vardı. Şimdi bu üretim iyice azalmış durumda ve başka yerlerden tohumu getirip orada yağ haline dönüştürüyorlar. Bu da zaten fiyatları arttırıyor. Türkiye ne yazık ki bütün yağ tohumlarda acayip bir ithalatçı. Yani ayçiçeğinden tut kanolaya kadar, oradan soyaya kadar. İşin şöyle bir kötü tarafı var; hani biz yemeyelim diyelim varsayalım da hayvan yeminin de olmazsa olmazı bunlar. Yani yağlı tohumlar olmadan kaba yem üretemezsiniz, yoncayı ekeceksin ama bunlara da ihtiyacın var. Bunları ithal ettiğin sürece Türkiye’de et fiyatı düşmüyor bu defa ama bunlar zihni sinir ya diyorlar ki: “Et fiyatı düşmezse biz gideriz Brezilya’dan alırız getiririz angusları fiyat düşer.” Bu defa da ne oluyor? Sen üreteni yok ettiğin için damızlık hayvanlar kesime gittiği için, bu defa fiyat artışı kronik hale geliyor. Gerçekten bazen kafayı yiyesim geliyor. Bu bir perspektif, bu bir gidişat! Bunlar kendilerini ruhlarını uluslararası sermayenin çıkarlarına ne yazık ki kurban etmiş durumdalar, bunun sonucu da böyle oluyor! Peki HDP ne diyor bu işlere dönük? Bizim girdi sorunumuz var ama bizim en önemli baş sorunumuz kırsal kesimi ve çiftçinin örgütsüzlüğüdür. Biz buna ilişkin kooperatif kanun tasarısı yazdık Türkiye’de şu anda 3 farklı mevzuat var ve üç farklı Bakanlığın altında. Bunları birleştirip demokratik bir muhtevaya kavuşturup sosyal demokratik halkçı bir kooperatifler yasa tasarısı yazdık. Bunu da bütün partilere de MHP hariç olmak üzere hepsine gönderdik. Önerimiz şu; bir Kooperatifler Bankasına ihtiyaç var. Ziraat Bankası’nın ne yaptığını biliyoruz. Bir Kooperatifler Bakanlığı’na ihtiyaç var. Kooperatifler Bakanlığı ve Kooperatifler Bankası beraber çalışarak ki bunlar aynı zamanda çiftçilerin örgütlülüğünün en tepesindeki kurumlar olacak. Böyle planlıyoruz; bu konuda özellikle çiftçinin planlı bir üretim yapmasına imkan sağlayacak. Devlet şöyle diyecek: “Benim şu kadar şunu ihtiyacım var. Buna göre ben planlama yapmalıyım.” ya bu basit söylediğim laf bile komünistlik olarak yıllarca yaftalandı ve “Böyle şey olur mu?” denildi. Ankara’dan trene binin İstanbul’a gelin Polatlı bölgesinde yıllarca atılmış çürümüş soğan çuvallarını göreceksiniz. Böyle bir şey olur mu ya? Sütçü sütünü döküyor, niye plansızlıktan! Devlet bunu planlayacak! Kooperatifte çiftçi ile beraber planlayacak. “Kardeşim benim bu kadar şuna ihtiyacım var, buna ilişkin ben sizi destekleyeceğim. Kooperatifleriniz bu konuda söz sahibidir. Bu desteklemeyi aynı zamanda yerel yönetimler yapacak. HDP yerel yönetimleri önümüzdeki dönemde alacak ve aldığı her yerin bir kooperatif planlaması olacak. Ortak makine parkına kadar hepsi planlanacak.! Kooperatifleri de belediyeler destekleyecek ama bunu çiftçiler esas olarak yapacaklar. Bununla birlikte kırsalın yeniden organize olması için teşvikler ve tedbirler elde üretilecek. Şunu söylemek istiyorum; bir ülkede kırsal yani tarımla iştigal eden kesim bizim için de en önemlisi küçük ve orta ölçekli tarımcılardır. Bunlar refaha kavuşmadan ülkenin refaha kavuşması mümkün değildir! Endüstriyel tarım pratikleri değil dünyayı doyuran esas olarak küçük ve orta ölçekli çiftçilerin faaliyetleridir. Bu böyledir % 70 kimi kaynaklarda % 80 dünyayı doyuranlar bu küçük ölçekli orta ölçekli çiftçilerdir. Biz bunları yeniden ayağa dikmek zorundayız, bu insanların yem derdi olmaksızın atalık tohum perspektifi ile geniş istihdam perspektifi ile az kimyasal perspektifiyle yeniden memleketi ayağa kaldırmak lazım. 4 milyon hektar tarım alanı ekilmiyor memlekette bu AKP bunların üzerine beton döktü, bina yaptı TOKİ yaptı. Bunları yeniden üretime kazandıracak ve demokratik bir planlamayla birlikte bu işi benim hesabım şu; 5 yılda yönetilebilir hale getiririz, 10 yılda bu meseleyi çözeriz.
