19 Ocak 2024

ÖFG TV’den herkese merhaba Her hafta Salı günü saat 21.00’da haftanın insan hakları konuları ve konukları sizlere sunduğumuz ÖFG TV programımıza bu hafta da başlıyoruz.

Programımızın ilk bölümünde çok değerli bir misafirimiz olacak TTB Merkez Konseyi Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hocamız, kendisi insan hakları alanında yaptığı çalışmalar ile tanınıyor, adli tıp uzmanı ve son derece bilimsel bir şekilde hakkı, hakikati cesurca savunmaktan başka bir şey hayatı boyunca yapmayan bir bilim insanı. Kendisinin görüşleri dolayısıyla tıbbi yaklaşımları dolayısıyla tıbbi görüşleri dolayısıyla yargılandı, bir süreç oldu, gözaltına alındı, cezaevine atıldı ve TTB Merkez Konseyi’ne karşı davalar açıldı ve en sonunda TTB Merkez Konseyi görevden alındı. Biz bu süreci ayrıntılı bir şekilde hocamız ile konuşacağız ve sesini kamuoyuna duyuracağız. Sosyal medyamızdan kamuoyuna kısılmak istenen sesini duyuracağız. TTB’nin yanındayız, bir hekimim, bir insan hakları savunucusuyum ve insan hayatını korumak, insan haklarını korumak bizim en önemli görevimiz, biz bunu öğrendik bunu yapıyoruz, hocam da bunu yapıyor yıllardır ve bu yolda görüşlerini, analizlerini, tanılarını belirtiyor yıllardır ve çok değerli çalışmalara imza attı. Mazlumun kimliğine bakmadı, zalimin kimliğine bakmadı, zulüm neredeyse ona karşı çıktı, insan hakları neredeyse onun yanında durdu, bizim tanıdığımız Şebnem Korur Fincancı. Dava sonuçlandı, TTB Merkez Konseyi üyeleri görevden alındı ve gelişmeler var. Süreçte neler yaşandı? Son aşama nedir?

Şebnem Korur Fincancı: Bir mahkeme kararı çıktı ama İstinaf yolu açık olmak üzere diye karar çıktığı için temyiz süreci var. En başında Almanya’da bir insan hakları toplantısı, cezaevlerinde hasta mahpusları ile ilgili bir toplantı için bulunduğumda bir yayın organından bana daha önce meslektaşlarım ile izlemiş olduğum bir video ile ilgili sorular yöneltmişlerdi. Ben de o sorulara ilişkin olarak tıbbi değerlendirmemi, bilimsel görüşümü paylaşmıştım. Hemen ardından başlayan bir cadı avı oldu ve önce gözaltı, sonra tutuklama, sonrasında 2 yıl 8 ay 15 günlük bir ceza biçilip tahliyeme karar verildi. O dosya da henüz İstinaf’ta. Tutuklanmama neden olan iddianameyi hazırlayan Savcı Bey aynı zamanda bir de davaname hazırlayarak hem benim hem de Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınmasını talep etmişti. Bu da aslında çok ilginç bir durum; yargının nasıl bir tutum aldığını göstermesi açısından zamanlaması çok manidar bir iddianame ve davanameydi. Türkiye’ye döndükten sonra ben ifade vermek için hazır olduğumu, avukatlarımız aracılığı ile bildirdik. Ben İstanbul’dayım, Ankara’da savcı bey. Haber vereceğini söyleyip bir ev baskını ile beni gözaltına aldırmakta bir çekincesi olmadı. Bu karar verdiğinde, 26 Ekim’de iddianameyi ve davanameyi beni dinlemeden hazırlamıştı ve UYAP’a yüklemişti. 