26 Aralık 2024

ÖFG TV’den herkese merhaba. Her hafta Salı günü saat 21.00’da haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile size sunduğumuz programımıza bugün de başlıyoruz. Bugün çok değerli bir konuğumuz var. Koç Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi Sayın .@KeremGulay hocamız uluslararası hukuk alanında uzmanlaşmış bir hocamız. Kendisi ile çok önemli uluslararası hukuk anlamında konuları konuşacağız.

Biliyorsunuz, 3 ay geçti 26 Eylül 2023’de AİHM’de Yüksel Yalçınkaya kararı çıktı. Çok önemli bir karardı, yüz binleri, milyonları ilgilendiren bir karardı ve bu karar karşı çok geçmeden 1 Ekim’de Meclis açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kararı uygulatmayacağı yönünde bir itiraz ile ortaya çıktı ve çok tartışılıyor. 3 aydır da ardı ardına yeni kararlar geliyor AİHM’den Türkiye’ye fakat Türkiye iktidarı buna direniyor. Bu olacak bir şey değil ama direniyor ve yargı direniyor maalesef AİHM’in vurguladığı hususlar, AİHS’yi tanıdığımız halde Türkiye’de uygulanmıyor. İşte bununla ilgili .@KeremGulay hocamızın çok önemli vurguları, iddiaları var, onları gündem edecek. Aynı zamanda kendisi ile programımızın ilerleyen dakikalarında da insanlığa karşı suçların, katliamların yoğun bir şekilde yaşandığı 20 bini aşkın ölünün olduğu, bebek ve çocukların binlercesinin hayatını kaybettiği ve bunun iki ayda olduğu bir yerden Gazze’den bahsedeceğiz ve uluslararası hukuk anlamında ne yapılabiliri bir uzman hukukçudan dinleyeceğiz. İsrail korkunç bir vahşet saçıyor, eziyor, yıkıyor, binlerce bina yıkıyor ve insanlık onu durduramıyor korkunç işler yapıyor ve insanlığın imtihanı bu devleti nasıl durdurabiliriz diye hep birbirimize bakıyoruz ve etkili bir yol var onu .@KeremGulay hocamız söyleyecek. Bugün önemli bir konuyu konuşacağız uluslararası hukuk anlamında Türkiye’nin yapması gerekenler, yapabilecekleri anlamında bazı önemli konular var. Gazeteci Nevşin Mengü’nün programına katıldınız ve orada AİHM’in Yüksel Yalçınkaya kararının tanınmaması sonrasında bu karar hakkında halen direnç sergileyen hakimlerin insanlığa karşı suç ölçüsünde yargılanmasının mevzu bahis olduğunu söylediniz. Türkiye’de yüz binler, milyonlar mağdur. Anayasa ayaklar altında, AİHS tanınmıyor, uygulanmıyor, umursanmıyor çok pervasız sözler sarf ediliyor ve siz de tüm bunlara karşı çok önemli bir argüman ile herkesin 3 aydır bir umutsuzluk ummanında olduğu bir anda önemli bir cümle sarf ettiniz.

