19 Temmuz 2022

ÖFG TV’den herkese merhaba. Yeni bir ÖFG TV programı ile yine karşınızdayız. Haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile sizlere sunduğumuz programımıza bugün de başlıyoruz.

Gündemimizde 2 önemli konu var. Bitmek tükenmez sorunlar oluşturan kalıcı meseleler, bu konuları ne kadar konuşsak az!

İlk olarak sağlıkta şiddet meselesi, hekime, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet meselesi son zamanlarda çok vahim hadiselerle gündeme geldi ve maalesef de eğer yeterli tedbirler alınmazsa devam edecek gibi görünüyor. Olması gerekenler, neden bunun kaynaklandığı ve yapılması gerekenleri konuşacağız. Bunun için Mersin Tabip Odası Eski Başkanı Sn. Dr. Mehmet Antmen ile konuşacağız.

İkinci olarak malum gündemde asbestli gemilerin limanlarımıza, Aliağa limanına yaklaşması önemli bir gündem. Tonlarca asbest yüklü maddenin boşaltılması, asbest saçması gündemde ve bu yüzden asbest konusu yine gündemde. Biz sadece gemi ile ilgili meseleden dolayı gündemimize almıyoruz aslında bir göğüs hastalıkları uzmanı hekim olarak asbestin ne kadar vahim hastalıklara yol açtığını çok iyi biliyorum, gereken önlemlerin alınmadığını kentsel dönüşümün çok sık yapıldığı bu dönemde gereken önlemler alınmadığı için ortalığa asbest saçıldığını, bebeklerin, çocukların yetişkinlerin maalesef ki asbest dolu ortamlarda sağlıklarının çok kötü bir şekilde etkilendiğini bilen bir insan olarak konuyu işçi sağlığı ve iş güvenliği gönüllüsü, aktivisti akademisyen Sn. Aslı Odman hoca ile konuşacağız.

İlk olarak Dr. Mehmet Antmen’e bağlanıyoruz. Hoş geldiniz hocam. Hekime, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ve diğer şiddeti doğuran nedenler hepimizin bildiği bir ortamı oluşturuyor, en son Konya’da maalesef bir kardiyoloji uzmanı hekim arkadaşımızı kaybettik Ekrem Karakaya’yı kaybettik ve tam da görev yaptığı yerde korkunç bir şekilde katledildi. Tüm söylemeye çalıştıklarımız tekrar gündeme geldi. İlla hekim ölümleri ile hekimlerin sorunları gündeme gelsin mantığı ile mi hareket edilecek diye soruyoruz! Önceki aylarda Dr. Rümeysa Berin Şen ağır bir nöbet sonrası yorgun, uykusuz bir şekilde nöbetten çıkıp maalesef ki bir kamyona arkadan çarpmıştı ve hayatını kaybetmişti, tüm Türkiye gündemi olmuştu. Bir şeyler yapalım, demişti iktidar ve ardından o bir şeyler yapalım meselesi kesintiye uğramıştı ve tekrar başa dönülmüştü! Şu anda Dr. Ekrem Karakaya’nın ölümünden sonra da iktidar yetkilileri şöyle, böyle yapalım demeye başladılar! İlla hekim ölümleri ile mi konu gündeme gelecek Mehmet hocam? Ne diyorsunuz? Konu böylesi bir mesele mi?