14:26, 26 Ekim’de UYAP’a yüklenme zamanı, 26 Ekim 14:26’ da ben henüz Bolu Dağı’nı aşmış, yolu yarılamamıştım. Beni dinlemeden tutuklanmama hükmetmiş olması, benim ve Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınmamız için davanameyi hazırlayıp asliye hukuk mahkemesine iletmiş olması bence çarpıcı bir durum. Daha önceden zaten kararını vermiş. Aslında tüm bu süreç mahkemeler de dahil olmak üzere bir yargılama süreci olarak değil siyasi bir süreç olarak okunması gerekenlerden çünkü siz de biliyorsunuz Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’ne aday olma süreci ile beraber Eylül 2020’de önce iktidarın küçük büyük ortağı MHP Başkanı, ardından da Cumhurbaşkanı hakkımda çeşitli hakaretler ve suçlayıcı ifadeler kullanmaya başlamıştı. Sonrasında da hiç hız kesmediler çünkü biz de seçimden sonra da pandemi dönemindeydik ve pandemiye ilişkin hakikati ortaya koymaya, toplumu aydınlatmaya hep çaba gösterdik çünkü turkuaz tablolar hakikati yansıtmıyordu, sonrasında paylaşıldığını gördüğümüz veriler de dahil olmak üzere çok ciddi sıkıntılar vardı. Aşılama konusunda ciddi sorunlar vardı, Sağlık Bakanı kalktı bir aşıyı öven, bir aşıyı yeren bir yaklaşım sergiledi. Toplumda soru işaretleri oluştu sonra o aşıyı getirdiler Türkiye’ye ve ister istemez toplumda da bize sorular yöneltildi, “Biz hangi aşıyı olmalıyız?” diye elimizden geldiğinde tüm bilim insanları ile meslektaşlarımız ile Türk Tabipleri Birliği’nin mutfağında olgunlaştırdığımız bilgileri kamuoyu ile düzenli olarak paylaştık, bundan hiç hoşlanmadılar. Onlar 100 binde takılı kalmışken ne yazık ki 300 bine varan yurttaşımızı Covid-19 nedeniyle yitirdiğimiz bilgisini paylaştığımızda bir süre sonra Sağlık Bakanı çıkıp “2-3 katı olmuş olabilir” demek zorunda kaldı ve bunların her biri aslında sağlığın piyasaya açılmasına karşı mücadelemiz, hekim hakları için özellikle emek bizim söz bizim süreci ve sorunları yüksek sesle dile getirmemiz, şiddete karşı mücadelemiz her biri onlar için rahatsız ediciydi. Her ne kadar ardından “Emek bizim söz bizim” beyaz eylemlerimiz süreci sonrası beyaz reform dillendirmek zorunda kalsa da bunun da aslında onların meşrebince bir formül ötesini geçmediğini. Biraz olsun meslektaşlarımızın nefes alabileceği bir ekonomik iyileştirme sağlayabildiklerini gördük ama birkaç dakikalık muayene süreleri ile birkaç dakika içinde çare bulamayanların memnuniyetsizliği ile ve uzun çalışma saatleri ile tükenme noktasına geldi meslektaşlarımız. Biz hiç bunları söylemekten geri durmadık.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Son komisyon toplantısında da Sayın Sağlık Bakanı’na Covid hasta ölümlerini sorduk, tatminkar bir cevap alamadık. Bariz bir şekilde gizlendiğini biz de biliyoruz. Veyahut da bir Covid hastası mahpusun Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde yattığı ile ilgili bir bilgi paylaştığım için hakkımda ki bu hasta daha sonra Covidden vefat etti, bununla ilgili hakkımda 2 fezleke düzenlendi. Bir milletvekili hastanede yatan bir Covid hastasını kamuoyuna beyan ettiği için hakkımda 2 fezleke düzenlendi. TTB’nin gerçek bilgilerinin halini düşünün!