.@KeremGulay: Bir yandan Yüksel Yalçınkaya kararı ve bunun ortaya koyduğu hukuki durum yeni. Diğer taraftan Türkiye’de toplu tutuklamalar, darbe yargılamaları, KCK, Balyoz, Ergenekon gibi bu tarz yargılamalar yeni değil. Bunu Nevşin Hanım’ın programında yakın bir zamanda söyledim fakat ben 2008’den beri bu argümanı yapıyorum. Çeşitli yerlerde yazdım, kapsamlı olarak akademik yabancı hakem denetiminden geçen bir yerde de çıkarıyorum yakın zamanda. Ben bunu derste anlatabileceğim kadarıyla esasıyla hukuk öğrencilerinin aşina olduğu bir şey bu. Uluslararası ceza mahkemesi statüsünün 7-1/E maddesi şöyle bir hüküm öngörüyor; eğer kişileri uluslararası hukukun temel kurallarına aykırı bir şekilde özgürlüklerinden mahrum bırakırsanız bu insanlığa karşı suçtur diyor. Bu maddenin bu hükmünün tanınmasının dışında bir eylemin insanlığa karşı suç olması için belli bir eşiğin üzerinde olması gerekiyor. Sistematik veya geniş kapsamlı bir saldırının parçası olması gerekiyor sivillere karşı saldırının. Öncelikle sistematik ve geniş kapsamlı saldırı nedir? Saldırı (Attack) kelimesini Türkçe tercüme ettiğimizde askeri, silahlı saldırı gibi bir intiba uyanıyor insanlarda halbuki uluslararası ceza hukuku uygulamasında buna Kunerac ve Stakic kararlarını eski Yugoslavya Uluslararası suçlar mahkemesinin benim de bir dönem çalıştığım Kunerac ve Stakic kararlarını örnek gösterebilirim. Burada diyor ki: “Saldırı demek sadece silahlı saldırı demek değildir. Kişileri toplama kampına koyarsanız, özgürlüklerinden mahrum bırakırsanız, hapse atarsanız bu da bir saldırıdır. Yani sivillere genel olarak kötü olarak davranılması saldırıdır.” Diyor dolayısıyla bir grup insanın özgürlüğünden mahrum bırakılması bu saldırı koşulunu sağlayabilir. Sistematik veya geniş kapsamlı … kunerach ve Blaškić kararında geniş kapsamlı saldırı diyor. Niceliğe yönelik, sayılara yönelik bir şeydir. Çok fazla sayıda insana bu tip bir saldırı yapılırsa bu koşul sağlanır diyor. AİHM’in geçtiğimiz hafta Pazar Türkiye’ye tebliğ ettiği 1000 civarında Yüksel Yalçınkaya’ya benzer dava var, ihlal olmuş olabilecek 1000 karar var. Siz bunları düzeltin dedi ve en az 1000 dosya var bunun dışında Türkiye’nin OHAL İnceleme Komisyonu tarafından verilmiş, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun raporunun 23. Sayfasında 35000’in üzerinde sadece Bylock’a dayanılarak verilmiş toplam 57000 civarında kişiye ceza verilmiş. Bunun 35000 kusüründe bylock sebebiyle verilmiş. Dolayısıyla bu geniş kapsamlılığın da böyle sağlandığını söyleyebilir çünkü çok sayıda dava bu. Türkiye’deki genel tutukluluk, hükümlülük, yargılamalara bakıldığında oran olarak ciddi bir sayı fakat geniş kapsamlı değildir desek bile sistematik midir değil midir buna bakmamız gerekiyor çünkü geniş kapsamlı veya sistematik olması gerekiyor bir şeyin insanlığa karşı suç olması için. Burada da Kunerac ve Stakic kararları diyor ki: “Fiiller organize şekilde işlenmişse yani bunların tesadüfen ortaya çıkması olası değilse, (tesadüfi olduğunu görebiliyorsan) o zaman sistematik kabul ederim.” Diyor. Bir ülkede yargı mercileri bu kararlarda bunu böyle veriyoruz, bu Yargıtay’a gidiyor Yargıtay doğru karar verdi diyor. Burada temyiz mekanizması olması bunun tesadüfi olması bunun yargı politikası olarak bu kararların verildiğini teyit ediyor. En azından uluslararası yargı buna böyle bakar. Dolayısıyla sistematiklik konusunda ciddi bir iddia var. Saldırı var sivillerin özgürlüğünden mahrum bırakılması şekilde, sistematiklik var, sivillik konusunda elimde net bir veri yok o yüzden bunu biraz daha dikkatle söylüyorum. 35000 civarında olduğunu varsayalım bunların 10000-12000 civarındaki kişinin askeri personel olduğunu varsayabiliriz. Eldeki sayılar buna işaret ediyor, bunu kesinlikle söylemiyorum. Yanlış bilgi kaynağı olmak istemem ama demek ki 20 binin üzerinde kişinin sivil kabul edilen; hakim, savcı, yargıç, memur, öğretmen, doktor işçiler olduğunu öngörebiliriz. Dolayısıyla bunların hepsi, polisler de buna girer. Uluslararası hukuk bakımından polis sivildir asker değil. Bu çok önemli, Türkiye’de çok az konuşulmuş bir şeydir. Bu kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılması Roma Statüsü anlamında sivillerin özgürlüğünden mahrum bırakılmasıdır, dolayısıyla insanlığa karşı suç eşiğine yaklaşır. Plan, politika çerçevesinde olması da illa hükümet tarafından açıkça bir şey söylenmiş olması gerekmez bu da bir şarttır, böyle kabul ediliyor uluslararası mahkemelerce. Yargıtay’ın : “Siz doğru kararlar verdiniz, böyle devam edin.” Demesi de plan politika kabul edilir uluslararası mahkemelerce. Dolayısıyla burada bir uluslararası suç işlendiği söylenebilir. Türkiye’nin adalet mekanizması bakımından insan hakları bakımından bunun önemini tartışmaya gerek yok. Bu gerçekten yargının artık adalet yerine adaletsizlik dağıtan bir seviyeye gelmesi son derece çok ciddi bir şey ama zaten bunu yıllardır çeşitli insan hakları hukukçuları, hocalarımız, arkadaşlarımız bunu gündeme getiriyorlar. Bu o kadar da bilinmeyen bir şey değil. Bunun özelliği; bu tip kararlar insan hakları ihlalidir, insan hakları ihlali olduğu için ve bu kadar sistematik olduğu için aynı zamanda uluslararası suç niteliğinde de olabilirler demenin önemi ne? Bu artık bu durumun hem çok büyük bir adaletsizlik kaynağı olduğu hem de Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından belki en azından muhafazakar hukukçularımız ve siyasetçiler belki bunun öneminin idrakına böyle varabilirler diye düşünüyorum ve ulusal güvenliği açısından ciddi bir tehdittir çünkü yüksek bir yargıcın yurt dışına ziyarete gittiğinde, gözaltına alınıp tutuklanması, insanlığa karşı suçlardan yargılanması Türkiye’nin diplomasi açısından ne kadar utanç verici bir şey olabileceği. Aynı zamanda bu kişilerin sorgulaması sırasında hassas hakim oldukları dosyalar sebebiyle bildikleri şeyleri orada tanık olarak bir şekilde dile getirebilecekleri hassas bazıları devlet sırrı niteliğinde olabilecek bilgileri paylaşabilmeleri ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla sadece adalet bakımından değil artık adaletsizlik veya Türkiye için ulusal güvenlik sorunu haline gelmeye başlıyor. Ben hukukçu olarak adaletsizlikten ne kadar endişeliysem vatandaş olarakta bunun bir ulusal güvenlik sorunu haline gelmesinden o kadar endişeliyim. Buradan ne çıkacağını ön görmemiz mümkün değil. Bunlar Türkiye’de kamu görevi ifa eden kişilerdir bunları yurt dışına gittiklerinde giderlerse eğer nasıl yargılayacaksınız? Devlet görevlilerini yargı bağışıklığı diye hali hazırda uluslararası hukuk komisyonunda görüşülen teamül hukuku kabul edilen bir kavram var. Bu bir devletin devlet fonksiyonlarını ifa eden görevlilerin bu fonksiyonları sebebiyle bağışıklığı, başka bir devletin mahkemelerinde yargılanmaktan bir tür dokunulmazlıkları olduğu buna karşı anlamına geliyor. Dolayısıyla bu kişiler nasıl yargılanacak? Bunların dokunulmazlığı var, bağışıklığı var. uluslararası hukukta hiçbir şüphe götürmeyen bir konu, bağışıklığın istisnasının insanlığa karşı suçlar, savaş suçlar ve soykırımlar. Bu kişilerin bağışıklığı olduğu kabul edilse bile ki kabul edilmelidir bu bağışıklığın istisnası durumundadır.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: İnsanlığa karşı suç işleyen istisnayı aşmıştır.

.@KeremGulay: İşlendiği iddia edilen demek durumundayım hukukçu olarak. Bir kişinin insanlığa karşı suç işlediği iddia ediliyorsa burada bağışıklık vardır der ama insanlığa karşı suçlar bağışıklığa istisnadır der ve ben bunu incelerim.” Der. Bu istisnanın da bir istisnası var. Cumhurbaşkanı, hükümet başı, devletin başı, devletin başkanı ve Dışişleri Bakanı. Bu kişiler mutlak olarak yabancı mahkemelerde yargılanamazlar. Bu konuda uluslararası adalet divanı kararı da var Kongo Belçika davasında ama bunun dışında hakimlere, savcılara memur dememek lazım bu kadar yüksek seviyeli olmayan kamu görevlileri bakımından bu kadar mutlak bir kural değil. Çok örneğini yaşadığımız bir durum da değil. Hakim ve savcılar belli bir ülkenin hakim ve savcıları başka ülkelerin mahkemelerinde her gün yargılanmıyorlar fakat hakim ve savcıların yargılandığı örnekler mevcut. Nürnberg mahkemelerinde mevcut. Güney Afrika’da mevcut. Dolayısıyla bu olmayacak bir durum değil, kenarda köşede kaldı diye bunu yabana atmamak lazım. Hem insan hakları karnemiz hem adalet karnemiz hem de Türkiye’nin ulusal güvenliği bakımından.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Mesela Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı gibi yetkililerin yargılanamayacağına güvenerek hiçbir hakim böyle iddialar ile yargılanmayacağını düşünmemeli diyorsunuz.