Mehmet Antmen:Sizin de çok güzel özetlediğiniz gibi ne zaman bir hekim ölümü gerçekleşse sorunlarımız gündeme geliyor ya da nasıl çözüleceğine dair bazı tartışmalar oluyor ama bunların hepsi tamamen oyalama taktikleri! Aslında bu sorunu çözmeye hükümetin hiçbir niyeti olmadığını çok açık ispatı bunlar! Neden böyle? Çünkü sağlıkta şiddet aslında sağlıkta hükümle ortaya çıkan bir olgu! Ben 35 yıllık hekimim ve hep hayatım acillerde geçmiştir bundan 6 yıl öncesine kadar ve şiddet vardı! 1987 yılında da vardı, 2000’lerin başlarında da vardı ama çok münferit bir şekilde vardı ve kesinlikle gündeme gelecek kadar, gündemi meşgul edecek kadar yoktu ama ne zaman ki sağlıkta dönüşüm diye bir program ortaya konuldu ve ondan sonra şiddet başladı! Neden böyle oldu? Çünkü sağlıkta dönüşümün bir sonucu olarak şiddetin arttığını görüyoruz ama bir de esas ondan çok daha önemlisi sağlıkta dönüşümün şiddete ihtiyacı olduğu gerçeği var! Neden sağlıkta dönüşümün şiddete ihtiyacı var? Çünkü sağlıkta dönüşüm aslında bir sağlığı piyasalaştırma projesi, ticarete açma, kamu hastanelerinin tamamen özelleştirilmesi, birinci basamağın özelleştirilmesi ki bu aile hekimleri uygulaması ile hemen hemen tamamen yerleştirildi, şehir hastaneleri aracılığı ile taşeronlaşma aracılığı ile ikinci basamağın özelleştirilmesi çok büyük bir aşamaya geldi! Şimdi de üniversite hastanelerini çökerterek oraları da Sağlık Bakanlığı’na bağlama ve daha sonra sağlıkta dönüşümün doğal seyri olarak oraların da şöyle böyle özelleştirilmesi şeklinde. Ne alakası var şiddet ve sağlıkta dönüşümün, şiddet ve sağlığın ticarileştirilmesi? Siz de çok iyi biliyorsunuz, 1961’de çıkan sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi kanununa göre; tüm sağlık hizmetleri aslında kişilere kamuda ücretsiz verilir! Bu anlamda 1980’lere kadar, özellikle Turgut Özal dönemine kadar ağır, aksak, belki bazen sekteye uğrayarak tüm sağlık hizmetleri ücretsiz veriliyordu, bir sağlık ocağına gittiğinizde para verilmesi, ek ödeme yapılması, eczaneye gittiğinizde herhangi bir ücretle karşılaşma ya da sosyal güvencesi olanların devlet hastanesine gittiğinde orada ücret ödemeleri gibi şeyler söz konusu değildi. Şimdi sağlık piyasasına açılmak için “Bundan sonra öyle bir sistem getireceğiz ki her şey paralı olacak, her şey özelleşecek. Siz de paranız kadar sağlık hizmetleri alacaksınız.” Şeklinde bir politika ile halkın karşısına çıksalardı bunu başarabilmeleri mümkün değildi ama “Devlet hastanelerinde doktorlar iyi hizmet vermiyorlar, sağlık ocaklarındaki doktorlar, hemşireler zaten haftada bir poliklinik yapıyorlar, onun dışında sağlık ocağına gitmiyorlar, bütün doktorların gözü hastaların cebindedir o nedenle devlet hastanesine giderseniz iyi hizmet karşılamazsınız.” Gibi cümleler bizzat dönemin sağlık bakanları, dönemin Cumhurbaşkanları, Başbakanları tarafından sürekli dillendirildi. Yani hekimlerin ya da sağlık çalışanlarının halktaki prestiji bizzat hükümet aracılığı ile bozuldu ve özellikle hekimler ve sağlık çalışanlarının halk ile arası açıldı. Öyle bir noktaya geldi ki; ben Başbakanı hekimler hakkındaki söylemleri dinlediğimde, sağlık çalışanı olmasam gidip acilden bir hekim döveyim, bir sağlık çalışanı döveyim şeklinde düşünebileceğiniz noktada suçlamalar oldu. Örneğin hekimlerin iğne yapmasını bilmediği söylendi, kimlere güvenilemeyeceği söylendi, hekimlerin elinin sürekli hastaların cebinde olduğu söylendi. Hekimlerin bıçak parası almadan hiçbir iş yapmayacağı söylendi, bunlar bizzat hükümet, Başbakan tarafından, sağlık bakanı tarafından söylenen şey! Bütün bunlar aslında sağlıkta şiddeti ortaya çıkaran şeylerdir! O anlamda ben 1987’de başladım hekimliğe, acilde o zaman da bağıran, çağıran oluyordu! Dövmeye kalkışan oluyordu ama şöyle ya da böyle engelleniyordu ya da engellenmese de gözaltına alınıyordu, gereği yapılıyordu ama son 20 yıldır bu o kadar çoğaldı ki benim elimde 2020’nin verisi var. 12 bin beyaz kod verilmiş! Yani bu 2021’de muhtemelen 15-16 bine çıkmıştır ki günde ortalama 30-40 arası şiddet vakasının olduğunu gösterir bu! 1987’de vatandaş şiddet uygulamazken niye 2010-2020’de şiddet uygulamaya başladı? İşte bu doktorlara yönelik prestijin ortadan kaldırılması, sağlıkçılarla, doktorlarla, hekimlerin arasının özellikle açılması gibi şeylerle bu körüklendi ve özellikle ortaya konuldu ve bu anlamda da yapan vatandaşın da cezasızlık ile yüz yüze kalması ve özellikle yaptığının yanına kar kalması nedeniyle de giderek arttı ve sonuçta Ekrem Karakaya arkadaşımızın başına gelen gibi artık hekimlerin öldürülmesi ile sağlık çalışanlarının öldürülmesi ile sonuçlanan bir noktaya geldi! Şimdi tespiti bu şekilde yaparsak bu nasıl çözülür şeklinde bir cevabı da çok daha rahat verebiliriz! Örneğin bir sendikanın doktorlar silahlansın, hastanelere X-Ray cihazı konulsun, cezalar çok arttırılsın şeklinde palyatif çözümlerle bu işin üstüne gitmeleri bence o da çözümsüzlüktür. Bu anlamda sağlıkta şiddetin ortadan kalkabilmesi için yapılacak yegane şey vardır o da; sağlıkta dönüşümün bir an önce sonlandırılması, bir an önce herkese eşit, ücretsiz, nitelikli bir sağlık hizmeti programının ortaya konulabilmesi. Aynı zamanda sağlık hizmetini veren sağlık çalışanlarının ve hekimlerin iş güvencelerinin, insanca yaşayabilecekleri bir ücretin ve güvenlikli bir çalışma ortamının sağlanmasıdır, sadece ve sadece bu 3’ü bir arada yapılabilirse, hatta eşit ücretin ve nitelikli sağlık hizmetini de bu işin içine kattığımızda bu 4 kriterin bir an evvel yerine getirilmesi ile ancak önlenebilecek bir şey! Bunlar yerine getirildi mi yine şiddet bitmeyecektir, münferit olarakta olsa devam edecektir. 1. Herkese eşit ücretsiz, nitelikli bir sağlık hizmeti yerleştirilecek. Sağlıkta dönüşüm sonlandırılacak. Sağlıkta ticaretleşmesi, sağlığın piyasaya açılması sonlandırılacak. 2. Tüm sağlık çalışanlarının ve hekimlerin iş güvenceli ve insanca yaşayabilecekleri bir ücretlendirme yapılacak. 3. Güvenceli bir çalışma ortamının yapılması sağlanacak. Bunların üçünün özellikle bir arada olmadığı taktirde sizin alacağınız güvenlik tedbirleri de boşa gider, sizin alacağınız hukuki tedbirler de boşa gider, bunları sağladıktan sonra da X-Ray cihazı mı konulacak, iyi bir ceza yasası mı çıkacak sağlıkta şiddete yönelik, bu önemsiz demiyorum sağlıkta şiddete karşı ceza yasası çıkarılması ama asla bununla çözülebilecek bir şey değildir! Ben 1990’ların başından beri sağlıkta dönüşüm programının daha henüz başlamadan sendikalaşması süreci içerisinde olan bir hekimim bu açıdan da acillerde ne denli fazla olay olduğunu yıllar içerisinde gözlemleyebildim ama bu hekimlere yönelik olarak itibar zedelenmesinin sağlanmasının sağlıkta şiddeti ne kadar arttırdığını bizzat deneyimleyen bir insanım! Ben acilde çalışırken bir hasta ya da bir hasta yakını bizimle konuşmaya gelirken, bize derdini anlatmaya gelirken saygısından nasıl davranacağını bilemez bir haldeydi ama bugün baktığınızda bunun tam aksini görebiliyorsunuz bu açıdan bunu sadece ceza yasası çıkarmak, sağlıkta şiddete yönelik çok ağır şeylerde maddelerle bu işin altından kalkabilmek asla mümkün değildir, yine birinci basamakta da yıllarca çalıştım, sağlık ocaklarında aile sağlığı merkezlerinde çalıştım, 20 yıl öncesi ile bugün arasındaki fark bu hükümetin hekimlere, sağlık çalışanlarına yönelik programların çok bir parçası olduğunu çok net olarak yaşayabilmiş bir insanım! Çok daha ağır ve önemli bir örnek daha vereyim size, herhalde 2 ay önce bu özellikle hekimlerin yurtdışına gitmeleri mevzu gündeme geldiğinde ki duymuşsunuzdur sadece haziran ayı içerisinde 220 hekimimiz yurtdışına gitmek için Türk Tabipleri Birliği’nden iyi hal kağıdı aldılar ve son 2 yıl içerisinde 3000’in üzerinde hekim yurtdışına gitmek için bu belgeleri aldı! Bu anlamda sağlıkta şiddetin yarattığı en önemli sonuçlarından bir tanesi de beyin göçü, hekimlerin Türkiye’den gitmelerine neden oluyor, bu açından değerlendirmek lazım. Bir de kamuda çalışan hekimlerin özele gitme meselesi de aslında yine bu sağlıkta dönüşüm ve sağlıkta şiddet meselesi ile iç içe yaşanan bir şey. Diğer illerde bu oran nasıldır bilmiyorum ama Mersin açısından örnek vermem gerektiğinde ayda en az 15-20 uzman hekim, pratisyen hekim kamudan istifa edip özel sektöre gidiyor! Bu çok ciddi bir kayıptır ki özel sektör bugün açısından iş güvencesinin olmadığı, daha ucuz bir çalışma ortamının hazırlandığı bir çalışma ortamı olduğunu hepimiz biliyoruz bu açıdan hekimlerin artık iş güvencelerinin olmadığı, çalışma güvencelerinin olmadığı, hala insanca yaşayabilecekleri bir ücreti alamadıkları bir ortamın yerleştirilmesi açısından bu sağlıkta dönüşümün bir sonucu olarak özel hastanelere mecbur bırakılmaları da çok önemli bir konu. Bu açıdan da özellikle bugün için bizim sağlıkta dönüşüm ile mücadeleyi temel perspektifimiz olarak önümüze koymamız gerekir. Özellikle herkesin sağlığa ulaşımının kolaylaştırılması ki bu sağlığa ulaşım kolaylaşması meselesi de aslında sağlıkta dönüşümden önce Türkiye’de ortalama bir insan yılda 2.5 kez doktora gidiyordu, Avrupa ortalaması % 6’ydı o zamanlar ve biz sürekli insanlar hekimlere ulaşamıyor, insanlar sağlık ortamına ulaşamıyor diye eleştirirdik, bugün açısından Avrupa ortalaması 6.5-7 arası ama Türkiye’de 9.5 gibi 1 yılda bir insanın hekime gitme sayısı. Bu sağlığa erişim değildir, bu kışkırtılmış sağlık hizmetidir sadece. Sağlık hizmetinin sadece tedavi edici sağlık hizmeti olarak algılanmasıdır, koruyucu sağlık hizmetlerinin tamamen unutulmasıdır, önemsenmemesidir, bu açıdan da bu mantığın da tamamen değiştirilmesi gerekiyor. Biraz sonra siz de konuşacaksınız asbest diye çok önemli bir mevzu, bu tamamen koruyucu hekimlik içerisine giren bir mevzudur. Siz asbesti engellemezseniz, asbest ile insanların hastalandıktan sonra tedavileri ile ilgilenirseniz bu mevzuyu görmezden geliyorsunuz demektir. Sağlığa bakışın bu şekilde değişmesi gerekiyor, tamamen koruyucu sağlık hizmetlerine yönelinmesi gerekiyor, birinci basamakta sevk zincirinin mutlaka getirilmesi ve ikinci ya da üçüncü basamağa, nezle, grip, çok basit hastalıklar yüzünden insanların gidip oralardaki çok daha ağır hastaların tedavilerinin geciktirilmesi ya da engellenmesinin mutlaka önüne geçilmesi gerekiyor. Bugün siz daha organize, daha gelişmiş bir birinci basamağı yaratamazsanız insanlar sadece ilaç yazdırmak için giderler aile sağlığı merkezlerine bir de insan kendisine değer veriyorsa, insan kendisinin hastalığını biraz daha önemli buluyorsa profesöre gidip muayene olmak ister. Çok daha donanımlı hastanelerde tedavi olmak ister, bunu vatandaşın keyfine bırakırsanız vatandaş sadece kendi açısından değerlendirir bunu ama donatılmış birinci basamağı oluşturabilirsek birinci basamaktan, ikinci veya üçüncü basamağa gitmek için sevk zincirini getirebilirsek ancak hastanelerdeki yığılmaları önleyebiliriz o zaman kısmen önüne de geçmiş olabiliriz bu şekilde.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Sayın Antmen siz de KHK ile mağdur edilmiş, ihraç edilmiş bir hekimsiniz, ben de öyleyim. Binlerce sağlık çalışanı ve hekim de maalesef böyle acımasızca gaddarca ihraç edilip kamu alanındaki sağlık hizmetinden men edildi ve bu da aslında sağlık sistemine çok büyük bir darbeydi, bu konuda da kısaca bir şeyler söylemek ister misiniz?

