2017-06-28 00:00:00

Şimdiden Türkiye siyasi tarihine geçtiğini söyleyebileceğimiz Adalet Yürüyüşü bir haftasını geride bıraktı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yürüyüş kararını (ve tabii öncülüğünü üstleneceğini) ilan ettiği an itibariyle birtakım kaygılar oluştu. CHP yönetiminin sağ seçmene seslenebilme adına kendi seçmenini sağ tercihlere mahkûm eden yönelimleri; HDP’li vekillerin, yani Meclis’in en etkin muhalefet öznesinin hedef alınacağını bile bile dokunulmazlıkların kaldırılması için el kaldırma kararı; referandumun gayri meşru sonuçlarına karşı açığa çıkan öfkeyi soğurma çabası bu kaygıların haklılığı için yeterli sebeplerdi.

Ne var ki yine Adalet Yürüyüşü kararı ilan edildiği an itibariyle Kılıçdaroğlu başta olmak üzere CHP’nin yönetsel kadrolarının hem oldukça kararlı hem de toplumun en geniş kesimine hitap eden dili ve eylemi, kaygıların yerini birer birer eyleme dahil olma çabasına bıraktı.

Talebin haklılığı, söylemin kapsayıcılığı

“Adalet” talebinin yüksek sesle haykırılmasına duyulan ihtiyaç, eylemin etki alanının hızla genişlemesinde başlıca sebep elbet. Talebin sokaktaki örgütleyicisi sosyalistlerin ve benzer bir eylem sürecine girişmenin işaretlerini veren Kürt Siyasi Hareketi’nin tutumunu da buna bağlı olarak okuyabilmemiz mümkün.

Ancak dikkat çeken bir nokta da Kılıçdaroğlu’nun ve CHP yönetiminin referandumdan sonraki iki ayı böylesi bir sürecin altyapısını hazırlamakla geçirmesiydi.

Berberoğlu’nun tutuklanmasından sonra sadece birkaç saat içinde kararı alınan yürüyüşün yine hızla hayata geçirilmesi; eski MHP’li Meral Akşener ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun hızla destek açıklamaları ise referandumdan sonra Kılıçdaroğlu’nun ikili görüşmelerinin ve parti içindeki sivil itaatsizlik tartışmalarının böylesi bir süreç öngörüsüyle yürütüldüğü ve sonuç da aldığı izlenimini yarattı.

Çağrının İslamcı camiada yankıları

Bu uzun girizgahtan sonra gelelim yazımızın asıl konusuna.

Kuşku yok ki Adalet Yürüyüşü, tıpkı referandumdaki “hayır” çalışmalarında olduğu gibi, İslamcı tabanın azımsanmayacak bir kesiminde karşılık buldu.

“Adalet” kavramının İslamcı hareket içinde Milli Görüş’ün “adil düzen” sloganından AKP’nin A’sına uzanan tarihsel anlamı, İslamcı camia içinde bir dizi tartışma ve sorgulamaları tetikledi.

Üstelik bu tetikleme, Tayyip Erdoğan başta olmak üzere iktidar kadrolarının açıktan tehditler savurmasına karşın gerçekleşti. (Yoksa savurmasının etkisiyle mi demeliyiz?)

Erdoğan’ın saha dışına ittiği Bülent Arınç, Enis Berberoğlu’nun tutuklanması ile ilgili 16 Haziran tarihli açıklamasında iki önemli noktaya değindi. Birincisi, tutuklamaya gerekçe MİT TIR’ları görüntülerinin daha önce TV ve gazetelerde yayımlandığını, görüntülerin “sır olmaktan çıktığı”na ilişkin tartışmaları ve Yargıtay’ın bu konuda içtihat oluşturduğunu anımsattı. İkincisi davanın asli sanıkları Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılamalarının henüz tamamlanmadığına, suçun gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılmayacağının henüz netleşmediğine dikkat çekti. Yani avukat kimliğini konuşturarak karardaki hukuksuzluğu işaret etti, “Umuyorum ki bir an önce kamu vicdanım tatmin edecek bir karar verilir. Zira, şu an, herkes için ve gecikmeyen adalete çok ihtiyacımız var” dedi.

Anti-kapitalist Müslümanlar’dan yazar İhsan Eliaçık, 15 Haziran’da Twitter hesabından “Adalet herkes için istendiğinde adalettir” diyerek doğru bulduğunu söylediği yürüyüşün Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu Edirne’ye uzatılması gerektiğini savundu.

Mazlum-Der eski Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, Artı Gerçek’teki köşesinde 16 Haziran günü “Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüşe destek vermek CHP’ye destek vermek değildir. Gün ‘demokrasi için yetmez ama evet, herkes için adalet istenmeli’ deme günüdür” diye yazdı. 19 Haziran günü ise “Aslında muktedirlerin adalet talebinden ne denli korktuklarını, tehdit savurduklarını da görüyoruz. Bu ortamda yapılması gereken hepimizin adalete sımsıkı sarılmasıdır” satırlarına yer verdi.

Saadet Partisi, HAS Parti ve Mazlum-Der’in kurucuları arasında bulunan, OHAL KHK’si ile Kafkas Üniversitesi’nden ihraç edilen Cihangir İslam ise Adalet Yürüyüşü’ne bizzat katıldı. İslam, 16 Haziran’da Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada Türkiye tarihinde bu kadar geniş tabanlı bir eylemin henüz yapılmadığını, karşılıklı saygıyı, hukuk devletini, demokrasiyi içselleştiren herkesin bu barışçıl eylemin yanında olduğunu söyledi. İslam, yol boyunca aldığı tepkilere dayanarak referandumda “evet” oyu vermiş insanların bir bölümünün de yüreklerinin kendileriyle olduğunun altını çizdi.