Şebnem Korur Fincancı: Bu tür saldırılar, baskılama girişimleri, açılan davaların her biri aslında meslektaşlarımızın da alanda yaptıkları işleri kamuoyu ile paylaşabilmesinin önünde engel oluşturuyor. Bu paylaşımları yaptıklarında kendilerinin de saldırıya uğrayacakları kaygısı taşıyorlar. Örneğin Covid 19 ölümlerinde çok ciddi bir sıkıntı var çünkü ne yazık ki hastalar hastaneye yattıklarında belki testleri pozitif olabiliyor, bazen olmadığı da oluyor. Testlerin duyarlılığı ile ilgili ya da hastalığın evresi ile ilgili test sonucunun pozitif olup olmaması ancak ardından uzun soluklu bir süreç, yoğun bakımda ve çoğunlukla çoklu organ yetmezliği ile karşılaşıyor bu insanlarımız. Bu süreçte de bir üst olmadığı için testler de negatif oluyor o nedenle ölüm nedeni açıklanırken ya zatürre olarak ölüm belgesine kaydediliyor ya da bu süreçte eklenen birtakım hastalıklar ölüm belgesine işleniyor. Covid 19 ile ilişkisi koparılmış oluyor o ölümlerin ve kayıtlara böyle giriyor. Meslektaşlarımızın cesaret ile bunu ölüm belgesine yazmasının önünde bir engel aslında bize yönelik saldırılar. Saldırmakta gecikmediler ve benim insan hakları ihlalleri alanındaki çalışmalarımı fırsat bilip onu düşmanlaştırma çabaları için de suçlulaştırarak bu yargılama sürecini başlattılar ama TTB merkez konseyi kararı yok ortada, zaten öyle bir karar alabilme olanağımız da yok çünkü ben Almanya’dayken gelen ve yurt dışından yayın yapan bir yayın kuruluşu bana mikrofon uzatıyor. Dolayısıyla ben merkez konseyine sorayım görüş bildirebilme olanağım olmadığı gibi aklıma gelen bir durum değil, bu benim işim mesleğim. Ben bu ameliyatı yapayım mı diye soracak sevgili beyin cerrahi başkanımız. Ya da ben bu hastayı uyutayım mı diye soracak anestezi uzmanı arkadaşımız? Bu da en doğal şekli ile benim işim. Hepsine atfedilen bir suçlama ile karşı karşıya kaldılar çünkü amaç bizden kurtulmaktı, bizim topluma derdimizi anlatabildiğimizi gösteriyor bu toplum ile bağımızın güçlü olduğunu gösteriyor. Aslında bu saldırı ve bu noktaya gelmiş olması bir yandan da topluma temas edebildiğimiz ve bu temasın iktidarı ürküttüğünü gösteren bir yanda taşıyor. Öyle tanımlayabilirim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Mahkeme süreci nasıl seyretti? Argümanlarınıza karşı mahkeme hakimi söyledikleri, karar, hukuki süreç hakkındaki yargılarınız neler?

Şebnem Korur Fincancı: 7 duruşma oldu, 7. Duruşmada kararı verdi. İlk duruşma ben tutukluyken henüz benim tahliye olduğum duruşmadan 1 gün önce yapılmıştı. Aslında usulden yana bozulması için çok fazla gerekçe vardı ancak hakim bu usul itirazlarını hiç kabul etmedi, 6 duruşma boyunca 6. Duruşmaya geldiğimizde dedi ki: “Tamam ben mazbatayı istiyorum.” Usulü eksikleri ancak 6. Duruşmada tamamlama yoluna gitti ama 7. Duruşmaya geldiğimizde o usulü eksiklikler ile ilgili olarak hiçbir şey yapmadığını ve hiç bizim diğer Merkez Konseyi üyelerini dinlemeden bu kararı vereceğini açık etti, kararını da açıkladı ama gerekçeli karar henüz elimizde yok. Neden onlara benim mesleki çalışmamı bir suç olarak atfettiğini ancak gerekçeli karar ile göreceğiz. İddianame ve davanamede ki yazılar da çok ilginçti. Bir paragraf benim bu yayın organına çıkmam ve oradaki beyanım var, onun arkasından yayın organının yayın politikası var ama bu da sanki o politikaya ben karar veriyormuşum gibi ifade edilmiş, sonra da bir örgütün politikası, yaptıkları onunla ilgili emniyet dosyası var. Bunlar ben de nasıl bir ilişki kuracak noktada anlamak mümkün değil! Ben yayın politikasına karışamam bu yayın organının, ben adres sormam, kim soru yöneltirse, kim mikrofon uzatırsa yanıt veririm. Geçtiğimiz haftalarda Gazze eylemi yapıyorduk Ankara’da basın