Mehmet Antmen:20 Temmuz 2016’da çıkarılan Olağanüstü Hal Yasası ile 125 Bin civarında insan işlerinden ihraç edildi. Bu anlamda yaklaşık 1 yıl idari mahkemesine, Danıştay’a hatta AİHM’e başvurular da oldu. 1 yıl hiçbir şey yapmadı devlet ama daha sonra göstermelik olarak AİHM’e başvuruların çok artması nedeniyle bir komisyon kurdular, OHAL Komisyonu kurdular ama tamamen göstermelik, örneğin bugüne kadar 125 bin başvurunun 123 bin civarında karar verildi, sadece 2 bin civarında kişinin dosyası henüz görüşülmedi, bunlardan bir tanesi de benim, hala ne ile suçlandığımı bilmiyorum, hakkımda hiçbir soruşturma yok, hiçbir kovuşturma yok. “Gel ifade ver.” Diye kimse bir şey söylemedi. Savunmamı OHAL Komisyonu’na yazarken hayatımı anlattım. “Şu dönemde sendikacılık yaptım, bu dönemde Tabip Odası aktivistliği yaptım. İnsan Hakları Vakfı Adana temsilciliğimde 15 yıllık hekimlik yaptım.” Acaba sendikacılık yaptığım için mi, tabip odası aktivistliği yaptığım için mi insan hakları vakfında işkenceye karşı rehabilitasyon tedavisi verdiğim için mi atıldım, bir sol partiye fahri üyeydim bu nedenle mi ihraç edildim hala bilmiyorum! Neden alındığımı bilmiyorum! Mahkeme sürecine gelene kadar da hiçbir insan bilmiyor bunu! Çok keyfi bir şekilde örneğin; cemaat ile şöyle ya da böyle bağlantısı olan, gazeteye abone olan, bankada hesabı olan, çocuğunu cemaat ile ilişkilendirdikleri okullarda okutan insanları ihraç ettiler ve komisyon öyle bir oyaladı ki 6 yıl boyunca bizi yanlış bilmiyorsam son dönemlerde biraz arttı ama yine de geri dönüş oranları %10’un üzerinde değil! İlk seferlerde %6.5-7 civarlarındaydı, %10’a kadar çıktı ama %90’ı ret cevabı alıyor ve ben biraz da ilgileniyorum bu konu ile, karar verilenlerin dosyalarına baktığımda komik şeyler var! İdarenin kanaati ile hiçbir suçu olmadığı halde reddedilen ya da bir davadan yargılanmış. İnsanların yargılandıkları dava, beraat ile sonuçlanmışsa, kovuşturmaya gerek yok sonucu çıkmışsa sadece o davadan yargılandıkları için insanların ihraçlarının komisyon tarafından onaylandığı çok saçma sapan bir şey yaşıyoruz 6 yıl boyunca.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Sn. Antmen sağlık alanında önemli, dev işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilişkili işyeri hekimliği meselesi var ve büyük sorunlar var. Bu konuya kısaca değinmenizi istiyorum.

Mehmet Antmen:Ben kamudan ihraç edildikten sonra işyeri hekimliğine başlamış ve 6 yıldır tam gün bu işi yapan bir insanım, aslında işyeri hekimliği 2013 yılına kadar Türk Tabipleri Birliği tarafından idare edilen ve atamaları dahi Türk Tabipleri Birliği tarafından yapılan ve tıpkı genel anlamda sağlıkta olduğu gibi işyeri hekimliğinde de koruyucu sağlık hizmetlerinin temel olarak alındığı bir mekanizma işletiliyordu ama 2013 yılında OSGB’ler yani Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri’ne bırakıldı bu işyeri hekimliği meselesi ve daha sonra tamamen piyasanın hakim olduğu bir şeye dönüştü. 10 yıl önceki fiyatlarla insanların çalıştırıldığı ve çalışmak zorunda bırakıldığı bir sisteme dönüşüldü. Bu açıdan genel anlamda sağlığa bakışımızdaki uygulamanın yerleştirilmemesi halinde iş sağlığı ve iş güvenliği meselesinde OSGB’lerin insafına bırakıldığı sürece bu sorunun da altından kalkmak mümkün değil! OSGB’lere verilince siz gidiyorsunuz işyeri ile OSGB olarak anlaşıyorsunuz, ücreti onlardan alıyorsunuz ve onları denetliyorsunuz. Size ücret veren bir işyerini siz denetleyip eksiklerini söylemek ya da eksiklerini tamamlamasını sağlamaya çalışıyorsunuz. Böyle bir şey mümkün değil! Gerçekten özverili bir şekilde çalışan, işini layıkıyla yapmaya çalışan bir OSGB ile hiçbir firma anlaşmaz, hiçbir işyeri size “Gelin bizi denetleyin, bize ceza verin. Bizim masraflarımızı arttırın.” Diye anlaşma yapması mümkün değil bu nedenle bu işyeri hekimliği meselesinin tamamen kamusal bir hizmet haline dönüştürülmesi lazım! Kamu tarafından organize edilmesi, kamu tarafından denetlenmesi gerekiyor ve Türk Tabipleri Birliği’nin bu işin içerisine mutlaka eskiden olduğu gibi dahil edilmesi gerekiyor. Atamaların mutlaka Türk Tabipleri Birliği tarafından puanlandırma sistemi ile yapılması gerekir. 25 yıl önce de kamudan ihraç durumum söz konusu olmuştu, 1.5 yıllık bir sürede yine o dönemde de işyeri hekimliği yaptım, 25 yıl önce aldığım ücret ile bugün aldığım ücret arasında çok fark var. Bir işyerine gidip aldığımız ücret ile bugün 50 işyerine gidip benzer ücreti alıyoruz. TTB’nin şu anda da fiyat skalasını belirlemeye çalışıyor, 40 Bin TL’nin üzerinde belirlediği fiyat ama bugün Mersin’de 13-15 Bin TL arası hekimlerin tam gün aldığı ücret yani 3 katından daha fazla fark var. Bu açıdan da ben işçi sağlığı, işyeri hekimliği meselesinin de mutlaka kamu eliyle yürütülmesi ve orada da kamunun denetiminin çok arttırılması gerektiğini düşünüyorum.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Çok teşekkür ederiz. Konu çok detaylı, çok boyutlu. Her yönüyle konuşmak gerekiyor tabi ki süre açısından dar bir vaktimiz var. Çok teşekkür ederiz hem hekime yönelik şiddet, sağlık alanındaki ortam, olabilecek olaylar, alınan önlemlerin yetersizliği noktasında çok önemli konuların altını çizdiniz Sn. Antmen çok teşekkür ederiz.

