2012-04-20 00:00:00
Nostaljilere, önyargılara dokunmak
1 Mayıs 1977’de Taksim’de olanların solun iç çatışmalarından olduğunu söyleyen Halil Berktay diğer sol yazarları kızdırdı ve önemli bir tartışma başladı. Sosyalizmin önemli isimlerinden Halil Berktay’ın bu sözleri sol kesimde gazetelerinden istifa eden yazarların başlattığı tartışma ile artarak devam ediyor. Bir başka tartışma da Hayrettin Karaman hocanın Yeni Şafak gazetesinde yazdığı 19 Nisan tarihli 'Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır” ve 29 Nisan tarihli ve 'Tefrika Savunulamaz” başlıklı yazıları ile İslami kesimde başladı ve artarak devam ediyor.
İdeoloji ve din mensupları başkasını eleştirirken çok keskin bir eleştiri dili kullanabiliyor ancak iş kendi mahallelerinin sorunları olunca kendilerine mazeret üretmede üstlerine yok. Berktay’ın sözleri 12 Eylül öncesinden hatırladığımız gruplar arası faşizmin, baskıcılığın, benmerkezciliğin doğal sonucunu , patlama noktasını izaha yönelikti. Önceki yazılarımda 12 Eylül darbecilerine aradan geçen 32 yıl sonra herkes yüklenirken “12 Eylül öncesi grupların kendi içlerindeki ve dışlarına yönelik faşizmini de unutmamak gerektiğini” özellikle vurgulamış, suçun sadece birilerine yıkılma kolaycılığına dikkat çekmiştim. 12 Eylül’cüleri yargılarken Ankara adliyesi önünde bırakın içlerindeki fraksiyonlarını sağ ve sol gupların ana gövdelerinin bile konsensus sağladığı bir durum oluşmuştu. Ama komplo teorilerine sığınanları üzen Berktay, pandoranın kutusunu açtı ve olan oldu. Devletlere “sorunları dış mihraklı diye gösterme, yönetiminden kaynaklanan nedenlerini düşün” diyen ideoloji mensuplarımız kendi iç sorunlarında sınıfta kaldılar.
Hayrettin Karaman hoca da sınırların bölünme eğilimini, bir eve sığıntı gibi yanaşıp, yerleşip sonra kundakçılık yapanları Kürtlere benzeterek yapmış. Abdulkerim Zeydan’ın Irak’ın bölünmesi ile ilgili fetvasına nazire yapmış. Kürtlerin insan hakları konusundaki taleplerini esas almaktan çok sağcı bilinçaltının dürtüsü ile siyasi çıkarımları fetva vermede kullandığınız zaman Hayrettin hocanın ve Zeydan hocanın zaafiyetleri oluşuyor işte. Yaşadığınız ülkenin alimi iseniz kafanız dini meseleleri yorumlamada fazlaca da bir geçmişi olmayan Misak’ı milli sınırlarının muhafazası ile meşgul oluyor. Bu sefer de çok güvenilen bir alimin fetvası hak ve adalet arayanlarda büyük bir hayal kırıklığı oluşturuyor. Karaman görüşlerine ayetlerden de destek getiriyor. Karaman hocanın makalesinde insan haklarını arayanları” hak ve adalet havarileri” diyerek istiskal ettiği gözlerden kaçarsa fetvaya da şaşırılır tabiî ki.