.@KeremGulay:Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın yargılama bağışıklığı şahsi bağışıklıktır fakat görevleri bittikten sonra bu kişilerin de yargılanması mümkündür. En azından bu tip suçlardan çok yakın tarihte bunun bir örneği ile karşılaştık. 3-4 gün önce Arjantin’de bir savcı Kolombiya’nın eski Devlet Başkanı ile ilgili insanlığa karşı suçlardan soruşturma başlattı. Bu sınır aşırı yargılamalar uluslararası dünyada önem kazanan bir hal aldı. Diplomatik yollarla bazı insan hakları konusunda birbirini uyaran devletler bazen de siyasi sebepler ile bir sonuç alamayınca uluslararası ceza hukukunun ve ceza hukukuna başvuruyorlar. Bu da oldukça yükselen artan bir durum. 2019 tarihli bir akademik çalışmada; dünyada 2014-2019 arası evrensel yargı yetkisine dayanarak uluslararası suçlardan açılmış 1032 tane soruşturma olduğunu söylüyor. Bunların 32 tanesi dava olarak görülmüş ve mahkumiyet kararı verilmiş. Bu çok ciddi bir rakam. 32 sayısı az gözükebilir ama bundan 20 sene önce çok olağan bir şey değildi. Bugün Almanya, İsviçre, Fransa, İspanya uluslararası suçlar işleyen kişileri kendi ülkelerinde yargılıyorlar. Bunlar önemli Avrupa ülkeleri. Uluslararası, diplomatik seyahatlere gidilen ülkeler. Yargı işbirliği çalışmaları kapsamında biz de İsviçre Türk hukuk günleri vardır. Dolayısıyla buralara gidiliyor ve bu ülkeler ciddi yargılamalar yapıyorlar. Almanya’nın bu bir iddiadır, Suriye’de işlenen uluslararası suçlardan Almanya’da açılmış 100 dava olduğu öngörülüyor. Bunların benim okuduğum ikisinde karar verildi, bir tanesi yeni insanlığa karşı suçlardan açıldı. Bu giderek yükselecek, bir noktadan sonra siyasi sebeplerle biraz durulabilir ama yükselecektir.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Böyle bir ihtimal çerçevesinde kişi veya kurumlar ne yapmalı? Ben bundan muzdaribim Kerem Hocamın söylediğini hayata geçirmek istiyorum diyenler ne yapmalı?

.@KeremGulay: Ben bir akademisyenim bu kadar kapsamlı bir sorunun çözümü için naçizane kendi görüşlerimi söyleyebilirim. Öncelikle insan hakları mahkemesi bireysel başvurular için yapılmış mekanizmadır ama giderek sistematik konularda da bu duyuruları yapıyor Yüksel Yalçınkaya sonrasında da durum böyle. Tek başına bir aplikasyonun telefona indirilmiş olması suç delili teşkil etmez. Bu aplikasyonu kullanarak gerçekten suç unsuru içeren beraber şunu bunu yapalım gibi şeyler yazışmalar yoksa bunu delil olarak kabul edemezsiniz siz örgüt üyeliği bakımından diyor. Öncelikle bu konuları dikkatle okuyarak başlayabiliriz nasıl çözüm üretebiliriz diye düşünmeye. Bu kararlar son derece üstünkörü keyfi aplikasyon mu yükledi? Falanca yerde hesabı mı var? Toptan kolaya kaçan gerçekten detaylı bir inceleme yapmadan, kolaya kaçan bir eğilimimiz olduğunu gösteriyor ceza yargılamasında. Bunu yapmazsak en azından bu sistematik sorunu büyük ölçüde en azından gidermek için bir adım atabiliriz. Bu sadece bylock’a ilişkin bir mesele değildir. Zamanında Balyoz davalarında milletvekili olan kişinin bilgisayarına sahte delil yerleştirmişti. O dönemde bunun sahte olduğu çeşitli sebeplerle Word programının farklı sürümünden olduğu söyleniyordu bunlar hiç dikkate alınmadı. Dosyası mı var? Biriyle görülmüş mü? Böyle iktidai, ilkel bir düşünce ile hemen orada görülmüşse böyledir, şurada hesabı varsa budur, burada bunu söylediyse o zaman teröristtir. Gibi yaftalamaları biz vatandaş sıradan insanlar olarak belki yapabiliriz. Hukukçuların hakim ve savcıların bu tip kopyala yapıştır şekillerde ceza yargılamalarında bu şekilde yargılama yapmaları kabul edilebilir değil. Akabinde yargıçlarımıza uluslararası hukuk konusunda daha ciddi bir eğitim vermek ile başlayabiliriz. Bugün gündem de olan avukatlık baro sınavından uluslararası hukuk çıkartıldı. Bu çok ilginç bir şey. Ben buna şahıs olarak ders mecburi, seçmeli olursa daha az öğrenci ile yoğun kaliteli bir ders işleriz diye ümit edenlerdenim pek çok meslektaşım haklılar. Bu konuda ciddi kaygıları var. Anayasasının 90. Maddesi uluslararası anlaşmaları en azından insan hakları ile ilgili konularda kanunların bile üstünde gören bir devletin insan hakları hukuku, uluslararası hukukun bir parçasıdır.  Bu alanı baro sınavının dışında bırakması çok enteresan bir durum. Bu konuda meslektaşlar, kıymetli hocalar TBMM’de ilgili komisyonlara mektup gönderdiler, kendisi de uluslararası hukukçu olan bir iktidar partisi milletvekiline komisyon başkanına çok kıymetli biridir, bu konuda ne yapılabilir. Bizim disiplinimizin kıymetini düşürüyor, Türkiye için de sakıncalı diye çok haklı bir çıkıştı. Belki bu düşünülebilir. Sadece baro sınavında değil, hakim ve savcılık eğitiminde de uluslararası hukukun yeri artırılabilir. Kaç hakim ve savcımızın teknik hukuk dili İngilizce bildiği su götürür. Avukatlar için de bu söylenebilir. Bu çok ciddi bir sorun çünkü en azından uluslararası hukuk alanında, uluslararası hukukun dili Türkçe değil. Siz Türk Ceza Kanununu çok iyi Türkçe bilerek çalışabilirsiniz fakat İngilizce olan bir metni Türkçe yorumlayamazsınız. O metnin kendi sistematiği içinde yorumlamanız gerekir. Bütün alan İngilizce. Bu konuda eğitim verilebilir ve daha fazla insanın Türkiye taraf olmasa da çünkü Türkiye Roma statüsüne taraf değil, doğrudan bağlamıyor, bunun teamül hukuku olduğunu, teamül hukukunun neden herkes için bağlayıcı olduğu, bu kişilerin faaliyetlerinden dolayı neden uluslararası hukuku altında doğrudan sorumlu olduğu bunlar anlatılabilir. Bunlar Türkiye için yeni düşünceler belki fakat dünyaya baktığımızda bunlar yeni düşünceler değil. Dünyanın her yerinde bunlar konuşuluyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Dışarıda da böyle bir girişimde isteyen bulunabilir. Burada AİHM kararlarını tanımayan bir ülkenin yargıçları ile ilgili isteyen girişimde bulunabilir ama burada en başta diyorsunuz ki; buradaki hakimlerin bu bilinçte olması lazım. Sanırım bununla ilgili STK’lar, bireyler başvurularını yapıyorlardır, yapacaklardır. AİHM’in Yalçınkaya kararı gündeme bomba gibi düştü, yüz binleri ilgilendiriyordu, kanunsuz suç ve ceza olmaz, adil yargılamadınız ve dernek kurma özgürlüğünü çiğnedin dedi AİHM Türkiye’ye ve ardı ardına da kararlar geldi. Geçen hafta 1000 dosya daha gönderdi gereğini yap dedi. Ondan öncesinde haksız tutukluluk kararları geldi. Öncesinde 427 hakim savcı için 5000 € öde dedi Türkiye’ye çünkü HSK kurallarına aykırı bir şekilde bu hakim ve savcıları tutukladın dedi 2021 yılında. Ardı ardına birçok karar geldi ama 1 Ekim’de Sayın Cumhurbaşkanı Meclis’i açarken “Ben bunları tanımam” dedi! Tanımam demek ile tanınmıyor mu hocam? Onlarca karar ve “Tanımıyorum” restini çeken bir Cumhurbaşkanı. Siz bir hukukçusunuz, uluslararası hukuk alanında çalışıyorsunuz bunun sonuçları nedir?