açıklaması yaptık, benim evimden cephanelik çıktığı yalanını söyleyen Beyaz TV’de mikrofon uzattı bana ben onlar ile de konuştum. Geçen gün Sağlık Bakanı’nın TTB’nin yurt dışına giden hekim verisi hakikati yansıtmıyor, haberi sonrası Yeni Akit’ten aradılar, dedim ki: “Söylediklerimi olduğu gibi yazacaksanız tabii ki ben size görüş bildiririm.” Onlara da söyledim ancak bu kavram kargaşası tabii ki Türkiye’de çok yaygın çünkü herkes kutuplaşmış kamplara ayrılmış durumda ve zannediyorlar ki insan hakları savunucuları da belli bir kampın insanı. Oysa biz ne Türkiye’de ne de dünyada herhangi bir kampın insanı olamayız. İnsan hakları ihlallerinde en önemli fail ağırlıkla devletlerdir dolayısıyla devlet ile ister istemez sıkıntımız olur, hep yargılanırız, yargı önüne çıkarız zaman zaman cezalar vermeye kalkarlar ama eninde sonunda  yüksek yargıda bozulurdu ama artık bunun garantisi yok çünkü yargı araçsallaştırılmış durumda ne zaman kimi cezalandırmak istiyorlarsa ona uygun bir karar çıkıyor ne yazık ki.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Süreç ne olacak? İstinaf’ta, size yönelik bir baskı var mı? Başka hukuksuzluk var mı?

Şebnem Korur Fincancı:İstinaf’a gitti, biz aslında her zaman görevimizin başındayız. Burada değişen bir şey yok, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nde isimlerin olması önemli değil, kimin isminin olduğu da önemli değil hepimiz hekimiz öncelikle ve biz konseyde olmak zorunda değiliz TTB’de çalışmak için. Ben yıllardır pek çok kolda emek veren bir insanım. Başta insan hakları kolumuz olmak üzere. Tabii ki alanım itibariyle dolayısıyla bunları engelleyebilme olanakları zaten yok. Zaten TTB’de çalışmalara devam edeceğiz. TTB bir meslek örgütü olarak çalışmalarına devam edecek. Örneğin ben Ankara’ya geçeceğim, bir bavuldaki eşyaları değiştirmek için döndüm, Ankara’ya döneceğim, Ankara’da sağ olsun emek, demokrasi güçler, meslek örgütleri, sendikalar ziyaretlerimize geliyorlar. Onlar ile buluşacağız. 7’sinde Urfa’ya gideceğim Baro ile özellikle cezaevindeki hasta mahpusları konuşacağız. O arada zamanımız olacak, hastanelerde meslektaşlarımızı ziyaret edip sorunlarını dinlemek gibi bir çabamız da var. Şanlıurfa Tabip Odamız ile beraber. Dolayısıyla biz çalışmalarımıza devam ediyoruz. Kamu güvenlik şubeden aramışlar duruşma sonrası emniyetten, temyize kadar oradasın ne zaman gibi bilgi almaya çalışmışlar. TTB binasına girmemizi mi engelleyecekler? Diyelim ki karar kesinleşti, yeni 5 meslektaşımız belirlenen isimleri zikredilen meslektaşlarımız başladı. Bizi TTB binasına sokmayacaklar mı? Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Bunlardan biri Malatya Tabip Odası Başkanı. Malatya Tabip Odası depremde yıkıldı, biz Malatya Tabip Odası’nın çalışabileceği bir ortam hazırlamak için canhıraş uğraştık, oraya konteynerler gönderdik, o konteynerlerin bağlantılarının yapılması gibi. Dolayısıyla biz yıkılan Maraş Tabip Odası’na yeni bir yer alınması dahil, Hatay’da bir sağlık köyü kurabilmek için arazi tahsisi dahil, Adıyaman’da oda yıkıldığı için yapılması dahil her yerde birlikte çalışıyoruz. Böyle bir Tarz olabilir mi? Tabi olabilmek mümkün değil. Ülkede her şey mümkün.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Önemli ve çok tartışılan bir konuyu size soracağım. Sağlık Bakanı Sn. Fahrettin Koca son Meclis’teki Sağlık Bakanlığı Bütçe Görüşmesi’nde TTB’nin yurt dışına gitmek isteyen hekim sayısının doğru olmadığı yönünde bir açıklama yaptı, kendisi birtakım sayılar verdi. Buna karşı TTB’nin açıklamaları oldu. Konu tartışılıyor. Biz hekimlerin yoğun bir şekilde yurt dışına gitmek istediğini, mutsuz olduğunu biliyoruz ama farklı iddialar var. Size de cevap hakkı doğmuş durumda.