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkür ederiz. Aslında konu çok geniş daha ayrıntılarını da farklı programlar yaparız inşallah, oralarda konuşuruz çünkü çok geniş bir konu fakat bu kötü politikalar sonucunda sadece son bir yılda şekere % 340 zam geldiğini görüyoruz ve maalesef ki çok vahim bir tablo oluştu. Ne desek az. Vatandaşın sofrasına giden ürünlerde çok büyük bir inanılmaz astronomik bir artış var. Çok teşekkür ederiz.
Rıdvan Turan:Ben çok teşekkür ederim Ömer Faruk hocam kolaylıklar diliyorum. Çok teşekkürler. Sağ olun
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Değerli izleyenler programımızın ikinci bölümünde cezaevleri, bitmez tükenmez gündem maddemiz çünkü insan hakları ihlalleri cezaevlerinde çok fazla, hemen gecikmeden konuğumuzu davet edelim. Ağrı milletvekilimiz Sn. Dilan Dirayet Taşdemir hoş geldiniz Sn. Taşdemir.
Dilan Dirayet Taşdemir: Teşekkür ederim iyi yayınlar hocam.
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Sayın vekilim gerçekten hep birlikte takip ediyoruz. Siz de sık sık takip ediyorsunuz, biz de yoğun bir şekilde gündem ediyoruz. Cezaevleri çok sıkıntılı bir halde. Cumhuriyet tarihinin en yüksek sayılarına ulaştı mahpus sayısı, cezaevlerinin sayısı ve maalesef ki çok kötü bir yönetim var çok ağır hak ihlalleri var. Ne desek az çünkü derya deniz bir konu ve bunlarla birlikte bu son günlerde maalesef ki bugün sanırım basına yansıdı; bir şüpheli ölüm, vekili olduğunuz Ağrı İlinin Patnos İlçesi’ndeki Patnos Cezaevi’nde gerçekleşti. Öncelikle buradan başlayalım, geç yansıdı, 10 gün önce gerçekleşen bir vefat var fakat geç yansıdı. Ne oldu? Ne bitti? Bir soru işareti var burada. Söz sizde Sn. Taşdemir.
Ömer Faruk Gergerlioğlu: Teşekkür ederim hocam aslında siz de çok yakinen cezaevlerinin hak ihlallerini takip ediyorsunuz gündemine getirmeye çalışıyorsunuz. Aslında cezaevinde olan bitenlere ilişkin çok fazla deneyiniz de, bilgileriniz de var. Maalesef kamuoyuna geç yansıdı aslında, basına yansır yansımaz biz ilgilenmeye çalıştık, cezaevine ulaşmaya çalıştık. Yani o kadar garip bir durum ki cezaevlerini bir kere bir muhatap bulamıyorsunuz sizin telefonlarınıza çıkmıyorlar cevap vermiyorlar. Yani sorumlu kişi sizinle muhataplık kurmuyor, bilgi vermiyor, sadece size değil aileye de bilgi vermiyor. Aynı zamanda avukatlara da bilgi vermiyor. Eğer bir şekilde biz birine ulaşmayı başardık yani saatlerce, günlerce üst üste aramamıza, Meclis üzerinden aramamıza rağmen nihayetinde birine ulaştık ama bu ulaştığımız kişi kendi konumu pozisyonu da belirtmeden “Ben memurum.” Diyor. Biz sorduk orada bir intihar var, 21 yaşında bir gencin intihar ettiği iddiası var bu konu ile ilgili bilgi almak istiyoruz durum nedir dedik. “Kesinlikle böyle bir durum yok. Bizim cezaevlerimizde herhangi bir intihar vakası, herhangi bir ölüm gerçekleşmedi. Böyle bir bilgi yok.” Denilip telefon kapatıldı. Biz bunun doğru bilgi olmadığını, manipüle edildiğini, üstünün örtülmek istendiğini ve kamuoyuna yansıtılmak istenmediği için böyle bir bilgi verildiğini, aslında böyle bir manipülasyon sürecinin başlatıldığının farkındayız çünkü Patnos Cezaevi’nde şüpheli