.@KeremGulay: Bu tazminata ilişkin bahsettiğiniz hakim ve savcıların kararı Turan vd. Türkiye’ye karşı davasında AİHM Türkiye’yi 5. Maddeden özgürlükten mahrum bırakmaya ilişkin maddeden sorumlu buldu. Bu çok önemli bir karar. Sistematikliği işaret eden bir karar. Herkesin malumu Osman Kavala ve Demirtaş kararları var. Demirtaş kararı da çok önemli çünkü mahkeme burada ilkti, bir siyasi gayret olduğundan, siyasi amaç ile olduğundan bahsetti 2-3 paragrafta. Aşkın bir siyasi düşünce ile bu mahkeme kararının verildiğini söyledi AİHM.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: 18. Maddeyi ihlal ettin dedi. Rakibin siyasetçiye çelme takmak için uygulamaları yaptın demişti.

.@KeremGulay: Bunun dışında bir de Parmak ve Bakır kararı var terörizme ilişkin. Terör ile ilişkili AİHM’in Türkiye aleyhine kapsamlı kararları var. Türkiye’nin terör tanımının bu mahkemeler tarafından nasıl uygulandığını da belki gözden geçirilmesi gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının “Ben bu kararları uygulamayacağım.” Açıklamasını; Anayasamızın 90. Maddesi uyarınca usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş anlaşmalar kanun hükmündedir. Dolayısıyla AİHS başlangıç olarak Türk hukukudur, Türkiye’nin kanunudur fakat anayasa buna ek olarak der ki; “Eğer insan hakları ile ilgiliyse anlaşmanın konusu kanunlar ile anlaşmanın hükümleri gerekli çakışırsa kanunu değil insan hakları sözleşmesini esas alacaksın.” Basitçe böyle özetlenebilir. Demek ki AİHS ve bu sözleşmeyi uygulayacak olan organ da AİHM’dir, kararları bağlayıcıdır ve dolayısıyla bu sözleşme ve AİHM’in kararları Türkiye bakımından kanunun bile tabir-i caizse üstündedir ama Sayın Cumhurbaşkanı’nın yetkilerine bakacak olursak Cumhurbaşkanı’nın kararname yetkisi var fakat Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri kanunlara aykırı hükümler içeremez ve kanunları değiştiremez. Kanunların altındadır yetkileri. Biri kanunun üstünde biri kanunun altındayken çok daha kapsamlı basite indirgeyebiliriz.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Kanunun altındaki yetkin ile kanunun üstündekini nasıl iptal edersin? Gibi.

.@KeremGulay: Aynen öyle. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yetkileri yargıya yönelik değil, yargıya yönelik Sayın Cumhurbaşkanı’nın kapsamlı atama yetkileri var bunları da dilediği şekilde kullanıyor, kullanır da. Böyle olmamalıydı denilerek eleştirildi zamanında ama hukuken bu konuda yetkili Sayın Cumhurbaşkanı. Yargı kararlarının uygulatılmaması konusunda böyle bir yetkisi yok. Ben bu kararı uygulamıyorum diyemez çünkü bu yargı kararıdır. Bizim yargımızda Can Atalay kararında ortaya çıkan bir gerçek var; yargı kendi kararlarını uygulamıyor. Yargı içinde böyle bir durum varken Cumhurbaşkanı’nın bunları söylemesi de çok beklenmeyecek bir durum değil.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Kuvvetler ayrılığı var. Uygulanmasa da en başta diyorsunuz ki; kuvvetler ayrılığı var değil mi?