Şebnem Korur Fincancı: Sağlık Bakanlığı’ndan bize bütçe görüşmesi sonrası bir talepte geldi. Bize bir tablo göndermişler. Bir talep yazısı geldi bize. O tabloda bizden iyi hal belgesi alan meslektaşlarımızın kimlik numaraları ve isimleri de isteniyor ki biliyorsunuz kişisel verilerin korunması kanuna göre böyle bir paylaşım yapabilmemiz mümkün değil! Biz ancak uzmanlık alanlarını ve il tabip odalarına başvuruyorlar önce iyi hal belgesi için, hangi ilden başvuru yapıldığını bildirdik kendilerine ve dedik ki siz de sizin elinizdeki verileri bizimle paylaşın çünkü Sağlık Bakanlığı’na da başvuruyor görünen o ki. Özellikle birçok ülkede Tabip Birlikleri bu çalışmalarda yetki belgesi imzalıyor, dolayısıyla onlar iyi hal belgesini yine ulusal tabip birliklerinden talep ediyor ve bize başvuru olduğu için de meslektaşlarımız bizden alıyorlar iyi al belgesini ancak bazı ülkelerde tabip birlikleri zaten neredeyse yok birçoğunda dünya tabipler birliği’nin üyesi tabip birliği yok o ülkede. Ayrıca sağlık otoritesi siyasi otorite doğrudan bu yetki belgelerini onaylıyor, akreditasyon süreçleri öyle yürüyor. Onlar Sağlık Bakanlığı’ndan istiyor olabilir, onlar zaten bizden de iyi hal belgesi çoğunlukla almayabiliyorlar. Bütün bunları dikkate aldığımızda arada fark var. Ancak biz hiçbir zaman zaten yurt dışına giden hekimler diye bir paylaşım yapmıyoruz. İyi hal belgesi başvuru sayılarını paylaşıyoruz çünkü bu iyi hal belgesi ile yurt dışına gidecek mi hemen mi gidecek yoksa bir hazırlık için de mi bunu bilme olanağımız yok elbette meslektaşlarımızın ama şu var ki; iyi hal belgesi ancak yurt dışı gidişler için kullanılan bir belge. Dolayısıyla bir niyet olduğu muhakkak, yurt dışına gitmeye hazırlandıkları muhakkak bu meslektaşlarımızın. Burada kabul alırlar mı, orada kendilerine bir hayat kurabilecekler mi orasını bilme olanağımız yok ama artışın çok belirgin olduğunu siz de biliyorsunuz. Verilere göre bu yıl sonunda 3 bini bulacağız, 3 bine çıkan bir sayı ile karşı karşıyayız. Bu ülkede bir işaret yaptı Sağlık Bakanı utanç vericiydi, özel hastane sahibi olunca öyle oluyor herhalde, 40 yıl düşünsem aklıma gelse hekimlerin öyle bir nedeninin olması ki ne olduğunu biliyoruz, şiddet ile burun buruna yaşıyorlar, uzun çalışma saatleri ile boğuşuyorlar, birkaç dakikalık muayeneler ile memnuniyetsizlik yaşıyorlar. Hastaya yeterince zaman ayıramadıkları için ve bir tükenme yaşıyorlar ama en önemli nedenlerden birisinin ne olduğunu gösteren bir verimiz var bizim. Biz 14 Mayıs seçimleri öncesi 14 günlük veriyi paylaştık sonra da 14 Mayıs’tan sonraki veriyi paylaştık, bir anda 2 katına çıktı başvuru sayısı. 14 Mayıs’a kadar düşmüştü oysa başvurular çünkü herkes demokratik bir değişim umudu içindeydi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Aniden bir yükseliş oldu.