ölümler ilk yaşanmıyor, bu 3. Defadır benzer bir şekilde mahpusların yaşamına son verdiği iddia ediliyor bizler açısından bunlar şüpheli ölümler, şüpheli intihar vakaları cezaevindeki kötü muamelelerin hangi boyutlara vardığını biliyoruz. Orada açık, şeffaf bir sorgulamanın, soruşturmanın yürütülmediğini biliyoruz o açıdan bu verilen bilgiyle sınırlı kalmadık, nihayetinde hastanede yaşamını yitirdiğini, cezaevinde intihar girişiminde bulunulduğunu sonrasında hastaneye sevk edildiğini, hastanede 1-2 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra yaşamını yitirdiği bilgisini aldık. Hastane de bu bilgiyi doğruladı. “Evet böyle bir vaka geldi, yaşamını yitirdi.” ama nihayetinde otopsi raporu çıkmadığı için kendileri de bize açık ve net ölüm gerekçesi bilgisini paylaşmadılar. Biz aile ile iletişime geçtik, ailenin buna dair iddiaları var. Aile bedeninde darp izleri, kafasının kırıldığını, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar olduğunu ifade etti ve aile çocuklarının intihar etmediğini, ciddi bir baskı gördüğünü ve bu baskı sonucunda yaşamını yitirdiğini ifade ediyor. Örneğin ailenin aktardığına göre; 21 yaşında yaşamını yitirmeden bir gün önce aile ile telefonla görüşüyor buradaki gardiyanların kendisine kötü muamelede bulunduğunu ifade ediyor ve kaçacağını söylüyor, cezaevi’nden firar edeceğini söylüyor işte aile firar etmemesi için ikna etmeye çalışıyor sonra aileye bilgi veriliyor “Oğlunuz firar etmeye kalkıştı.” deniliyor ve bunun üzerine firar gerekçesiyle tek kişilik hücreye alındığı iddia ediliyor ve intiharını da burada gerçekleştirdi. Çamaşır suyu içmiş, kendini asmış. Bir mahpus hücreye alındığında yanında çamaşır suyu bulundurması akla uygun bir durum değil, intihar edecek malzemeyi bulması akla uygun bir durum değil cezaevinde hücre süreçlerinde hiçbir malzemenin verilmediği bölümler bunlar ama bu yerde bunu yaptığı söyleniyor, kesinlikle aile bu ölümün intihar olmadığını bunun bir katledilme biçimi olduğunu ifade ediyor, zaten yasal süreci de aile başlattı, bugün de görüştüm aile ile. Biz kesinlikle inanmıyoruz, bu bir şüpheli ölümdür, bizim açımızdan çocuğumuz katledilmiştir, biz hem insan hakları örgütlerine hem de savcılığa da bir şekilde bu meselenin araştırılması sonuçlanması için bir başvuruda bulunacaklarını ifade ettiler. Şimdi durum aslında diğer cezaevlerinde de benzer şekilde çok maalesef durumla karşılaşıyoruz. En yakın dönem Silivri Cezaevi’nde gardiyanların şiddeti sonucunda bir tutuklu mahpus yaşamını yitirmişti. Buna benzer örnekler aslında çok fazla ama Patnos Cezaevi’nin de Türkiye cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, kötü muamele, işkence örneklerinde biraz bir üst haline getirdiğini görebiliyoruz. Uzun dönemdir aslında hem ilimde de olmasından kaynaklı çok yakinen takip ettiğim bir cezaevi, dönem dönem gidip görüşmeye çalıştım, oradaki yöneticilerle bir diyalog kurma girişimlerinde de bulunduk ama maalesef karşımızda bir diyalogsuz, irtibata geçmek istemeyen, cezaevinden içeri almayan, kabul etmeyen, kabul ettiğinde de temsiliyeti oradaki sorumlu kişi değil ikinci müdür ya da başgardiyana yönlendiren burada da