2011-09-10 00:00:00

Türkiye 31 sene önce hala tartışılan bir askeri darbe yaşamıştı. İktidarı ele geçiren cunta tüm özgürlükleri askıya almıştı. Türkiye'nin sorunlarına güç kullanarak çözüm bulacağını iddia etmişti. Hakikaten de esaslı bir güç uygulamıştı ve bir müddet itirazi bir ses çıkmasını engellemişti. Ancak ortaya çıkıldığında iddia edilen sorunlara çözüm bulma anlamında bir ilerleme sağlayabildi mi? Yoksa zorbalığın yanlışlığı mı ortaya çıktı? Darbenin 31. yılı yaklaşırken bunu tekrar tahlil etmeden geçmek olmaz. 

Cumhuriyet tarihi maalesef anti demokrasi ile dolu. Bu ya tek parti dönemi şeklinde tezahür etsin ya da ortalama 10 yılda bir yapılan darbe veya muhtıralarla olsun pek bir farklı hal arz etmiyor. Türkiye toplumu sırtından sopa eksik edilmemesi gereken bir toplum olarak görüldü yıllarca egemenler tarafından. Toplumun adam edilmesi gerekiyordu. Bu yüzden çok partili bir sistem gibi farklı alternatifleri de tanıyabilecekleri bir sistem ile aklı karışmamalıydıtoplumun. Aklı karışıp farklı alternatif aramaya başlama cür'eti gösterirse askeri müdahalelerle adam edilmeliydi. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. Fakat herkes bunda müttefik mi? Yapılan farklı kamuoyu anketlerini incelediğimiz zaman % 25-30 aralığında değişen bir oranla halkın darbeyi gerektiğinde askerlerin yapabileceği bir müdahale olarak gördüğünü anlamaktayız.( http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=267427 )

Yani tüm özgürlüklerin askıya alındığı bir ortamı hakkına ve özgürlüğüne çok düşkün olması gerektiği düşünülen bir topluluk meşru görebiliyor. Bu hayal kırıklığı oluşturan oranı irdelemek gerekiyor.

12 Eylül günlerine geri döndüğümüz zaman çok şiddetli bir anarşi ortamı ile karşılaşırız. 12 Eylül'e yaklaşan son günlerde günde ortalama 20 kişinin öldüğü, bazı şehirlerde ideoloji ve mezhep kavgalarının çıktığı günleri hatırlıyoruz. Fikrin ifade edilmesinin çok güç olduğu, zorbalığın hakim olduğu kuvvetli olanın borusunun öttüğü günlerdi o günler. Bu karışıklık ortamından bıkan insanlar askeri darbeyi gördükleri anda derin bir nefes almışlardı. Hatta kamplaşan taraf müntesipleri bile ilk anda haddi aşan bu karışıklığın bitmesinden ve kendilerine de gelebilecek ölüm sırasını savmalarından dolayı bir parça mutlu olmuşlardı.Ancak düdüğü çalan yeni yönetim sorunlara çözüm bulabilmiş miydi? Zorbalığın bu sefer asker eliyle yapıldığı yılları yaşamaya başlamıştık. İstenen halkın adam olmasıysa bu zorbalık yolu ile olmadı. Zorbalık ancak itirazi bir sesin çıkmamasını sağladı ve kimilerine fırsatçılıktan istifadeyi getirdi. 12 Eylül günü bıçak gibi kesilen anarşi sorunların bittiğini göstermiyordu. Ülkede sorunların bitmesi belki darbecilerin istemediği bir şekilde oluyordu. Konuşmalarıyla güven kazanan bir adaya Turgut Özal'a oy verilmemesini istemelerine rağmen halk darbecilerin istediğinin tam aksi yöne bir yöneliş gösteriyordu. Aslında halk sorunlarının 12 Eylül öncesi anarşi ile çözülmeyeceğini gördüğü gibi askeri despotizm ile de çözülmeyeceğini söylüyordu.