Sorunların çözümünü hemen dini, siyasi şablonlara mahkum edip kamplaşmanın afetleridir bunlar. Sol 1 Mayıs 1977’yi nostaljik bir acı gibi algılıyor ve o acının üzerine gerçek tuzunu dökenlere bozuk atıyor. İslami kesim ise pusulayı Misak’ı milli ayarlarına göre yaptığı için ayetleri de kendisine göre yorumluyor, zulme uğrayanlara da “kundakçı” adını koyuyor. “İslami çözüm Kürt sorununu çözecek” diyerek ortaya çıkarken bunlara dikkat edilmezse sonuç budur. Tarih boyunca “İslami çözüm, İslam devleti, İslam fıkhı vb”. denerek sorunlara çare bulunmaya çalışılmış ancak zulme varan uygulamalar yapılabilmiştir. Adalet ve vicdan eksenli olmazsa İslam kılıflı ayetli, hadisli çözümlerde zulmün devamına neden olabilmiştir. Sol da adalet ve vicdan gözlüğünü çıkarmanın patolojisini yaşıyor, islami kesim de. Zira terminolojinizin grubunuzu, maslahatınızı, sınırlarınızı koruyan ölçülerini esas almışsanız, topu kolayca taca atabiliyorsunuz. Seddi zerai prensibinin ortaya çıkışını sorgulamazsanız bir fıkıhçı olarak büyük bir hataya imza atıp ötelenmişleri, adalet peşinde koşanları hayal kırıklığına uğratabiliyorsunuz. Seddüz- zerai kuralı ya sultanların adil yönelişlerin devam etmesinin sonuçta çıkarlarına zarar vermesini önlemeye yönelik bir fetva olarak çıkmışsa, ne yapacağız? Varsayalım ki adil yaklaşımlar bölünmeye yol açtı bu sonuç kardeşlik ve adalet açısından illa daha mı kötüdür? Adalet bize siyasi çıkarlara teslim olmamızı mı emrediyor? Kürt sorununa İslami çözüm diyerek bir ülkenin sınırlarını vatandaşı olan diğer ırk mensuplarına haksızlık yapma pahasına korumaya çalışırsanız daha fazla bölücülük yapmış olursunuz. Bu bölücülüğün adı toprak değil, adalet gaspı yönünde olur. Irkların hakları misak’ı milli sınırları içindeki siyasi çıkarlar ile sınırlı değil, Allah’ın onlara verdiği doğal sınırlardadır. Doğal hakların korunmasıyla sınırlar bölünse de eğer adalet, insan hakları eksenindeyseniz hakkaniyet sağlanması, ırklar arasındaki kardeşlik tesisi daha kolay bile olabilir. Daha doğrusu “kardeşliğin oluşması”, “aynı dinden kişilerin bütünlüğü gibi unsurlar” siyasi sınırlara bağlanmamalıdır. Adaletin tesisi sağlandıktan sonra ister sınırlar bölünmüş ister bölünmemiş farkı yoktur, kardeşliğin korunması daha kolaydır.
Solun ve İslami kesimin yanlışı burada. Kendi yumuşak karınlarına dokunulunca doğru çizgiyi kaybetmek… Adaletten neşet etmeyen ve adı islami çözüm olan bir tutum Kürt meselesini çözemez, asıl gelin bunu tartışalım. Kürt sorununda dini argümanları bu ülkede Diyanet kullandı, farklı islami gruplar kullandı ama bu, çözümlerin adaletten neşet ettiğini göstermedi. Farklı kesimden insanlar kendilerine adaleti ve vicdanı eksen edindikleri zaman birbirlerine yandaşlarından daha çok yaklaşabiliyorlar. Bu aslında sağlıklı durumu işaret eden bir haldir. İslami kesimlerin bir çok konuda sol ile erdemli paydalar oluşturabilmesi bunun örneğidir. Kendisi kalarak adalet ortak paydasında buluşabilmenin Hılfül Füdul dahil birçok örneği vardır. Saatleri adalete göre ayarlamaya ne dersiniz ey sol tartışmacılar, ey Hayrettin hoca’ya itiraz edenler. Mesele tabuları yıkabilmekte. Sadece birisini günah keçisi ilan ederek buradan sıyrılamazsınız. Tabunuza dokunulmasını istemiyorsanız Halil Berktay ve Hayrettin Karaman eleştirisi ile meselenin çözülüvereceğini sanırsınız ama aslında mihenk taşı sorunu vardır.
Adalet mihenk taşını ortaya koyduğunuzda zaten bulduğunuz, ortaya çıkan çözüm insani çözümdür, adaletli gidiştir. Kendi ideolojinizi veya dininizi sloganlaştırmanıza gerek yok. Sorunları İnsani ve adil olan şekilde çözersiniz. Sonradan nasıl bir siyasi renk vereceğiniz ise sizin tebliğinize ve insanların kararına kalmıştır. Türkiye’nin , Suriye’nin, Irak’ın ulusal sınırlarını korumak için dini fetvalar peşinde koşarsanız, olacağı budur. Ayetleri siyasi yaklaşımınıza göre yorumlamak çok zor olmayabilir. Önemli olan geleneğinizin, devrim sürecinizin, fıkhınızın, kriterlerinizin adı neyse, adalet temelli olup olmadığıdır.
Yorumlar