Taşgetiren’in dikkat çektiği, “Adalet arayışının toplumsal zemini”

İslamcı hareketin önemli kalemlerinden Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’in yürüttüğü tartışma da sorgulamanın bir diğer çarpıcı örneği. 18 Haziran’daki yazısında “Şu yürüyüş. Nasıl bakmalı ona?” diyerek tartışmaya girişti Taşgetiren. Yürüyüşü küçümseyen iktidarı, medyada alay edenleri ve adalet talebini yıpratmaya yönelenleri eleştirdi. İslamcı hareketin 28 Şubat sonrasında AKP etrafında kenetlenmesinin öncülü niteliğindeki 11 Ekim 1998 tarihli “Özgürlükler İçin El Ele” eylemini anımsattı, uyarı ve eleştirilerini esirgemedi:

“Ama bir toplumsal birikime tekabül etme amacı taşıdığını görmezden gelmemek gerekiyor.”

“CHP’nin tabii tabanının çok dışında bir toplumsal zemin ‘Adalet arayışı’ içine sürüklenmiş bulunuyor.”

“İsterseniz Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü aşağılama eğilimi çerçevesinde ‘siyasal istismar’ olarak görebilirsiniz. Ama istismarın da bir toplumsal karşılığının olması gerektiği açıktır. Zemini olmayan şeyin neyini istismar edeceksiniz?”

“Kılıçdaroğlu’nun eylemi klasik CHP tabanının ötesinde karşılık bulur.”

“69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu. Genç olsa bile her insan tükenebilir. Ama o tükenme halleri bile etkinliği artırır. Bence iktidar ‘Adalet Yürüyüşü’nü önemsemeli. Bekir Bozdağ üslubu ile olmaz bu iş.”

Taşgetiren’in uyarı ve eleştirileri “içeride” öyle can sıktı ki; önce Star gazetesi yazının son iki cümlesini sansürledi, ertesi gün gazetenin bir diğer yazarı Ahmet Kekeç Taşgetiren’e salladı kalemini. “Bu çakma eylem, ‘69 yaşında bir direnç yürüyüşüdür bu’ diyen ağabeylerimiz tarafından, 28 Şubat sürecinin ‘Özgürlükler İçin El Ele Yürüyüşü’yle eş değer tutuluyor. Yazık. Hakikaten çok yazık!” diyen Kekeç, Taşgetiren’in esas olarak yaptığı “adalet talebinin toplumsal zemini” vurgusuna ise bir yanıt üretemedi.

“Kapılarınızı açın: Binlerce ortamda yargı sorunu konuşuluyor”

Taşgetiren tartışmasına 20 ve 21 Haziran tarihli yazılarında da devam etti. Son yazısında muhtevası, amacı, mesajı ne olursa olsun sivil eylemlerin bir davayı anlatmak için kavgadan daha etkili olduğunu, adalet arayışının da Türkiye’de her daim bir karşılık bulduğunu söyledi ve böyle bir adalet sorgulamasının AKP tabanında da bulunduğunun altını çizdi:

Ama bugün yargıda bir problem varsa, bunu birisinin dile getirmesini önlemenin mantığı yok. Diyelim ki Kılıçdaroğlu “Adalet anahtarı”nı kullanarak Ak Parti tabanına uzanmak istiyor. Ak Parti’ye düşen en azından “Böyle bir anahtar var mı?” diye sormak değil midir? Milletvekilleri kapılarını sızlanışlara açsın, eminim ki bana gelenin bin katı onlara ulaşacaktır. Eminim ki şu an binlerce ortamda “Yargı sorunu” konuşuluyor.

Muhafazakar tabandaki hoşnutsuzluğu nasıl değerlendirmeli?

Ahmet Taşgetiren, “içeriden” eleştiriler sıraladığında bunu iktidar içi ayrışmalarda konum almak için kuru kuruya yapan değil, aksine iktidar içi bütünlüğün yeniden tesisi ve devamlılığı için sorunun özüne odaklanan bir isim.

Yine öyle yapıyor. Yargı sorununun da adalet arayışının da apaçık bir gerçek olduğunun, iktidarın bu gerçeği görmezden gelemeyeceğinin altını çiziyor.

Haksız değil Taşgetiren.

İktidarının sürekliliğini halk kitlelerinin tepki ve hoşnutsuzluklarını denetim altına alabilmeye bağlamış bir Saray-AKP iktidarı, bugün devletin şiddet aygıtı ile demokrasi-adalet talebi, neoliberal destek ağları ile refah beklentileri, ideolojik (İslamcı-milliyetçi-liberal) pansuman ile ekonomik talepler arasındaki çelişkilerin hiçbirisine yanıt veremez hale geliyor; özel olarak da kendi tabanındakilere.

İşte, Haziran İsyanı’ndan 7 Haziran seçimine, oradan 16 Nisan Referandumu’na uzanan seyirde AKP karşıtlığının toplumsal zemininin adım adım genişlemesinde, çeşitlenmesinde ve politikleşmesinde yatan potansiyelin bir parçası da bu kesim.

Adalet Yürüyüşü ve beraberinde yapılan nöbet, yürüyüş ve eylemler, sosyalistler için hem genişleyen bir toplumsal zemini mücadeleye doğrudan katma olanağını barındırıyor hem de inisiyatif alabilme aralığı yaratıyor; hele de adalet bayrağının yükselmesinde, kendi öncülüğündeki direniş pratiklerinin katkısı yadsınamadığı düşünüldüğünde…

Sendika.org

Yorumlar