bilgi paylaşmayan, paylaşmak istemeyen kapalı tutum gösteriliyor. Bu tutumu cezaevinde nasıl bir uygulama olduğunun işaretlerini veriyor. Cezaevi kurulduğu günden beri sürekli hak ihlalleri ile gündeme gelen bir cezaevi. Bölgede kampüs şeklinde planlanan bir cezaevi, 1500’den daha fazla hükümlü ve tutuklunun açık cezaevi ile birlikte bulunduğu bir cezaevi. Patnos ilçemize 15 km uzaklıkta bir cezaevi, ilk kurulduğunda da gittiğimizde cezaevinin yapısal sorunları var. Su sıkıntısı vardı, cezaevi inşa edilmiş, bir bataklık alanına inşa edilmiş ama cezaevine suyu nasıl götüreceğiz diye bir planlama yapılmamış, kuyular kazılmaya çalışılmış su ihtiyacının giderilmesi için bu sefer sularda kükürt oranı çok fazla olduğu için musluklardan kokan su geliyor. Mahpuslar da bu suları kullanmak zorunda kalıyor, kullandıklarında bedenlerinde çeşitli yaralar çıkıyor.
Ömer Faruk Gergerlioğlu: Cezaevi yapılırken bu cezaevinin suyu nereden gelecek hesabı yapılmamış.
Dilan Dirayet Taşdemir:Yapılmamış, biz insanları oraya gönderelim, su ve insani temel ihtiyaçlarının nasıl karşılanır diye hazırlık yapma süreci yaşanmamış. Sularda kükürt oranı yüksek olduğu için kokuyordu, bedenlerinde yaralara neden oluyordu, yıllarca ilgilendik bu mesele ile bakanlığa götürdük, çözemedik. Tutuklular hazır su satın almak zorunda kaldı. Su imkanı sağlanmıyor, bu imkanı sunmuyor diyor ki “Satın alacaksın.” kantinden su, sizin hem gündelik olarak bu su miktarı artıyor. Bu çok daha fazla mali bir yük getiriyor, bu sefer insanlar arkadaşına dostuna tanıdığını para yatırdığı zaman da örgüte yardım ve yataklıktan cezalandırılıyor. Aynı zamanda elektrik faturası talep edip, mahpusun kullandığı elektrik faturasının ödenmesi talep ediliyor, isteniyor. Bu insanlar aileleri para yatırdığı zaman yakınları para yatırdığı zamanda bu sefer ailelere yönelik baskılar artıyor. “Siz yardım yatak yapıyorsunuz örgüte.” denilerek insanlar bir şekilde tutuklanıyor gözaltına alınıyor yargılanmaya çalışıyor. Hakikaten mantık dışına çıkan tutukluları bir şekilde yalnızlaştıran, burada daha ağır bir yönelime de neden olan pratiklerle biz karşılaşıyoruz. Bunun dışında tabi ki çok ciddi anlamda hak ihlalleri var cezaevinde. Çok kısa bir süre önce basına da yansıdı bir hükümlü telefonla yaptığı aile görüşünde orada bir ekip olduğunu ve ekibin tutuklulara şiddet uyguladığını, en son 60 kişilik bir gardiyan grubunun bir koğuşa girdiğini hakaret ettiğini eşyalarını dağıttığını buna itiraz eden tutuklulara şiddet uyguladığı şiddet sonucunda iki tutuklunun kolunun kırıldığı ifade edildi. Bunu kamuoyu ile paylaştı insan hakları örgütleri gitti, Baro bu konuda müdahil olmaya çalıştı, Van İnsan Hakları Derneği, Van ÖHD ciddi bir emek sarf etti, bir duyarlılık yaratmaya çalıştı. Raporlar yayınladı ama yine Bakanlığa soru önergesi verdik, insan hakları inceleme komisyonuna dilekçelerle başvurdum maalesef mevcut boyutunda da hani bu konuda bir açıklama yapan, bir izahat getiren orada bir soruşturma yürüten bir yaklaşım açığa çıkmıyor. Parti olarakta insan hakları komisyonunda içinde milletvekili arkadaşlarımızın da olduğu işte hem Iğdır, Ağrı, Van cezaevlerine ziyaretler yapmak istedi, Patnos cezaevine gitmek istediğinde kabul edilmedi, içeri alınmadı, görüş gerçekleştirilmedi. Bu Adalet Bakanlığı’nın bu konudaki tavırsızlığı umursamazlığı Aslında bu cezaevlerinde bulunan politika bir anlamda destek verildiği anlamına geliyor. Oradaki yöneticiler bunu bir destek olarak algılıyor ve insan hakkı ihlalleri çok daha uç boyutlara götürüyorlar. 