2015-09-29 00:00:00

İktidara yakın bilim adamları da bilimsel nesnelliği bırakıp güncel gelişmelere göre tespitlerde bulunuyor ve kendilerini sloganik çekişmelere bırakıyorsa bu toprakların meselelerini çözmek iyice zorlaşacak.
Devletin ikinci sınıf vatandaş gördüğü gruplar Türkiye'de az değildir. Bunlardan biri olan dindarların bu travmadan dolayı başka ikinci sınıflara karşı daha empatik davranacağı düşünülebilir ancak reel hayat bunun tersidir. Başka bir ikinci sınıfın hakları mevzu bahis olunca yılların zulümden beli bükülmüş dindarı bir numaralı devletçi kesilir.  Zira milliyetçi bilinçaltında “bu devlet İslam düşmanının eline geçmiştir, bizim elimize geçerse mesele bitmiştir, devlet- i ebed müddeti ayağa kaldırmak için gerekirse  tüm haklar çiğnenebilir”  mantığı vardır.  Çoğu dindara bu mantığın İslam'a ve insanlığa uymadığını söylersiniz, ayetlerden açık deliller getirirsiniz, ancak suya yazı yazmış olursunuz. İnsani açıdan getireceğiniz hak, hukuk temelli referanslarınız ise “seküler değer yargıları” diyerek küçümsenir. O zaman hangi değer kaldı ki ayakta?
Çözüm sürecini Erdoğan sempatisiyle zoraki kabul eden dindarlarımız sürecin  bozulması sonrasında ise zorla kurulan bir zembereğin hızla boşalması gibi eski ayarlarına dönüverdiler. Çatışan iki tarafı ayırmak bu toplumun genlerinde önemli ve  iyi bir yer teşkil etse de bu süreçte “barış ” diyen “terörist” oluveriyor toplumsal bilinçaltında. Zira bu sefer PKK'nın belini kıracaklarını düşünüyorlar. Psikolojik savaş en basit argümanlar üzerinden bile yapılabiliyor. Bir geçici yol kazası olan çözüm sürecinin bozulması, “hak batıl savaşının başlaması” olarak servis edilebiliyor. Sürecin bozulması ve cenazelerdeki öfke yüzünden “a” yı “z”  anlayan duygusal  bir zihin yapısıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Her sarf ettiğiniz itidal cümlesi size ithamkar bir ok olarak dönüveriyor. Hakkı, hukuku her  hatırlatışınızda “karşı safta” olmakla yaftalanıyorsunuz. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ve bu ortamı hazırlayan siyasetçiler ne kadar büyük bir yanlışa imza atıyorlar, inanılmaz.
Olanın “bir hak-batıl, Müslüman-kafir  savaşı” olduğunu ileri sürmek, sıcak savaşın sürdüğü şu günlerde taraftarını muhkemleştirmek için cazip bir seçenek olabilir ama uzun vadede son derece tehlikeli bir yoldur. Çatışmaların muhafazakar siyasetle sosyalist siyaset arasında olduğunu söylemek de değişen sosyolojiyi okuyamamak, güncel gerginlikleri aşamamaktır. Zira Kürt sorunu bir devlet zulmü olarak başlamış, dini ve mezhebi farklılık ayırmamıştır. Çözümü de kim olursa olsun hakkaniyet temelli yaklaşacak kesim sağlayacaktır. Aslında tedavisi kolay bu sorun çözülmek istenmemiş, gittikçe çetrefilleşen kronik bir yaraya dönüşmüştür. Sorunu Türkiye'de  ilk ele alan sol seküler güçler oldu ve uzun bir tarihleri oldu. Yer yer acımasız yöntemler uygulayan eli silahli bir şiddet örgütü de olsa PKK, Kürtler arasında belli bir taban ve militan buldu. Sorunun çözümü yönünde uzun yıllar adım atılmamasından dolayı sorunun temsiliyetinde PKK önemli bir zemin buldu ve çözüm sürecindeki muhatap oldu.  Aslında yıllarca farklı iktidarların yapamadığını, yani çözüm sürecini başlatmayı muhafazakar bir iktidar yapmasına rağmen sürecin buzdolabuına alınmasından sonra   Kürt sorunundaki çatışmayı muhafazakarlık ve sosyalist sol arasındaki bir mücadele olarak okumak dindar entelektüellerimiz için son derece yüzeysel, geçici ve duygusal bir bakış açısıdır. Cari çatışma örgütle, devletin değişmez dili arasındadır.
Mesele halen çözülmemiş bir hak ihlali üzerinden devam eden bir sorundur. Olayı kuşbakışı değerlendirdiğinizde devlet ile PKK arasında savaşlı barışlı, inişli çıkışın sürecin yeni bir iniş aşamasından başka bir evrede olmadığını görürsünüz. Muhafazakar iktidar, sınırları belirlenmiş sahadaki bir takımın adıdır sadece.
PKK onca yıldır devletle çatışıyor, asker, sivil, çocuk  öldürüyor ama hala  ayakta ve binlerce militanı var. Baskı ve zorbaca yöntemler kullansa da gittikçe artan bir oranda destek buluyor Kürt halkından. Sadece seküler kesimlerden değil, dindar Kürtlerden de destek buluyor, bu bir gerçek. Zira sorun büyük ve temsiliyeti şiddetle de olsa üstlenen taraftar buluyor. Kürt sorunu PKK'yı görmezden gelinerek çözülecek aşamayı geçmiştir.  Görüneni söylemenizin bile farklı kutuba itilme nedeni sayıldığı günümüzde,  sağduyulu ve sakin değerlendirmelerin uzun vadede karşı çıkılamayacak olan olduğu ortadadır. Kürtlerin insan olmasından kaynaklı  anayasal haklarının teslimi ve  eşit vatandaş olacağı zamana kadar bu kafa karışıklığının, çelişkinin devam edeceği bellidir. 
Dindarlarımızın Kürt meselesinin derin ve geniş boyutunu algılayamamasının temel nedeni İslami düşünce kodlarındaki ihya ve inşa eksikliğidir. Bir adalet çağrısı olan dini anlayışın  zamanla statikleşmesi ve  üyelerince dinamizm kazanma ihtiyacı bile hissedilmemesi  en temel meseledir. Hak gaspıyla başlayan ve gittikçe derinleşen bir sosyolojik meseleyi ilk sahiplenip devam ettirene  muhalif olabilirsiniz ancak bu, meseleyi din kavgası olarak yanlış algılamanıza mazeret teşkil etmemelidir.  Sorunu çözecek olan meseleyi adaleti esas alarak sahiplenecek olandır. Bu da Sosyalist veya dindar  fark etmez, konuyu derinlemesine kavrayan ve çözmeye samimiyetle talip olandır. Sorunun yanlış teşhisi ve dini  kategorizasyonu dindarların çözümden daha da uzaklaştırılmasıyla son bulacaktır. Mesele güncel siyasetin pragmatizmine terk edilmemelidir. Sorunu partizan çekişmelerin kurbanı yaptığınız oranda çözümcü olmaktan  yerçekiminin aksi yönünde uzaklaşmaya devam edersiniz. Bu durum, dindarların  mazlumların tutunacak dalı olma ihtimallerini iyice zayıflatacaktır.
Şu an çatışma, sorunu çıkaran devlet ile marksist gelenekten gelen bir örgüt arasındadır ama sorunun temelini ve gidişatını  seçim üstü hesaplarla  açıklama kolaycılığına düşerseniz  hem yanlış yapmış olursunuz hem de kendi kendinizi alternatifsizliğe hapsetmiş olursunuz.
@gergerliogluof

Yorumlar