14 Haziran 2022

Herkese merhaba, ÖFG TV’nin yeni bir yayını ile karşınızdayız. Her hafta Salı günü saat 21.00’de haftanın önemli insan hakları konuları ve konukları ile yaptığımız programımız bugün de başlıyor.

Programımızda iki önemli konuyu işleyeceğiz. İlk olarak tabi ki Türkiye toplumunun açık ara şekilde gündeminde her zaman, her gün ekonomi var. Nereye gidecek bu ekonomik hal? Enflasyon ne olacak? Nerede duracak? Dolar, Euro nereye varacak? Mazot, benzin, otogaz fiyatları ne olacak? Cari açık, bütçe açığı ne olacak? Gelir endeksli senet veya kur korumalı mevduat ile çözüm bulunabilecek mi? Bütün bunları Enes Özkan bey ile görüşeceğiz.

Programımızın ikinci bölümünde de iki gündür devam eden vahim bir gelişme. Mülteci nefreti üzerinden ve Ümit Özdağ’ın maalesef ki kışkırtıcı tweetlerinden sonra atık depoları yakılan, yağma, talan edilen atık işçileri ile görüşeceğiz programımızın ikinci yarısında. Biz ilk olarak hemen ekonomi gündemimiz ile başlayalım. Enes Özkan hoşgeldiniz. Sizi izliyoruz, ekonomi ile ilgili analizleriniz, konuşmalarınız, tespitleriniz ile ve biliyorsunuz büyük bir ekonomik felaket yaşanıyor ve iktidar önlemler almaya çalışıyor, kur korumalı mevduat ile doları, euroyu doldurmaya çalıştı, gelir endeksli senet ile önlem almaya çalıştı. Bu arada enflasyon yükseliyor, gittikçe fakirleşiyoruz, bunlar derde deva olacak mı? Bir sürü soru var kafamızda. Bunu A’dan Z’ye bize anlatır mısınız? Mesele nereden kaynaklandı? Bu dikiş tutmama hali nereden kaynaklandı? Bu her tarafından delinmiş, su alan gemi misali bu tablo nereden kaynaklandı? İlk önce bunları teşhis noktasında sözü size bırakmış olalım.

Enes Özkan:Aslında bu yaşadığımız sorunları uzun süredir yaşıyoruz, son 1 senedir çok daha yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Ondan önce de 2014,2015’ten beri biz zaten çok net bir şekilde bir ekonomik krizin zaten içerisindeyiz. Bu yaşadığımız her şey bu ekonomik krizin içerisinde çeşitli sapmalar, manevralar! Kimi zaman krizin şiddeti artıyor, kimi zaman biraz daha azalıyor ama biz zaten bir ekonomik krizin içerisindeyiz. Bu sürece de nasıl geldiğimize bakarsak; aslında AKP öncesinden başlayan süreçte 2001 krizi ve sonrasında atılan adımlarla ekonomimiz iyileşme göstermişti, sonrasında da AKP geldi, AKP’nin ilk döneminde de o iyileşme devam etti. Sanıldığının aksine, sadece AKP’nin ele aldığı politikalarla yaşanan bir düzenleme değil. AKP öncesindeki hiç beğenmediğimiz, koalisyon hükümeti içerisinde zaten çok büyük kurumsal değişiklikler yapılmıştı. Zaten bir yola girilmişti, o yolda gidilmişti AKP’de bunu iyi yönetti. Sonrasında 2008’te ABD’de bir mortgage krizi patladı. Bu finansal piyasaları çok derinden etkiledi, aynı zamanda şu günkü sorunlarımızın neredeyse temeli olan bir parasal genişleme politikasına yol açtı, bu tüm devletleri etkileyen bir süreç olarak karşımıza çıktı. O dönem aynı pandemi sürecinde yaşadığımız gibi ABD ciddi bir parasal genişleme, para basma diyelim buna, ciddi anlamda para bastı, kendi şirketlerini kurtarmak için, dünyaya da bu paranın büyük kısmı dağılmış oldu. Sonrasında Avrupa’da yaşanan mali bir kriz oldu. Mali kriz sürecinde “Türkiye’yi teğet geçti kriz.” vs. söylemler geliştirildi hükümet tarafından. Hakikaten o günlere dönüp baktığımızda Türkiye’ye inanılmaz büyük etkisi olmamıştı ilk aşamada fakat bu krizlerin taşıdığı süreç; bizi 2014 yılında artık finansal piyasalardan daha zor borç bulabilir bir hale getirdi çünkü o parasal genişleme süreci artık nihayete ermesi gerekiyordu, bir şekilde sonlandırılması gerekiyordu, nasıl bugün ABD, Avrupa Birliği ya da Euro bölgesi çeşitli enflasyon problemleri ile boğuşmaya başladıysa o zaman da böyle şeylerin sinyali geliyordu. Biz yavaş yavaş o sürecin sonucunda o uluslararası para bolluğu, likitide bolluğu vs. sürecinden yavaş yavaş çıkmaya başladık. Bu sürecin öncesinde de Türkiye’de doğrudan yabancı yatırımlar arzu edildiği kadar gelmedi, bu sıcak para denilen mevzu; sıcak para portföy yatırımıdır, gelir borsaya yatırım yapar, oradan devlet tahvili alır vs.  onlar bir nebze iyi olsa da Türkiye’nin esas arzu edilen yatırım türü Türkiye’ye gelip bir insanın ya da bir grubun, firmanın fabrika kurması. Burada istihdam sağlaması vs.dir. Doğrudan yabancı yatırım dediğimiz olay zaten çok Türkiye’de gerçekleşmemişti. Bunların üzerine pandemi bindi. Pandemi sürecinde zaten biz pandemiye girmeden önce Sn. Berat Albayrak sağ olsun Türkiye ekonomisi çok kırılganlıklarla boğuşuyordu. Bunlar; Merkez Bankası rezervleri yok edilmişti, gerçek anlamda yok edilmişti.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:128 Milyar Dolar meselesi.