Şebnem Korur Fincancı: 14 Mayıs seçimleri ile birlikte umudu yitirdiler ve gitmeye niyetlendiler. Demek ki temel nedenlerden birisi demokrasidir, özgürlüklerdir, adalettir, barıştır. Bu umudun ortadan kalkmasıdır. Toplumun iyilik halini de temelden bozan etkenler bunlar. Ben insan hakları mücadelesi için de bir adli tıp uzmanı olarak bunu söyleyebilirim çünkü umut ışığı iyileşmeye de yardım ediyor biliyoruz. O nedenle umudun en kısa zamanda kazandırabileceği koşulları hep birlikte oluşturmak gerekiyor. Türkiye’nin düşünen, tartışan insanları yurttaşları olarak.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bu son 11 aydaki iyi hal belgesi alan hekim sayılarını biz de basın toplantılarımızda sık sık gündem ediyoruz, zaten sahada da hekim arkadaşlarımızı hastanelerde ziyaret ettiğimizde olumsuz çalışma koşullarını görüyoruz, acilleri ziyaret ediyoruz. Arkadaşlarımızın yalnız başına birçok hasta ile baş başa kaldığını ve oldukça zorlandıklarını bizzat gözlemliyoruz. Yardımcı olmaya çalışıyoruz çünkü bir özelleştirme olayı var. Özellikle Kocaeli’de Şehir Hastanesi’nin yayılması ile devlet hastanesindeki doktorların şehir hastanesine çekilmesi, devlet hastanelerinin büyük bir yetersizlik yaşaması, kalan doktorların yüzlerce hasta ile baş başa kalması, vatandaşın sıra bulamaması gibi büyük sıkıntılar yaşanıyor. Para ve kar odaklı sağlık anlayışına geçildiğini gözlemliyoruz ve apaçık bir şekilde bu devlet hastanelerinin yetersiz hale getirilmesinin faturasını hekim arkadaşlarımız çekiyor. Aslında sağlık sistemi bunu yapıyor ve hasta ile baş başa kalan ve o zor koşullarda bunun faturasını ödemek zorunda kalan hekim arkadaşlarımızı görüyoruz. Bir taraftan özele doğru yönlendirme, bir taraftan şehir hastanelerinin rant mantığına talip olmayı görüyoruz iktidarda. Bir taraftan hekim arkadaşlarımız büyük bir mağduriyet yaşıyor, riskli vakalar ve kapasite üstü hasta talebi, sıra talebi ile karşı karşıya. Hastanın stresinin kendilerine yansıması ve beyaz kod oluşturan vakalar,  sağlıkta şiddet vakalarının artması diğer taraftan hekim arkadaşlarımızın oldukça yoğun, zor ve sağlıksız ortamlarda çalışmalarını bizzat yakinen gözlemliyoruz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Siz sorunları dile getirdiniz. Çok yakıcı sorunlar hekimler için. Tüm sağlık emekçileri için çok yakıcı sorunlar çünkü bu çalışma koşulları kabul edilebilir değil. Yeşil alan diye bir garip durum yarattılar acillerde. Aslında poliklinik hizmetlerini yeteri düzeyde sunamadıkları ve garip kışkırtılmış sağlık talebi ile karşı karşıya olduğumuz için polikliniğe erişemeyen randevu alamayanlar yeşil alana yığılıyor ve yeşil alanda acilde nöbet tutan arkadaşlarımız bir yandan sarı ve kırmızı alanda acil hemen müdahale edilmesi gerekenler ile uğraşırken bir yandan da yeşil alanda bakılmadığı için öfkelenen insanların öfkesine maruz kalıyorlar ve tabii ki bunu olağan bir hak olarak görüyor toplum. Yeşil alan sanki poliklinikmiş gibi algılıyor, kendi hakkıymış gibi algılıyor. Sağlık okur yazarlığının da arttırılmaya ihtiyacı var elbette ve hastanelere sağlık kurumlarına beline silah takan girebiliyor, böyle bir tablo var önümüzde. