2006-06-19 00:00:00

“AB  MÜZAKERELERİ  DURURSA  DURUR” MU ?

 

Türkiye’nin  uzun  süredir  kendisine  çizdiği  bir rota  oldu  AB’ye  girmek.Hatta  bu  rota  hükümetler  üstü  bir devlet  politikası  halini  uzun süredir  almış  bulunuyor.

Bu  konuda  önemli tartışmalar  uzun  süredir   yaşanıyor.Uzun  yıllar  boyunca  AET   ve ardından  AB’ye  girmek  için gayret  sarfedenler   son  zamanlarda  çeşitli  gerekçelerle  AB’ye  giriş konusunda  ayak  sürümeye başladılar.Bunların  başında  ise  Türk  milliyetçiliği  ve  solu  birleştirebilen  yeni  ulusalcı  akımlar  gelir  oldu.AB’ye  girme  konusunda  farklı  yönelimler  hep oldu.Daha  çok  batılılaşmak  için  AB’ye  giriş  hülyası olmazsa  olmaz haline   getirildi  uzun yılar  boyunca.Bunun  sonucunda  ‘AB’ye   giriş  hükümetler politikası  olmaktan  ziyade  bir  devlet  politikası  halini  aldı.

Son  hükümet  ve  başındaki  idari  kurul  seçim  sonucu  işbaşına  gelir  gelmez  AB’ye  girişi   en  önemli  bir  hedef  olarak  ilan  edip  bu konuda  vargücüyle  gayret  göstermeye  çalıştı.Fakat  17  aralık  sonrası  bu  süreçte  belirgin  bir  yavaşlama  görülmeye  başlandı.17 aralıktan  zaferle  çıktığını  ve  büyük  bir  badireyi atlattığını belirten  hükümet  yetkililerine ne  olmuştu ki  süreç  yavaşlamıştı?

Bunun  en  son  somut  örneği ise   Rumların  Kıbrıs   konusunda  Türkiye’den  yine  taviz  bekler  bir  konuma  gelmeye çalışmaları sonucunda  oldu. Bunun  sonucunda  Başbakan  Recep   Tayyip Erdoğan  “AB  müzakereleri  durursa  durur” diyerek  yeni bir  somut  tavır  geliştirdi.Bu söz  aslında  uzun  bir  süredir  askıya alınan ilerleme  sürecinin  niye  ağırlaştığınında  bir  açıklamasıydı.

AB  süreci  Türkiye’de  uzun  yılardır  halkın  büyük  bölümünün  kendini  sıkıntıda  hissettiği demokratikleşme  yönünde adımlar atılmasını  sağlamıştı.Bu  konuda  cumhuriyet  tarihinde  görülmeyen  bir şekilde 15  gün  içinde  15  karar  alınabilirken  demokratikleşme  adına  umut  verici,  uyum  paketleri ardarda  çıkıyordu.Gerçi  bunların  pratiğe  yansıması  yılların  böyle  şeylere alışkın olmayan  asık  suratlı  bürokrasisine  çoğunlukla  takılıyordu.”Vitrin malzemesi  olarak  bunlar  çıksın  fakat  biz  aynı  alışkanlıkları  yürütürüz”  zihniyeti  uygun  bir  fırsatta  geriye  gidişi  özlüyordu.Türk milliyetçiliğinin  soldan  bindirilmiş kıtalarla  beslenen  yeni  ulusalcı  şekli ise   bu gelişmeleri  sert  bir şekilde  eleştiriyordu.Bu  eleştirilerin  Kıbrıs  vb. gibi  konularda  olması  iddiacılar adına pek  inandırıcı olmasa da  hükümete  puan  kaybettirici  bir  muhalefet  güçleniyordu.

Din  ve  vicdan  özgürlüğü alanında da  kendisinden  adaletli  bir tavır  beklenen  AİHM’in    başörtüsü  yasağını  destekleyen  akıl almaz  gerekçeli  kararları ise  dindar  kesimin  de  artık AB’ye  soğuk  bakışını  getiriyordu.AB  süreci  her ne kadar  demokratikleşme  konusunda  tatminkar olmayan  zayıf  ilerlemeler getirse de  uzun  yılardır  Türkiye’de  düşünülmeye  bile fırsat  verilmeyen  fikirlerin  tartışılabilmesini   sağlamıştı.İnsanlarımız  birazcık daha rahat bir şekilde  düşüncelerini ifade  edebiliyorlardı.Kürt  sorununun  kangren halini  almasını engelleyici  ana  dili  ile  konuşma  ve  müzik yapma  gibi konularda  insani  adımlar  atılmıştı.Bu da  konunun ç.özümü yolunda  hayırlı adımlar  olarak  sonradan büyük  bir  kesim tarafından hakkı teslim  edilen  bir husus  oluyordu.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri  ve  erken seçim  tartışmaları da  batının  kaprislerinden  bunalmış durumdaki  hükümete yeni  bir  tercihin  kapısını araladı  gibi  görünüyor.Uzun  süredir  AB sürecinin  yavaşlamasına  paralel  demokratikleşme  konusunda  yavaşlayan  adımlar  sonunda  acı  meyvesini  zaten  vermişti.Terörle  mücadele  kanunu AB sürecinde  isteksizde olsa  kanunlaştırılan  bir  çok  özgürlüğün  ger  alınması  girişiminden  başka  bir  şey  değildi.AB sürecinin kesintiye  uğraması ihtimali zaten  bu tasarı  ile iyice  belirginleşmişti.

Hükümetin  seçim üstü  puan  kazanma  adına  demokratikleşme  adına  bütün  kazanımları yok edici  bir yola  girmesi de  doğru bir  yol  değil.Zira  hükümetin  kuruluşunda  yana  bu kadar  mesai  sırf bunun  için  yapılmıştı.Derin  devlet  komploları  ile  özgürleşme yoluna  kendi  eliyle  dinamit koyan  bir hükümet  bunun  sancısın  en  çok kendisi  çeker.AB’nin  çifte  standartçı  tutumunu  kabullenelim  demiyorum  fakat  birilerinin  komplolarına  boyun  eğerek veya  seçim  hesapları  ile  demokratikleşmenin  önüne  kendimiz set  olmayalım  diyorum.

Yorumlar