Enes Özkan:Tabi kimi hesaplara göre 128 kimi hesaplara göre 140 Milyar Dolar! 128 Milyar Dolar olarak hesaplayan Sn. Haluk Bürümcekçi ciddi bir ekonomisttir, 140 Milyar Dolar olarak hesaplayan da eski Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti. Çok yetkin isimler, bu süreçte 128-140 Milyar Dolar paranın Merkez Bankası’nın elinden bir şekilde uçup gittiğini ortaya koydu. Buna hükümetin tepkisine güldüm ve kızdım. “Bu para havaya uçmadı ya vatandaşa gitti.” Dediler. Tabi vatandaşa gitti, biz havaya uçtu demedik. Bu para olması gereken yerde değil! Vatandaşa gitti dedikleri de; vatandaş doları sattıkça almış, o sırada kendi şirketleri veya yandaşları ne tür işlemler yaptı onlar hala şaibeli ama biz de vatandaş olarak dolar satıldıkça almışız, bankalara koymuşuz. Türkiye’nin tasarrufu haline dönüşmüş bu, bu vatandaşın tasarrufu, bu devletin veya hükümetin elinde olan bir kaynak değil ve bu Türkiye ekonomisini kırılgan bir hale getirmiş durumda. Üzerine pandemi de binince, o pandemi sürecinde Türkiye hakikaten dünyada doğrudan destekli en az ülkelerden biri oldu. Vatandaşa doğrudan desteği en az veren ülkelerden biri oldu. Doğrudan destek mevzusu çok önemlidir. Vergiden bir şey düşebilirsiniz, o zaman benzin fiyatları zaten çok araba kullanılmadığı için EŞEL Mobil sistemine geçmişlerdi, ÖTV’den düşüyordu benzin artışları. Bunların hepsini yapabilirsiniz ama zaten harcayacak kadar geliri olmayan bir insanın üzerinde bu hiçbir etkisi olmaz. Toplumun en kırılgan kesimi olan alt gelir grubundaki insanlarda bu insanlar zaten vergi verecek para kazanmıyor, bunun vergisini azaltsanız ne olur azaltmasanız ne olur! Bu insanların hayatta kalabilmesi için bu insanlara doğrudan destek yapılması gerekiyordu ve onu da yapmadı hükümet çünkü hükümetin en çok gözettiği şey; bunu da sürekli vurgularlar, her zaman kamu maliyesidir! Maliyenin, Hazinenin üzerine yük binmesin, borç binmesin. Bunu Türkiye Cumhuriyeti ezelden beri çok önemser, hakikaten kuruluş felsefesinde vardır bu Cumhuriyetimizin, AKP de buna mugayir hareket etmedi uzunca bir süre ama ne zaman ki iş biraz daha kendilerine doğru dönmeye başladı artık burada da bir bozulma başladı çünkü kamu maliyesi sonuçta bu ülkenin maliyesi, kamu hazinesi de bu ülkedeki insanların hazinesi esasında. Bu insanlara doğrudan destekler vermek bu hazineyi biraz sarsabilirdi ama sonuçta bu insanların hayatını daha kolay sürdürülmesi için onlara destek vermiş oluyorsun. Hükümet bunu yapmadı fakat kendi ekonomik politikaları artık sürdürülemez hale gelince şu an kamu maliyesine yüklenmiş durumdalar. Hem bahsettiğiniz kur korumalı mevduat mevzusu, hem bu yakın zamanda açıklanan gelire endeksli senet mevzuları tamamen kamu maliyesine yük oluşturmak üzerine kurulu, bu minvalde yapılan şeyler. Alt gelir grubuna, kırılgan gruplara yapmadıkları desteği şu an bir şekilde 3-5 tasarrufu olan insanlara yapmaya çalışıyorlar ama bu da insanları düşündükleri için değil, orta gelir grubunu düşündükleri için de değil, bir şekilde insanları acaba Türk Lirası ile tasarruf etmeye teşvik edebilir miyiz? Bizim aşağı yukarı serencamımız bu ama şu zamanlarda yapılan şey; liralaşma stratejisi diye bir strateji güdüyor hükümet. Bunu çok önemsiyorlar ama bunu önemsedikleri kadar akılcı ürünler veya akılcı yöntemler de geliştirmiyorlar çünkü o yöntemlerin geliştirilmesinin önünde Sn. Erdoğan var engel olarak! Çünkü o yöntemlerden en önemli kısımlarından biri faizlerin piyasa koşullarına uygun olarak adepte edilmesi. Burada faiz konusu biraz ikircikli bir konu. İnsanlar genellikle zannediyor ki; hükümet faizi arttırırsa faiz artar, hükümet faizi düşürürse faiz düşer. Bu Merkez Bankası’nın güvenilir olduğu ekonomilerin normal standartlar içinde yürüdüğü bir ekonomide bu böyle gerçekleşir. Biz bunu AKP’nin ilk dönemlerinde gördük! O zaman gerçekleşiyordu, o zaman faiz görece biraz daha yüksekti, bu sayede dolar biraz daha düşük kalabiliyordu. 2002-2007 arasını yaşamış olanlar bilirdi. 1.5, 2 TL civarında dolarlar konuşuluyordu. Bunların hepsinin sebebi oradaki faiz politikalarından kaynaklanıyordu fakat şimdi öyle bir hale geldi ki biz o genel uygulanabilir sistemin dışına o kadar çıktık ki siz faizi düşürüyorsunuz faiz artıyor. Bunu da şöyle açıklayım; Türkiye’nin son günlerde konuşulan herkesin de tam olarak ne olduğunu da anlamlandıramadığı CDS primi dediğimiz bir şey İngilizcesi Credit Default Swap. Aslında sizin bu borcu ödeyip ödeyemeyeceğiniz ile ilgili bir sigorta primi bu! Siz borcunuzu ödeyemeyecek duruma geldikçe o CDS primi yükselir, şu an Türkiye 2003’ten sonraki en yüksek CDS primini yaşıyor. 830’ları geçmiş durumda CDS primi. 2003, ne 2008 krizinde ne 2010 Avrupa mali krizi sürecinde biz böyle yüksek bir risk altında değildi ekonomimiz, bizim kredi risk primimiz şu an 2001’deki seviyelere doğru gelmek üzere. Bu da şuna sebep oluyor; siz yurtdışından borçlanırken Türkiye’de yaşayan bir insan olabilirsiniz, genellikle insanlar böyle piyasalardan borçlanmaz ama kurum olabilirsiniz, devletin kendisi olabilir, yurtdışından borçlanırken size borç verecek kurumlar bu borcu ödeyememe ihtimalinize karşı size verdiği borcu başka bir finans kurumundan sigortalatırlar. O sigortalatırken de CDS primine bakılır ona göre hesaplama yapılır ona göre sigorta primi kesilir. CDS primi yüksekse size borç veren çok daha yüksek fiyatlarla bu borcu sigortalayabilir, onun maliyetini de sizin faizinizin üzerine bindirir. Almanya’nın şu an CDS Primi 24 vs. olması lazım. Bizimki 830. Almanya’nın uluslararası borçlanmasında ekstradan ödeyeceği ek faiz diyelim biz, sigorta maliyetinden dolayı 20 puanken bizim ödeyeceğimiz ek faiz 830 puan.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Riskli ülke olduğumuz için anlaşılan.