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılmıştı, bir grafi çekilmiş, grafi çekilirken görüyoruz ki tabancası belinde kişinin ve bu toplumda olağan kabul ediliyor güvenlikmiş, kendini koruyacakmış. Peki bizim hekim arkadaşımızı kim koruyacak? Radyoloji teknikeri arkadaşımızı kim koruyacak? Orada en ufak bir çekişmede, gerilimde artık şiddetten medet uman toplum kolayca o tabancayı ateşleyebilir ve bunun örneklerini de gördük meslektaşımızı geçtiğimiz yıl tabanca ile öldürüldüğünü, birkaç meslektaşımızın bıçak ile ölüme gittiğini gördük. Dolayısıyla bu sağlık ortamlarının güvenli hale getirilemediği koşullarda bu kadar yoğun iş yükü ile uzun saatlere yayılmış çalışma koşulları ile aslında hekimler artık Türkiye’de çalışmak bir yana Türkiye’den gidemese bile hekimlik yapmak istemiyor. Erken yaşta emekli olan pek çok meslektaşımız var. En azından özel kurumlarda bu çatışma, şiddet çok ciddi boyuta ulaşmadığı için özel hekimlik yapmaya karar verebiliyorlar. SES Balıkesir Şubesi’nin paylaşımıydı bu ve korkunç bir tablo bir yandan. Bunlar ile karşı karşıya kalıyoruz ne yazık ki. Hekimler bu durum ile ilgili olarak tepkilerini alandan çekilerek gösteriyorlar. Bu nedenle genç meslektaşlarımız artık uzmanlık eğitimi için açılan kadrolara başvuru yapmıyor. Yan dal uzmanlıkları boş kalıyor. Dediler ki: “Biz emekli hekimleri alalım.” Onun için kadro açtılar ama ¼’ü bile dolmadı o kadroların. Başvuru yapmadı hekimler çünkü kendilerini güvende hissetmiyorlar, güvenceli hissetmiyorlar, geleceklerinden herhangi bir beklenti taşımıyorlar ne yazık ki. Biz de bunun için mücadele ediyoruz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Biz geçtiğimiz günlerde Ankara Tabip Odası’nda milletvekili arkadaşlarımız ile hekim arkadaşlarımızın sorunlarını dinledik. Emekli hekimlerin, aile hekimlerin, asistan hekimlerin, intörn hekimlerin sorunlarını dinledik ve oldukça sıkıntılı bir durumun olduğunu da gördük tabip odaları bu konuya ışık tutuyor ve hekimlerin şikayetlerini siyasete ulaştırmaya çalışıyor, biz de Meclis’te bunun seslendiricisi olacağız. Yoğun uğraşlarınız arasında bize zaman ayırdınız çok teşekkür ederiz. Birlikteyiz, kol kolayız, omuz omuzayız. Bu zor günleri hep birlikte atlatacağız. Bir gün bize bir gün size, maalesef bu günler böyle geçiyor. Umarım en kolay bir şekilde atlatırız. Değerli hocamız Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk, TTB’nin yanındayız, TTB ve insan hakları savunucusu tüm arkadaşlarımızın yanındayız. Hekimlik onuruna sahip çıkmak, siyasi baskılardan azade bir şekilde insan hakları ihlallerini söylemek son derece önemli. Biz Hipokrat yemini etmiş hekimleriz, insan hakları savunucularıyız. Uzmanlık alanımıza göre neyin ne olduğu konusunda bir tanımız varsa hangi ortamda olursak olalım söylemek zorundayız.

Yorumlar