Konunun komşusu diyebileceğimiz bir başka husus; asbeste maruz kalınması çok öldürücü hastalıklara yol açabilen, insanları, toplumu süründüren, büyük zararlara can, mal kaybına yol açan bir hastalık asbest ile ilgili olarak olabiliyor ve asbeste maruz kalınması bilindiğinin çok üstünde maalesef büyük tehlikeler saçıyor! İşçi sağlığı ve iş güvenliği anlamında olsun, toplum, halk sağlığı anlamında olsun son derece önemli sıkıntılara yol açabiliyor ve bu mesele gittikçe büyüyor! Yıllardır bizim bildiğimiz hastalıkları oluşturuyor, anadolunun çeşitli yerlerinde asbest ile ilgili temaslar sonucu oluşan hastalıklar sanayi alanında oluşan hastalıklar ve maalesef bu sorun gittikçe büyüyor, son günlerde Aliağa Limanı’na yaklaşan bir gemi ile ilgili tartışmalar konuyu yine gündem etti. 9 ton mu 1000 tona yakın bir miktar mı tartışması ile başladı, Brezilya’dan gelen bir gemideki asbest maddesinin büyük tehlikelere yol açabileceği üzerinden bir tartışma başladı, kamuoyu böyle duydu son olarak asbest ile ilgili meseleleri fakat konu son derece boyutlu, kentsel dönüşümde ve diğer birçok alanda asbest maruziyeti çok can yakıyor, çok acımasız bir hastalık oluşturuyor asbest ile oluşan hastalıklar, mezotelyoma ve diğer birçok hastalık maalesef çok acımasızca ve erken sürede öldüren hastalıklar grubuna giriyor. Bütün bunları bugün konuşacağız, programımızın ikinci bölümünde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi gönüllüsü, aktivisti akademisyen Aslı Odman ile konuşacağız. Kamuoyunun gündemine bazı konular geliyor, tartışılan, Twitter’da hashtag olan konular olarak geliyor, siz yıllardır işin içerisindesiniz, asbest maruziyetinin ne kadar öldürücü olduğunu, ne kadar büyük sıkıntılara, hastalıklara yol açtığını da biliyorsunuz. İlk önce son olay üzerinden başlayalım ve daha sonra konunun önemli gerçek, toplumsal boyutlarına geçelim. Gemi meselesi nedir? Asbest yükü hakkındaki son bilgiler, tartışmalar, Bakan’ın açıklamaları, olası tehlikeler nelerdir?

Aslı Odman:Biraz önce Mehmet hoca ile konuşulan kamunun sağlıktan çekinmesi ve yalnızca sağlığı piyasalaştırmak için adımlar atması çerçevesini aynı vaka Sao Paulo Gemisi vakası ile asbest ile ve asbestin ötesinde bu tarzda 60 küsür yıllık bir askeri geminin taşıdığı diğer bütün tehlikeli maddelerle dolduruyor olacak ve esasında aynı çerçevenin içini farklı renklerle boyuyor olacağım, aynı konudan bahsediyoruz. İlk önce gemi birden bire manşetlere çıktığı için bahsedelim ama mesele yanlızca bu gemi değil, gemi gelse de gelmese de bugün konuşacağımız sorunların ister asbest ister diğer tehlikeli malzemeler bazında olsun gün be gün yavaş ölümlere zaten yol açtığını, içinde yaşadığımız bir felaketin şu anda daha görünür, daha filmlik şekilde limana yaklaştığı için dikkat çektiğini söyledim. O yüzden her zaman bir vaka yerinde değil de sansasyonel kelimeler ile konuşursa kamu sağlığı mücadelesini, insan hakları mücadelesine faydadan çok zarar getiriyor. Gemiyi anlatayım, bu gemi; cürümlerle dolu bir gemi. 1960’da Fransa’da askeri tersanede üretiliyor, Fransız donanmasının iki amiral gemisinden biri. Bir amiralinin ismini alıyor. İlk insan hakları cürümü bu gemiyi üreten asker işçiler bu gemiyi üretirken; o sırada bugün olduğu gibi Fransa nükleer bir güç, geminin içerisine bütün radyo aktiviteyi, nükleer başlık misillerini koyarken bunu bilgilendirilmedikleri için nükleer ile iç içe bir üretim sürecinde olup bilgilendirilmediği için daha sonra kansere yakalanıyorlar! Fransa’daki işçilerin oluşturduğu Radyoaktif İşçiler Birliği’nde özellikle prostat kanseri başta olmak üzere sivil bir şekilde yapıyorlar ve burada üretim sürecindeki risklerden haberdar edilmediklerini, korunmadıkları üzerinden davalarını Fransız devletine karşı kazanıyorlar. İkinci cürümü sürekli geminin içerisinde nükleer testlere, Fransız sömürgelerinde nükleer testlere yollanan bu gemi içerisinde yaşayan asker gemicilerin sürekli radyasyona maruz kalmaları ve asbest de devreye giriyor bu tarz gemilerde 1960’larda da asbest Avrupa’da Fransa’da yasaklanmadan önce mucizevi lif olarak izolasyon malzemesi olarak tonlarca kullanılmış gemilerde asbest mazuriyetinden gemi insanları olarak onlar da yine bir katman daha davalar görüldü Fransa’da gerek asbest gemi ve nükleer testler sırasında sağlık kaybı yaşayanların davalarını kazanımı. Asbest ile ilgili bizim şu anda bu Sao Paulo 1960’da yapılmış geminin tehlikeli malzemeler envanterine sahip değiliz, o yüzden elimizde bunun muadili olan ikiz gemi diye tabir edilen diğer bir Fransız generalinin ismini almış Clemenceau gemisinin çok ciddi bir mücadele ile Hindistan’da sökümü engellenip pasifikten geri döndürüldüğü için 2007’de her zaman olduğu gibi taban mücadeleleri ile şeffaflığa mecbur edilmiş, siyasi elitlerin elinden çıkarılmış bir tehlikeli maddeler raporumuz var Greenpeace tarafından yapılmış, o zaman İHM denilen vergi yok ama Greenpeace bu raporu yaptırıyor ve muadili ikiz gemisinde en az 760 ton asbest atığı olduğunu biliyoruz. O yüzden de bizim şeffaflık sağlayacak olan sorunlu olan kamu kurumları ve şirketin bu işten ve milyonlarca dolar kar edecek şirketin kendisidir, şeffaf bir şekilde tehlikeli malzemeler envanteri paylaşılmadan 10 ton, 700 ton, 900 tona kadar bu rakamlar çıkacaktır. Bu geminin arz ettiği tehlikeler asbest 9 ton da çıksa, 1 ton da çıksa daha da azalmış olmuyor! İkinci cürüm asbest ve radyoaktife maruz kalan gemi adamları. Üçüncü cürüm, şu anda Fransız Devleti Polinezya tarafından mahkemeye verilmiş durumda, nükleer testler, çevre eko yıkımına uğratan birçok canlının ölümüne uzun süreli yavaş ölümüne neden olan radyoaktif testler ile ilgili yarattığı insan hakları ihlallerinden dolayı Fransas devleti bu dava ile de yüz yüze kalıyor. Bu cürümler bitmiyor, bu cürüm ile başlayan cürümle devam ediyor. 2000’de ıskartaya çıkartıyor Fransa bayrağından çıkarıyor ve Brezilya Donanması’na satıyor. Gemi 17 sene Brezilya Donanması kendi bayrağı altında kullanıyor burada kısmi bir şekilde asbest sökümü yapılmış olabilir, bu sırada tam da art arda bu daha önce endüstrinin yücelttiği mucizevi lif dediği izolasyon malzemesi kanserojen asbest yasakları gelmiş. Bu süreç içerisinde ikiz gemisinden farklı olarak daha uzun süre kullanıldığı için o sürede asbest yasaklarına denk geldiği için, Brezilya’da 2017 Fransa’da daha erken olduğu için sökülmüş olabilir, şu anda tehlikeli malzemeler envanterine dayanarak 9 ton lafını telaffuz ediyor olabilir, bizimle paylaşılmadığı sürece bilemeyeceğiz ve bu gemiyle ilgili asbest ile kısıtlı olmayan mücadeleye devam edeceğiz. Brezilya kullandıktan sonra sürekli bozuluyor vs. 2017 ıskartaya çıkartılıyor daha sonra da bu gemiyi sökmeye karar veriyorlar. İhaleler yapılıyor, 3 ihale yapılıyor, bu ihaleler içerisinde Fransa menşeili bir gemi olduğu için ve Fransa bu süreçte gemi söküm mevzuatı çıkardığında AB bandıralı bayraklı gemilerin hepsinde AB sertifikalı gemi söküm tersanelerinde sökülmesi lazım ve satış sırasında böyle bir madde koyulduğu için Brezilya bayrağında olduğu için ancak AB sertifikalı tersane sökebilir diyor. Bu aşamada uluslararası taban örgütleri mücadelesi var. Sertifikalı olmayan çok daha kötü söküm koşullarının olduğu Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’teki tersanelerine gitmesin diye bir çaba gösteriyorlar, Hint’li bir gemi de ihaleye giriyor ve bu çaba sonucunda bunu almıyorlar. Türkiye’de 8 tane tersane Aliağa’da AB sertifikalı olmuş durumda, bu sertifika kesinlikle Türkiye’deki ne ani işçi cinayetlerine, ne zamana yayılmış iş cinayetlerine meslek hastalıklarına, bu kadar ağır bir sanayi ve çevresinde de pek çok sanayi ile sarılmış olarak yüklü, kompoze çevre yükünün yarattığı büyük eko kırımı, uzun vadeli kanser oranlarını, demirler buradan çıktığı zaman, tehlikeli malzemelerle bezenmiş, üstünde kurşunlu boyaları olan demirler, çevikler, kurşunlar çıktığı zaman ergitmeye yollandığı, çelik fabrikaları, çelik ergitme, hurda çelik, hurda kurşun fabrikalarında ergitilirken emisyonlarla havaya saçıldığı zaman Bakırçay havzasında yaşayanları, Bakırçay havzası ve diğer İzmir’in her fabrikası bir tarım havzasında bulunuyor yalnızca Süreko Manisa’da olduğu için söylüyorum tehlikeli maddelerde, çelik fabrikalarına bakarsak apayrı bir coğrafya çıkıyor. Bütün bunlar atağa girdiği zaman ergitildiği zaman emisyonlar üzerinden gıda zincirine gidiyor. Bu gıda zinciri üzerinden çocuklar ve bütün diğer eko sistem yani biz Aliağa’daki sertifikanın alınması spot olarak tersanelerin kendi piyasadaki itibarlarını artırmak ve belli yeni türlerini kendilerine çekmek için yaptığı belli teknik gereklilikleri anlamına geliyor. Kum üzerinde Bangladeş’te veya Hindistan’da bir söküm yapılması, çocuk işçiliğin kullanılması veya elle asbest sökülmesinden bir tık daha iyi bir insan hakları kazanımı. AB müktesebatı uzun süreli insan hakları mücadelesi sonunda bütün bunları madde olarak koymak zorunda. Oransal olarak daha az sorunlu ama oransal az sorunlu olması Aliağa’daki elimizdeki gerek iş cinayeti verileri, gerek meslek hastalıkları pandemisi diyebileceğimiz, salgını yavaş öldüğü için kimsenin bakmadığı bu salgın ile ilgili en küçük elimizde bir tanı koyulmamış olması, 1976’dan beri gemi sökülüyor burada, 1976’dan beri bu yanı hiçbir işçi tehlikeli malzeme ve asbestte bazı kanser yalnızca asbestle mazuriyetten çıkıyor. Siz sigarada içiyordunuz diyemiyorlar! Buna bağlı bir tanı olmamış. Kanser oranları ile ilgili yalnızca elimizde çalışma var. Bu çalışma Aliağa’da 15 seneden fazla yaşayanların 15 seneden az yaşayanlara oranla Türkiye ortalamasının 3 misli daha fazla kansere yakalandığını gösteriyor ki ciddi bir kayıtsızlık ve kamu sağlığı belgelerinin eksik olduğu yerlerde çok öncü, gerçek su, hava ölçümleri yapıldığı zaman bu zinciri, sonuna kadar takip ettiğinizde bu Türkiye’nin atık merkezi, bir atıktan para kazanan, plastikte de aynı şey ülke konumuna geldiği zaman hava su üzerinden gıda zincirine katıldığı zaman kaç kişinin sağlığından ve hastalığından, canından vazgeçtiğimiz bunun toplam bedelini hesaplayan yok ama bugün bu gemiyi satın alan Sök Denizciliğin bundan milyon dolarlarca kar elde edeceğini biliyoruz. O yüzden gemi ile ilgili cürümler zinciri bu. Sau paulo gemisi de ihaleyi kazanma tarihi 18 Mart biz o zamandan beri bir kampanya yapıyorduk, kampanyada da asbest işin bir kısmıydı, biz daha da derin konuşabiliriz. Kentsel dönüşümde asbest daha bir sorundur. Türkiye’de Aliağa’da Sau paulo gelse de gelmese de her sökülen gemi de asbest var ve bütün bunların hepsini topladığınız zaman dün de onu yazmaya çalıştım bugün bizim sokaklarımızda bir tek Okmeydanı, Fetihtepe gibi alt orta sınıfların değil, Kadıköy, Gaziosmanpaşa’da sitede de oturanlar gibi herkesin kentsel dönüşüm ve sokaklarında yüzlerce Sau paulo dolaşıyor. 9 tonu varsa da bin tonu varsa da. Biz o lifleri Türkiye’nin literatürüne geçireceğini ne yazık ki düşündüğüm kentsel dönüşüme bağlı asbest üzerinden zaten soluyoruz. Eğer asbesti konuşacaksak konuşacağımız esas büyük sorun alanı inşaat şehveti içerisinde, gerekli olmayan, talep odaklı olmayan arz odaklı olan konut sektörünün mega projelerin yarattığı inanılmaz yıkım, 6 milyon binanın yıkımından bahsedileceği söyleniyordu. Soylulaştırma ve rant amaçlı saldırılan her yerde kesinlikle asbest mevzuatı çok sağlam olmasına rağmen bütün firmaların, şirketlerin ve belediyenin iştirakları ile asbest belgeleri alınmadan apar topar binalar sökülüyor.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Sn. Odman Sau Paulo gemisi vehametini anlattınız, önceki çalışmalarınızı yoğun gayretinizi mutlaka Aliağa ve diğer yerlerde kanser oranlarının artacağı gerçeğinin altını çizdiniz. Sizce bu gemi meselesi nasıl seyreder? Toplum sağlığı açısından kentsel dönüşüme de gireceğiz, gemi meselesi nereye bağlanır? Nereye çıkar?