2019 yılında yine oradan mahpuslara yönelik bir saldırı girişiminde bulunmuştu. Aileleri avukatları beni aradılar. Cezaevini aradığım da şöyle söylemiştim; hani orada bir hak ihlalleri yaşanıyor. Aileler, mahpuslar mektuplar üzerinden ulaşıyorlar orada yaşananları aktarıyorlar durum nedir diye bilgi almak istiyorum dediğim de oradaki ikinci müdür şunu söylemişti çalışma arkadaşlarıma “Burada insan hakkı ihlalleri yaşanmıyor çünkü burada insan yok burada teröristler var.” Dedi, böyle bakan süreci böyle tanımlayan bir akıllı karşı karşıyız. Yaklaşımın ne olduğunu nasıl bir hak ihlali ile mahpusların can güvenliğinin olmadığının açık ifadesi. O dönem de bu söylemi önerge haline getirip, Meclis gündemine taşıdık, bakanlığın gündemine taşıdık maalesef herhangi bir geri dönüş olmadı soruşturma başlatılmadı. Tutuklulara yönelik saldırı gerçekleşti, buna ilişkin herhangi bir soruşturma açılmadı, tutuklular hem şiddete uğruyor, hem hakları ihlal ediliyor. Bir de soruşturmaya maruz kalıyor tutuklular ve hükümlüler. 30 yıldır cezaevinde tahliye olması gerekiyor ve tam tahliye olacağı gün gidip deniliyor ki: “Sizin disiplin cezanız var.” Cezaevinde gözlem kurulları oluşturuldu. “Cezaevi infaz kurumu sizin ehlileşmediğinizi düşünüyor.” Ehlileşme meselesi tartışmaya açık bir kavram. “Sizin içinde bulunduğunuz politik duruşunuz değişmedi biz salıvermiyoruz, 6 ay 1 yıl uzatıyoruz.” Şu an bütün cezaevlerinde böyle infazları yakma, tutukluluk süresini keyfince uzatma gibi son 1 yıldır böyle bir tutumla karşı karşıyayız. Çok ciddi bir şiddet döngüsü var. Hem ziyaretçiler gittiğinde çıplak arama, itiraz ettiklerinde görüş yasağı getirme, içeride tutuklulara yönelik ciddi baskılar var. Cezaevlerinde insanlar dışarıda politik bir mücadele içinde, haksız, hukuksuz bir şekilde yaptığı basın açıklaması, attığı tweetten, ya da yürüttüğü siyasi faaliyetten ya da iktidara yönelik itirazdan kaynaklı insanlar bir şekilde hukuksuzca yargılanmadan cezaevlerine atılıyorlar. Bu politik duruşu olan insanlar; okumak, yazmak, üretmek istiyor. Bunun da önünü kapatan bir yaklaşım var. Kitap verme konusunda çok ciddi sorunlar var! Yayınladıkları yazılarına el konulma mektuplarına sansür uygulamak, aile iletişimi engellemek en son sizde bir kampanya başlattınız cezaevlerinde görüntülü arama hakkı var bu bir ayrımcılık siyasi tutsaklar bunu kullanamaz! Sadece adliler kullanabilir gibi yaklaşımla görüntülü aramayı siyasi tutuklular bundan yararlanamıyor faydalanamıyor! Açık aleni bir hukuksuzluk, bir hukuk tanımazlık insan hakkı ihlali ve insan hakkını ayaklar altına alan bir cezaevi yönetim anlayışı ile biz karşı karşıyayız. Hepimiz çok derin boyutlarını dışarıda da yaşadığımız için buralarda da olan bu yaklaşım çok garipsenmiyor bir politika