.@KeremGulay:Evet bu kuvvetler ayrılığı ilkesi anayasa bakımından kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konuda bir yetkisi yok dolayısıyla mahkemeler, devlet başkanı böyle söyledi diye ben bunu uygulayamıyorum diyemezler. Bu konuda çok ciddi bir riske daha dikkat çekmek istiyorum. Yüksel Yalçınkaya kararına ilişkin Sayın Cumhurbaşkanı bunu söyledi, insanlığa karşı suçlar bakımından sistematik ve geniş kapsamlı saldırı şartı var. Bunun bir siyasetin devamı olması gerekiyor. Yarın öbür gün eğer Allah korusun ben bu konunun Türkiye içinde düzeltilmesi taraftarıyım ama bu bir risktir hatta artık riskten çıkmış bir olguya dönüşmüştür. Bir hakim ve savcı yurt dışına gitti, bu şekilde yargılandı, savunmasını yapıyor. Savunmasını yaparken de “Bu bir geniş kapsamlı saldırı değil siyasetin parçası, siyasi bir sebeple olmuş değildir.” Diyecek, yargılayan savcı ne diyecek yargılamada? “Sizin devlet başkanınızın bu konuda kararı uygulamayacağım.” Diye açıklaması var bunun politik olduğundan bariz delil mi olur mu? Diyecek. Bu tip açıklamaların dikkatli yapılması gerekir. Bu tip açıklamalar sadece zarar verici. Ben bunun düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun niye böyle olduğunu anlayamıyorum çünkü Sayın Cumhurbaşkanı’nın son seçim sonrasında çıkarttığı bazı politika dokümanları var bunları inceliyoruz akademik makalemize konu olarak yazıyoruz asistanım ile birlikte Sayın Cumhurbaşkanı seçimden sonra siyasi kariyerinde hiç rastlamadığımız ölçekte uluslararası hukuk vurgusu yaptığını görüyoruz. Bu çok enteresan ve olumlu bir şey. Ben kendilerini eleştiren biriyim ama iyi şeyleri de söylemek lazım. Gazze’de de benzer uluslararası hukuk vurgusu yaptı Sayın Cumhurbaşkanı bu da çok doğru. Teknik kısmı ne kadar doğru değil sonra tartışılır ama uluslararası hukuka bu şekilde vurgu yapıp arkasından “Ben bunu uygulamıyorum.” Dediğinizde politik açılımınız ile de çelişkiye düşmüş oluyorsunuz. Muhtemelen yeni kadrolarda bulunan ve uluslararası hukukun önemini anlayan kıymetli danışmanlar da var. Bu kişilerin Sayın Cumhurbaşkanı’na doğruyu söyleme yükümlülüğü var uluslararası hukukun önemi bakımından çünkü bu sorumluluğun yarın öbür gün hakim savcılar çeşitli devlet görevlileri kimler bakımından sorun teşkil edileceği ön görülemez bir hale geliyor diye düşünüyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bu önemli bir çıkıştı çünkü 3 aydır bir belirsizlik var. AİHM kararı var, hakimler uygulamıyor, yürütmenin başı da uygulatmam diyor, insanlar yargılanıyor cezaevlerinde. Aslında yeniden yargılanma hakları var. binlerce dilekçe verildi, AİHM kararı ekli dilekçeler verildi. İnsanlar cezaevlerinden dilekçeyi verdi, yargılanırken verdi bu dilekçeleri ve bir umut doğdu fakat hepsi birileri tarafından suya düşürülmeye çalışılıyor. Siz diyorsunuz ki; umut var. Siz diyorsunuz ki; hukuk bitmedi. Biz hukukçuyuz, ulusal ve uluslararası hukuk normlarını incelediğiniz zaman aslında bu yasaklayıcıların zor durumda olduklarını söylüyorsunuz ve mağdur edilenlerin güçlü, haklı olduklarını söylüyorsunuz. Bunlar önemli. Sanırım birileri bu hukuksuzluktan vazgeçer çünkü 3 ay geçti. Ben gün gün sayıyorum. 26 Eylül AİHM kararı. Beni arayan insanlar oldu. “Vekilim 26 Eylül’de bu karar çıktı, Yargıtay’da kararım. Kalbim duracak, yarın öbür gün cezaevine girebilirim. Ailem perişan olacak. Fakir fukara duruma düşecek, çok zor duruma düşecek, bu karar bunu durdurabilir mi? Yargıtay bunu kaale alır mı?” diyen yüz binlerce insan var. Bu son derece dramatik durumu, toplumsal durumu da yansıtıyor aslında.

.@KeremGulay: Yargıtay bu durumu dikkate almalı almak zorunda çünkü bu sadece hukuken ve insan hakları ve adalet bakımından da bir mesele değil artık çok ciddi bir risk haline geldi. 2014 tarihli, AİHM değil ama 2014 tarihinde BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun balyoz sanıkları ile ilgili 500 civarında sanık için vermiş olduğu bir karar var. Bu kararda bu komite diyor ki; bu kişilerin yargılanması, tutuklanması, hüküm giymesi keyfi bir tutuklamadır. Uluslararası hukuka aykırıdır diyor. Peki bu kişiler hangi karar ile tutuklanmış? Daire adını hatırlamıyorum, bir yargıç ismi Hamza Yaman, herkes bu kişiyi internetten araştırabilir. Bir hakim Hamza Yaman 500 kişi ile ilgili BM’nin keyfidir dediği hükme imza atan yargıçlardan biri Hamza Yaman. Bu olaydan 4 sene sonra Hamza Yaman kendisi darbe yargılamaları kapsamında yargılanıyor, özgürlüğünden mahrum kalıyor. Hamza Yaman kendisi kendi kararına keyfidir diyen komitenin önüne gidip “Ben keyfi bir şekilde özgürlüğümden mahrum bırakıldım.” Diye başvuruda bulunuyor komite onu da haklı görüyor. Böyle bir hukukun ve hayatın paradoksu var. Bu çok ciddi bir şey.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hukuk, siyaset bazen birbirine karıştırılıyor. Bu hukukun ne olduğunu gösteren, sizin bilim dalınızın ne olduğunu gösteren bir şey. Bir hukukçu böyle bir karar alarak çok çarpıcı bir karar bu. Türkiye’de işler nasıl bir siyaset yoluyla dönüyor hepimiz biliyoruz, yargı nasıl siyasallaştırılmış ama burada yargı tarihine geçecek önemli bir karar. Çok çarpıcı bir şey. Hukuk nedir diye bu örnek hukuk fakültelerinde okutulmalı. Sanırım öğrencilerinize anlatıyorsunuzdur bunu. Hukuk nerede? Siyasetten farklı bir alandır diye buna vurgu yapmak istedim.

.@KeremGulay: Ben anlatıyorum, anlatılması gerektiğine de inanıyorum çünkü bu karar çok önemli bir karar. İçeriği bakımından önemli veya yenilik getiren hukuki teknik bir şey öğreten bir karar değil bize fakat bazı kararları veren kişilerin yarın öbür gün kendilerinin ne durumda kalacağını görmeleri bakımından çok önemli. Ben bunu bu konudaki akademik makalemin başına örnek olarak bununla başlıyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Dün böyle olmuşsa yarın da böyle olabilir diyorsunuz.

.@KeremGulay: Hamza Yaman’ın dışında bir örnek daha vereyim. Nürnberg yargılaması sırasında verilmiş yargıçlar davası diye geçer. Yargıçlar davasında yargılanan insanlar Nazi Almanyası’nın yargıçları! Bu kadar ileri gidip bizim yargıçlarımızı ne kadar fahiş hatalı kararlar verirlerse versinler onlarla birebir kıyaslamak istemem ama durumda şöyle bir benzerlik var; yargıçlar davasında Nazi yargıçlarını yargılayan Nürnberg mahkemesi diyor ki: “Sizin hukukçu olarak yargıç olarak hukukun üstünlüğünü korumanız ve buradaki mağdurları korumanız yönünde çok daha güçlü bir yükümlülüğünüz var sıradan insanlara göre. İdare böyle yapabilir, siz orada o kişilerin başvurduğu son yerdiniz.”

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Siz idareci değil siz hukukçusunuz dedi onlara.