Enes Özkan:Arada %10lara dayanmış bir dolar faizi var Türkiye’de. Türkiye yurtdışından borçlanırsa dolara karşı %10 faiz ödemek zorunda, böyle bir faiz oranı yok. O kadar yüksek ki böyle borçlanan banka, hükümet, şirket bu şirketin, hükümetin, faizi düşmüş mü oluyor? Tam aksine faiz yükselmiş oluyor! Faiz deyince %14,17 vs. gibi oranlar gelmesin aklımıza sadece. Bu piyasayı dengeye getiren bir mekanizma, basma tulumba gibidir, bir yerinden sıkarsanız öbür taraftan çıkar her zaman dengede durmasını sağlayacak bir araç bu. Bileşik kaplar teorisi gibi su var, o sular dengede olsun diye yapılan bir şey. Bunun bir tarafından bastırırsınız, öbür tarafından mecburen çıkar bu da vatandaşa yansır çünkü bizim Türkiye’nin tarihsel olarak problemlerinden biri tasarruf problemidir, Osmanlı’da da vardı bu problem. Osmanlı’da da çok yüksek miktarlarda yurtdışı borçlanması oluyordu son zamanlarda, ülke içerisinde yaşayan sarraflardan oluyordu, Abdulhamit vs. zamanında demiryolu yaptırırken nasıl yaptırdı? Onun da aslında aldığı dış borçtu, çok yüksek faizle borçlanıyordu.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Şimdi daha yüksek faizler değil mi? Abdulhamit döneminden daha yüksek sanki tablo.

Enes Özkan:Oraya doğru gidiyor. O zaman borç verme piyasası bu kadar gelişmiş değildi ve bu kadar finansal araç yoktu. Borç dediğiniz altın veriliyor. Şimdi altın değil, finansal piyasalarda ekranda çeşitli sayılar o kadar kolay ki borç almak borç vermek. Bunlar teknoloji sayesinde gelişmiş şeyler neredeyse oraya doğru gidiyoruz. O yokluğa doğru yol almaya başladık. Bunun en büyük sebebi dış borca ihtiyacımız olması, en büyük sebebi de yurtiçinde tasarruf yapamamamız. İnsanlar kendisinden ölçsün biçsin, siz aylık gelirinizin % kaçını tasarruf edebiliyorsunuz. Tasarruflar yüksek olacak ki siz bu tasarrufları bankaya yatırabilirsiniz veya bir arkadaşınıza borç verebilirsiniz veya bir işe ortak olabilirsiniz. Siz tasarruf edemediğiniz sürece iş yapacak arkadaşınız, kredi verecek banka, evini satacak insan, ev alacak insan gidip bankalardan borç almak zorunda. Bu bankalar sizden toplayamadığı mevduatı ne yapıyor? Dışarıdan borçlanıyor ve dağıtıyor. Bu imkan çok kapalıysa, faizler çok yüksekse bu sefer; hükümet diyor ki: “Ben para basacağım, size para vereceğim. %14 ile bankalara para veriyor, bankalarda %30 küsürle vatandaşa dağıtıyor. Bankaların rekor karları oldu sene başında açıklandı. İlk çeyrek karları da çok yüksekti, sebebi de bu. Devlet sürekli para basıyor, para basınca ne oluyor? Ülkede o kadar o parayı karşılayacak kadar mal ve hizmet üretilemediği, o kadar fazla yabancı para bulunmadığı için enflasyon oluyor. Bu artık matematiksel bir şey. 2*2 seviyesinde bir şey. Zembelek boşalır. Bu faize karşı olmak, faizle yakın olmakla ilgili bir mevzu değil bu bu işin matematiği bu. Tüm dünyada olan bir şey bu! Bu her zaman böyleydi. Çağlar boyunca bu böyleydi, her şeyin bir maliyeti vardı. İneğin de maliyeti vardı, zamanında bir maliyeti vardı. Bu maliyeti göz ardı ederek, bunu siyasallaştırmak ve bunun üzerinden oy devşirmeye çalışmak, kitleyi konsolide etmeye çalışmak iyi değil. Okuryazarlık çok düşük, düşük olması biraz da bu tarz yöneticilerden kaynaklanıyor da olabilir. Eskiden beri eğitim sisteminden kaynaklanıyor vs. diye düşünürdüm ama birçok şey siyasallaştırılmasından da kaynaklanıyor. Bizim içinde bulunduğumuz durum bu şekilde.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Gittikçe kötüleşiyor tablo. İktidar birtakım metotlara başvuruyor fakat tutmuyor gibi, zengin daha zengin oluyor, fakir daha fakirleşiyor. Çarşı, Pazar yangın yeri, domates, salatalık, biber fiyatları almış gitmiş. Esnafları dolaşıyorsunuz kan ağlıyorlar, işyerleri kapanıyor. İnsanlar bir yerlere parasını bağlamaya çalışıyor, TL’den kaçmaya çalışıyor, dolarizasyon oluyor ve gayrimenkul fiyatları çığrından çıkmış çünkü en azından bir gayrimenkul yatırımı yapmaya çalışıyor anlaşılan bunun etkisi oluyor. Bu döngüde iktidar bir şey kurtarabilir mi? Birtakım tedbirler milyarlarca lira çöpe gidiyor, sırf dolar yükselmesin diye ama bir taraftan da dolar Euro yükseliyor. Tutamıyorlar, yavaş yavaş da olsa bazen hızlıca da olsa yükseliyor. İktidarın tedbirleri yeterli mi Enes bey?