olarak izleniyor nihayetinde insanlar cezaevinde burada olan bitenleri duyurma, bu konuda gündem yaratma konusunda çok ciddi sıkıntı yaşıyorlar çünkü dışarı ile iletişimleri çok ciddi anlamda sıkıntılı, sorunlu. Siz bir şey talep ettiğiniz zaman görüş yasağı getiriliyor, mektup yasağı, aile görüşü, telefon görüşünü yasaklıyor. Tecrit içinde tecrit uygulama, yalnızlaştıma hali var! Türkiye cezaevlerinde maalesef siyasette Diyarbakır’dan, Mamak Cezaevi’nden biliyoruz. Bir şekilde topluma mesaj vermek için şiddeti bir laboratuvar haline cezaevini getiriyor, orada tutuklular üzerinden deneyerek, oradaki irade kıyımını gerçekleştirerek toplumsallaştırma, topluma panik yaratma siyaseti izleniyor. 80’ler dönemindeki cezaevlerine yönelik konseptin güncellendiğini görüyoruz. Özellikle bu son 2016-2017 ile birlikte bu siyasetin çok daha fazla derinleştiğini, çok daha derin bir şiddet, derin bir yalnızlaştırma siyaseti izlendiğini özellikle politik tutsakların bu anlamda hedef haline getirildiğini ki bu şiddet sadece politik tutsaklar değil normal adli yargılanan ve cezaevlerinde olan tutuklular da bundan payını alıyor ki en son intihar ettiği söylenen ve ailenin şüpheli ölüm olarak tariflediği 21 yaşındaki genç Kadir Karademir bir adli tutukluydu açık cezaevindeydi ve yaşamını yitirdi. Patnos cezaevinin diğer bir sorunu ise; tabi ki hasta tutsaklar çünkü kampüs cezaevi olduğu için çok ceza alan insanlar bir şekilde orada topluyorlar orada bırakıyorlar ve yaşı ilerlemiş tutuklular var. En son 75 yaşındaki Ali Boşnak yaşamını yitirdi cezaevinde, 75 yaşında sadece Kürtçe mevlüt okuduğu için yargılandı, ceza aldı. Ağır bir yaşlı yaşı ileride çok fazla hastalıkları vardı ve bu konuda hem Iğdır vekilimiz hem bizler defalarca başvuruda bulunduk hastalıklarından dolayı en azından cezası ertelenmiyorsa bile Ağrı’da sağlık sistemi de çökmüş, Ağrı’da doğru düzgün hastane, doğru düzgün sağlık hizmeti veren kurum da yok bırakın cezaevindeki insanları Ağrı’da yaşayan vatandaşlarımız bile hastalandıklarında sağlık hizmeti alamıyorlar. Ya Ankara’ya ya Erzurum’a gidiyorlar ya da Van’a gidiyorlar. Şehrin sağlık hizmeti verecek doğru düzgün bir hastanesi yok, doğru düzgün bir kurumu yok. Bir şekilde çok ciddi bir sıkıntı bu sağlık hizmeti. Biz o zaman da başvuruda bulunduk, hasta tutsakları Patnos’a getiriyorsunuz ama Patnos’ta hastane yok bunlar, birden fazla hastalığı var, rahatsızlığı var, acil durumla sevk edilme durumunda gidebilecekleri bir yer yok, bu konuda en azından ya cezanın ertelenmesini sağlayın ya da bir şekilde hastanenin olduğu daha sağlıklı bakılabilecek bir yere sevkleri gerçekleştirsin, bu konuda da bir inatlaşma yaşandı, sevkler gerçekleştirilmedi. Hatta bırakın daha iyi bir hastaneye, daha iyi bir yere götürmeyi cezaevi içerisinde revire götürülmedi! Hüseyin Akyol günlerce revire çıkmak için mücadele etti, aile, biz cezaevi ile görüştük. Biz günlerce mücadele etmemize rağmen Hüseyin Akyol daha önce bizim Demokratik Bölgeler Partisi Ağrı İl Başkanlığımızı yapan arkadaşımız tutuklandı siyasi faaliyetlerinden dolayı, biz sevkini yapamadık, sevkinin yapılmasından hemen sonra yaşamını yetirdi.