.@KeremGulay: Evet onlara öyle söyledi, bu Apartayt yargılamalarında da hakikat komisyonunda da gündeme getirildi benzer durumlar. Yargıçlar gerçekten bağımsız olduklarında, idarenin sözünü ve politikalarını bu kadar dinlemek zorunda olmadıklarını idrak ettiklerinde olacaktır, idrak etmezlerse Hamza Yaman örneği var, bunun tek örnek olduğunu da düşünmüyorum bulabildiğim bir örnek bu. Bu çok ciddi bir durum ve bunun eleştiriyor, siyasi bir eleştiri gibi alınmamasını rica ediyorum. Söylediğim darbe yargılamaları için değil Balyoz, Ergenekon Atabeyler davasına kadar Türkiye’nin yargı pratiğinin son 15 senesine gider. Kitap sattığı için terör örgütüne üyelikten hüküm giymiş insanlarımız var. Kitapçıda çalışan kasiyerden bahsediyorum. Mülkiye Demir davası bakabilir insanlar. Ciddiye alınmasını ve siyasi eleştiri olarak değil ciddi bir hukuki endişe olarak değerlendirmesini ve bunun esasında muhalefet kesiminde değil iktidar kesimi tarafından “Ya biz burayı biraz düzenleyelim.” Denmesini temenni ediyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Şu anda Filistin’de Gazze’de korkunç bir katliam yaşanıyor, insanlığa karşı suçlar işleniyor. Bence soykırım olan fiiller yaşanıyor tabii ki bu teknik olarak kararları verilir, tartışmalı bir konudur fakat küresel aydınlar vicdan bildirgesi de buna soykırım diyor. Bu belki hukuk önünde uluslararası mahkemeler tartışır bunu fakat şunda müttefikiz sanırım; ülkemizde insanım diyenler korkunç suçların insanlığa karşı suçların işlendiğini görüyor 8 binden fazla bebek, çocuk zalimce öldürülmüş, 20 bini aşkın ölü var ve acımasızca bir vahşet devam ediyor ve dünya buna bir şey yapamıyor. İslam dünyası toplanıyor, bir şey yapamadan dağılıyor. Uluslararası kuruluşların kararları bedel ödüyor. Birleşmiş Milletler’den kararlar alınamıyor veto çıkıyor, dünyanın vicdanı buna isyan ediyor ama bir yaptırım yapılamıyor. İşte böyle bir durumda 2 ayı geçkin bir zaman diliminde hala katliamlar devam ediyor. Buna da sadede gelelim diyoruz. Ne yapılması gerekiyor? Bu İsrail’e dur demek için onun anlayacağı bir dilden çok güçlü, askeri olarak inanılmaz güçlü bir ülke ve bundan dolayı bunları yapıyor. Dünya devlerini yanına almış durumda fakat belki kişilerin, devletlerin yenemeyeceği bir şey var ortada; uluslararası hukuklar var. Onun karşısına çarpacak, ona toslayacak. Burada sizin görüşünüz nedir? İsrail’e karşı uluslararası ceza mahkemesi, adalet divanında ne yapılabilir? Türkiye Cumhurbaşkanlığı esip gürlüyor fakat ortada bir fiiliyat göremiyoruz. Son durum nedir? Bir yargı kuruluşunun önüne geldi mi İsrail’in yaptıkları uluslararası ceza mahkemesi savcısı adalet divanı ne yapıyor? Filistin devleti ne yapıyor? Tüm bunları net özet anlatırsanız.

.@KeremGulay: İki yol var. Bir tanesi yapılıyor zaten. Biri; işlenen bu katliamların demin bahsettiğimiz uluslararası ceza hukuku bakımından değerlendirilen bireysel ceza sorumluluğu bakımından yargılanması bunu yaptığı iddia edilen kişiler, İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı ve askerlerin yargılanması yönünde bir çalışma var. Bu çok bilinmiyor maalesef ama uluslararası ceza mahkemesinin bu yönde bir soruşturma açtığı, eski tarihli bir soruşturması var. Filistin önce mahkemenin yargı yetkisini tanıdı. Mahkeme taraf oldu sözleşmesinden, uluslararası ceza mahkemesi ve soruşturma açıldı. Bazı imkansızlıklar ve siyasi öncelikler sebebiyle ilk etapta Filistin soruşturması yavaş yürüyordu fakat 2 aydır hepimizin tanık olduğu ve infial uyandıran durum göz önüne alındığında savcılık soruşturmayı hızlandırdı. Savcı uluslararası ceza mahkemesi savcısı Kerim Han bölgeye ziyarette bulundu, Filistin’de mağdurlar ile buluştu. Önce İsrail Devleti izin vermedi, orada bir açıklama yaptı. İsrail’de Türkiye gibi uluslararası ceza mahkemesine taraf değil fakat Filistin taraf. Filistin taraf olduğu için Filistinliler tarafından İsrail’de yapıldığı iddia edilen suçlar ile İsrail’in Filistin’de yaptığı tüm suçlar mahkemenin yargı yetkisine girer. 7 Ekim tarihli Hamas saldırısını da sonrasında İsrail’in Gazze’deki tüm saldırılarında uluslararası ceza mahkemesi yargılıyor ve yargılayacak. Birkaç kere gündeme getirdi. Burada vakit bakımından savcı çok eleştiriliyor yavaş diye, çok fazla açıklama yapmıyor diye ama şunu ortaya koymak lazım; savcı genel olarak Türkiye kamuoyu için önemli olabilir, bence unsur değil ama Müslüman bir savcı. O yönden tarafgirliği olmayacaktır. Savcı yeterince açıklama yapmıyor dediler ama bu savcı hiçbir soruşturma ile ilgili sürekli kamuoyunda açıklama yapmıyor. Yavaş ilerliyor çünkü ceza yargılaması katliamın devamı sırasında çok fazla manevra alanı olan bir alan değil, delil toplaması, tanık toplaması lazım. Bu yavaş bir süreç. Uluslararası ceza mahkemesi de binlerce personeli olan bir grup değil savcılığın soruşturma için ayırdığı belki bir düzine insandan bahsediyoruz, tüm gelen verileri inceliyorlar, Filistinliler yolluyor, gönderen çeşitli STK’lar olduğunu biliyorum. Bunlar değerlendiriliyor ve bu uzun vadede sorumluluk ve cezasızlığa karşı gerçekten uluslararası suç işleyenlerin yargılanması bakımından çok önemli. Burada 3 unsur var. 1.’si; savaş suçları! Savaş suçlarının halihazırda işlendiği birden fazla kategorideki savaş suçlarının işlendiği konusunda hemen hemen hiç kimsenin şüphesi yok. Sivillerin kuşatma altında açlığa mahkum edilmesinden tutun askeri hedeflere yönelen ama aşırı derecede sivil kaybına yol açan saldırılar, bazen asker sivil ayrımı gözetmeden yapılan saldırılar savaş suçu niteliğini taşır. Çoğu ile ilgili delil var. çok ciddi bilgi kirliliği de var. hastane saldırılarından birinde Hamas’ın kaza ile bunu yaptığı bir rapor ile ortaya konuldu adli tıp raporu niteliğindeki bir rapor ile bağımsız araştırmacılar tarafından ortaya konuldu fakat İsrail’in çokça yaptığı eylemler de var. İnsanlığa karşı suçlar bakımından çok ciddi bir iddia var. Geniş kapsamlı Türkiye’ye ilişkin olayda bambaşka bir bağlamda bahsettiğim şey burada da uygulama alanı bulur dolayısıyla buradan da kesinlikle bir soruşturma ilerleyecektir, davaya dönüşecektir. Soykırım konusunda çok emin değilim, bunun sebebi işlenen katliamın çok büyük olmaması değil gerçekten korkunç bir katliam işleniyor şu an fakat uluslararası hukuk soykırımı katı bir şekilde tanımlıyor. İspat eşiği çok zor uluslararası ceza yargılamasında, bu bakımdan bu ispat edilemeyebilir veya bu seviyeye erişmemiştir çünkü maalesef öyle bir hale geldi ki soykırım hukuku neredeyse işlenmesi imkansız bir suç haline geldi o yüzden o konuda tereddütlüyüm fakat İsrail ve Hamas yetkililerinin yaptığı karşı tarafın tamamen yok edilmesine yönelik bazı ifadeleri var. Bu ifadeler İsrail bakımından da Hamas’ın şu an Birleşik Arap Emirliklerinde saklanan bir yetkilisi Al Jazeera’ye çıkan soykırım kastı şeklinde yorumlanması mümkün ben böyle yorumlamıyorum mahkemede bunun eşiği yüksek olduğu için ama bu mümkün giderek bu duruma gelecek gibi duruyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: O imkanları da veriyor İsrail’li yetkililer. İnsan görmediklerini, hayvan gördüklerini.