Enes Özkan:Tedbirleri yeterli değil, kurtarılabilecek durumda olduğunu da düşünmüyorum. Sorunuzu baştan alırsak; dediğiniz gibi zengin daha zengin fakir daha fakir oluyor, o konuya hakikaten değinmek lazım. Bu öyle bir kriz ki; zengini bile fakirleştiren bir kriz. Şu an düşündüğünüz zaman Venezuela çok büyük bir kriz içinde, ne oluyor diye bakıyoruz. Venezuela’nın zenginleri bile daha fakir artık, Türkiye’nin de öyle. Zenginleri bile daha fakir. En zengin listeleri açıklandığında bakıyorsunuz, orada Türkiye’li zenginlerin bile mal varlığının değeri artık dolara karşı değer kaybettiği için orada zenginler bile sıralamadan düşmeye başladı. Bu öyle bir şey ki ama burada sorun şu; o gelir uçurumu artıyor, TL cinsinden artıyor. Baktığımız zaman ülke olarak, toptan fakirleşiyoruz! Ülkenin fakiri 5 fakirleşiyorsa zengini de 1 fakirleşiyor. Bunu yapabilmek müthiş bir kabiliyet. Böyle bir sistem kurarsınız, bunu zamanında yapmış yerler var. Çin modeli ile büyüyeceğiz dediler. Çin’in yaptığı benzerdir. Fakiri fakirleştirir, zengini zenginleştirir, Çin’in yaptığı o dur. Orada devlet eliyle tahsis eder bazı fabrikayı, devlet desteği verir, ihracat desteği verir, işçilerin ücretlerinin tepesine biner, ücretleri baskılar ucuz iş gücü ile kendi sanayicisini kalkındırır. Çin’in yaptığı şey buydu. Türkiye de tevessül etti “Biz Çin modeliyle kalkınacağız.” Dedi o bile yapılamadı. Onu bile yapamayan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu artık bir çeşit beceriksizlik açık anlamıyla. Aslında daha kolay bir yöntemdir normalde kalkınmak için çünkü refahı eşit dağıtarak kalkınmak çok zordur bizim gibi tasarrufu düşük ülkelerde çünkü yatırımı yapacak insan sayısı az, o kadar para yok insanların bazılarını daha zengin yaparsınız ki o yatırım yapar diğerlerini işe alır, ülkeler kalkınır, sanayi devrimin de de süreç böyle olmuştu bunu bile gerçekleştiremeyen bir iktidar var karşımızda. Manavda, bakkalda, fiyatlar el yakıyor. Bakıyoruz bir yandan üreticinin ürünü inanılmaz ucuz. Bugün Twitter’da köyüne giden, okullar tatil oluyor, yurtdışında yaşayan insanlar memleketlerine geliyor ziyaretlere, fiyatlar paylaşıyorlar. Domates 2.5 TL, biber 5 TL gibi fiyatlar görüyorum ve o kadar üzücü bir şey ki; üretici ürettiği yerde 2.5 TL’ye domates satıp kar etmeye çalışıyor. O ulaşım masraflarından dolayı, enerji masraflarından dolayı, işgücü masraflarından dolayı bu 2.5 TL’lik domates İstanbul’a, Ankara’ya gelene kadar 30 TL oluyor. Üretenin eline kalana bakın, aradaki maliyete bakın! Bu şu demek değil; burada bu ürünü taşıyanla mı çok kazanıyor? Hayır öyle taşıyan da çok kazanmıyor, üreten de çok kazanmıyor. Enflasyon öyle bir şeydir ki; herkese eşit oranda kaybettirir, herkesi kayıpta eşitler, zenginleşmede eşitlemez. Kira, kiracı mevzusunda gördüğümüz gibi; %25 kiraya sınır koyalım dediler. Onu da 1 Temmuz 2023’e kadar koydular, seçimin ertesi haftasına kadar. Seçimden sonra tekrar ortalık yangın yeri olsun sorun değil diye düşündüler galiba. %120 kimi hesaplara göre, resmi TÜİK hesabına göre %73, siz bunun 5 bin puan, %50 daha aşağısına sınır koyuyorsunuz, bu insanlar bu evleri nasıl aldı? Türkiye’de ev sahipliği müthiş bir şey değildir! Çok fazla kişi yoktur elinde çok fazla gayrimenkulü olan çünkü Türkiye’de gayrimenkul yatırım şirketleri son zamanların mevzusu, kurumsal olarak elinde binlerce gayrimenkul bulunduran şirket sayısı çok azdır. Gelişmiş ülkelerde vardır, Almanya, Amerika, İngiltere’de vardır. Çoğu bir şirketin kiracısıdır, insanın değil ama Türkiye’de çoğu zaman insanlar hep enflasyon içerisinde yaşadıkları için çalışırken kıt kanaat artırıp kendine ev almış, biraz daha zorlamış bir ev daha almış, şehrin kıyısındaki bir tarla almış 3, 5 ev oradan gelmiş. Bu insanların 3 5 çocuğu var, birinde oğlum birinde gelinim oturur vs. bu ev sahiplerinin de %90’ı