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Burada maalesef merhumları tekrar hatırladık, ölümleri yakinen takip etmiştim, Hüseyin Akyol’un yakınları ile de görüşmüştüm. Çok ağır sağlık hakkı ihlalleri yaşadığını ve ağır hasta yatağında kelepçeli halde olduğunu yakınları bize anlatmıştı ve ağır ihlalleri anlatmıştı. Ali Boşnak aynı şekilde, Koçer Özdal da cezaevinde yaşlı mahpus maalesef yoğun bakımda kelepçeli haldeydi. 3 ağır hasta mahpus, yoğun bakımda kelepçeli yataklarına bağlı halde hayatını kaybetti.
Dilan Dirayet Taşdemir:4 hasta tutsak Patnos Cezaevi’nde yaşamını yitirdi, 3 şüpheli ölüm gerçekleşti. 7 insan 3’ü şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi, bir cezaevinde 4 kişi de hasta tutsak çoğu da yaşı ilerlemiş ve birçok hastalığı olan ve bilinmesine rağmen göz göre göre bunların ölümüne gidişi izlendi. Bir ülkenin cezaevinde 2019’dan 2022’ye kadar 3 yıl içinde 7 cenaze çıkıyor ama ortada bir soruşturma yok, ortada bunu kendine dert eden bir Adalet Bakanlığı yok, ortada bunu sorgulayabilecek bir mekanizma yok, bir kanal yok, insanlar bir şekilde haksız, hukuksuz şekilde rehin alınıp cezaevine atılıyor orada da her türlü baskıyı, her türlü zulme maruz kalıyor. Aynı şekilde insan hakkıdır, sağlık hakkı! Siz insanı cezaevine atabilirsiniz, yargılayabilirsiniz ama nihayetinde cezaevine attığınız kişinin sağlığından can güvenliğiden de siz sorumlusunuz, hükümet olarak siz sorumlusunuz, siz bu insanlara bu hizmeti yapmak zorundasınız. Bu hizmette bile bile isteye isteye geciktirilerek yapılmayarak ertelenmeyerek; ben Hüseyin Akyol için onlarca defa cezaevi ile görüştüm niye yapmıyorsunuz? Bir gün bana diyor ki; asker yok, ikinci gün ring yok, üçüncü gün bir şey oldu! Bunların hepsi gerekçe! Götürmemenin gerekçeleri. Cezalandırmanın bir yöntemi olarak kullanıldı ve 3 yıl içerisinde o cezaevinde 7 kişi yaşamını yitirdi ve cenaze çıktı o cezaevinden.
Ömer Faruk Gergerlioğlu: Anlatmakla bitmez çok yoğun hak ihlalleri yaşanıyor, biz bunları takip etmeye devam edeceğiz ve Patnos Cezaevi de hakikaten cezaevini yakından takip eden bizler için de oldukça sabıkalı bir cezaevi, çok yoğun hak ihlalleri aldık maalesef ki. Çok teşekkür ederiz sayın vekilim Dilan Dirayet Taşdemir, son olarak eklemek istediğiniz hususlar var mı?
Dilan Dirayet Taşdemir:Çok teşekkür ediyorum, bu konuya özel ilgi ve zaman ayırdığınız için sizin de çok yakından takip ettiğinizi bildiğim için hep birlikte takip ve teşhir etmeye ve tutukluların sesi olmaya devam edeceğimizi biliyorum. Teşekkür ederim.
Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkür ederiz. Değerli izleyenler bu hafta programımızda iki önemli konuyu gündem ettik. Tarım konusunu Sayın Rıdvan Turan Mersin Vekilimiz ile konuştuk, Patnos Cezaevi çok önemliydi, şüpheli bir ölüm vardı Kadir Karademir konu hakkındaki son gelişmeleri anlattı, Ağrı Milletvekilimiz Sayın Dilan Dirayet Taşdemir. Bugün de programımız burada bitiyor. Haftaya salı günü saat 21.00’de inşallah yine buluşacağız, hepinize hayırlı akşamlar hoşça kalın.

Yorumlar