2012-03-13 00:00:00
Sivas katliamı ve gazeteciler ile ilgili gecikmiş tahliye kararı yargının halini yeniden değerlendirmemiz gerektiğini gösteriyor. Hangi tahrik unsuru olursa olsun ateşler, alevler altında insanlar öldürülüyorsa bunun adı katliamdır.
Sivas’ta yıllar önce bir katliam yaşandı. Uludere’de yaşandığı gibi, Hocalı’da, 1915’de Anadolu’da, Gazze’de, Suriye ‘de şu anda yaşandığı gibi..
Siyasi pozisyonunuza göre katliamlar arası bakış açınızı değiştirmeniz veya katliam yarıştırma eğilimiz varsa istediğinizi görebilirsiniz. Yargı sonuçları için de bu böyledir. Ergenekon yargısı için başka, Sivas için başka, ideolojik yakınlığınıza göre başka tavırlar takınıyorsanız adalete zaten ulaşamazsınız. Adaleti “ama” sız talep etmedikten sonra istediğiniz ortama kavuşamazsınız.
İnşaat işçileri İstanbul Esenyurt’ta yanarak öldü. Bu ihmalin hesabını sorar bir tavra girmeyip de zamanın iktidarını veya devletini korursanız yine yargı sonuçlarından şikayetçi olmaya hakkınız yoktur. İnşaat işçileri bir büyük alışveriş merkezi inşaatında çalışıyorlarmış. Eğlencenin merkezinin yanı, onların ailelerinin acılarının merkezi oldu. Bu olay bize merhum Ali Şeriati’nin bir davranışını hatırlattı. Şeriati Mısır’ı ziyaret ederken piramitleri de görmek istemiş. Kafile halinde gittikleri yerde dikkatini önce piramitler değil de piramitlerin yakınındaki mezarlar çekmiş. Bu mezarları sorunca rehber ona “Piramitler yapılırken iş güvenliğine pek dikkat edilmediğinden çok kazalar oluyordu ve işçiler dev taşların altında kalıp ölüyordu, bu mezarlar Afrika’dan getirilen o siyahi köle işçilere ait” demiş. Şeriati piramitleri gezen kafileyi terk edip işçilerin mezarına yönelmiş ve orada halen önemini koruyan mektubunu yazmış. Bu mektup yüzyıllar öncesi değersiz bir mahluk gibi görünen işçiler nezdinde tüm mazlumlara yazılmıştı. Ali Şeriati, “Ey dostum! Sen mezarlar için kurban edilirken biz saraylar için kurban edildik” diyordu mektubunda. “Bu hendeklere gömülen insanları öylesine yakın hissediyordum ki kendime. Aynı ırktanmışız gibi geliyordu bana.” diyordu. Ne kadar da bugünleri hatırlatıyor değil mi? “Köle kardeşime mektup” başlığı ile internette bu uzun metni bulup okumanızı öneririm. O zaman söylemek istediklerimiz daha iyi anlaşılacak. İnsan haklarının özü adalet talebidir. İslam dinine inanan insanların ise en kuvvetli, en ısrarcı insan hakları müdafii olması gerekir. Çifte standartsız bir anlayış içinde olmaları gerekir. Kapitalizmin eğlence merkezi inşaatlarında iş güvenliğine dikkat edilmeden yaşayan işçilerin, üzerlerine dökülen yanık, kızgın plastik damlaları altında kömürleşerek ölmelerinden başka önemli bir olay olabilir mi şu an gündemde. Bu inşaat derhal durdurulmalı ve inşaat şirketi hakkında ağır cezalar verilmeli ve inşaat ruhsatı iptal edilmelidir. Bu acının hesabının takibini tüm hak dernekleri yapmalıdır. Bu acı vak’ayı adiyeden bir olay gibi algılanırsa tüm insanlığa yazıklar olsun. Yargı bakalım bu olayın sonucunu nereye bağlayacak. Ancak feci bir ölümle ölen bu insanların acısının takibi vicdan sahibi tüm insanlar üzerinde bir vebal olarak durmaktadır.
Yargı kararlarına göre imtiyazlı kişi yoktur. Ancak “falanca cemaat veya partiye düşmanlık ediyor” diye kişilerin tutukluluk halinin kamu vicdanını sızlatacak derecede uzatmak da kabul edilebilir bir tutum değildir.
Yargının bağımsızlığı, kuvvetlerin ayrılığı prensibince en önemli adaletli devlet göstergesidir. Bunu sağlayamadığınız sürece halk mutsuzdur ve bu hakimiyet malül durumdadır. Bu yüzden tüm gücümüzü adaletli bir devlet olması için seferber etmeliyiz. Farklı kesimlerden adil ve vicdanlı kişilerle ortak hareket edebilmeliyiz.
Yorumlar