aşağı yukarı böyle. Siz bu insanları bu sefer de enflasyon karşısında eziyorsunuz ama bu olmasa bu sefer de kiracılar enflasyona karşı eziliyor. Enflasyon ortamında herkes kaybeder, herkeste haklıdır. Biz ev sahibine haksız mı diyeceğiz? Diyemeyiz! Kiracıya haksız mı diyeceğiz? Sen bu adamın hakkını vermiyorsun diye adamın elinde yok zaten, kimse öyle bir para kazanmıyor. Burada hükümet eliyle, kötü yönetim eliyle toplumsal barışı bozan, inanılmaz uzun yıllar boyunca huzursuzluk yaratma potansiyeli olan kocaman bir barınma problemi çat diye kucağımıza önümüze düştü. İnanılmaz bir şey! Bu toparlanır mı? Toparlanmaz mı? Konusuna gelince şunu biliyordum; sosyal devlet harcamaları, yardımlar, sağlık yardımları, eğitim yardımları, doğrudan yardımları kamu maliyesine bahsettiğim gibi o pandemi sürecindeki gibi, kamu maliyesine biraz yük bindirerek yaparlar, seçime kadar da bu işi biraz taşırlar diye düşünüyordum açıkçası ama CDS priminin bu kadar yükselmesi, hiçbir şekilde ekonomideki veya siyasetteki hükmeden hiçbir aktörün güven vermemesi neticesinde ben açıkçası tüm bu verilerin daha da kötüye gidebileceğini ve burada yeni bir kur atağı yaşama riskimiz olduğunu düşünüyorum. Bu zorlayıcı bir şey, zaten enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir yerde kurların bu kadar uzun süre neredeyse sabit kalması mantıklı değil, bu sefer de orada da başka bir denge var. Bizim ihracatımız niye arttı? Ki arzu edilen kadar artmadı ama cari açığımız hala çok yüksek, ihracat artsa da ithalatta artıyor yine de ihracatta bir artış var; bunun artış nedeni Türkiye’deki mallar yurtdışındaki insanlar ve şirketler için ucuz hale geldi, öyle arttı ama bu enflasyon nedeniyle artık buradaki mallar, hizmetler yine yurtdışındaki insanlara göre pahalı hale gelmeye başladı. Türkiye’de, İstanbul’da merkezi bir yerde oturup, haftada 2-3 kere dışarı çıkan, arada bir sinemaya giden bir insan aynı gelirle neredeyse Londra’da, Berlin’de yaşayabilir durumda. İstanbul’da yaşamanın bir ucuzluğu kalmadı! Aynı şekilde İstanbul’daki üretilen malların Türkiye’de üretilen malların ucuzluğu da kalmaz. Enflasyon oranınca kurda bir yükselme meydana gelmesi lazım ki bizim ihracat için ürünlerimiz ve hizmetlerimiz hala avantajlı olsun. Bu nedenle zaten kurun matematiksel olarak bir şekilde yükselmesi gerekiyor. Enflasyonu düşürmeyecekseniz kur mecburen yükselecek bu da olmazsa yöntemlerle; en son genelgeler açıklandı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, SPK açıkladı; yabancı para cinsinden kredilerde zorunlu karşılık oranını arttırdılar, zorunlu karşılık; bir banka kredi veriyorsa 100 birim bunun 10 birimini Merkez Bankası’na yatırıyor, o kredinin batma riskine karşı, Merkez Bankası’nın kanuni bir görevi vardır son kredi merciidir, banka ya da kredi batıyorsa Merkez Bankası onu kurtarır ondan dolayı Merkez Bankası’nda tutuluyor, Merkez Bankası’da bu paraları alıp döviz yükseldikçe satıyor, bu paralar senin değil yurtiçi yerleşik bankaların yaptığı swap ya da zorunlu karşılık oranları. Bunları sata sata geldiğimiz nokta bu! Zorunlu karşılıkları arttırdılar, oradan 10-12 Milyar Dolar daha artı para girecek Merkez Bankası’na ama 10-12 Milyar ile olacak bir şey değil bu! Zaten Merkez Bankası’nın net rezervi -55 Milyar Dolar, bir de Hazine yükümlülüklerini düşündüğünüzde -66 Milyar Dolar civarında. Buraya 12 Milyar Dolar koysanız ne koymasanız ne! O kadar olaylar oldu, Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidip oradan 20 Milyar Dolar’lık swap anlaşması ki o kadar olacağı meçhul yapsanız ne yapmasanız ne! Zaten öyle bir noktaya getirmişsiniz ki; tüm bunlara baktığımda ben seçime kadar bu iş nasıl gider açıkçası ben öngöremiyorum, bir şekilde gidiyorsa da Allah bu insanların yüzüne bakıyor! Bu ülkede yaşayan insanların yüzü suyu hürmetine bir şekilde devam ediyoruz!