Aslı Odman:Sau Paulo önce Aliağa’daki çevre ve işçi haklarını tamamen ihlal eden ve bununla ilgili elimizde çok belirgin kanıtların olduğu bir yerde bir amiral gemisi Fransız donanmasında. Türkiye’de büyük çevre, halk ve işçi sağlığı konularında kol kırılır yen içinde kalamaz durumda olduğu, bu derecede bile 60 senenin üstündeki içindeki toksit kompozisyonundan kesin bilmediğiniz gemi özel bir piyasa anlaşması ile ihale üzerinden gelebiliyor. Kol kırılır yen içinde kalmasın diye Sau pauloyu konuşuyoruz! Bir yandan da Sau pauloyu konuşurken 2020’de 118 gemi Aliağa’da söküldü. 2021’de daha az değildir, esasında her sene 4-5 Sau paulo gerek kurşunlu boyası açısından gerek asbest birikimi üzerinden olsun ki 1 ay önce yine bir skandal patladı zaten sökülüyor. Birden bire Soma olunca diyoruz ama biz İSİG Meclisi raporlarına bakın 2 ayda bir Soma oluyor bu ülkede, ölümler yavaş olunca, ölümler zamana yayılınca bunlar görülmez oluyorlar. Asbest’ten daha fazla konuşabiliyoruz gemi hakkında çünkü asbest mevzuat açısından meslek hastalıklarının da tehlikeli maddelerin kralı diyebiliriz. Kurşuna dair boyalı kurşunun sökülmesi ve eritilmesine dair mevzuat yok, elimiz o kadar güçlü değil o yüzden biz bu mücadeleyi kurarken asbestten bahsettik ama altını çizdiğim asbest bombası gibi beyanlar vs. bunlar yanıltıcı olur mücadele yanlış yerden kurulur. Mücadeledeki Sau Paulo gemisindeki durum bu henüz Rio De Janeiro’dan çıkmış değil, bu limanda devam ediyor. 1 sene gecikmesinin bir kısmı uluslararası özellikli kampanya daha önce Clemenceau gemisini döndüren bu ağ ve Türkiye’de kısmen de olsa yaratılabilmiş hassasiyet ama daha sonrasında ihale sürecinin usulsüzlük karıştırıldı veya bu geminin hayranlarının bunu müze yapmak istemesi gibi sonuçlar var henüz gemi çıkmadı ama bütün belgelerin tamamlanmış olduğunu anlıyoruz, bu geminin kendisi motoru da olmadığı için römorkör ile yani esasında bütün uluslararası sulara tehlike arz ederek çıkması, belgeler tamamlanmış olsa bile bunun ciddi uluslararası ayağı var çünkü bu gemide yüzen tehlikeli bir gemi atık, içinde isterse 1 ton asbest olsun ister 9 ton olsun 1960 üstü geminin özellikle radyoaktif testlerde kullanılmış geminin pek çok farklı tehlikeli malzeme içerdiğini ve özellikle kurşun üzerinde de düşünüyoruz çünkü radyoaktifliği ışın izolasyonu için önemli olacaktır, tüm geçtiği sularda tehlike arz ediyor. O yüzden tehlikeli atıkların uluslararası hareketini engelleyen sözleşmesini her ne kadar belgeler alınsa bile nasıl Clemenceau’da da önce kılıfına uydurulmuş ve geri döndürülmüşse bu konuda bir kampanya götürmeyi düşünüyoruz! Brezilya Devleti de belli ki gözden çıkarmış yoksa o kadar çelikten milyon dolar kazanılacaksa, 10 milyonlarca dolar niye Brezilya’daki tersane bununla ilgilenmedi? Altyapısı her yerde kolay kurulabilecek bir şey değil ama atılan taş değmiyor, Türkiye bu konuda uzmanlık yapmış. Bu geminin Fransa’nın 1. Sorumlu olması için önemli kampanya ayağı cürümler zincirini başlatan Fransız donanmasıdır ve bu konuda da bu tehlikeli atığın güvenli bertaraf diye bir şey yok, mümkün olduğu kadar en güvenli bertarafını yapmak “Ben sattım gitti” diyemeyecek, önce Fransız donanması daha sonra elinden çıkartan Brezilya donanmasıdır. Bunun dışında Sök Denizcilik “Ben aldım oldu, İSO sertifika getirdim.” Diye dar görüşlü açıklama yapabilirler ama kamunun bunun üzerinde bir sorumluluğu var, bizim genel olarak Aliağa’nın uluslararası iş bölümündeki tehlikeli atıkları söken yer olarak konumlanmasını konuşmalıyız.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Sn. Odman Fransa bunu niye kendi sularında yapmıyor?