.@KeremGulay: Evet bu ifadeler özel kastı işaret edecek şekilde değerlendirilebilir. Bu birinci yoldu, ceza yargılaması bununla ilgili insanlar hemen bir şey olmasını bekliyor, ceza yargılaması böyle bir şey değil olay olup bittikten sonra ancak adaleti sağlayabiliyorsunuz, suçluları, şahısları yargılıyorsunuz. Bunun durdurulması ile ilgili hukuki dil daha ziyade siyasi hukuki bir mekanizma Birleşmiş Milletler’in karar alma mercilerin tıkanması, siyasi bir süreç. Bunun aşılabileceği çok yollar vardı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 7. Bölüm bağlamında karar yerine BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı Bildirisi şeklinde daha informal bir ateşkes çağrısında bulunabilirdi bulunmadı ABD ve Rusya veto kullanmadan çekimser kalarak yeni bir ateşkes kararı çıktı. Bu olumlu bir şeydir ama geç kalındı. Daha öncesinde daha basitçe yapılabilirdi. Sadece siyasi olarak değil hukuken de basit yönü vardı, daha az bağlayıcı çok ciddi uyarıcı nitelikte. İkinci yol diye bahsettiğim hukuken katliam devam ederken ne yapılabilir? Uluslararası ceza mahkemesi yanında Lahey’da Hollanda’da uluslararası adalet divanı var. ben bu görüşümü Nevşin Hanım’ın programında dile getirmiştim, Birleşmiş Milletler soykırımın önlenmesi sözleşmesinin 9. Maddesi uyarınca her devlet başka bir devlete karşı soykırım işlediği iddiası ile uluslararası adalet divanına gidebilir. Bu yakın zamanlarda iki kere gerçekleşti. Toplam 3 veya 4 kere olması lazım. Bosna’ya ilişkin yapıldı. Bunun dışında yakın tarihte Gambiya bir Afrika ülkesi, Güney Doğu Asya’dan Myanmar’a karşı Rohingya soykırımı sebebiyle uluslararası adalet divanına gitti. Uluslararası adalet divanı şu anda bu davayı görüyor. Rusya Ukrayna işgali sırasında, Rusya: “Ben Ukrayna’yı işgal ediyorum oradaki etnik Rusları koruyorum çünkü Ukrayna bunlara karşı soykırım yapıyor.” Dedi. Ukrayna: “Ben soykırım yapmıyorum, mahkeme benim soykırım yapmadığımı tescil et.” Dedi! Bu iki örnekte soykırım yapıldığının ve de yapılmadığının tespitinin mahkemeden talep edebileceğini görüyoruz. Her iki davaya da uluslararası adalet divanı şu an bakıyor. Ben bunu söylemiştim, Türkiye Sayın Cumhurbaşkanı’nın uzun bir tweeti vardı, Sayın Cumhurbaşkanı: “Hukuki yolları deniyoruz. Cezai mekanizmaların ötesinde başka yollar da var.” dedi çok isabetli, seçimden beri yaptığı uluslararası hukuk politikasının genişlemesi ile kalitesinin yükselmesi ile uygun bir açıklama yaptı fakat bunun gerisi nasıl gelebilirdi? Türkiye soykırım sözleşmesine taraf İsrail de taraf. Türkiye ve İsrail Birleşmiş Milletler üyesi olarak uluslararası adalet divanında yargı yetkisini tanıyor. Dolayısıyla soykırım sözleşmesinin 9. Maddesine dayanarak eğer Türkiye’nin İsrail soykırım işlediği yönünde Türkiye veya herhangi bir devlet herkes yapabilir herkes taraf çünkü. Bunun tespiti için mahkemeye başvurulabilir. Bu marjinal bir görüş gibi geliyor fakat ben bunu dile getirdikten sonra yaklaşık 10 gün sonra Amerikalı ünlü bir hukukçu Francis Antonie Bowl aynen bu açıklamayı yaptı; “Buna gidilebilir.” Dedi akabinde İrlandalı hukukçular; kendi hükümetlerindeki soykırım sözleşmesine dayanarak İsrail aleyhine uluslararası adalet divanına başvuru yapması yönünde İrlandalı hukukçular kendi hükümetinden talepte bulundu. Biz de bu konuda hiçbir gelişme yok. Türkiye’nin böyle bir imkanı var.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: İmkan var ama icraat yok.