12 Eylül1980'de 15 yaşında bir genç idim. 12 Eylül’den birkaç gün sonra aniden evimize bir akşam ziyareti yapan polis memurları ayakkabılarını çıkarmaya tenezzül etmeden evde arama yapacaklarını söylüyorlardı. Aradıkları onların ifadesi ile irticai yayınlardı. Rahmetli babam islami görüşleri ile tanınan bir memur idi. Komiser “Muhittin bey evinizde yasadışı bir şey bulamadık ama ifadeniz için bir 5 dakika Emniyet’e gitmemiz gerekiyor demişti. Gidiş o gidiş… Emniyet'te gözaltına alınan babam tam 1 ay Nezarethane'de tutuluyor ve her türlü aşağılamaya maruz kalıyordu. 1 ay sonra ise “sizde bir şey bulamadık ama ne yapalım, Paşa böyle istedi” deniliyordu. Başkalarının yaşadığı akıl almaz işkenceler karşısında sözü bile edilmeyecek olsa da dönemin keyfiliğini göstermesi açısından bir nebze fikir verebilsin diye bunları aktarıyorum. Paşaların her biri birer kral idi o zamanlar. Askeri Cunta anayasa oylamasından istediği rengin çıkması için oy zarflarını bile oldukça şeffaf yaptırtmıştı. Hizaya gelmeyenlere gözdağı vermenin bir yolu da buydu o zamanlar.

12 Eylül darbecileri asker gözlükleri ile dünya’ya bakıyordu. Bize göre çok az olan demokrasi vb gibi özgürlükler onlara göre halkı şımartacak kadar çok verilmiş fazlalıklardı. Şimdi ise artık herkes karşıtı bile olsa ötekinin fikirlerinin zorbaca kısıtlanmasının yanlış olduğunun doğruluğunu teslim ediyor.

12 Eylül'e karşı klasik islami çevreler net bir duruş sergileyemediler. Ne de olsa darbeden birincil dereceden zarar görmüyorlardı. Sol kesimin keskin 12 Eylül karşıtı duruşunu ancak 2010 yılında yeni anayasa çalışmaları gündeme gelince hatırladılar. Ama önemli olan zor zamanda konuşmaktır. Darbenin tüm ağırlığı ile toplumun üstüne çöktüğü günlerde göreceli suskun kalıp tuttuğu parti iktidarda olduğu zaman 12 Eylül'ün vahşetinden bahsetmek hakkaniyete aykırıdır.

12 Eylül darbecileri Allah'ın tüm günlerinin kendilerinin olacağını sanıyorlardı.Bir hukuk komedisi olan darbe yaptıktan sonra çıkarılan 82 anayasasının geçici 15. madde absürdlüğü ile yargılanmalarını önlemeye çalışıyorlardı. Bunlar artık aşıldıve şimdi darbeciler o zorba günlerinin hesabını verme korkusu taşıyor en azından.

12 Eylül son somut askeri darbe oldu. Sonraları mecburen tarz değiştirerek 28 Şubat'ta post modern bir tarz veya 27 Nisan'da e-muhtıra ile yapsa da ivmesini kaybetttiği belli olan bir müdahale tarzı oldu darbe. Peki o halde hala darbelere karşı % 25-30 luk halk desteği neden?

Türkiye'de demokratikleşme devlet açısından eksikti ama halk açısından da bu pek farklı değildi. Bir sorun oldu mu bunu güç ve zorbalık yönünde çözme eğilimi maalesef toplumda hala darbecileri destekleme oranı kadar mevcut. Eğitim eksikliğinden kaynaklanan bu sorunu gerçek anlamda ıslah etmesi gereken devletin de yıllardır hali halktan beterdi. Ancak şimdi darbeden 31 yıl geçen bu günlerde devletin hak ve özgürlüklere daha çok önem verme çabası içinde olduğunu gözlemliyoruz. Bu istenir oranda olmasa da en azından “ben devletim ne yapsam yeridir ve itiraz kabul edilmemelidir” anlayışı en azından yumuşamıştır. Azınlıklara karşı haksızlık yaptığını ikrar eden bir devlet ile karşı karşıyayız. Hukukun üstünlüğünün elitler için de olabileceğini artık kabul eden bir devlet ile karşı karşıyayız. Askerin asli görevini anlamaya başladığı günlerdeyiz. Sivilleşmenin ister sevmediğiniz bir fikir olsun ve iktidar olsun sorunların çözümü için herkesin uyması gereken tek adres olduğunu en azından bilen bir toplum yetişti artık. Anketlerle ilgili sorunun bizce cevabı ise şudur. Devlet demokratikleştikçe halkta darbeyi destekleme oranı zamanla daha da düşecektir.

Yorumlar