Aslı Odman:Çünkü onu yaparsa birincisi bütün gemi inşaadan ve gemi sökümden çıkmış durumda. AB sertifikalı tersanelerin yalnızca 8’i Türkiye’de, 1’i Amerika’da gerisi AB içinde, AB bu tarz büyük gemilere girmiyor, kruvaziyer gemiler, askeri gemiler çok büyük oranda ya Türkiye’ye yakınlık olarak ya da dünyada bu işle uğraşan 4 ülke kaldı, Hindistan, Bangladeş, Pakistan ve Türkiye, buraya yapıyor. Aynı tekstilin kayması gibi Bangladeş’e katı atık geri dönüşüm sanayinin kayması gibi kaydı. Altyapıdan da vazgeçmiş. Önemli bir geminin Bordeaux’da yapıldığını biliyoruz, Clemenceau önce İngiltere’de tersanede söküldü. Yapmamasının nedeni; siz bu kadar ton, bu kadar tehlikeli radyoaktif testlere girmiş, ciddi kurşun oranı olduğunu düşündüğümüz, asbest olan gemiyi mevzuata göre AB mevzuatına uygun yaparsanız ittirmezseniz, dışsallaştırmazsanız tabi ki kazanç çok düşecektir! Bu yüzden yapmıyor!

Ömer Faruk Gergerloğlu:Asıl büyük sıkıntı kentsel dönüşümde diyorsunuz. İktidarın büyük bir şehvetle yaklaştığı kentsel dönüşüm, yıkımlar konusunda son derece büyük bir tehlikenin varlığı ve daha da artacak bir tehlikenin varlığının altını çiziyorsunuz.

Aslı Odman:Sau Paulo bir vesile olsun, asbesti az çok çıkarsa bile sorun yokmuş deyip yeniden şok terapisi ile balık hafızası ile unutmayalım, senelerdir bunu söylüyoruz. Asbest şu anda Türkiye’de çevresel olarak çıkıyor, doğal olarak çıktığı yerler var, bir noktada bazı köyler taşındı, çoğu taşınamadı ama biz öyle bir şey yaptık ki; çevresel olarak çıkıyordu ama Türkiye’de yaygın olarak kullanılan asbestin çoğu ithal edildi Türkiye’ye 1940’lardan 2000’e kadar ve ihtar edildiği zaman çok yoğunluklu olarak İller Bankası asbestli liften üretti! İnşaatlarda izolasyon büyük fabrika endüstri yatırımlarında izolasyon için vazgeçilmez bir şirket suçu olarak üretildi! Bunları zaten çıkartılıp ithal edilip yapılması çok zor. 1960’larda bir kazan dairesinde kömür yaktığımız zamanlarda hane içinde içermemesinin imkanı yok. Dilimize girmiş pek çok şeyin içerisinde asbest var mucizevi lif olarak. Hem ucuz hem de iyi izole ediyor diye. Zaten yeteri kadar kötü bir şekilde ithal edilmesi yasaktan sonra Türkiye’nin tam ekonomik krizi inşaat sektörü ile deva olma kalkınma politikası olduğu zaman bir yıkım furyasının ortasında kaldı. Uyuyan dev uyandırıldı! Bu bir saçın 50’de bir büyüklüğünde lif. Bunu havaya saçtığınız zaman tek lifi ciğere saplanarak kanser türlerine yol açıyor. Belli kanser türleri asbest ile ilgili olduğu için en iyi şekilde belgeleniyor ve oynayamıyorlar. Diğer meslek hastalıkları kamu sağlığı sorunlarında “Biz kurşunlu suların testi yapılmıyor.” İnsanlar Dilovası’nda oturduğu zaman kanserlerinin devlet suçu olduğunu kanıtlayamıyorlar ama asbest olunca öyle kanser türleri var ki bu kesin bir şey. O yüzden mevzuat açısından da eliniz çok sağlam asbest mevzuatı açısından. Biz tam da bunların çıktığı zaman da kentsel dönüşümün yıkımlarını en yoğun yaşadığımız zaman da afet kanunu denildi esas afetlerden birisi asbest havaya saçıldı. Bugün o örneği veriyorum, Ankara hava gazı fabrikası, Buca Cezaevi, değişik kamu binalarında eğer yıkılıp yeniden yapılmadıysa 2000’lerin sonuna kadar yapılan tüm binalarda asbest var ve bu tam 1970-80 ve 1990’da en fazla asbestli binaların yapıldığı dönem binaları şimdi yıkılıp yeniden yapıyorlar. Kadıköy’de fiyatları şaşırdım ama 3-4 Milyon $’a bir loft aldığınız zaman yanınızda 3 tane bina yıkılıyor, Kadıköy rantı yüksek ve riskli bina ilanıyla binlerce bina yıkıldı. Fikirtepe riskli alan ilan edildi bir gece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetki alanında, İBB’nin de herhangi bir müdahelesi olmadan binayı birkaç gün içinde yıktılar. Fikirtepe’de yıkılan şey aşağıya bütün rüzgarla Kadıköy’ün altına da iniyor. Sınırsız bir halk sağlığı sorunu var. Burada biz Sao Paulo’dan çok ilginç, insanın kendi kabusları ile yüzleşememesi gibi birden bire Sau Paulo gibi içinde çıksın çıkmasın asbest konuşuyoruz ama biz her gün hepimiz esasında yanı başında yıkım olan insanlar olarak bu asbesti soluyoruz, çocuklarımıza solutuyoruz. Tam da bunun mevzuatın çıktığı zaman yapıyoruz. 1 Temmuz 2022’de 1 ay bile olmadı, tüm binalarda asbest belgesi ibrazı zorunlu hale getirildi yıkılacak tüm binalarda. Şu anda bunu her birinin Çalışma Bakanlığı’na bildirilmiş işyeri olması gerekiyor, asbest belgesi getirmesi gerekiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluğu var, bunlarla ilgili kanun olarak güçlü ama gerçekten skandal bir gemi üzerinden değil toplumsal bir baskı unsuru, tabantan toplumsal mücadeleler kabul ettirilmediği zaman hiçbir kanunu enerji ile savunulmuyor. Fransa’da mücadele halk hareketi ile büyük lobilere karşı, devletin korumacılığını aşarak işçilerin ve çevre örgütlerinin mücadelesi ile halk sağlığı, tabiplerin mücadelesi ile yasaklattı ve o süreçte 97 yasaklanan asbest sene 2022 günde 8 kişi asbeste maruziyetten ölüyor, Fransa’da doğal asbest desteği yok. Olay bu kadar ciddi. Bugün akciğer kanseri diye toprağa verdiğimiz mezotelyomanın bazen teşhisi de tam yapılmadığını dinliyoruz. Zar kanseri, yumurtalık kanseri gibi şeylerin ciddi bir kısmının asbestten geleceğini ve 20-40 sene sonra mazuriyetten sonra kanser çıktı ve büyük asbeste bağlı kanser salgını ne yazık ki kentsel dönüşüme bağlı olarak önümüzde 20-30 sene sonra bizi beklediğini biliyoruz.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Buz dağının görünmeyen kısmı aslında 20-30 yıl sonra ortaya çıkacak diyorsunuz.