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Çok teşekkür ederiz Enes Özkan, daha ayrıntılı bir şekilde açıklamalarla farklı zamanlarda programlarımıza bekleriz. Belli ki bir kısır döngü ile birbirini tetikleyen bir kötüleşme tablosu var ortada! Çözümleri noktasında da konuşacağız ama ekonomiye ayırdığımız bölümü burada bitiriyoruz.

Programımızın ikinci bölümünde maalesef 2-3 gündür devam eden vahim bir hadiseyi konu edineceğiz. Önceki gün bir Afganlı atık işçilerine yönelik bir saldırı gerçekleşti, gasp edilmeye çalışıldılar ve bu gasp hadisesinden sonra Ümit Özdağ’ın tweeti sonrasında birtakım saldırganlar Ataşehir Yenisahra’da atık depolarına saldırdı ve vahim olaylar gerçekleşti, bıçaklanan insanlar oldu. Bu konuyu mağdurlarla konuşacağız. Sığınmacılara yönelik nefret ve ardından atık işçilerinin yaşadıkları sıkıntılar ve sonuçta oluşan mağduriyetler, yağma, talan edilen işyerleri, yıkılan işyerleri konuşacağız. İlk olarak Ekrem Yaşar konuğumuz. Bazı vahim hadiseler yaşadınız son günlerde geçmiş olsun. Neler yaşandı? Bize anlatır mısınız? Yenisahra’da neler oluyor? Olaylar nasıl başladı ve nasıl gelişti? Son durum nedir?

Ekrem Yaşar:Ben Diyarbakır’ın Ergani ilçesinden İstanbul’a geldim. Diyarbakır’da iş imkanımız pek fazla olmadığından dolayı İstanbul Ataşehir bölgesinde atık kağıt işçiliği yapıyoruz. Gündelik topladığımız kağıtlarla hayatımızı ve çoluk çocuğumuzun hayatını idame etmeye çalışıyoruz. Yaklaşık 20 yıldır bu işi yapıyoruz. 20 yılda hayatımızı bu iş üzerinden idame etmeye çalışıyoruz. 20 yıllık süre zarfında biz çeşitli zorluklarla karşılaşıyoruz, her sektörde olduğu gibi maddi manevi baskılar açısından, çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalıyoruz. Çoğu zaman yollarda, trafikte hayatımızın tehlikeye girdiği anlarda oluyor. Biz her şeyi göze alarak hayatımızı idame etmeye çalışıyoruz. Ülkemizin herhangi bir vatandaşı ile dini, dili, uyruğu ne olursa olsun hiçbir zaman insan ayrımı gözetmedik, hiçbir zaman da gözetmemek şartı ile biz hayatımızı idame etmeye çalıştık. 2 gün önce maalesef bizim de çok üzüldüğümüz bir hadise yaşandı, hiçbirimizin yaşanmasını ve böyle bir hadisenin meydana gelmesi tasvip etmediğimiz bir olayla karşı karşıya geldik. Olayın yaşandığının ertesi günü biz duyduk. Olaylar şöyle gelişmiş; olaya yakın olan arkadaşlardan ve emniyetten edindiğimiz bilgilere göre: Birkaç tane vatandaş gece geç saatlerde sokakta dolaşırken, 2-3 Afgan vatandaş, onlar da kendi hayatlarını atık kağıt üzerinden kazanıyorlar, gece işten dönerken 02:00 civarlarında bunların önünü kesen birkaç çocuk yaşta diyebileceğimiz insanlar önlerini kesip, atık topladığı arabaları, halk arasında tabir edilen manada ‘Çek çek’ diyoruz, onu ve telefonlarını ellerinden almaya çalışmışlar. Bunlar da vermemek için direnmişler. Ben ne Afgan’ın avukatlığını, ne başkasının avukatlığını yapmak istemiyorum. Bu yaşanan olay ne ise ben onu bir vatandaş olarak bildiklerimi aktarmak istiyorum. Maalesef bunlar itişik kakışırken bu çocuklar kaçmaya çalışıyor, kaçmaya çalışırken de tekrar ifade etmek istiyorum; istemediğimiz çok üzücü bir olay yaşanıyor, keşke olmasaydı, çocuğa araba çarpıyor maalesef çocuk olay yerinde anladığımız kadarıyla hayatını kaybediyor. Olay yerinde çocuk hayatını kaybettikten sonra ertesi gün sosyal medya üzerinden çeşitli troller paylaşımlar yapıyor. “Ataşehir bölgesinde ne kadar atık kağıt dükkanı varsa hepsini bu gece ateşe vereceğiz.” Diyorlar. Paylaşımları da Cumhuriyet Savcılığı mutlaka takip edecektir. “Bu gece Türklüğün gücünü göstereceğiz.” Gibi paylaşımlar yaparak Ataşehir Bölgesi’nde bir mekan belirliyorlar. Öncelikle E-5 üzerinde bir araya geliyorlar. Sonrasında akşam saat 21.00’dan sonra bunlar Ataşehir’deki depolara baskın yapıyorlar, ilk depoya baskın yaptıklarında arkadaşlar bilgin almışlar baskın olacak diye. Erkenden herkes deposunu terk etmişti. Orayı yağmadılar, talan ettiler sonrasında başka bir depoya saldırdılar, sonrasında bizim depoya saldırıyorlar. Benim bizzat içinde bulunduğum depoya. O esnada benim de başka bir yerde işim olduğundan dolayı ben dükkanımda değildim, benim 17 yaşında bir çocuğum ve yeğenim var 8 yaşında depodaydılar. Bunlar deponun önüne geliyorlar, çocuklar da kapının önüne gidiyorlar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Arkadaşlarımız güvenlik kamerasına yansıyan görüntüleri de gösterebilirlerse, o olaylarla ilgili görüntüler de var.