.@KeremGulay:Türkiye hukuki bir şey yapmak istiyorsa burada kazanabilir kaybedebilir, soykırımın eşiği çok yüksek olduğu için Dışişleri’ndekiler biz bunu ispat edemeyeceğiz bunun ispatı zor gidip kaybetmeyelim diye düşünüyor olabilirler, bu haklı bir gerekçedir çünkü gidip kaybedince de onun Gazze bakımından çok moral bozucu sonuçları olacaktır. Onu İsrail kullanacaktır bakın soykırım değil diye çünkü soykırım için gidip insanlığa karşı suç olduğunu söyleyemiyorsunuz. Sadece ve sadece soykırım için gidebiliyorsunuz. Yargı yetkisi ile usuli hukuk ile esasa ilişkin hukukun tam örtüşmediği bir durum var. Soykırım için gidilebilir, bu talepte her devlet yapabilir, Türkiye de yapabilir. Türkiye inisiyatif almak istiyorsa bu yapılabilecek bir şey. Teknik tarafı da en azından uluslararası literatürde bilinen bir şey, ben dersim de anlatıyorum 2. Sınıf hukuk öğrencileri bile bunun nasıl yapılacağını biliyor. Geçen seneki sınav sorularımdan bir tanesiydi. İmkan var, bunların ben deneneceğini düşünüyorum müzakereler devam ettiği için çok fazla ortalığı germemek için yapılmamıştır fakat eğer bu iş durmazsa ben İrlanda’dan böyle bir çıkışın geleceğini düşünüyorum çünkü çok ciddi baskı kuruyorlar kendi hükümetlerinde. İrlanda hükümeti de son derece İsrail’i eleştiriyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Ben Mazlum-Der Genel Başkanıyken Gazze Katliamı ile ilgili tüm bulguları laboratuvar bulgularını toplayarak suç duyurusunda bulunmuştuk arkadaşlarımız ile birlikte fosfor bombası kullanıldığına dair bulgular ile. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu konuda soruşturma başlatmak istedi Adalet Bakanlığı’ndan izin talep ediyordu fakat Adalet Bakanlığı olay soğuduktan 2-3 ay sonra izin vermedi ve başlamadı. Şimdi aslında dünya çapında çok yankı yapmıştı bizim suç duyurumuz sonrası ABD Büyükelçiliği yetkilileri derneğimize gelerek ne yapmak istiyorsunuz diye sormuştu fakat iktidar bu fırsatı eliyle tepmişti birtakım siyasi kaygıları vardı. Şimdi de bununla ilgili girişimlerde bulunulabilir. Şimdi de aynı durum mevzubahis ve suç duyuruları yapmak isteyen kişi ve kuruluşlar var. Ne yapmalılar?

.@KeremGulay: Şu anda da böyle birkaç girişim var fakat bu girişimlerin hepsi, sizinkine benzer ve farklı olarak suç işlenmiş bunu kim işlemiş araştırın, yargılaması yapılsın gibiden ziyade sadece bildikleri 3-5 tane İsrail Devlet Başkanı, İsrail Başbakanı’nı hedef alıyor. Bunların Türk mahkemeleri önünde mutlak surette dokunulmazlığı var görev süreleri sırasında. Bunlar zaten reddedilmeli fakat bunun dışında çeşitli askerler katliam yapıp bunu videoya alıyorlar. Bu tip şeylerden aktivistler insan hakları alanında çalışan insanlar kimin tarafından yapıldığı tespit edip ismini tespit edip orta ölçekli komutanlara askerler hakkında işlem yapılabilir. Sizin başvuruda bu yönde karar çıkması ve Adalet Bakanı’nın izin vermemesi siyasi bir karar. Çok fazla Türk Ceza Hukuku uzmanlarımızın uzmanlık alanına müdahale etmeden bu tip başvurular genelde İsrail Devlet Başkanı, Başbakanı gibi bilinen kişiler hakkında suç duyurusu şeklinde yapılıyor. Bu kişilerin Türk mahkemeleri önünde mutlak surette dokunulmazlığı var. Netenyahu suç işliyor diye Türkiye’de suç duyurusunda bulunup takip edilmesini beklemek çok doğru değil. Benim takip edebildiğim girişimler genelde bu yönde. Bunların hepsi reddedilecektir. Bakanlık izin veremez, verse dahi bu yargılamalar yapılamaz uluslararası hukuk bakımından fakat yapılabilecek çok şey var. Orada bulunan kişiler var, bazı deliller zaten gün yüzüne çıktı. Çeşitli insan hakları örgütleri Türkiye’de veya başka bir ülkede bu yönde bir suç duyurusunda bulunup o ülkenin yargısını davet edebilirler. Bu konu ile ilgilenmesi için süreci başlatabilirler. Bu hukuken mümkün bu durumda dokunulmazlığı olan devlet başkanı başbakan gibi kişiler yerine çekinmeden işlediği suç görüntülerini sosyal medyada paylaşan, yağma yapıp küçük çocuğun kolyesini aldığını sevgilisine gösteren askerler kendi sosyal medya hesabından yayınlar yapıyorlar. Bunlar ile ilgili pilot davalar açılabilir, açılmalıdır. Bunlar yargı bağışıklığına sahiptir bunların yargı bağışıklığı insanlığa karşı suçları bağlamaz, yargılanabilir. Türk Hukuku’nda savaş suçları ayrıca düzenlenmiş bir durumda değil. Savaş suçlarının TCK’daki diğer kasten adam öldürme suçu olarak yargılanabileceği yönünde görüş var. Bu konuda Murat hocanın çalışması var aynı fakültede çalıştığımız. İspatı en kolay suçlar bakımından Türk hukuku yeterli düzenleme getirmediği için sorun var. İnsanlığa karşı suçlar bakımından TCK’daki insanlığa karşı suçlar düzenlemesi çok sınırlı uluslararası hukuktaki düzenlemedeki türlerin sadece biri. Bunu Yugoslavya Savaş Suçları mahkemesinde temyiz mercindeki yargıcımız da söylüyor. Burada biz bu insanları Türkiye’de yargılayacaksak Türk hukukunda son bir karara referans vererek yargılanabilir. Bizde savaş suçları düzenlemesi yok, evrensel yargısına dayanmamız için savaş suçlarından veya insanlığa karşı suçlardan yargılamamız lazım. İnsanlığa karşı suçlar sınırlı dolayısıyla Türk mahkemelerinde bu kişiler doğrudan uluslararası hukuktan kaynaklanan suçlardan yargılanabilir mi? Evet. Türkiye’de mahkemelerin bunu nasıl uygulayacağı konusunda düzenleme yok fakat AİHM ulusal hukuku bypass geçerek doğrudan uluslararası ceza hukukundan ulusal mahkemeler tarafından yargılama yapılmasını bazı kararlarında kanunilik ilkesini ihlal etmediğini söyledi. Manevra yapabilen yargıç, bu konuda danışırlarsa mütalaa vermeye hazırım. Bunu yapabilir, Türk hukuku bakımından nasıl yapılacağını ceza hukuku çalışan hocalarımız yolu gösterecektir. Uluslararası hukuk bakımından tartışma yok.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Netanyahu belki bir görevi var ama görevi bittiği anda da yargılanma şansı var gibi diyorsunuz değil mi?

.@KeremGulay: Var.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bir şekilde görevi bitiği zaman yargılamadan kurtulamayacağını hocamız söylüyor.

.@KeremGulay: Ulusal mahkemelerde uluslararası ceza mahkemelerinde Putin yargılanıyor. Rusya da uluslararası ceza mahkemesine taraf değil fakat yargılanıyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Uluslararası ceza mahkemesinde görevi devam etse de yargılanabilir ulusal mahkemelerde görevi bitse de yargılanabilir diyorsunuz. Teşekkür ediyoruz. Haftaya Salı günü saat 21.00’da yeni bir ÖFG TV programında görüşmek dileğiyle hayırlı akşamlar.

Yorumlar