Aslı Odman:Evet. O yüzden Sau Paulo şanlı bir askeri gemi, kendi şanı ile geldiği için bize bunları konuşturtmalı, asbest ile biz kentsel dönüşümdeki asbesti ve Aliağa’da her sene sökülen her birinde de asbest olan yüzlerce geminin yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı beyanına göre 5 senede 250 ton asbest bertaraf etti diyor usulüne göre çünkü mevzuat çok sağlam. 250 ton çok az bir rakam, kalan asbest nerede? Bunu sormalıyız Aliağa’da. Asbest ile ilgili mesele, bu baskı ile tehlikeli maddelerde 9 çıksa bile mücadele bitmemeli çünkü biraz önce söylediğim gibi özellikle kurşunlu boya meselesi büyük bir sorun ve Türkiye’de yasak değil, pek çok ülkede yasak. Yasak olmasına rağmen gelen gemilerde bunlar olacak. Bunların sökülme sürecinde meslek hastalığı, denizde karışma, tüm bunların hepsi Türkiye’nin tek söktüğü gemi değil, Avrupa’dan 13 milyon ton çelik aldı, metal aldı! Biz en fazla 1 milyon ton sökülmüyordur, bunun üstüne 13 milyon tonu da plastik gibi, Türkiye atık ithalatında 1., tonajı da metal. 13 milyon ton metaller de yine Türkiye’deki hurda metal fabrikalarında ergitiliyorlar. Bu kurşunlu boyadan arındırılmıyor. Ergitildiğinde ölçülmüyor, mevzuat sağlam değil. Onlar havaya gittiği zaman, orada tarım havzalarının içinde emisyonla inmiş şeylerin domatesi, biberi şu anda yiyoruz! Alabiliyorsak yiyoruz. Bu inanılmaz büyük bir adı konulmamış şey. Aliağa o yüzden sadece Sau Paulo Aliağa’lıların sorunu değil, sorun Sau Paulo sorunu değil, diğer Ergene Havzası’nda veya seralar bölgesindeki tesisler gibi hiçbirimizin yanından geçilmeyecek çok ciddi bir gıda güvenliği sorunu aynı zamanda. Tabi ki hava kirliliği temiz hava hakkı sorunu.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Gemi nedeniyle gündeme geldi bu dev felaketin yanında bir sinek gibidir. Aslında milyonlarca ton ithal edilen atık düzenli bir şekilde bertaraf edilmiyor, dönüştürülmüyor, ergitilmiyor, burada son derece büyük bir sorun var diyorsunuz. Bu çok önemli, Türkiye ithalatta birinci durumda ve hesapsız, kitapsız işler yapılıyor, buradan ortaya çıkacak tehlikeler neler?

Aslı Odman:Sau Paulo o kadar büyük bir insan eliyle kapitalizm eliyle yapılmış bir süreç içinde yaşıyoruz. Bizim için bunlar üstü kapatılıyor ama algılanabilir olmuyor! Çok büyük travmaları geri atarız, bizim içtiğimiz suyun içinde neyin olduğunu bilmiyoruz, yediğimizi bilmiyoruz. Gemi gelince kötücül bir anlayış kavranır hale geldi. İnsan psikolojisinin parçası. Sao Paulo’yu çok daha büyük sorunları okumak gerekiyor! Türkiye’de kentsel dönüşüm üzerinden, deprem de bekliyoruz! Mesele müteahhitlerin değil, deprem yine insan eliyle yapılmış felaket olacak. Depremden sonra Bayraklı’da İzmir Büyükşehir Belediyesi gemiyi getirmem diyor ama asbest duyarlılığından getirmem diyorsa o zaman Bayraklı, Karşıyaka’da binalar yıkıldıktan sonra binlerce bina da hızlı bir şekilde yıkıldı, asbestli söküm belgelerini talep etmemize rağmen gösterilmedi, bu konuda mücadele eden arkadaşlarımız var, duyarlılığını asbest duyarlılığını kentsel dönüşüme yönlendirebilir Sau Paulo uyanmış duyarlılığı.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Burada belediyelere de önemli bir eleştiriniz var. Bir gemi konuşuluyor ama binlerce bina yıkıldı ve usulsüz sağlığa aykırı bir şekilde yıkıldı, asbest saçıldı diyorsunuz.

Aslı Odman:Aliağa Gemi Söküm bölgesi, bu kentin ortası. Bayraklı, Karşıyaka deprem sonrası görüntüleri düşünün, çığlığı duyulmadı arkadaşlarımızın. Bu binaları böyle yıkamazsınız dediler. Bir avuç kamucu asbest ile ilgili uzmanlık olan insan var ve kendi ailesinden mezotelyomadan kaybeden bir avuç duyarlı insan var, bunlar dediler ki: “Böyle yapamazsınız.” Hiçbir şekilde bu duyarlılığı yapmadı. İnsanların yanı başında yıkılan her binada bir lifinin bile sizi 20 sene sonra ölüme getirebileceği bir hastalık ile maruz kaldığını düşüncesi çok algılanabilir bir şey değil ama Sau Paulo sanki o geminin içinde bütün kötülük Türkiye’de bir sürü farklı aktörün dahil olduğu kötülükler bilmiş gibi yapılıyor, yapılsın da biz de bunun üzerinden konuşalım. Türkiye’de literatür kentsel dönüşüm yıkım üzerinden İstanbul depremini bekliyoruz bunu göreceğiz. Bu mücadele alanı kurulması lazım. Ekolojik mücadelesinin en önemli hatlarından biri. Metaller ve Türkiye’nin atık politikası meselesinin altını çizmek istiyorum.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Kentsel dönüşümde bu bina yıkımı konusu nasıl olmalı? Biz görüyoruz, bizim halkımız da biliyorsunuz çok meraklıdır oturup izler. Bir bina yıkılır oturup insanlar merakla izler, işi gücü bırakır. Orada korkunç bir zehir saçılıyor, bu nasıl olmalı? Bir binanın yıkımını özetlerseniz.