Ekrem Yaşar:Çocuklara diyorlar ki: “Afgan çalıştırıyor musunuz?” Benim oğlum da: “Biz Afgan çalıştırmıyoruz, bizde Afgan yok.” “Yalan söylüyorsunuz, siz Afgan çalıştırıyormuşsunuz.” Çocuklar da: “Gelin depoya bakın, Afgan varsa gerekli işlemleri beraber yapalım.” Diyor. İçeri giriyorlar, çocuklardan polisin bile yapamayacağı sert şekilde kimlik istiyorlar, kimliklere bakıyorlar. Diyarbakır’lı olduklarını söylüyorlar. Sonra çocuklara: “Hepinize gününüzü göstereceğiz.” Diyorlar. “Bizden ne istiyorsunuz?” diyor. Çocuk ifadesini bitirmeden çocuğa saldırıyorlar, benim oğlumu bıçaklıyorlar. Çocuğu bıçakladıktan sonra aralarında olay içinde olanlardan 2-3 tane duyarlı arkadaş benim oğlumun üzerine atlıyorlar, oğlum fazla darp edilmesin, linçe kurban gitmesinler diye, ben onlara da çocuğumun hayatını kurtardıkları için teşekkür ediyorum. Allah’a şükür çocuğumun şu anda sağlık durumu iyi. Benim oğlumu bıçaklayan soytarıyı da bugün emniyet güçleri onu yakaladılar. İnanıyorum ki hakimler de gerekli olan cezayı vereceklerine inanıyorum. 3 gündür özellikle akşam saatlerinde deprem olduğunda depremden sonra nasıl ki çeşitli artçı sarsıntılar oluyorsa aynı şekilde akşamları depolara çeşitli gruplar baskın yapıyorlar, taş atıyorlar. Bizde nöbetimizi tutuyoruz, ekmek teknemiz elimizden gitmesin diye canımız pahasına ruhumuzu avuçlarımızın içine alarak bekliyoruz ve bu konuda buradan seslenmek istiyorum; bu olaylar artık Afgan, mülteci olayından çıkmış olaylar farklı yönlere çekiliyor. İşin siyasi boyutu var mı yok mu buna bir şey diyemem inşallah yoktur! Yalnız son dönemlerde özellikle burada Ümit Özdağ’ın yaptığı mültecilerle ilgili son paylaşımları maalesef ki mültecilerden daha çok kendi halkına zarar verme noktasına doğru gidiyor ve bu da bizim için vahim durum. Aynı şekilde Ümit Özdağ da ülkenin akil insanların arasında olan bir şahıs, bir partinin genel başkanı olan bir şahıs, MHP- İYİ Parti’de milletvekilliği yapmış bir şahıs. Ülkenin durumunun hassasiyetini çok iyi bilen bir şahıs böyle açıklamalar nasıl yapıyor bilemiyorum. Göçmenlerle alakalı yaptığı açıklamalar, göçmenlerden daha çok kendi halkına zarar veriyor ve bu zararı da yine halk olarak bizler çekiyoruz. Kendisinin de bundan sonra inşallah durumlarımızı mutlaka kendisi de izliyordur, bu durumları izledikten sonra kendisinin de konuşmalarını özellikle dikkat edeceğini tavsiye ediyoruz. Hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız, hepimiz aynı bayrak altında yaşıyoruz. Bugün ben şöyle bir izlenime vardım; çeşitli zamanlarda, çeşitli baskılar olduğunda biz hep şunu söylüyoruz: Dış güçler bize saldırıyor. Peki dış güçlerin saldırılarından son derece makul ve yerinde buluyorum; biz eğer halk olarak Kürd, Türk, Alevi, Sünni, Abaza biz birbirimize düşersek yabancı güçler bize neler yapmazlar! Herkesin bu olay üzerine gitmesini özellikle şahsınızdan rica ediyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Geçmiş olsun, oğlunuza Allah’tan şifa diliyoruz. Umarız ki bu olaylar daha devam etmez. Bahsettiğiniz gibi Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın sorumsuz beyanları umarım ki biter bunun gibi olaylara bir daha yol açmaz. Mesai arkadaşlarınızdan kağıt atık işçilik konusunda gayret sarf eden Ahmet Aldemir’e dönmek istiyoruz. Saldırıya uğrayan işyerindesiniz, zaman zaman işyerinizdeki hasarla ilgili görüntüler isteyeceğiz.

Ahmet Aldemir:Şurası depoydu sayın vekilim. Yaktılar, yağmaladılar. Burası bizim yazıhaneydi, hepsini yağmaladılar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Ne oldu? Bu olaylar nasıl oldu? Neler yaşadınız?

Ahmet Aldemir:Mültecilerle hiçbir alakası yoktu, onları bahane uydurarak bizi hedef gösterdiler. Bu işi burada İstanbul’da Diyarbakırlılar, Siverekliler yapıyor! 100 depodan 98’i biziz. KADOSAN olaylarında bizimle beraberdiniz, gördünüz. Sonrasında bütün yandaş medyaya, AKP belediyelerine hedef olduk. Burada olayları çıkartanlar da sadece mahalleli değildi otobüslerle başka yerlerden geliyorlardı, sadece mahallede 15-16 yaşlarında gençler vardı. Yanan deponun sahibi arkadaşım yanımda o da sizinle konuşacak.

