2012-03-10 00:00:00

Hüsran 1453

Fetih 1453 filmi merakla beklenen bir film oldu. Filmin daha görülmeden merak konusu olmasının nedeni büyük bir savaşı canlandırma konusundaki önemli iddiasıydı. Ancak o devrin ve kişilerin ruhunu anlamaya çalışanlardansanız filmi izleyince hayal kırıklığına uğruyorsunuz.

Fetih 1453 filmi merakla beklenen bir film oldu. Filmin daha görülmeden merak konusu olmasının nedeni büyük bir savaşı canlandırma konusundaki önemli iddiasıydı. Ancak o devrin ve kişilerin ruhunu anlamaya çalışanlardansanız filmi izleyince hayal kırıklığına uğruyorsunuz.

Sinema günümüzde kendine has bir dili olan ve toplumsal karşılığı her geçen gün artan bir sanat alanı. İnsanın farklı duygu ve düşüncelerini, toplumsal anlayışların renkliliğini canlandırabiliyorsunuz. Bu sanatın en çok da insanı en iyi anlayan ve tanımlayanlarda olması gerekirken şu ana kadar genellikle bunun tersini gördük. Sinema ile unutulmaz ve harikulade tespitler tapabileceğiniz gibi heva ve hevesin göklere çıkarıldığı bir tarz da oluşturabilirsiniz. Fetih 1453 filmi ise Hollywood ve Yeşilçam arası bir film gösterisi olmuş. Adı itibarıyla dindarları da sinema salonuna çekebilecek eser maalesef müslüman muhayyilesinden uzak bir görünüm arz ediyor. 30000 figuran kullanarak bir savaş filmi çekip bilgisayar marifetleriyle çarpıcı savaş sahneleri yapabilirsiniz ama filme ruh katacak bir bakış açınız yoksa ortaya kalıcı bir eser arayan için hüsran çıkar. Çağ değiştiren önemdeki bir hadiseyi sinema dili ile hayali bir kurgu üzerine bina edebilirsiniz, bunda garipsenecek bir şey yok. Ama cinselliğin öne çıktığı bir bakış açısını olayın baş kahramanı olarak ilan ettiğiniz bir kişiye mal ederseniz ortaya Türk sinemacılığının vazgeçemeyeceği bir basitlik ortaya çıkar. Ulubatlı Hasan’ın şehit olma sahnesinde mezkur kişinin zina sonucu hamile bıraktığı kişiyi resmederseniz bu tarif edilemez bir hafifliğin göstergesi olur. Devrin ruhunu yansıtmaya çalışma iddiasındayken Sultan Mehmet’in tarihi sözlerini bile yanlış zamanlarda kullanma gibi bir tarihe nüfuzsuzluk abidesi olabilirsiniz. “Osmanlı’yı olduğundan fazla övemediniz” demiyoruz ancak “fetih ruhunu anlama için olması gereken çabanın bu ellerde olamayacağının acı görüntüsü ortadadır” diyoruz.

Ashab’ı kiram’ın zorladığı bu kapıların devrin parlayan, atılgan gücü Osmanlı eli ile olmaması, fethe dönüşmemesi mümkün değildi. Entrikalar içinde boğuşan ve boğulan Bizans’ın görüntüde dev ama içinde çürümüş bir kof balon olduğu bir gerçekti. Ama bunu ancak inkılabcı , çığır açabilecek bir bakış açısı görebilirdi. Devrin statik ve klasik anlayışına bir darbe vurup büyük çıkışı yakalayacak bir devrimci ruh lazımdı. Çok zor görünen bu fetihi ancak risk alabilecek bir önderlik yapabilecekti. Ama bu devrimci kişiliğin aynı zamanda önemli bir ilmi eğitimden geçirilmiş edebi bir şahsiyet olduğunu vurgulamadan geçerseniz sadece egosu için işgal peşinde koşan ihtiraslı bir fatih karşınıza çıkabilir. Filmin sadece vitrine hitap ettiği buradan da ortaya çıkıyor. Zira bu kişiliğin ve bu ruhun karşısında durması mümkün olmayan bir çürümüşlüğü yapımcıların öncelikle tasvir etmesi gerekirdi. Bizansın yıkılmaya mahkum olduğunu zalimliğin ve zulmün perişanlığını, şaşaalı günlerinden sonraki sadece kuşatma zamanında olmayan genel düşkünlüğü resmedilmeliydi. Nefslerinin peşinde koşanların nasıl bir zavallı son hali yaşadıklarının tasvir edilmemesi filmin ismine yönelik büyük bir gaflettir. Böyle bir idealden bile yoksun olduğu belli olan yapımcıların elinde film dev savaş sahneleri oluşturulabilen ve fakat derme çatma oyuncuları ile ruhsuzluğun ve çapsızlığın apaçık sırıttığı bir film haline gelmiş. Dev sahneler var ama seyircinin hiç birinde tek bir damla gözyaşı yok. Zira filmi çekenler için böyle bir arka plan ve kaygı mevzu bahis olmadığı için seyirciye yansıyan bir heyecan yok. Bizansın önünde duramayacağı bir şehadet aşkı olan askerin tasvir edilebilecek göz yaşartıcı çok enstantaneleri olabilirdi. Ulubatlı Hasan’da tasvir edilebilecek olan şehit olmak için öne atılma ruh hali, ne olduğu belli olmayan, benimsenemeyecek bir vulgarize aktör ile yaşatılmaya çalışılmış ve ne kadar yapmacık olduğu hissedilmiş.

Film üzerine daha çok eleştiri yapılabilir ancak buna gerek yok. Zira “eleştirenler nerede ve niye böyle bir film yapma hayali onlarda yok?” denilince mahzun bir şekilde boynumuzu büküyoruz.. En zengin , en muhteşem vurguların sinema diliyle yapılabileceği bir medeniyetimiz var ve fakat o denli atalet içinde amaçsız ve hedefsizizki en fakir görüntü bizim cenahta. Medeniyet sevdasında olabilen azınlığımız bile top kalesine girerken bakakalan bir kaleci gibi seyretme halinde. Bu tasvirleri oluşturabilmek için dev paralardan önce inatçı bir idealist ruh lazım aslında. Çağrı filmi yıllardır konuşulan ve seyretmeye doyamadığımız bir filmdir. Bu filmin arkasında sadece para değil ne yapacağını bilen ve bir hedefe kilitlenmenin inancı ile zorlukları yenip unutulmaz bir eser ortaya koyan Mustafa Akkad var idi. Onu da Ürdün de maalesef bombalanan bir otelde kendisini islama nispet eden ve fakat bomba atmaktan başka somut bir iş yapmayan El-Kaide öldürdü. Bombaladıkları otelde ölenin Mustafa Akkad olduğunu öğrenip özür açıklaması yapan El Kaide’yi bu özrü kurtarmaz. Zira bu özürden önce onlar yapma yerine yıkmaya talip olmuş ruh halleri ile zaten kaybetmişlerdi. “İslam dünyasına büyük eserler kazandırıp ölmeden önce İstanbul’un fethini çekmek istiyorum” diyen bir nitelikli kişinin katili olmak aslında İslam dünyasından niye “Fetih 1453” çıkamadığının açıklamasıdır. Acıdır ama maalesef gerçektir. Eğer siz yapmayı akletmez, isteyene yol açmaz hatta engellerseniz birileri çıkar şehit olan binlerce askerin kemiklerini sızlatacak çapsızlıklar yapabilir.

Yorumlar