Aslı Odman:Devletimiz yapmış diyebiliriz. 1 Temmuz’daki bina yıkım yönetmeliği yürürlülüğe girdi. Bizim özellikle asbest mevzuatımızda eksiklik yok, aynı işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı gibi. Birimizin gönlünden toplumcu, ekolojik bir dönüşüm yaşansa Türkiye’de devrim gelse bu mevzuatlarla birkaç sene idare ederiz, bu kadar iyi. Sorun mevzuat değil, yıkım mevzuata baktığımızda ama fiiliyatta bu inşaat ekonomisinin hızlı müteahhitlerle belediyelerin ilişkileri, aynı zamanda kentsel dönüşüme gelen potansiyel seçmenlerin de bir an önce o rant mülk sahibi olanlara dağıtıldı. Süreç içinde bunların uygulanması mümkün değil. Bizim belediyelerin politika ayaklarında yoklar. Basın açıklamasında değişik çıkışlarla olacak mesele değil, bu alan belediyelerde kurulmadı aynı zamanda odalar olarak bir soruna bölünmüş haldeyiz, yetkin bir şekilde kampanya örmek, gerekli davaları açmak konusundan uzağız. Burada bir tane işçi çok acıklı ve çok kahramanca bir hikaye. İlk meslek hastalığı maruziyeti bizzat kentsel dönüşüm mazuriyeti kanıtlanmadı, Türkiye’de 150 yıllık bir tersane enstitüsü var, neredeyse 80 yıldır asbest kullanıyordur tek başına Zafer Genç isimli bir işçi ve ailesini zikretmek istiyorum. Camialtı tersanesinden bir işçi 2009’da vefat ediyor, 99’da emekli oluyor, ailesi bugüne kadar mücadelesini getirdi, 2022’de önümüze emsal dava koydular. Asbeste maruziyetten dolayı meslek hastalıklarını sağladılar. Kentsel dönüşümde bunu dava mücadele etrafında örebileceğimiz davalar olabilir, bunu bütün uzmanlık alanlarının ve mahallelerin burada yaşayan insanların yerel mücadelesini kentsel dönüşüm mücadelesinin parçası olarak örmekten çok uzaktayız, bunlara çok iş düşüyor yoksa nasıl olması gerektiğini biz mevzuatı alıp yapsak olur. Yapmak için içini toplumsal mücadelenin gücü ile doldurmamız gerek. Politikayı doğru ve kalıcı yerlerde yapmak çok önemli.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Mevzuat yeterli ama fiiliyatta mevzuat kalmıyor diyorsunuz. Mesela şu an görüntülerini de izliyoruz, Bayraklı’da bina yıkımları var ve sorulmuş, yıkım sırasında sulama yeterli mi? Bu pratik örnekten hareketle ne dersiniz?

Aslı Odman:Bu işlere çalışmaya başladığımız 2007’den beri hiçbir şey yapılmadığını gördüğüm için söylüyorum, bizim gördüğümüz tüm asbest sökümlerde dışarıya bir tane lifin bile sızmayacağı bir perdeleme yapılması, kapatılması yapılması gerekiyor. Uzay kıyafetli insanlar görmeniz gerekiyor, o kıyafetler tek kullanımlık, düzgün söküm öyle yapılabilir. Etrafı sınırlandırmak gerek, sulamakla olacak iş değil. Asbest çıktığı belgelenen bir yerde ne kadar çıkarsa çıksın o mahallenin bir binaysa da izole edilerek yapılması gerekiyor. Bu gördüğünüz vahşet!

Ömer Faruk Gergerloğlu: Çok büyük bir sıkıntının altını çiziyor Aslı hocamız. Konu büyük vehameti ile devam ediyor. Sadece bir geminin sökülmesi değil aslında her gün onlarca gemi sökümü kadar büyük zararlar oluşuyor, bilinçsizlikten, basiretsizlikten Aslı hocam bunların altını çiziyor ve masum kişiler hiç haberleri olmadığı halde bu büyük cehaletlerden büyük kahretlerden dolayı kanser olabiliyorlar! Bu çok büyük bir sorun, biz de bir hekim olarak karşımıza hasta gelir, “Falanca maddeye maruz kalmışsın ki bu hastalık ortaya çıkmış.” Deriz. “Ben öyle bir yerde oturmuyorum, öyle bir madde ile alakam yok.” Der hasta veya yakınları fakat biliriz ki mutlaka o maddeye maruziyet sonucu olmuş bu kanser ve bu vakalar anlaşılan daha da artacak değil mi Aslı hocam?

Aslı Odman:Ciddi bir asbeste bağlı kanserler epidemisi, salgını yaşamama ihtimalimiz ne yazık ki mümkün görmüyoruz. Mücadele şimdi kurulsa biz ancak bir sonraki nesli kurtarabiliriz, bir önceki nesilde soluğumuzu soluduk. Aliağa ilçesi solumaya, Sau Paulo’nun gelip gelmemesinden bağımsız olarak. Asbest bombası olarak beyan veriliyorsa veya gazete bunları basın öne çıkarmamalı! Bu gerçekten eğer konuşulacaksa bomba gibi bir şey değil, bu yavaş ölüm! Her yerde olan bir şey! Bu sorunun büyüklüğünden ve yaygınlığından dikkatleri çekecek bu tarz söylemler yerine biz kentsel dönüşümde asbesti yeni çıkan yıkım yönetmeliğini, Aliağa’nın üzerindeki kompoze çevre yükünü, asbestli asbestsiz orada kurşunlu boyayı konuşmamız gerekiyor!

Ömer Faruk Gergerloğlu:Ben de bir hekim olarak altını çizeyim. Aslı hocamın anlaşılması için mezotelyoma hastalığının nedeni asbest denilen beyaz toprakta bulunan maddeden kaynaklı bir hastalıktır mezotelyoma ve Türkiye’de bu konuda rahmetli hocalarımız, göğüs hastalıkları uzmanlarımız Türkiye’de saha çalışması yapmıştır, İzzet hoca da onlardan birisidir Hacettepe’den ve birçok bölgede asbest maddesi köylerde mevcudiyeti tespit edilmiş, o köyler boşaltılmıştır hatta neden? Çünkü köyde beyaz toprak derler, evinin badanasını yapıyor, beyaz toprakla badana derler sıradan iş yaptığını düşünüyor, aradan 40-50 yıl sonra beyaz toprağa mazuriyeti nedeniyle mezotelyoma çıkıyor vatandaşta. Bunlar yıllar içinde anlaşıldığı için sonunda o bölgeler boşaltıldı vb. 40-50-60 yıllarda ortaya çıkan gerçekler ile ilgili yine önemli büyük sorunlar var. Şu anda bu bina yıkımları yapılıyor ama belki bir 50-60 yıl sonra İzmir Bayraklı’daki bina yıkımları veya falanca yerdeki kentsel dönüşümlerden sonra ortaya çıkacak hastalıklar belki bu kadar uzun yıllar sonra ortaya çıkacak. O yüzden biz diyoruz ki; buzdağının altındaki büyük tehlike! Bunun altını çizmeye çalışıyoruz. O yüzden bilim insanları çırpınıyorlar ve dertlerini yeterince anlatamadıklarını kamuoyu duyarlı olmadığının altını çizmeye çalışıyorlar. Konu son derece önemli, bu vesile ile biz asbeste karşı mücadele eden tüm değerli aktivistlere tekrar teşekkür ediyoruz. Bu konuda bir dernek çalışması yapan Çiğdem hanıma da çok teşekkür ediyoruz, bizi değerli akademisyen hocamız Aslı Odman ile buluşturdu, sivil toplum bu konuda gayret etmeli, işçi sağlığı ve iş güvenliği gönüllüleri aktivistleri bu konuda gayret sarf etmeli, hekimler bu konuda gayret sarf etmeli, hekim dernekleri bu konuda gayret sarf etmeli ve bu büyük tehlikeyi koruyucu hekimlik açısından ve diğer koruyucu çalışmalar açısından bertaraf etmeliyiz. Çok teşekkür ederim Aslı hocam.

Aslı Odman:Çok güzel iki konuyu bir araya getiren şey çevre, halk, işçi sağlığı birbirinden ayrılmıyor. Hiçbir insanın hakkı bunlar olmadan gerçekleşemiyor. İki konunun bu şekilde birbirinin içine gelmesi ve görünür şiddetin arkasındaki ortak nedenleri konuşmak çok üzücü şekilde mutlu etti. Çok teşekkür ederim ilginiz için.

Ömer Faruk Gergerloğlu:Katılımınız için çok teşekkür ederim. Çalışmalarınızın son derece değerli olduğunu çok iyi biliyoruz. Size iyi çalışmalar diliyoruz. Değerli izleyenler bugün de koruyucu hekimlik, eksikliklerini önemli bir şekilde konuşmuş olduk. Sağlıkta şiddeti konuştuk, halk sağlığı, çevre sağlığını konuştuk, bütün bu tehlikelerin altını çizmeye ve bunları gidermeye çalıştık. Hepsi insan hakları alanının çok önemli konuları, sağlık hakkı, çevre hakkı, halk sağlığı alanındaki doğru bir hizmet alma hakkı, hepsi son derece önemli insan hakları konuları, bu konuda Dr. Mehmet Antmen ve akademisyen hocamız Aslı Odman hocamız konuğumuz oldu, kendilerine çok teşekkür ediyoruz ve umarım ki bu programımız ile sorunlar hakkındaki aydınlatma konusunda bir çaba sarf etmiş ve sizlere aydınlatmış olmuşuzdur. Hepinize haftaya Salı buluşana kadar hayırlı günler diliyorum hoşça kalın.

Yorumlar