Sait Akıncı:Sait Akıncı, Diyarbakırlıyım. Biz burada çok büyük haksızlıklara uğradık. Dükkanlarımız talan edildi, üstümüze bilinmeyen şahıslar tarafından provokasyonlar yapıldı, binlerce insan üstümüze geldi, camlarımızı kırdı, bizim başımıza yıktılar dükkanlarımızı. Mallarımızı yağmaladılar, dün gece dükkanımızı yaktılar. Ben kardeşlerime, yeğenlerime, tüm hemşerilerimi sükûnete çağırdım, olaya karışmayalım, provokasyon olduğunu, kimler tarafından yapıldığını tahmin ediyoruz. Olay farklı yerlere gitti maalesef. Irkçılığa gitti diyebilirim, “Diyarbakırlılar, Urfalılar, bizim mahallerimizden çıksın, biz burada yabancı istemiyoruz. Şehitler ölmez vatan bölünmez.” Sloganları atıldı. “Allah-u Ekber” diyerek ellerinde sopalarla kesici aletlerle üstlerimize geldiler, 1000 kişi diyorum en azından! Biz en son dükkanlarımızdan uzaklaştık, evlerimize kilitlendik, neticesini Ahmet arkadaşım size gösterdi, dükkanlarımızın hali ortada. Dükkanlarımız yakıldı maalesef. Çöplerimizi topluyoruz. Burası da dükkandı düne kadar. Bu işyeri en az 500 insanı doyuruyordu. Biz burada mücadele ediyoruz ekmeğimiz için. Burası da dükkandı sabaha kadar. Camlarımız kırıldı, her şey başımıza yıkıldı, çok mağdur olduk. Bütün camlar yerinden söküldü. Bu camlar kırılırken biz içerideydik.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Saldırganlara mukavemet edecek durumda değildiniz anlaşılan yüzlerce, bine yakın saldırgan vardı ve siz ne yapacağınızı şaşırdınız, o an neler yaşadınız?

Sait Akıncı:Çok büyük bir çaresizlik yaşadık, kesici aletlerle, sopalarla üstümüze geldiler, biz nasıl canımızı kurtaracağız derdine düştük. Burası benim ofisimdi. Biz burada otururken bu taş parçaları tek tek başımıza yıkıldı. Güvenlik kameralarımızı dahi söktüler. Hiçbir şey bırakmadılar. Yatma yerini göstereceğim. Kapı şu halde. Burada benim iki kardeşim, kayınbiraderim ve 15 yaşında bir oğlum burada yatıyordu o esnada. Güvenlik kameranın takıldığı yer şurasıydı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Saldırdılar, yağma, talan her tarafı kırmışlar, camlar kırılmış, yağma, talan edilmiş oda. Burada insanlar hem de sanırım uyurken bir saldırı oldu değil mi?

Sait Akıncı:Durum bu, size gösterdik. Gerçekten bir ırkçılık saldırısına uğradık biz. “Burada yabancı istemiyoruz.” Dedikler, Urfalı ve Diyarbakırlı hemşerilerimiz, onu demeye çalıştılar aslında. Mesele Afganlı olayı değildir, Afganlıları bu ülkeye biz sokmadık! Varsa bir çaresi kendileri toplasın. Bunu bize mal ediyorlar! Durumumuz çok vahim, üzücü bir olay, ekmek teknemizi başımıza yıktılar.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Sait bey biz konuyu hassasiyetle takip ediyoruz, kamuoyunda gündem ettim bir milletvekili olarak konuyu Meclis’e taşıyoruz, İçişleri Bakanlığı’na bu konuda soru önergesi veriyoruz. Kabul edilecek hadiseler değil, korkunç bir nefret saldırısı ve bunu maalesef gözlerimizle görüyoruz. Size çok geçmiş olsun, çok kötü bir saldırıya uğramışsınız. Maddi, manevi çok ağır bir saldırıya uğramışsınız.

Sait Akıncı:Araçlarımıza da zarar verildi. Kendi adıma konuştuğum zaman minimum 1 Milyon TL zararım var. Faşist saldırıya uğradık.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Biz bunu kabul etmiyoruz ve tüm gücümüzle bunu duyurmaya çalıştık, İstanbul Emniyeti ve İçişleri Bakanlığı’nı göreve davet ettik, göz göre göre yaşandı. Biz bu çağrıları yaparken, saldırılar var derken bu saldırılar devam etti. Çok vahim gerçekten, çok üzücü, çok ağır bir saldırıya uğramışsınız maddi manevi. Size çok teşekkür ediyoruz, çok geçmiş olsun diyoruz.

Sait Akıncı:Biz de çok teşekkür ediyoruz, sesimize ses olduğunuz için, destek olduğunuz için Allah sizden razı olsun.

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Bunu kabul edilemez buluyoruz, bunun için İçişleri Bakanlığı’na soru önergesi veriyoruz. Yakından takip ediyoruz, medyada takip ediyoruz, bu tür nefret saldırılarını teşvik eden siyasi parti genel başkanlarını tekrar kınıyoruz! Kabul edilecek bir şey değil, bilip bilmeden “Afganlılar, Türk çocuğumuzu öldürdü, hadi saldırın sağa sola.” diyen siyasilerin bu sorumsuz beyanları sonucunda işte burada emekçi kardeşlerimizin işyerinde çok büyük bir hasar var, bu büyük bir zulümdür, büyük bir haksızlıktır. Buradan İçişleri Bakanı’na, iktidara, Cumhur İttifakı’na sesleniyorum; görüntüler apaçık ortada. ÖFG TV’de yayınlandı bunlar ve kabul etmiyoruz. Ben çok teşekkür ediyorum Sait bey.

Sait Akıncı:Buraya gelen gruplar içinde “Siz daha burada mısınız? Burada ne yapıyorsunuz? Ne işiniz var burada? Bir an önce buradan gidin. Mahallemizde yabancı istemiyoruz.” Diyarbakırlı, Urfalı hemşerilerimizi demek istiyorlar. Bu bir Afgan meselesi değil, bütün Kürtlere karşı yapılan bir nefrettir!

Ömer Faruk Gergerlioğlu:Programımızı burada bitirmek durumundayız. Teşekkür ederiz. Programımız burada bitiyor. Herkese iyi akşamlar diliyoruz.

Yorumlar