2015-09-02 00:00:00

Dindar Türklerin çözüm sürecinin kesintiye uğradığı bugünlerde kafası daha karışık. Hükümetin çözüm sürecinde yaptığı uygulamalara rağmen tekrar çatışma sürecinin ortaya çıkışını büyük bir öfkeyle izliyorlar. Tabii her zaman olduğu gibi “öfkeyle kalkan zararla oturuyor” ve Kürt sorunu bu bakış açısıyla daha da büyüyor. Bu yazıda dindar Türkler konu edilecektir, olmayanlar bir başka yazının konusudur.


 
Kimi dindarımız  hala “Kürt sorunu mu varmış, bu nereden çıkmış, Kastamonu'nun köyündeki maddi, yetersizlik hiç bir yerde yok” nakaratıyla sorunun maddi nedenlerden çıktığını ileri sürüyor. Devletin bile kabul ettiği bir sorunun milliyetçiliğe en kuvvetli bir şekilde karşı çıkması gereken dindarımız tarafından hala anlaşılmaması  sorunun ne denli vahim boyutta olduğunu gösteriyor. On  yılları bulan bir sorunun çatışmalı hale döndüğü zamanlarında iyice kronikleştiğini  ve evrildiği hallerini görmeyi bırakın,  ilk halinin bile kabullenilmemesi vahim bir durumdur. PKK'nın oluşturduğu çatışma hali Kürt sorununu anlamayı engellememelidir. Sorunun varlığı konusu bilinçaltından çıkarılıp bilinç aleminde tartışılmalıdır. 
 
Kimi dindarımız  “kimlik demek ayrımcılıktır,  niye ayrım yapılacakmış, Ümmet anlayışı kimliklerin ayrı haklarının gündeme gelmesini kabul eder mi” diyor. Ümmet kavramıyla toplumsal kimlik haklarının buharlaştırılması gerektiğini düşünüyorlar ve çok yanlış düşünüyorlar. Ortamın silahlı çatışmaya döndüğü zaman sorunun daha da kötüleşmesinin nedeni dindarımızın kafasındaki bu yanlış ön kabuldür. 
 
Kimisi ise Kürt sorununun geldiği son derece kötü çatışmalı ortamda bile Cumhuriyeti kuran iradenin yaptığı yanlışı görmezden gelmeyi tercih ediyor, anayasal kimlik vurgusunda Kürtlerin dışlandığını, Türklük vurgusunun oluşturduğu sorunun farkında değil hala. İktidarın verdiği hakların, ilerlemenin bir çırpıda geri alınabileceğini görmüyor. Zaten çatışmalı günlerin başlamasıyla devlet yetkililerinin kullandığı ” ezeceğiz” dili hiç dikkatini çekmiyor. Ya bu iktidarda ya da farklı bir iktidarda verilen hakların rahatça geri alınabileceğini hiç düşünmüyor. 
 
Tuğrul Türkeş “babasının partisi” gibi görüyor partisini, dindar Türkler de “babasının vatanı” gibi görüyor bu toprakları. Aslında bu topraklar ve doğuştan gelen asli haklar tüm vatandaşların doğal haklarıdır. Kendinizi “asli sahip” görürseniz “ihsan” dili kullanmaya başlarsınız.
 
Ümmet kavramıyla zan edilenin bir başka versiyonu sol camiada da yaşanmıştır. “Enternasyonalcilik” le tüm milliyetler üstü bir birlikteliğin olacağını düşünen sol camia bir müddet sonra bunun hayat dışılığını görmüş ve genel olarak bir değişim geçirmiştir. Acaba dindarlar bu olması gereken değişimi ne zaman yaşayacak, toplumun sorunlarını ayağı yere basar bir şekilde ne zaman  değerlendirebilecek?
Ümmet demek kimliği buharlaştırmak değildir, çünkü islami camiada yanlış yorumlanan ümmet kavramı kimliklerin hakkının teslim edilmesine mani değildir.
 
İslami bir kavram meseleyi zorlaştırıyorsa bu, kavramın yanlış anlaşılmasındandır. O halde ümmet kelimesini biraz inceleyelim;
 
Kur'ân'da tekil ve çoğul olarak 64 defa geçen “ümmet” kelimesi daha çok toplum/cemaat anlamında kullanılmıştır. cemaat olma canlılara özgü bir özelliktir. bu itibarla hem insanlara hem de diğer canlılara “ümmet” denilmiştir.
Kendilerine peygamber gönderilme, belli bir amaçla bir mekânda bulunma, belli niteliklere sahip olma, îmân, şirk, küfür ve nifak gibi insanları ümmet yapan unsurlar vardır. Kurtubi tefsirinde zikredildiğine göre arapların “ememtü keza”-“şunu kastettim” manasındaki sözlerinden alınmıştır. O halde ümmetin manası “maksatları bir olan cemaat” demektir. bundan dolayı “bir din üzere toplanan millete, ümmet” denilmiştir.”
 
İnsanlar gibi diğer canlılar da renkleri biçimleri, yapıları, görünüşleri… ile farklı gruplara, sınıflara ve toplumlara (ümmetlere) ayrılmıştır (En'âm, 6/38), kıyamet kopunca dirilirler. aralarında hesaplaşma yapılır. Ümmet kimlikler bahçesidir, Rum suresi 22: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” der. Farklılığın bir gerçek ve güzellik olduğu vurgulanır. ümmet demek ırkların kimlik haklarını görmemek değildir, var olan ırklarla imtihanı kazanmak ve milliyetçilik yapmadan hakları vermek ve İslam paydasını sağlayabilmektir. Hz. Muhammed der ki “kıyamet günü bütün haklar sahiplerine verilir. hatta boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan alınır.” (müslim, birr, 60). Ümmet denilerek has gaspı meşrulaştırılıyorsa ve bu, bu dünyada telafi edilemiyorsa öte dünyada bunun hesabının verileceği açıkça ortadadır. 
 
Ümmet kavramı milliyeti için başka milliyeti  baskılayanı yasaklar ama en başta kimliğin haklarının gaspına  karşı çıkar. Kimse ırkını inkar etmemelidir, aslını ikinci sınıf görmemeli, ırkı yüzünden aşağılanmayı kabul etmemelidir. İlk Müslümanlar arasında tarihe iz düşürmüş çok örneği vardır bu gerçekliğin.
 
Türkiye'de din, Türk milliyetçiliğiyle eşitlenerek öğrenilmiştir. Dini kitabevlerinde “dini ve milli yayınlar bulunur” denirdi ve bu içselleştirilmişti. Bu yüzden çözüm sürecinin sonunda değil başındayız, anlaşılan  çok fırın ekmek yemek gerekecek ve çok zaman alacak bu sorunun anlaşılması için. 
@gergerliogluof

Yorumlar